• Sonuç bulunamadı

Körfez Savaşı Süreci ve Askerlerin Tutumu

1. BÖLÜM

3.4. SİVİL İKTİDARA GEÇİŞ SÜRECİNDE ASKERİ VE SİYASAL

3.4.1.1. ANAP Hükümeti Politikaları

3.4.1.1.3. Körfez Savaşı Süreci ve Askerlerin Tutumu

2 Ağustos 1991’de Körfez Krizi ortaya çıkmıştır. Bu kriz ile ülkenin iç politikadan dış politikaya yoğunlaşma süreci başlamıştır. Özal'ın Körfez Savaşının başından itibaren yaptığı tüm siyasi diplomatik ve askeri manevralara rağmen Kuzey Irak Sorunu ortaya çıkmıştır.

Kuzey Irak Sorunun ortaya çıkışında Özal'ın iki yönden rolü olduğu belirtilmiştir. İlki, Özal ABD Başkanı Bush üzerinde etkili olmuş ve ABD'nin ayaklanan Kürt gruplara destek vermesini engellediği belirtilmiş, dolayısıyla ABD'nin Mart 1991'de ayaklanan Kürtlere silah yardımı yapmamasının nedenlerinden biri olarak Özal'ın istek ve talepleri gösterilmiştir. Böylece Özal, ayrılıkçı Kürtlerin başarılı olmasına ve Kuzey Irak'ta kontrolü ele geçirmelerine katkıda bulunacak iki olayın, yani ABD'nin Kürtlere silah ve benzeri destek vermesinin ve Saddam Hüseyin'in düşürülmesinin önüne geçmiş olduğu belirtilmiştir.329

Bu süreçte Saddam Hüseyin'in ordusu karşısında güçsüz kalan ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kürtler, evlerini terk edip Türkiye ve İran sınırlarına doğru kaçmışlardır. Tüm bu gelişmeler neticesinde Özal'ın da isteğiyle bir silahlı gücün de oluşturulması ve Kürtlerin Irak saldırılarından korunması fıkri ortaya atılarak 688 sayılı karar çerçevesinde bölgeye Huzur Sağlama Operasyonu adı altında bir operasyon düzenlenerek, göçmenlerin sınırdan geri dönmeleri sağlanmış ve bu göçmenlerin bir kısmı Kuzey Irak'ta oluştıırulan “güvenli yaşam alanları”na yerleştirilmiştir.330

Çekiç Güç 1990-1991 Körfez Savaşı sonrasında patlak veren ‘’mülteci krizi’nin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey Irak halkının Irak saldırılarından korunması amacıyla “Kalkık Horoz” ya da “Çekiç Güç” olarak bilinen uluslararası bir hava gücü kurulmuş ve bu güç daha sonra yine Özal'ın isteğiyle İncirlik hava üssüne yerleştirilmiştir. 36. paralelin kuzeyindeki Kuzey Irak bölgesinin sürekli olarak kontrol edilebilmesi için Çekiç Gücün hava kuvvetleri Türkiye'ye, yardımcı kuvvetleri de

329 Gözen, Ramazan; Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, Liberte Yayınları, Ankara, 2000, s.

331

- 128 - Zaho'ya yerleştirilmiş ve ABD, İngiltere ve Fransa'nın da katılımı ile Türkiye'nin desteğiyle olııştıırulan çekiç Gücün koruma altına aldığı Kuzey Irak “uçuşa yasak bölge” ilan edilmiş ve Irak'ın bu bölgedeki askeri faaliyetleri yasaklanmıştır69.

Tarihi sürece bakıldığında Lozan’ın İsmet Paşa için Türk ve Kürt kardeşliğine en görünür belge olduğu belirtilerek İsmet Paşa’nın Lozan’da savunduğu Kürt ve Türk kardeşliğinin toplumun altyapısında değişmediğini., fakat üstyapıda, Türk ve Kürt

milliyetçiliğinin Kürtler aleyhine bir değişme gösterdiği belirtilmektedir. Dahası tek yanlı bir milliyetçilik anlayışının Kürt gerçeğini gözardı ettiği ve dış güçlerin sömüreceği bir ortam yaratılmaya çalışıldığı vurgulanmıştır. Fakat günümüzde Milli Kurtuluş Savaşımızın Kürtlerle kardeşliğe dayanan ulusçuluğun ırkçılığa dönüştüğü şeklinde bir tablo karşımıza çıkmaktadır.331

Çekiç gücün Türkiye’de bulunuşu ile ilgili değerlendirmeler yapılmıştır. Türkiye çokuluslu Çekiç Gücün Kuzey Irak'ta yerleşmesinin ve burada operasyonlar yapmasının çıkarlarına uygun olmayacağını, özellikle bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına destek verebileceği ve böylece Türkiye'nin toprak bütünlüğüne aykırı eylemlerde bulunabileceği endişesini taşıyordu. Böylesi bir gelişmeyi önlemek için, bu Gücün Türkiye'nin kontrolü altına alınması daha uygun olurdu. Yani, Çekiç Gücün İncirlik'e yerleştirilmesinin Türkiye’ye, hem bu Gücün faaliyetlerini denetleme hem de böylece Kuzey Irak'taki oluşumlar üzerinde etkili olma fırsatı vereceği düşünülmüştür.332

Irak'a karşı hava harekâtı başladıktan sonra, ABD ve diğer koalisyon hava kuvvetlerinin Türkiye'deki NATO üslerini özellikle İncirlik üssünü kullanmalarına izin verilmiş ve bu durum, Saddam'ın misillemede bulunma ve Türk silahlı kuvvetlerinin, 1918 yılından beri ilk kez, Ortadoğu'da büyük bir savaş içinde; kendini bulma riskini ortaya çıkarmıştı. Kriz, iç politikada da ordu ile hükümet arasındaki güç dengesi sorununu gündeme getirmişti.333

331 Timur, Taner; Küreselleşme ve Demokrasi Krizi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1996, s.149 332 Gözen; a.g.e. s.352

Hükümet açısından Çekiç Gücün süresi böylece değerlendirilirken Türkiye’de ilk kez Genelkurmay Başkanı Hükümetin Körfez Krizin’de yürüttüğü dış politikayı benimsemeyerek istifa etmiştir. 3 Aralık 1900 tarihinde Necip Torumtay görevinden ayrılmıştır.Torumtay istifa nedeni olarak şunları ifade etmiştir.’’ Körfezle ilgili milli siyasetimiz de sık sık tekrarlanan Birleşmiş Milletler kararlarına uyduğumuz hususu hariç, zaman zaman değişen yorum ve görüşlerden öteye gitmemiş ve Genelkurmay Başkanlığı, Körfez krizinden itibaren dört ay süreyle hükümetin Körfez politikasını belirleyecek olan resmi siyasi direktifini bir türlü alamamıştır.Böylece “en seri ve akıcı durumlarda dahi bir değerlendirme ve koordinasyona dayanması gereken kararlar, Cumhurbaşkanı tarafından şahsi ve merkezi bir biçimde ele alınmaya başlamış ve kriz yönetimi ve karar mekanizması diye bir şey kalmamıştı.” Sonunda Özal, “kendi ihtisas ve tecrübeleri dışında bulunan askeri konularda dahi, ne harp prensiplerine ve nede stratejiye uyan ve Kuzey Irak'a fiili olarak askeri harekatımızı öngören bazı telkin ve talepler üzerinde ısrarla durmaya başlamıştır. Bu kişisel ve keyfi politikanın yürütücüsü her vesile ile Musul ve Kerkük'ün Misaki Milli sınırları içerisinde olduğunu hatırlatmışlardır. Böylece Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Amerika'nın güçlerine dayanarak, Atatürk'ün yapamadığını yapmayı, Musul ve Kerkük'ü almayı düşlemiştir. Bölgenin etnik özelliklerini düşünürek de 'konfederasyon' ve 'federasyon' gibi formüller üzerinde bir tartışma başlatmayı denemiştir. Fakat ABD ve tüm Batı buradaki petrol rezervlerinin Türkiye'nin eline geçmesine razı olamayacağını” dile getirmiştir.334

Bu nokta da ulus devlet süreci içerisinde bu olay değerlendirildiğinde Türkiye’nin sınırlarının genişletilmesi düşünülmüş fakat ordu ise gerek diğer ülkelerin gerekse ülkemizin tarihsel sürecinden dolayı bunun gerçekleşemeyeceği üzerinde durmuştur. Orgeneral Necip Torumtay daha sonraki yıllarda Kuzey lrak'tan göçü değerlendilirken, güvenliğin boyutunu şu şekilde işaret etmiştir:335

“1991 Baharında 500.000'e yakın Türkiye sınırlarını, bir çığ gibi aşarak evleri, tarlaları ve rast geldikleri işlerine yarar herşeyi talan ve tahrip ederek topraklarımızı işgale teşebbüs etmiş ve Birleşmiş Milletlerce önlem alınıncaya kadar bu yerlerde

334 Timur; a.g.e. s.308

335 Koçer, Gökhan; “1990’lı Yıllarda Askeri Yapı ve Türk Dış Politikası” ODTÜ Gelişme Dergisi ,

- 130 - kalarak trajik sahneler sergilemişlerdir. Bir tarafta insan haklarının korunması ve diğer taraftan da bir ülkenin güvenliği, bütünlüğü ve yaşama hakkının savunulması gibi ikinci plana itilemeyecek çok haklı ulvi bir görevin bulunması, bu yeni tecavüz biçimi karşısında çok duyarlı ve karmaşık sorunlar ortaya çıkarabilecektir.Bu gibi durumlara karşı İnsan Hakları/Meşru Müdafaa dengesini sağlayabilecek çeşitli formüller ve önlemler bulunabilir ve çok önceden de bulunmalıdır. Bütün uyarılara rağman vatan topraklarına zorla ayak basmanın son karşılığı silahtır ve hemen bütün dünyada uygulanan da budur.” şeklinde düşüncesini ifade etmiştir.

Körfez krizi, 3 Ağustos'ta Milli Güvenlik Konsey'inde tartışılırken, komutanlar adına konuşan Torumtay ılımlı bir bekle-gör politikasını savunmuştu. Asker kanadı Kuzey Irak sorunu için daha uzun vadede düşünülüp durumun değerlendirilmesi gerektiğini savunurken Özal kaba bir üslupla yanıt vererek şöyle demişti:336

“Türkiye'de pek çok şey değişti. Dış politikada korkakça ve zayıf tutum alma dönemi geçti. Bundan sonra koşullara uygun, aktif bir politika izleyeceğiz. Bu tamamen siyasal bir seçimdir.”

Torumtay yalnız bırakılmış ve Özal, kendisine bağlı “gölge genelkurmay başkanı” haline gelen emekli General Kemal Yamak'ın tavsiyelerine göre hareket etmeye başladığı belirtilmiş. Sonunda Torumtay istifa etmiş ve pek çok kişi bu istifayı, Yüksek Komuta Kademesi'nin, tutumunu değiştirmesi için Özal'a yaptığı bir uyarı olarak yorumlanmıştır. Özal, 5 Aralık'ta bu uyarıya bir yanıt olarak basına şöyle demişti: “Hiç kimseden korkum yoktur!” şeklinde düşüncelerini ifade etmiştir.337

Torumtay olayı, sadece Irak’a yönelik politika konusunda Ankara’da önemli görüş ayrılıklarının bulunduğunu gösterdiği için değil, kendi uzmanlık alanında bile ordunun sivil iktidarın üstünlüğünü giderek kabul etmekte olduğunu gösterdiği için de önemliydi. Birçok şeyin yapabileceği gibi bir tür uyarı yada ultimatom vermek yerine Torumtay sadece istifasını vermekle yetindi. Bu durum, Torumtay’dan sonra gelen Genelkurmay Başkanı eski Kara Kuvvetleri Komutanı Doğan Güreş tarafından da

336 Ahmad; Modern Türkiye’nin Oluşumu, s.236 337 Ahmad; a.g.e. s.237

açıkça benimsendi ve ordunun devlet yapısı içindeki eski ayrıcalıklı ve yarı özerk konumundan vazgeçme derecesini belirlemişti.338

Silahlı Kuvvetlerin geçmişte olduğu gibi, doğrudan veya dolaylı müdahaleler yerine meşru/hukuki yollarla tepkisini dile getirmesi ülkenin siyasal bilinçlenme düzeyinde ve demokrasi anlayışındaki belirgin olumlu gelişmeler olarak nitelendirilmiştir. Türkiye'de 1950 yılından başlayarak, 10'ar yıllık periyotlarla geçekleşen ilk üç müdahalenin ardından dördüncü 10 yılın bitiminde 3 Aralık 1990'da ortaya çıkan Genelkurmay Başkanın istifası olayı tersine bir müdahale olarak değerlendirilmiş ve bu noktada Ordunun sivil iktidarın üstünlüğünü kabul etme olgusunun ortaya çıktığı belirtilmiştir.339

20 Ekim 1991’de yaplıan erken genel seçimlerden DYP birinci çıktı. Ancak hiçbir partinin kazandığı milletvekili sayısı tek başına iktidara yetmiyordu. Türkiye için uzun koalisyon yılları başlamıştı.