• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.4. OSMANLI İMPARATORLUĞUNDAN ULUS DEVLETE GEÇİŞ

2.4.4. I Büyük Millet Meclisinin Açılması

18 Mart 1920’de son kez toplanan Meclis-i Mebusan, üyelerinden bazılarının işgalcilerce tutuklanmasını protesto eden bir kararı oybirliği ile kabul ettikten sonra, süresiz olarak kendini tatil etmiş; 11 Nisan 1920’de de padişah tarafından kapatılmıştır. Meclisi Mebusan’ın süresiz olarak tatile girmesi ve daha sonra kapatılması üzerine M. Kemal, 19 Mart günü yayınladığı bir bildiri ile olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin kurulması kararını bütün Anadolu’ya yayınlamış ve ulusu yeni bir seçime çağırmıştır. 23 Nisan 1920 günü toplanan B. M. M, İstanbul’dan gelen Meclisi Mebusan üyeleriyle, yeniden milletvekili seçilenlerden oluşmuştur. 172

Ankara’da B.M.M’nin açılmasıyla tarihte ilk defa “Türkiye” ismi kullanılmıştır. Ülkenin adının Türkiye olarak resmen kullanılmasıyla birlikte Türk milliyetçiliği, milli vatan kavramı ile bütünleşmiş ve güç kazanmıştır. Devletin adının ulusla bütünleşmesi, egemenlik kavramının kökünden değiştiğinin bir ifadesi olarak belirtilmiş ve egemenliğin padişahta, halifede değil, doğrudan doğruya Türk ulusunun kendisinde olduğu belirtilmiştir. 173

Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Ordu-Politika ilişkisini en iyi şekilde I. BMM'nin çıkardığı kanunlarda görmek mümkündür. 2 Mayıs 1920 tarih ve 3 sayılı BMM. İcra

172 Öztürk ; a.g.e.s.50 173 Ay; a.g.m. s .42

Vekillerinin Seçilmesine Dair Kanun ile, Genelkurmay Vekaletini görmek üzere aynı bir vekalet (bakanlık) kurulmuştur. Savaşı daha iyi ve tutarlı bir şekilde yürütebilmek, siyasal ve askeri organlar arasında ortaya çıkabilecek uyumsuzlukları en aza in- direbilmek amacıyla, Genelkurmay Vekaleti, doğrudan BMM'ne karşı sorumlu tutulmuştur. Bu düzenleme ile, aynı zamanda, İttihat ve Terakki döneminde yaşanan fiili askeri diktatörlüğün bir daha ortaya çıkmaması ve BMM'nin ordu üzerinde denetimini tam olarak kurması da amaçlanmıştır.174

I. Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletlerle İstanbul’daki Osmanlı hükümeti arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma Türkler’e yaşama hakkını tanımayan bir barış antlaşması olarak nitelendirilmiş ve ulus hakkında gerçek bir ölüm fermanı olarak nitelendirilmiştir. 175

Osmanlı İmparatorluğu 'nun, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yıkılması üzerine ortaya çıkan otorite boşluğu alanında yeni bir devlet oluşumu için merkezler hareket halinde olmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı'na taraf olarak katılan bütün büyük ülkelerin Osmanlı sonrası için hem hesapları hem de planları vardı. Büyük savaşın sona ermesinden sonra, dayatılan Sevr Antlaşması doğrultusunda geri kalan ülke emperyalistlerin planları doğrultusunda bölünürken, Anadolu ve Trakya halkı çeşitli toplantılar yaparak bağımsız bir gelecek arıyordu. Sevr sonrasında Osmanlı sarayı, Osmanlıcılık ve İslamcılık sentezine dayanan yeni bir Osmanlı birliğini geri kalan topraklarda kurmaya çalışmış ve halkın giderek artan Sevr tepkisi buna izin vermemiştir. Sevr Antlaşması'nı imzalayan Osmanlı hükümetine halk tepki gösteriyor ve Osmanlı birliği istenmiyordu. 176

Ayrıca bu süreçte, 5 Eylül 1920 tarihinde kabul edilen 18 sayılı Nisab-ı Müzakere Kanununun 4. cü maddesi ile, kural olarak BMM, üyeliği ile memurluğun bir kişinin üstünde toplanmamasına rağmen, o dönemin koşulları, dikkate alınarak, ordu ve kolordu komutanlığı görevlerinin Meclis Üyeliği ile bağdaşabileceği öngörülmüştür. Bu suretle, kolordu düzeyinin altındaki askeri birimlerin siyasetle ilgilenmesi hukuken

174 Öztürk ; a.g.e.s.51 175 Sander; a.g.e.s.409 176 Çeçen; a.g.e. s.8 – 9

- 71 - önlenmeye çalışılmıştır. Meclisin bütün güçleri kendisinde toplanmasına bağlı olarak, 13 Eylül 1920 tarihli Vekiller Heyeti Programında da, Ordunun, BMM'nin Ordusu olduğu; emir ve komuta yetkisinin BMM'nin manevi şahsiyetinde olduğu ve komutaya ait işlerin Genelkurmay Bakanlığı tarafından yürütüleceği öngörülmüş; gereksiz ve zararlı tartışmalara yol açacağı değerlendirilerek başkomutanlık konusuna değinilmemiştir.177

Bu dönemde ulusal hareketin başarılı eylemleri sonunda Sevr ile ilgili planlar kağıt üzerinde kalmıştır. Bu başarılı eylemler askeri strateji açısından beş aşamada gerçekleşmiştir:178

- Öncelikle Doğu'da Ermeni ordusunu ülkeden atarak bu cepheyi rahatlatmak; bu cephe, savaş gücü açısından Türklerin üstünlüğündedir. Mondros sonrası dağılmayan birliklerin başında Karabekir Paşa vardır. Burada alınacak bir zafer ulusal eylemin saygınlığını arttıracak, Ermenilerden savaş araç ve gereçlerinin ele geçirilmesini sağlayacak ve iyi ilişkiler kurmak istediğimiz yeni Sovyet yönetimi ile daha rahat diyalog kurmamıza olanak tanıyacaktır.

- Güneyde Urfa, Gaziantep, Maraş ve Adana'da, karşı savaşı gerilla, çete, halk savaşı şeklinde sürdürmek; Fransızlar bu cephede fazla yığınak yapmamışlar, Anadolu içlerine yönelik bir savaş istememişlerdir. I. Dünya Savaşı sonrasında beklediklerine tam kavuşamamışlar ve müttefikleriyle ilişkileri gevşemiştir. Bu cephede Fransızları halk savaşıyla oyalamak olanaklıdır.

- Düzenli ordu kurulup, Yunan ordusuna karşı saldırıya geçecek duruma gelinceye kadar Batı cephesinde savunma savaşları yaparak zaman kazanmak;

- Ulusun tüm olanaklarını iç ve dış yardım ve destekleri sağlayıp, orduları savaşa tam hazır hale getirdikten sonra savaşı bir baskın saldırısı halinde başlatarak Yunan ve diğer işgalci birlikleri yok etmek ve böylece savaşa son vermek.

177 http://www.e-sosder.com.(05.08.2006)

- Yunanlılar Anadolu’dan kovuluncaya kadar Trakya bölgesini kendi olanaklarıyla yetinir durumda bırakmak; Başka türlüsünü yapmak olanaksızdır. Çünkü Anadolu ve Trakya arası itilaf devletlerinin elinde ve denetimindedir. Trakya Anadolu’dan koparılmıştır.

Egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz ulusa ait olduğu; yasama ve yürütme güçlerinin Meclis’te toplanabilmesi için 20 Ocak 1921’de B.M.M. anayasasını yapmıştır. 1921 Anayasasının, B.M.M. Hükümetinin ve Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesinin İstanbul’daki hükümetten bütünüyle ayrı, Türk ulusunun iradesiyle kurulu bağımsız bir varlık olduğunun anayasa hukuku diliyle ifadesi olduğu belirtilmiştir.179 Bu sırada, Yunan Ordusunun yeniden Anadolu'da ilerlemeye başlaması üzerine, , B.M.M. mevcut bütün maddi araçları ve insan kaynaklarını seferber ederek Yunan Ordusuna karşı koyabilmek için M. Kemal'e B.M.M. 'nin 5 Eylül 1921'de kabul ettiği 144 sayılı Başkumandanlık Kanunu ile olağanüstü yetkiler vermiştir. Bu kanun ile, belli bir süre için başkomutanlık görevini fiilen kullanmasına izin verilen M.Kemal, “Ordunun maddi ve manevi kuvvetini artırmak, yönetim ve güdümünü güçlendirmek” amacıyla kanun kuvvetinde kararlar alabilecek ve emirler verebilecektir. Bu yetki, B.M.M. tarafından üçer ay sürelerle üç defa uzatılmış; 20 Temmuz 1922 tarihinde kabul edilen 245 sayılı kanunla da, M. Kemal'e verilen yetkilerden yasama ile ilgili olanı, B.M.M tarafından geri alınmıştır. Başkomutanlık konusundaki mevcut düzenlemeye dokunulmadığı için, M.Kemal bu kanuna dayanarak başkomutanlık görevini fiilen kullanmaya devam etmiştir. Yukarıda belirtilen olağanüstü yetkilerle, 23 Ağustos'tan 13 Eylül'e kadar süren Sakarya Savaşı ile Yunanlılar hezimete uğratılmıştır. Sakarya Savaşının bu şekilde sonuçlanmasının önemli etkileri olmuş; bu savaştan sonra Sovyetler, Fransızlar ve İtalyanlar ile anlaşmalar yapılmak suretiyle, yeni Türk devletinin sınırları belirlenmiştir. Bu ülkelerin savaştan ve dolayısıyla Anadolu'da işgal ettikleri bölgelerden çekilmesi ve bu dönemde büyük miktarda silah edinilmesi, Anadolu'daki Türk kuvvetlerinin askeri açıdan güçlenmesi ve düzenli bir ordu görünümüne kavuşması sonucunu doğurmuştur. Bu güçle Dumlupınar'da ezici bir zafer kazanılmış, 9 Eylül'de İzmir'e girilmiş ve bu suretle Anadolu kurtarılmış; M. Kemal'in

179 Uluğ, Naşit, Siyasi Yönleriyle Kurtuluş Savaşı, İstanbul, 1973, s.278 - 279’dan aktaran Öztürk ; a.g.e.

- 73 - önderliğindeki asker-sivil siyasi kadronun ulusla el ele vermesi sonucu başarıya ulaşılmıştır. 180

Türk güçleri Yunan Ordusunu Doğu Trakya’dan atmak için Çanakkale Boğazı’nı geçtiklerinde İngilizlerle aralarında bir çatışma tehlikesi belirmiş ve çatışmanın önlenmesi amacıyla 11 Ekim 1922’de Mudanya’da ateşkes antlaşması imzalanmıştır. Müttefikler İstanbul’da ve geri bölgelerinde Türk egemenliğini kabul etmişler ve 20 Kasım’da Lozan’da bir barış antlaşması için görüşmelere başlanmıştır. Yaklaşık olarak Ulusal Pakt’ta öngörülen sınırlar içinde bir Türk devletinin kurulmasını kabul eden antlaşma, ulusal mücadelenin başarısını belirleyerek, 23 Temmuz 1923’te imzalanmıştır. 181

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra arta kalan bölgede yaşayan halk kitlelerinin bir araya gelerek, işgalci düşman ordularından kurtulmak üzere verdikleri Kuvayi Milliye savaşından sonra elde edilen bağımsızlık düzeninde, nasıl bir devlet ve toplum yapısı oluşturulacağı tartışma konusu yapıldığında, Kuvayi Milliyenin öncü kadrosu başta önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ulusal ve üniter bir devletin kurulması konusunda fikir birliği içinde olmuşlardır. Kurtuluş Savaşı ruhu ile ortaya çıkan yeni ulusal ve üniter devlet, daha sonra Lozan Antlaşması ile kendi yapısını bütün dünya ülkelerine kabul ettirmiştir. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyetinin modelini ortaya koyan ilk resmi belge Lozan Antlaşmasıdır. 182

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun temeli olan ve uluslararası camia tarafından imzalanarak yeni bağımsız Türk Cumhuriyetinin hukuki dayanağı olarak benimsenen Lozan Antlaşmasında, azınlık kavramı yalnızca Müslüman olmayanlar için, yani gayrimüslimler için kullanılmıştır ve bunun dışında herhangi bir etnik ya da kültürel bir grup, kesim ya da kökenden gelenler için kullanılmamıştır. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti içinde yalnızca Müslüman olmayanlar azınlık statüsüne sahiptirler, diğer etnik kökenleri farklı olan insanlar ya da gruplar, böyle bir azınlık

180 Öztürk; a.g.e. s.51-52

181 Ahmad;Modern Türkiye’nin Oluşumu, s.66 - 67 182 Çeçen ; a.g.e.s.40

hakkına ya da statüsüne sahip değildirler. Lozan Antlaşmasından gelen Türkiye Cumhuriyeti modeli böyle bir etnik alt kimlikli yapıya elverişli değildir. 183

1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması üzerine, Türkiye'nin tek temsilcisi durumuna gelen Ankara Hükümeti, Türkiye'yi temsil etmek üzere Lozan'a davet edildi. Lozan Konferansı Kürtler konusundaki İngiliz politikasının açıklığa kavuşturulması açısından önemlidir. İngiltere diğer müttefiklerle beraber Lozan'da Türk milli kurtuluş hareketinden yana tavır koyarak, bu hareketin ortaya çıkardığı Ankara Hükümetini resmen muhatap kabul ettiklerinde Güneydoğu meselesi artık geride kalıyordu. İngiliz temsilcisi Lord Curzon, Paris ve Roma'ya gönderdiği telgraflarda Sevr Antlaşmasındaki gibi bir Kürt sorununun artık kalmadığını belirtmekteydi. Böylece Kürtlere, Birinci Dünya Savaşı ertesinde tanınan kendi kaderini belirleme hakkı gene aynı büyük devletler tarafindan geri alınıyordu. Kürt sorunu bu aşamadan sonra bir uluslararası mesele olmaktan çıkartılarak, sınırlar içinde kaldığı ilgili devletlerin bir iç sorunu düzeyine indirildi. Lozan görüşmelerinde Kürtler bağımlı değişken düzeyinde kalmışlardır. Görüşmeler sırasında Kürtler Türk heyetinin içine resmi bir temsilci vermemişler, her şeyi Türk heyetinin görüşmelerinden beklemişlerdir. O dönemde Kürt dernekleri etkinliklerini yitirdiği için Konferansa taraf olarak girebilecek durumda değillerdi. Lozan'daki Türk heyetinin başkanı olan İsmet Paşa, "B.M.M. Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de gerçek ve meşru temsilcisidir, çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Büyük Millet Meclisine girmişler ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin yönetimine katılmaktadırlar" demiştir. İsmet Paşa Lozan'a kürt kökenli milletvekillerini de götürerek, Türklerle Kürtlerin beraber olduklarını dünya ülkelerine göstermiştir. 184

2.4.5. II. Büyük Millet Meclisinin Açılması ve Cumhuriyetin Kuruluşu