• Sonuç bulunamadı

Kökenlerine Göre Üslûp Çeşitleri:

BÖLÜM 1: ÜSLÛP ANLAYIŞLARINDA FARKLILAŞMALAR VE ÜSLÛP ÜZERİNE TARTIŞMALAR:

3- Dilbilim kişiden kişiye değişmeyen daha çok ortak olan kullanımlar üzerinde durur

1.4. Kökenlerine Göre Üslûp Çeşitleri:

Kaynağı konusunda farklı görüşler ortaya konulsa da üslûbun bir tercih olduğu, bir anlatım özelliği olduğu genel bir kabuldür. Edebî bir metin, üslûp açısından incelenirken farklı referans noktalarının göz önüne alındığı görülmektedir. Sanatkârın eserini meydana getirirken yapmış olduğu tercihleri ve bu tercihlerin oluşmasında etkili olan unsurlar, üslûbun kaynağı konusunda yapılan değerlendirmeler için bir çıkış noktası olmuştur. Üslûbun; ferdiyetten metnin oluştuğu edebî muhite, edebî ekollere, nesillere kadar giden bir takım kaynakları tespit edilmeye çalışılmıştır. Edebî eserleri üslûp açısından incelemek bir anlamda eserin estetik niteliklerini ele alma çabasıdır. Bununla birlikte Eliot’un ifade ettiği gibi “bir eserin edebî olup olmadığı edebî ölçülerle tayin edildiği halde bu ölçütler o eserin büyüklüğünü ispatlamaya yetmez.” (Eliot, 1983:108) düsturu da ayrıca bir tarafta durmaktadır. Üslûpbilimciler eserin değerini tespit etme çabası olarak görülebilecek bu aşamada bir takım üslûp tasniflerine gitmektedirler.

1.4.1.Kişisel Üslûp

Eserin ortaya çıkışında yazarın merkezde yer aldığı, bu yüzden üslûbun yazarın bilgi birikimine ve tercihlerine dayalı olarak ortaya çıktığı kabulü, üslûbun şahsi olduğu düşüncesini doğurmuştur. Eserin oluşumunda kişisel tercihlerin öncelikli rol oynadığı noktasındaki bu anlayışa göre üslûbun kaynağında birey yer almaktadır. Bu tarz üslûp incelemesi, edebî eser üzerindeki sanatçının kişisel izlerini arama çabasıdır.

“Üslûbu, bireysel dil karakteristiği olarak görmenin temelinde, bireyin biricikliğine idealistçe bir inanç yatar. Bireysel üslûp, bireyin dil malzemesini kendine özgü tarzda biçimlemesi, özgürce yaratıcılığını sergilemesidir. Bireysel üslûp kişinin üslûbunda kendini yansıtması, edebiyat biliminden çok edebiyat

psikolojisinin, toplum dilbilimin ve psikodilbilimin yandaşlarınca

değerlendirilmiştir.” (Aytaç, 2003: 81).

Roland Barthes, konuyu Saussure’den bu yana gelişen “kişisel kullanım” kavramı çerçevesinde ele alır. Barthes, Jakobson’un dilin bireysel düzeyde bile toplumsallaştığı yargısına katılmakla birlikte yine de “kişisel kullanım” ifadesinin bir yazarın üslûbu

32

hakkında kullanılabileceğini, yazarın üslûbunun gelenekten, toplu olarak yaşamaktan kaynaklanan bazı dilsel öğeler içerse de bu durumun değişmeyeceğini belirtir (Barthes, 2009: 35).

Üslûbun şahsi olduğu düşüncesi sanatkârın sözcük seçiminden cümle yapma tarzına kadar her şeyin şahsiyet ve mizaçla alakalı olduğu düşüncesini doğurmuştur. Bu anlayışa göre sanatkâr fiilleri, isimleri, tamlamaları vb. cümle unsurlarını dilde var olan şekillerinden hareket ederek çeşitli tasarruflarla kendine has bir şekle sokmaktadır. Bundan dolayı sanatkârın oluşturduğu cümlelerde hususi bir hüviyet bulunduğundan, bunların hususi metotlarla ele alınması gerekmektedir (Akay, 1998: 482). Mehmet Önal’a göre edebî dilde tek bir sanatçının kişisel dünyasının etkileri hissedilir. “Edebî dil, geleneksel özellikler taşısa veya bir edebî gruba ait tercihleri bünyesinde barındırsa bile onun ferdî bir yönü kalır; ve bu ferdî yön, üslûba açılır.” (Önal, 2008: 29).

Wellek- Waren’e göre üslûbu yalnızca yazarın ferdi özelliklerinin yansıma alanı olarak görmek, beraberinde bazı riskleri de barındırmaktadır. Üslûbun çevresindeki diğer dil sistemlerinden ayrılan özelliklerini esas almak, birbiriyle ilişkisiz gözlemleri, çok belirgin özelliklere dair örnekleri toplayıp yığmak ve sanat eserinin bir bütün olduğunu unutmak ihtimali vardır. Ayrıca, yazarın orijinal ferdi özelliklerine, ya da tamamen şahsî garip ifadelerine büyük önem atfetmek gibi bir risk vardır (Wellek- Waren, 2005: 155).

Kişisel üslûptan bahsedenler, üslûbun kişisel olmakla birlikte, sanatçının bir birikimden faydalandığı gerçeği üzerinde durmaktadırlar. Sanatçının kendisinden önceki birikimi kullandığı, bu birikimi yeniden inşa ettiği bir gerçektir. Bu yüzden, üslûba ait özelliklerin bir kısmının ferdin psikolojisinden kaynaklandığı, devre ve edebî türe ait ifade biçimleriyle ferdi olanların iç içe geçtiği kabul edilmektedir (Aktaş, 1993: 58). Victor Vladimirovich Vinogradov’a göre kişisel üslûp niteliği her şeyden önce gelir.

“Yazarın bireysel deyişini her türlü gelenek, her türlü çağdaş yapıt dışında, bütünüyle, dilsel bir dizge olarak tanımaya, ‘estetik’ düzenlenişini öğrenmeye çalışmak, her türlü tarihsel araştırmadan önce gelmesi gereken bir iştir.”(Vinogradov, 1971: 702 ).

33

Kişisel üslûp incelemesinde önemli olan, “üslûp” diye nitelendirilen “şahsi damga”nın hangi nitelikleri haiz olduğudur. Vinogradov bir yazarın üslûbunun zaman içerisinde değişebilir, buna rağmen yine de bu üslûbu yakalamak mümkündür. Bu görüşe göre, bir yazarın değişik zamanlarda ürettiği eserin, aynı düzlemde olmasalar bile - diğerlerinden bütünüyle ayrılacağı düşünülemez. Kuruluşlarının iç birliktelikleri dolayısıyla göreceli bağımsız olsalar da aynı bilincin ürünü olduklarından benzerlikleri söz konusu edilebilir. (Vinogradov, 1971:702)

Richard Ohman’a göre, tabiatın tecrübeye, tecrübenin dile sağladığı ham madde mutlak bir şekilsizlik içindedir. İnsan kendisi için en faydalı olan tecrübeyi- ekseriya bilinçsiz de olsa- seçer, bir tercih yapar. Buna göre üslûp, tecrübeyi dilin kalıplarına dökmeden önce ve sonra yaşanan süreç içinde doğmaktadır. (Ohmann, 2004: 197)

Üslûbun kişisel olduğu düşüncesinden hareket eden Leo Spitzer, Freud’un da etkisiyle üslûbun şuuraltı psikolojisiyle ilişkisi üzerinde durmuştur. Spitzer’e göre bir yazarın eserinde belli aralıklarla tekrarlanan üslûp çizgileri o yazarın ruhunun hissi merkezlerine bağlıdır.

Türk edebiyatında, Recaizade Mahmut Ekrem’in “Üslûb-ı beyân ayniyle insandır.” şeklinde ifadesi üslûbun şahsî olduğu düşüncesini pekiştirmiştir. İnsan ile üslûp arasında ilgi kuran Ekrem, üslûbu “her şahsın fikir, duygu ve hayallerini anlatmadaki hususi tarzı olarak tarif ve izah eder.” (Yetiş, 2006: 200).

1.4.2.Türe Bağlı Üslûp

Edebî türün sırf isimden ibaret bir şey olmadığı, eserin içinde yer aldığı estetik geleneğin onun karakterini şekillendirdiği kabul edilir (Wellek-Waren, 2005: 201). Edebiyatta tür, öncelikle biçimle ilgili bir ayrıma dayanır, nazım, nesir gibi. Bu temel biçimlerin de şekle ve içeriğe bağlı olarak kendi içlerinde alt birimlere ayrıldıkları görülür. Örneğin nesirde roman, hikâye, kısa öykü; nazımda gazel, kaside, mesnevi gibi adlarla metinlerin farklı türlere ayrıldıkları görülür. Edebiyatta türlerin, sanatçıyı belirli kurallar çerçevesinde yazmaya yönelttiği bilinmektedir. Ayrıca farklı türlerde eser veren bir yazarın üslûp özellikleri tür değiştikçe farklılaşıp değişebilir.

34

Baltabayev, tamamlanmış olan her edebî eserin üslûbu ne kadar kendine ait görünürse görünsün bu eserlerin hepsinin bağlı bulunduğu sanata ait pek çok kural ve kanuna uyması gerektiğini, türün kurallarının göz ardı edilmesinin mümkün olmayacağını çünkü yazarın eserini yazarken belirli şeyleri hesaba kattığını ifade ediyor (Baltabayev, 2006: 97).

Tür konusuna özellikle de roman ekseninde dikkat çeken isimlerden biri Mihail Bahtin’dir. Bahtin, romanın üslûp bakımından çok- biçimli olduğunu, söz ve ses bakımından da çeşitlilik sergilediğini belirtmektedir. Bahtin’e göre üslûp ve dilin türden koparılması büyük ölçüde üslûbu yalnızca dönem ve kişiyle sınırlı hale getirmiş, bunun sonucunda ise türlerin büyük tarihsel yazgıları gölgede kalmıştır. Bahtin’e göre üslûp öncelikle türde şekillenir. Bu sebeple roman ve şiirin üslûpları birbiriyle örtüşmez. Şiirin dil sistemi ile romanın dil sistemleri birbirinden farklılaşır. Şiirsel türlerin büyük bir kısmında dil sistemi bir bütün içerisinde gerçekleşir. Roman bu koşulları sağlamakla yetinmez, iç tabakalanmanın yanında toplumsal yapı, onun içindeki bireysel seslerin çeşitliliğini de yansıtmak durumundadır (Bakhtin, 2001: 34-36).

Mikhail Bakhtin, romanın- genelde sanatsal düzyazının- retorik biçimlerle çok yakın ailevi bir ilişki içerisinde olduğunu belirtmektedir.

“Sonuçta romanın baştanbaşa tüm gelişimi boyunca, yaşayan retorik türlerle

[gazeteciliğe özgü, ahlâki, felsefî ve diğer türlerle] olan (hem barışcıl hem düşmancıl) yoğun etkileşimi hiçbir zaman sona ermemiştir; bu etkileşim belki de sanatsal türlerle [epik, dramatik, lirik] olan etkileşiminden daha az yoğun değildi.” (Bakhtin,2001: 45)

Bütün bu ilişkiler ağına rağmen romansı söylem kendi nitel benzersizliğini korumuştur (Bakhtin, 2001: 45). Bakhtin, dillerin ve üslûpların birleşerek oluşturdukarı bu yeni durumu ifade etmek için “orkestralama” terimini kullanır (Bakhtin: 2001: 38).

Şerif Aktaş, tür probleminin Aristo’nun Poetika’sından itibaren her nevi edebî faaliyetin vazgeçilmez konularından biri olduğunu belirtiyor. Metni oluşturan yapı ve ifade unsurlarının ferde ait olanlar ile edebiyat geleneğinden kaynaklananlar olmak üzere iki kısma ayrıldığına dikkat çeken Aktaş, edebiyat geleneğinden kaynaklanan unsurları tespit etmenin zor olduğunu belirtiyor. Bu sınırları belirlemek oldukça güçtür. Çünkü bunun birden çok cephesi vardır. Devirler arası geçişler, ülkeler ve farklı kültürler

35

arasındaki ilişkiler dikkate alınmak durumundadır. Metindeki ferdi unsur ve kullanımları sezmek ve anlamak ise diğerine göre daha kolay gözükmektedir (Aktaş,1993: 100–102).

1.4.3 Dönem Üslûbu

Belirli bir dönemde yazılmış metinlerden hareketle dönemin karakteristik üslûp özellikleri ortaya konulabilir. Aynı devrin yazarlarının ferdi özelliklerinin yanında ortak sayılabilecek bazı özellikleri eserlerinde topladıkları görülür. Dönem üslûbunda bireysel örneklerden daha çok dönemin geneli veya tamamı için verilecek yargılar önemlidir. Aynı dönemin eserlerinde görülen benzer üslûp özelliklerinden hareketle yapılan bu tarz üslûp incelemesine “dönem üslûbu”, “devir üslûbu” veya “kollektif üslûp” gibi adlar verilmektedir.

Bahtin’e göre dönemin üslûp üzerinde önemli bir etkisi söz konusudur. Buna göre

“Her dönemde hem toplumsal eğilimin kendi özel söylem anlayışı ve kendi söylem olanakları kümesi vardır. Bütün tarihsel durumlar yaratıcının nihai anlamsal otoritesinin dolaysız, süzgeçten geçirilmemiş, koşulsuz yazar söyleminde dolayımsızca ifade edilmesine kesinlikle izin vermez.” (Bahtin, 2004: 277)

Avner Ziss, üslûbun dönemle birebir ilişkili olduğuna vurgu yapıyor. İdeolojik ve tematik bir bütünlüğe katılan sanatsal araçların ve yöntemlerin belli bir ortaklık çerçevesinde bir araya gelerek bir dönem üslûbu oluşturacaklarını belirtir (Ziss, 2009: 211).

Andreas Tietze, kişisel üslûpla döneme ait özelliklerin belirli noktalarda birlikteliğinin söz konusu olduğunu belirtir. Yine de kolektif üslûpla kişisel üslûbun birbiriyle ilişkili fakat ayrı kategorilerde ele alınması gerektiğini ifade etmektedir.

“Sanatçı veya yazar, kendini alışılmışdan ayrı tutma ve yapıtına yaratıcı bir boyut katma çabası içinde, kendisinden önce gelen yazarların oluşturduğu örnekleri takip eder. Bu bağlamda, kendini ayrıştırma çabası aynı zamanda mevcut kalıplara uymayı da gerektirir. Böylece bir dönemin veya bir yazın tarzının ortak biçemi ortaya çıkmış olur. Yaratıcı birey, yine bilinçli bir ayrışma çabası içinde bu modele eklemeler veya çıkarmalar yapabilir.” (Tietze, 2010: 189)

36

Gürsel Aytaç’a göre aynı döneme ait ürünlerde birtakım ortak özelliklerin görülmesi doğal olarak değerlendirilmelidir.

“Tarihsel kategorilerin en önemlisi zaman-veya dönem üslûbudur. Aynı döneme ait dil ürünlerinin bütün sosyal gruplarda, işlev ve konumlarda ortak bazı özellikler gösterdiği gerçeği gözlenmiştir. Belli konulara, belli edebî türlere ve belli dil kalıplarına eğilimin sonucudur bu” (Aytaç, 2003: 82).

Batıda da dönem üslûbu üzerine birtakım çalışmaların varlığı bilinmektedir. Belirli dönemlerin üslûbu tespit edilirken dönemin üslûp üzerinde etkili olduğu kabulündenden hareket edilmiştir. Ortak bir duyuş tarzının ortak bir üslûbu hazırladığı düşünülmektedir. Örneğin, G. H. Plehanov dönem üslûbu terimini 18. Asır Fransız edebiyatı için kullanırken, D.S. Lihaçev 18. Asır Rus edebiyatı için kullanmaktadır. Morris W. Croll, “The Baroque Style in English Prose (İngiliz Düzyazısında Barok Üslûbu) (1929) adlı çalışmasında İngiliz edebiyatında bir dönem üslûbu belirlemeyi amaçlamıştır (Wellek, 1979: 338–339).

Mustafa Çiçekler, Fars şiirinde üslûbun değişik açılardan sınıflandırıldığını, bunlar içerisinde en yaygın olarak kullanılan ve kabul gören tasnifin devrelere göre yapılan üslûp sınıflandırması olduğunu belirtmektedir. Buna göre fars şiiri sekiz ana başlık altında toplanmıştır (Çiçekler, 2009: 13).

Sonuç olarak, dönem üslûbu ifadesi oldukça genel bir kullanıma sahiptir. İçinde yaşanılan dönemi oluşturan şartlar ve bu şartların doğurduğu birtakım ortak anlayışlar edebî eserde kendine yer bulmaktadır. Üslûbun, yaşanılan zamanın birtakım niteliklerini göstermesi özellikle klasik dönem eserleri için belirgin bir durumdur. Klasik dönemde üslûp daha genel ve toplumsal bir niteliktedir. Klasik dönem sonrası için de elbette birtakım ortak üslûp özelliklerinden bahsedilebilir. Yalnız bunların şahsi üslûp özelliklerinin belirginleştiği bir zamanda oldukça geride durduğunu belirtmek gerekir.

1.4.4 İşleve Bağlı Üslûp:

Metinlerin birtakım işlevleri yerine getirdiğinden hareketle göreve bağlı üslûp incelemesi yapılmaktadır. Bu konuda H. Glinz 1971’de işlevsel metin çeşitleri saptamıştır. Glinz’in bu tespitlerine göre metinler “bağlayıcı” ve “yön verici” olmak üzere iki esas üzerine ayrılmaktadır (Aytaç,2003: 83). Bu tarz üslûp incelemesinin

37

uygulamadaki temsilcisi ise Elise Riesel’dir. Riesel işlevsel üslûp çeşitlerini beşe ayırmaktadır.

1. Resmî üslûp 2. Bilim üslûbu 3. Basın yayın üslûbu 4. Günlük iletişim üslûbu 5. Edebî üslûp

Riesel, bu üslûp çeşitlerini kendi içerisinde yeniden sınıflandırmaktadır (Aytaç 2003: 83). Bunlar arasında, “günlük iletişim üslûbu” konumuz açısından ilgi çekici görünmektedir. Günlük iletişim üslûbu sınırları net olarak çizilemeyen bir üslûp alanıdır. Günlük ihtiyaçlara göre şekillenen bu üslûp alanı edebî dile göre daha net ve anlaşılır bir iletişim alanıdır. Günlük dilin içerisinde konuşma dili, resmî dil, öğrenci argosu gibi diller de yer alır. Bunun yanında günlük dilde edebî dildekine benzer kullanımlar da göze çarpar. Günlük dilde sonuca varmak öncelikli olduğu için sözcüklere, sözcüklerin manalarına pek dikkat edilmez. Yalnızca özel maksatlar söz konusu olduğunda kelimelerin manalarına dikkat kesiliriz. Yazı dili kaynağını günlük dilden alır. Edebî dil de günlük dilden ve yazı dilinden beslenmekle birlikte bu ikisinden farklılaşır. Günlük dil doğal dildir. Doğal dil hem söz dizimsel hem de anlamsal bakımdan kolayca takip edilebilirken edebî metinde sözdizimsel yapı değişime uğrar, anlam alanları birbirinin sınırlarına taşar. Yalnız günlük dilde değil bilim dilllerinde göstergelerin anlamları ile nesneleri genelde bellidir, edebî dilde ise göstergenin sınırları daha doğrusu gösterge kavramının kendisi değişikliğe uğramaktadır (Göktürk, 2001: 20). Wellek-Waren’in vurguladığı gibi üslûp bilgisinin önemli inceleme konularından birini sanat eserinin dil sistemiyle zamanın dil kullanımı arasındaki farkın tespit edilmesi oluşturur. Günlük konuşma dili, dönemin edebiyat dışında kullanılan dilin diğer kullanımları bilinmedikçe üslûp çalışmaları eksik kalacaktır (Wellek- Waren, 2005:150). Günlük iletişime dayanan bu üslûp alanı daha çok sesli konuşmadan hareketle değerlendirilmektedir. Bu yüzden konuşma dili denildiği gibi sesli dil denildiği de olmaktadır. Bu dilin tarihi seyrini tespit etmek ise oldukça zor görünmektedir.

38

“Bir dilin gelişme tarihi içinde sesli dilin belirli bir zaman dilimindeki durumunu belirlemek kolay olmadığı gibi gelişme basamaklarını izlemek de mümkün değildir. Bu yüzden dilin tarihî dönemleri bakımından bu terime yükleyebileceğimiz anlam, günlük konuşma dili’ değil de yazılı metinlerde niteliği belirlenen dil, demek ki bir bakıma ‘yazıya geçirilmiş konuşma dili’dir.”(Tulum, 2010: 27).

Bilindiği gibi, günlük konuşma dili daha sınırlı bir malzemeyle daha geniş bir anlatım imkânına sahiptir. Dilin diğer alanlarına göre daha sınırlı bir çerçevede şekillenir. Doğal olarak konuşulan sözcüklerin sayısı da sınırlıdır. Bununla birlikte konuşma dili herkesin kolaylıkla anlayabileceği, kendini ifade edebileceği bir özellik gösterir. Günlük konuşma dilinin eğitim, kültür vb. alanlardaki gelişmelere paralel olarak sürekli bir değişme ve gelişme gösterdiği de gözlerden uzak tutulmamalıdır. (Tulum, 2010: 27)

1.4.5 Edebî Akım Üslûbu:

Edebî akımlar edebiyatla ilgili belirli düşünce ve kuralları sistematize eder. Edebî bir akım diğer akımlardan hem düşünce yönünden hem de prensipler yönünden ayrılır. Bu üslûba elbette yansıyacaktır. Her yazarın kişisel üslûbu “tür”le ilişkilendirilebileceği gibi yazarın bağlı bulunduğu akımın da üslûbu şekillendirdiği görülür. Edebî akım, eğilim veya yönelişlerin hem bireyi hem de dönemi etkilediği genel bir kabuldür. Buna göre, edebî akımların kendine has bir takım üslûp özellikleri doğurduğunu söylemek yanlış olmaz. Romantik kabul edilen bir yazarın üslûbuyla realist kabul edilen bir yazarın üslûbu arasında sözcük seçimlerinden itibaren birtakım farklılıkların görülmesi doğaldır. Çünkü yazıyı hazırlayan şartlar içerisinde yazarın hayata bakışı, olayları ve durumları yorumlayışı, ifade edişi biraz da bağlı bulunduğu edebî akımla ilişkilidir. Yukarıda saydığımız üslûp çeşitlerinin yanında millî üslûp, çağdaş üslûp ya da millet ismiyle bütünleşen Türk üslûbu, Rus üslûbu gibi sınırları tam olarak belirtilmeyen üslûplardan da bahsedilmektedir.