• Sonuç bulunamadı

Kavâid ile ilgisi olan kavramlardan birisi de kânûndur. Aslının Süryanice olduğu ifade edilen bu kelime, özellikle müteahhirûn dönemine ait usûl eserlerinde yapılan fıkıh usûlü tanımlarında, kâideyle müteradif bir şekilde kullanılmıştır.134 Fıkıh usûlü tanımlarında geçen fer‘î şer‘î hükümlerin istinbâtına kendisiyle ulaşılan kâideler ifadesindeki kâide yerine bazen kânûn kelimesinin kullanılması aralarında ortak bir anlam olduğunu göstermektedir. Nitekim bazı kaynaklarda usûl kâidelerinin el-

kânûnu’l-usûlî şeklinde geçmesi de bu irtibatı göstermektedir.135

Kânûn kelimesi usûl ve fürû‘ kaynaklarda fıkhî kâide, usûl kâidesi ve mezhebin dayandığı temel ilke ve hareket noktası gibi anlamlara gelmekle beraber, daha çok dil ile ilgili prensiplerden bahsedildiğinde zikredilir. Kânûnun kâide anlamında kullanımının erken dönem örneklerine İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî’de (v. 478/1085) rastlanır. Cüveynî, bazen tartıştığı meselelerle ilgili usûl ve fürû‘ kâidelerini el-kânûn olarak aktarmakta,136 bazen de dil kâidelerine değinirken bu kavramı kullanmaktadır.137

Gazzâlî (v. 505/1111), el-Mustasfâ’nın mukaddime bölümünde ele aldığı konuların sadece usûl ilmiyle ilgili olmadığını, aksine tüm ilimlerle irtibatı bulunduğunu ve burada ele alınan meselelere vakıf olmayan bir kimsenin ilmine güvenilemeyeceğini belirtmektedir. Daha sonra, eserinde ele aldığı konuların nazarî bilginin kaynağı olan tanım ve burhandan ibaret olduğuna işaret etmekte ve tanım konusunu ele alırken tanım ve ona bağlı mevzulara hakim olan altı ilkeyi incelemekte ve bu ilkeleri kânûn olarak

134

Örnek olarak bkz. İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-tahbîr, I, 29. 135 Örnek olarak bkz. Şevkânî, Neylü’l-evtâr, IX, 87.

136 Cüveynî, el-Burhân, I, 206, 239, II, 83, 110. 137 Cüveynî, a.g.e., I, 209.

ifade etmektedir.138 Onun kânûna yüklemiş olduğu bu anlam, bir ilmin kâide ve prensipleriyle paralellikler arzetmektedir. İbn Rüşd (v. 595/1198) de kânûn kavramını kâide anlamına gelecek şekilde kullanmaktadır.139

Zerkeşî (v. 794/1392), kavâid alanında yazmış olduğu el-Mensûr isimli eserin giriş bölümünde, fıkıh eserlerinde dağınık bir şekilde bulunan müteaddid meselelerin birleştirici prensiplerde (kavânîn) muhafaza edilmesinin onların ezberlenmesi ve kayıt altına alınması bakımından daha doğru bir durum olduğunu söylerken kavânîn ifadesine yer vermekte ve bunu kâide ile aynı manada kullanmaktadır.140 Ancak Zerkeşî başka bir eserinde kânûnu, edille-i şer‘îyye anlamında kullanarak,141 kânûnun bir kavram olarak prensip ve kâide anlamının dışında başka kullanımlarının da olduğunu ortaya koymuştur. Seyyid Şerîf Cürcânî (v. 816/1413), et-Ta‘rîfât adlı eserinde kâideyi cüz’iyyâtının

tamamına uygulanan küllî kaziyye şeklinde tanımlar. Kânûnu ise hükümlerinin kendisiyle bilindiği cüz’iyyâtının tamamına uygulanan küllî şeklinde tarif eder. Buna,

“fâil merfudur”, “mef‘ûl mansuptur” ve “muzâf-ı ileyh mecrûrdur” gibi nahiv kâidelerini örnek olarak gösterir.142 Asıl, kâide ve kânûn kavramlarının aynı anlama geldiğini ifade eden Ebü’l-Bekâ’ el-Kefevî (v. 1094/1683),143 Süryanice’de yazılı evrak anlamına gelen kânûn kelimesinin daha sonra cüz’iyyâtın hükümlerinin kendisinden çıkarıldığı küllî kaziyye anlamı kazandığını; bunun da asıl ve kâide olarak isimlendirildiğini ifade eder.144 Benzer bir şekilde Tehânevî de (v. 1158/1745) kâideyle kânûnu eş anlamlı kullanmaktadır. Kâidenin asıl, kânûn, mes’ele, dâbıta ve maksat kavramlarıyla eş anlamlı olduğunu belirttikten sonra,145 kânûnun tanımını “daha önce geçtiği gibi kânûn

kâidedir” şeklinde yapmıştır.146 Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere kâide ile kânûn

138 Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 35-63. 139 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 34. 140 Zerkeşî, el-Mensûr fi’l-kavâ‘id, I, 65. 141 Bkz. Zerkeşî, el-Bahru’l-muhît, I, 26.

142 Cürcânî, et-Ta‘rifât, “kâ‘ide” ve “kânûn” md..

143 Ebü’l-Bekâ’, el-Külliyyât, “asl” md.. Ahmed ez-Zerkâ (v. 1938) da Onun bu yaklaşımını aynen benimsemiştir. Bkz. Zerkâ, Şerhu’l-kavâ‘idi’l-fıkhiyye, s. 87.

144 Ebü’l-Bekâ’, a.g.e., “kânûn” md..

145 Tehânevî, Keşşâfü istilâhâti’l-fünûn, “el-kâ‘ide” md.. 146 Tehânevî, a.g.e., “el-kâ‘ide” md..

birbirlerinin yerine kullanılmakla beraber, fıkıh ilminde furû‘a hakim olan genel ilkeleri ifade etmek için kâide kavramı kabul görmüş ve bu alanda kaleme alınan eserler kavâid ismiyle anılmıştır.

III. Kâidelerin Kaynakları

Her ilim kaynakları, gayesi, kullandığı yöntem gibi özelliklerle başka disiplinlerden ayrılır. Bu nedenle, her bir disiplinin kendine ait kaynakları, yöneldiği amaçlar ve kaynakları yorumlama yöntemi vardır. Fıkıh ilminin de başka disiplinlerden farklı kaynakları ve bunları yorumlama yöntemi bulunmaktadır. Fıkhî kâidelerin kaynaklarından bahsetmek, en genel haliyle fıkıh ilminin kaynaklarından söz etmek anlamına gelmektedir. Fakihlerin fıkhî bilgi üretirken müracaat ettikleri yöntem ve kaynakların tamamının fıkhî kâide elde etme sürecinde de kullanıldığı görülmektedir. Özellikle fürû‘ kaynaklarda kâidelerin kullanıldıkları alanlar ve temellendirme yöntemi, bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla kavâidin kaynaklarını fıkhın kaynaklarından ayrı düşünmek mümkün değildir. Ancak fıkhî kâidelerin geçmiş fıkhî müktesebat üzerinden inşa edilmeleri sebebiyle, fıkhın kaynaklarına ilaveten, geçmiş fıkhî mirasın da kavâidin kaynağı olduğu söylenebilir. Başka bir ifadeyle, önceki nesillerin ürettiği bilginin daha sonra gelenler için bir zemin oluşturduğu dikkate alındığında bu kaynaklık vasfı, fıkhî bilginin bizzat kendisi için de söz konusu olur.

Fıkhî kâidelerin kaynaklarını temelde naslar ve naslar dışında kalan kaynaklar şeklinde iki başlık altında incelemek mümkündür. Kitap ve sünnetten istidlâl ve istinbât yoluyla elde edilen kâideler birinci grubu teşkil eder. Fıkıh bilginlerinin ictihadları ve içinde yaşanılan kültüre hakim olan kabuller de ikinci grubu teşkil eder. Ancak önemine binaen naslar dışında kalan kaynaklar, aşağıda iki ayrı başlık altında incelenecektir.