• Sonuç bulunamadı

Kâidenin Terimleşme Süreci

1. el-Asl Kavramı

Teknik anlamıyla kâide kavramının gerek fürû‘-ı fıkıh eserlerinde ve gerekse kavâid literatüründe kullanımı geç bir döneme rastlar. Bu dönemden önce birer fıkhî prensip olan kâideler, kaynaklarda değişik şekillerde ifade edilmişlerdir. Bu ifadelerin başında el-asl kavramı gelir.62 Fıkıh eserlerindeki kullanımları dikkate alındığında el-asl ifadesinin el-kâideden daha geniş anlamlara sahip olduğu görülür. Sözlük anlamı itibariyle bir şeyin kendisine dayandığı şey anlamına gelen el-asl, bazen kâideyle eş anlamlı bir şekilde kullanılmış olmakla beraber,63 çoğunlukla küllî kâideyi de içine alacak şekilde delîl, râcih, gâlip, zâhir, devam ettiği kabul edilen hüküm ve makîsun aleyh gibi anlamlara gelmektedir.64 Kelimenin sözlük anlamında yer alan bir şeyin başka bir şeye dayanması, çatının duvara ve duvarın temele dayanmasında olduğu gibi ya duyulara dayalı olarak algılanabilecek şekilde hissîdir ya da mecazın hakikate dayanması ve cüz’î hükümlerin küllî kâidelere dayanmasında olduğu gibi aklîdir.65 İbn Hazm (v. 456/1064) aslı, bu iki anlamı da çağrıştıracak şekilde, aklın ilk etapta idrak ettiği ve hisse dayalı olarak anlaşılan şey şeklinde tarif etmektedir.66 Kâideyi de kuşatacak şekilde geniş bir anlama sahip olan asl kavramı, zamanla yerini ilkeyi daha özel bir şekilde ifade eden kâideye bırakmıştır.67 el-Asl ifadesi fürû‘-ı fıkıh kaynaklarında her zaman mücerret olarak kullanılmamış, el-aslu’l-ma‘hûd ve el-aslu’l-

61 İbn Receb (v. 795/1393) ve Venşerîsî’nin (v. 914/1508) kavâidlerinde bu tür örneklere sıkça rastlanır. bkz. İbn Receb, Takrîru’l-kavâ‘id; Venşerîsî, Îzâhu’l-mesâlik.

62 Bkz. Kerhî, Risâle, s. 110 vd.; Debûsî, Te’sîsü’n-nazar, s. 9 vd.; Serahsî, el-Mebsût, I, 121. 63 Îcî, Şerhu’l-‘Adud, s. 9.

64 Bkz. Îcî, a.g.e., s. 9; İsnevî, Nihâyetü’s-sûl, I, 7; Şevkânî, İrşâdü’l-fuhûl, s. 3; Nedvî, el-Kavâ‘id ve’d- davâbitü’l-müstehlesa mine’t-Tahrîr, s. 109-110.

65

Teftâzânî, et-Telvîh ‘ala’t-Tavdîh, I, 17. Ayrıca bkz. Serahsî, a.g.e., I, 212, 218, II, 37. 66 İbn Hazm, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, s. 56.

67 Örneğin “şekk ile yakîn zâil olmaz” kâidesi el-Mebsût’ta el-asl olarak aktarılırken Fetâva-yı Hindiyye’de el-kâide olarak geçmektedir. Bkz. Serahsî, a.g.e., I, 121; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 47.

mahfûz ifadelerinde olduğu gibi bir terkip içerisinde aktarıldığı da olmuştur.68 Bir sonraki bölümde detaylı bir şekilde ele alınacağı üzere, kaynaklarda mezhep imamlarının farklı meseleler ile ilgili görüşleri tartışılırken, daha çok dâbıtları da kuşatacak şekilde aslu Ebî Hanîfe,69 aslu Ebî Hanîfe ve Ebî Yusuf,70 aslu Ebî Hanîfe ve

Muhammed,71 asluhumâ72 ve aslu’ş-şeyhayn73 gibi kullanımlara da rastlanmaktadır. Kaynaklarda fıkhî ilkelerin el-asl olarak ifade edilmesi ile sözlük anlamı arasında bir paralellik bulunmaktadır. Fıkhî kâidelerin mezhep müktesebatının gözden geçirilmesi sonucu elde edilmesi ve ulaşılan bu sonuçların el-asl olarak zikredilmesi, ulaşılmış neticenin değişik meselelerin kökenini ve kökleşmiş bir yapıyı ifade ettiğini gösterir. Fıkıh ilminde asl kelimesine yüklenen bu mana ile bir şeyin kökeni ve kökleşmesini ifade eden sözlük anlamı74 birbirine paraleldir. Dolayısıyla fıkhın ibadetlerden muâmelâta, cezalardan münâkehâta birçok fer‘î meselesinin üzerine kurulu olduğu ilkeler ile bir ağacın köklerinin gelip bir gövdede vücut bularak adeta yeni bir bünye oluşturması arasında semantik bir ilişkinin bulunduğu açıktır. Nitekim bir ağacın toprağa iyice kök saldığını ifade etmek için “iste’salet hazihi’ş-şeceratü” denilir.75 Aslın bu anlamına, usûlün fıkıh ile ilişkisine değinen kaynaklarda da rastlanmaktadır ki asıl, başka bir şeyin kendisine dayandığı ve kendisi üzerinde yükseldiği şey olduğu için, şer‘î hükümleri bilmek anlamına gelen fıkhın usûlü de bu hükümlerin üzerine kurulu olduğu, kendisine dayandığı şeylerdir.76

Özellikle kâidelere çokça müracaat edilen alanlardan birisi olan ve karşı tarafı kendi kabul ettiği ilke ile ilzam etmeyi hedefleyen mezhepler arası tartışmalarda kâide

68 Örnek olarak bkz. Kâsânî, Bedâi‘u’s-sânâi‘, I, 392, 414; II; 573; III, 14, 121; IV, 226; V, 23; 261, VI, 217, 571, 577, 600; VII, 26; VIII, 51, 313, 359, 501; IX, 296, 517, 519; X, 465, 571; İbn Nüceym, el-

Bahru’r-râik, IX, 201.

69 Örnek olarak bkz. Serahsî, el-Mebsût, II, 96; VI, 222; XII, 106; XIV, 62; İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, I, 141; III, 69.

70 Serahsî, a.g.e., XXX, 239. 71 Mergînânî, el-Hidâye, IV, 1675. 72 İbn Nüceym, a.g.e., III, 340. 73

Gânim el-Bağdâdî, Mecma‘u’d-damânât, I, 287.

74 Bkz. İbn Fâris, el-Mu‘cem, “a-s-l” md.; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “a-s-l” md.. 75 İbn Manzûr, a.g.e., “a-s-l” md..

için el-asl ifadesinin kullanılması, onu kullanan âlimlerin mensup olduğu fıkhî ekolün dayanaklarının sağlamlığını ve karşı tarafın da kabul etmesi gereken bir ilke olma özelliğini vurgulamak gayesine matuftur. Aynı şekilde fıkhî kâidelerin fürû‘ meselelere hakim olan muhkem ve sarsılmaz ilkeler olması ile görüşleri sağlam ve oturaklı kişi için kullanılan “raculun asîlü’r-re’y”77 ifadesinin de bu çerçevede zikredilmesi gerekir. Kâidelerin elde edilmesinde kullanılan istikrâî/tümevarımsal yöntem, onların ifade ettiği bilgiyi, uzun araştırma ve tecrübeler sonucunda elde edilen bilgi gibi muhkem kılmaktadır. Bundan dolayı, fıkıh eserlerinde fıkhî kâidelerin el-asl olarak ifade edilmesi ve ilk dönem bazı kavâid kitaplarının başlıklarının el-asl veya el-usûl olması tesadüfî değildir. Nitekim Kerhî’nin (v. 340/952) kavâid edebiyatına dair ilk eserlerden kabul edilen risâlesi, er-Risâle fi’l-usûl başlığını taşımakta ve kâidelerin baş taraflarında el-asl ifadesi bulunmaktadır.

2. Asıldan Kâideye Geçiş

Mezhep müktesebatının ilk kuşağı takip eden fakihler tarafından belirli bir yöntemle gözden geçirilerek sonraki dönemlerde şümullü ifadelerle ortaya konmasında şemsiye bir kavram olarak kendisine müracaat edilen el-asl terimi, usûlden fürû‘a, fıkhın kapsamlı ve dar ilkelerini ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Hatta bu kullanım sadece fıkhî kâidelerle sınırlı olmayıp usûl, dil ve mantık ilkelerini de kapsayacak şekilde değişik ilim dallarını da kuşatmaktadır.78 Fürû‘-ı fıkıh eserlerinde el-kâide ifadesine el-

asl ile kıyaslandığında daha az rastlanmakla beraber, kavâid literatürüne göre daha erken

bir dönemde kullanılmıştır.79 Bu durum, çalışmanın ikinci bölümünde genişçe ele alınacağı üzere, kavâid literatürüne dair eserlerle fürû‘-ı fıkıh kaynakları arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından önemlidir. Fıkıh eserlerinde kâideler el-asl dışında ez-

zâhir, el-mezheb80 ve el-câmi‘ gibi ifadelerle de aktarılmıştır.81 Kâide ifadesinin, erken

77 Cevherî, es-Sıhâh, “a-s-l” md.. 78

el-Asl kavramı sadece fıkhî ilkeler için kullanılmamış, usûl ilkeleri için de kullanılmıştır. bkz. Cessâs,

el-Fusûl fi’l-usûl, I, 168.

79 Örnek olarak bkz. Serahsî, el-Mebsût, VII, 8-9; Kâsânî, Bedâi‘u’s-sânâi‘, III, 356-357. 80 Bkz. Mergînânî, el-Hidâye, III, 981-982.

dönem usûl kaynaklarında da asıl ve ilkeyi de içerecek şekilde değişik anlamlarda kullanımına rastlamak mümkündür. Örneğin Cüveynî (v. 478/1085), birçok yerde kâide ifadesini genel ilke anlamında kullanmaktadır.82

Burada cevaplanması gereken soru, kavâid literatürüne ait eserlerde, fıkhın genel prensipleri anlamına gelen el-asl ifadesinden el-kâide şeklindeki kullanıma ne zaman geçildiğidir. Her ne kadar İzz b. Abdisselâm (v. 660/1262) gibi müellifler kâide ifadesini eserlerinde başlık olarak kullansalar da bu kullanıma geçiş, sınırları çok net olmamakla beraber VIII/XIV. yüzyıla rastlar. Dolayısıyla el-aslın yerini el-kâideye terketmesi, kavâid literatürüne dair eserlerin üslup ve yapı bakımından oturmuş bir forma kavuştuğu dönem olan VIII/XIV. yüzyılda, öncülüğünü Şâfiî fakihlerin yaptığı fıkhın önce beş temel ilkeye ayrılması, ardından kapsam bakımından daha sınırlı olan ilkelerin sıralanması ve bunu daha dar ilkeler olan dâbıtların takip etmesi şeklindeki ayırımla başlamıştır. Her ne kadar gerek fürû‘-ı fıkıh eserlerinde ve gerekse kavâid literatürüne dair kaynaklarda kâide kelimesi zaman zaman fıkhî kâideleri ifade etmek için kullanılsa da ilk olarak muhaddis ve Şâfi‘î fakîh ‘Alâî’nin (v. 761/1359) el-Mecmû‘u’l-müzheb fi

kavâ‘idi’l-mezheb isimli eserinde teknik anlamıyla kullanıldığı görülür. Nitekim bu

konuya ışık tutan bir bilgi ‘Alâî’nin el-Mecmû‘u’l-müzheb’inde geçmektedir. ‘Alâî, “şekk ile yakîn zâil olmaz” ve “bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır” kâidelerini açıklarken “‘alâ hilâfi’l-asl” ifadesinde geçen “asl”ın çeşitli anlamlara geldiğini belirtmiş ve bunları şöyle sıralamıştır: a) Lafzın konulduğu hakikat mana, b) delilin muktezası, c) kabul edilmiş, d) yerleşik kâide, e) gâlib olan durum, f) istıshâb.83

İbnü’l-Vekîl’in (v. 716/1316) el-Eşbâh ve’n-nezâir’i bu başlıkla anılan ilk örnek kabul edilmekle beraber84 eserde kâide başlığı altında fıkhın değişik mevzuları işlenmiş olup, çoğunlukla doğrudan bir prensip aktarılmamıştır. Dolayısıyla, İbnü’l-Vekîl

81 Bkz. Kâsânî, Bedâi‘u’s-sânâi‘, I, 449; II, 418, III, 146, 206, 373; IV, 76, 102, 142; V, 6, 606; VI, 170,

489; VII, 232, 317; VIII, 353, 502; IX, 516. Bununla ilgili değerlendirme için bkz. Kızılkaya,

Kâsânî’nin Bedâyi‘ İsimli Eserinde Kavâid’in Yeri, s. 88-89. 82 Örnek olarak bkz. Cüveynî, el-Burhan, II, 80, 93.

83 ‘Alâî, el-Mecmû‘u’l-müzheb, I, 305.

‘Alâî’den önce yaşamış olmakla beraber, onun gibi doğrudan kâide ifadesiyle fıkhî asılları incelememiştir.

II. Kâidenin Benzer Kavramlarla İlişkisi

Fıkhî kâide, özellikle bazı muasır müellifler tarafından fıkhın başka kavramlarıyla bazen aynı anlamda, kimi zaman da yakın anlamlarda kullanılmıştır. Bu tür kavramların başında fıkıh nazariyesi ve gâî ilke gelmektedir. Fıkhın bir konusunun temel şartları, unsurları ve hükümleri açısından incelenerek o konuda geçerli olabilecek sonuçlara varılması ile oluşan teori anlamına gelen nazariye,85 fıkhî meselelerin modern kanunlar ile mukayese edilmesi sonucunda fıkıh literatürüne girmiş bir kavramdır. Fıkhî mevzuların modern kanunların sistematiği esas alınarak tasnif edilip nazariyeler şeklinde incelenmesi, kâidelerin İslam hukukunun genel nazariyeleri oldukları yönünde bazı iddialara yol açmıştır.86 Bu konuda değişik yaklaşımlar bulunmakla beraber kavâid ile nazariye arasında önemli farklılıklar bulunduğunu söylemek mümkündür. Kâidelerin doğrudan hüküm ifade etmelerine rağmen nazariyelerin, fıkhî hüküm taşıma yerine fıkhın sadece bir konusunun temel şart, unsur ve hükümleriyle detaylı olarak incelenmesi ve o konuda geçerli olabilecek sonuçlara varılması ile oluşan teoriler olmaları, kâide ile nazariye arasındaki en önemli farktır. Ayrıca kâidelerin fıkhın her alanına uygulanabilen yapılarına karşılık nazariyelerin akit, mülkiyet, ehliyet ve butlan nazariyesi gibi fıkhın sadece bir bölümüyle ilgili olması, aralarındaki diğer bir farklılığı teşkil etmektedir.87 Aynı şekilde fıkıh kâidesi makâsıdu’ş-şeriadaki gâî ilkeyle de ilişkilendirilmiştir. Ancak bunlar mahiyet, delil olma, önem ve üzerlerinde meydana gelen ittifak ve ihtilaf gibi hususlarla birbirlerinden ayrılırlar.88

85 Zerkâ, el-Medhalu'l-fıkhiyyu’l-‘âmm, I, 235.

86 Kâidelerin nazariye olduklarını iddia edenlerin başında Muhammed Ebû Zehra (v. 1974) gelmektedir. Bkz. Ebû Zehra, Usûlü’l-fıkh, s. 8. Ahmed Bû Tâhir el-Hattâbî ise dâbıtlar gibi özel olmayan genel nitelikli fıkhî kâidelerin fıkhî nazariyeler olarak ifade edilebileceğini söyler. Bkz. Venşerîsî, Îzâhu’l-

mesâlik, neşredenin girişi, s. 111.

87 Geniş bilgi için bkz. Kızılkaya, Kâsânî’nin Bedâyi‘ İsimli Eserinde Kavâid’in Yeri, s. 37-38.

88 Her iki kavramı mukayese eden bir çalışma için bkz. Zeyd el-Keylânî, “Kavâ‘idü’l-makâsıd, hakîkatuhâ ve mekânetuhâ fi’t-teşri‘”, İslâmiyyetü’l-ma‘rife, XVIII, 28-34.

Kâidenin kavramsal analizini yapan bazı müelliflerin de işaret ettiği gibi kâide, birçok ilim dalı tarafından kullanılan bir kavramdır. Bu nedenle kâidenin genel tanımına değinen Hamevî (v. 1098/1687) ile Güzelhisârî (v. 1215/1800) gibi bazı bilginler, onun fıkhî anlamına da ayrıca yer vermişlerdir.89 Kâide kavramının gerek fıkha ve gerekse başka ilimlere ait bazı kavramlarla yakın anlamlara sahip olması, ilgili kavramların analizini yapmayı kaçınılmaz kılmakla beraber, bunların bazıları fıkıhla ilgili olmayıp başka ilim dallarını ilgilendirdiği için burada fıkıh ile ilgisi olanlar ve daha çok modern araştırmacılar tarafından fıkhî kâideyle karıştırılanlar üzerinde durulacaktır. Ayrıca bazı çalışmalarda kâide, el-eşbâh ve’n-nezâir ve furûk gibi kavramlarla da ilişkilendirilerek incelenmiştir. Ancak el-eşbâh ve’n-nezâir belirli bir dönemden sonra kavâid eserleri için kullanılan bir ifade olduğu; furûk da fıkhın altında yer alan ve kavâidden farklı müstakil bir literatür olduğu için bu tür bir mukayese fıkhî kâidenin mahiyetini ortaya koymamaktadır. Dolayısıyla bu başlık altında bu kavramlar üzerinde durulmayacaktır.