• Sonuç bulunamadı

Kâide Tanımlarının Değerlendirilmesi

A. Kâidenin Kavramsal Analizi

3. Kâide Tanımlarının Değerlendirilmesi

Buraya kadar aktarılan kavâid tanımlarına genel olarak bakıldığında bunların ya analiz ve sentez ya da tasvirî tanımlar olduğu görülür. Özellikle modern dönemde yapılan tanımların büyük oranda kaplamsal tanım türlerinden olan totolojik tanım (idem

per idem) şeklinde olduklarını söylemek mümkündür. Yani öznesi kâide olup yüklemi asıl ve prensip olan tanımlar “A, A’dır” formunda olup, aslında bir şeyin yine kendisi

olduğunu (kâidenin kâide olduğunu) bildiren özdeşlik bilgisinden öteye bir malumat vermemektedirler. Tam bir tarifte aranan açık ve belli olma, çok uzun ve kısa olmama ve

efradını cami ağyarını mani olma gibi özellikler43 dikkate alınarak fıkhî kâidenin tanımının yapılabilmesi için onun ana karakterini belirleyen unsurlar ile şumûlünün dikkate alınması kaçınılmazdır.44

Bazı bilginlerin fıkhî kâideyi tanımlarken onun altına giren hükümlerin hepsini değil de çoğunluğunu kuşattığı veya küllî olmayıp ekserî olduğu yönündeki kayıtları,45 fıkhî kâideyi diğer ilimlerin kâidelerinden ayırma amacına yönelik olmakla beraber bu kayıt, kâidenin temel özelliklerinden değildir. Çünkü diğer ilimlerin kâide ve kurallarının da istisnalarının olduğu bilinen bir gerçektir. Örneğin “vâcibin ancak

kendisiyle tamamlandığı şey de vâcibdir” ve “maksada itibar ne zaman ortadan kalkarsa vesileye itibar da ortadan kalkar” gibi usûl kâidelerinin ağlebî olduğu kaynaklarda

41 Schacht, Introduction, s. 300.

42 Aksiyomlar, “ispatları mümkün olmayan ve kemmiyetin her şekline tatbik edilen apaçık önermelerdir.” bkz. Topçu, Mantık, s. 30.

43

Topçu, Mantık, s. 10. Ayrıca bkz. Copi, ve Cohen, Introduction to Logic, s. 192-196.

44 Klasik ve modern dönem kâide tanımları ve bunlarla ilgili genel bir değerlendirme için bkz. Kızılkaya, Kâsânî’nin Bedâyi‘ İsimli Eserinde Kavâid’in Yeri, s. 16-27.

zikredilmektedir.46 Bu durum sadece fıkıh ve usûl kâidelerine ait bir özellik olmayıp dil ve mantık kâidelerinin de ağlebî olduğu ve bundan dolayı her zaman istisnalarının olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Mesela nahivdeki “fâil merfudur” kâidesi, “mâ câe min ehadin” örneğinde olduğu gibi önüne zâid bir harf geldiğinde mecrûr olabiliyor. Aynı şekilde “mef‘ûl mansubtur” kâidesi, “mâ raeytü min ehadin” örneğinde olduğu gibi önüne bir harf-i cer geldiğinde mecrûr olabiliyor. Her ne kadar dil bilimcileri bunların i‘râbını mukadder olarak yapsalar da bu i‘râbın genel kuraldan istisna olduğu açıktır.47 Kaldı ki genel bir hüküm veya ilkenin istisnaları mahiyetinde olan şâzz durumların o ilke veya hükmü geçersiz kılmadığı, sözkonusu ilke ve hükmün mevcut istisnalarla beraber geçerliliğini sürdürdüğü her ilmî disiplin tarafından kabul edilen bir durumdur. Makkarî’nin (v. 758/1357) öğrencilerinden olan Şâtibî (v. 790/1388), cüz’î olan istisnâî durumların küllîliği ortadan kaldırmadığını zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât ile ilgili maslahatları örnek vererek açıklamaktadır. Bunu şöyle ifade eder:

Küllî bir durum sabit olduğu zaman, bazı cüz’î meselelerin onun külliliğinin altına girmemesi onu küllî olmaktan çıkarmaz. Aynı şekilde yaygın olan ekserî durum şeriatte genel olan kat‘î durum mesabesinde görülür. Çünkü genel kuralın altına girmeyen cüz‘îlerden, sabit olan küllîye muarız olabileck bir küllî meydana gelmez. İşte bu durum istikra sonucu elde edilen küllîlerin özelliğidir.48

Dolayısıyla ağlebîlik ve ekserîlik sadece fıkhî kâidenin bir özelliği olmadığı gibi, küllî olandan yapılan istisnalar onun kuşatıcılığını da ortadan kaldırmaz. Burada Mecelle’de küllîliğe getirilen yorum ile Ali Haydar Efendi’nin (v. 1936) bu çerçevede ortaya koyduğu görüşler önem taşımaktadır. Mecelle’ye göre fıkhî kâidelerden “bazısı

münferiden ahz olundukta bazı müstesnayâtı bulunur ise de yekdiğerini tahsîs ve takyîd

46 Mekkî, Tehzîbu’l-Furûk, II, 44.

47 Dil ve nahiv kâidelerinin istisnalarıyla ilgili örnekler için bkz. İbn Cinnî, el-Hasâis, I, 96-100. 48 Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 83-84.

ettiklerinden min haysu’l-mecmû‘ külliyet ve umûmiyetlerine halel gelmez.”49 Fıkhî kâideler de diğer ilimlerin kâideleri gibi tek başına ele alındıklarında her kâidenin altında istisnaların olması kaçınılmazdır. Ancak kâideler ve istisnaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bunların birbirlerini takyîd ve tahsîs ettiği görülür ki bu durumda onların küllîlik vasfının devam ettiği söylenebilir. Ali Haydar Efendi bununla ilgili birkaç örnek vererek; bir kâideden istisna edilen bir kâide veya hükmün başka bir kâidenin altına girmesi sebebiyle sonuçta genel bir kurala raci olduğunu ve bu nedenle istisnaların varlığının bir çelişki olmadığını ifade etmektedir.50

Kâidenin tarifinde zikredilen küllî bir kaziyye oluşu kaydı, kâideyi ifade etmek için yalnız başına yeterli değildir. Çünkü fıkıh kitaplarında hükümler genel olarak kaziyyeler şeklinde ifade edilmektedir. Örneğin “kim bir nafileye başlayıp sonra onu

bozarsa, o nafileyi kaza eder”,51 “kim bir namazı kaçırırsa, hatırladığında onu kaza

eder”,52 “küçük çocukların nafakası babanın üzerinedir”53 gibi önermeler birer kaziyyedir. Dolayısıyla her kaziyye, ilgili olduğu şahısları kuşatmasına karşın birer kâide değildir. Fıkhî kaziyyeler doğal olarak fürû‘ veya cüz’iyyât ile ilgili olduğu için kâide tanımlarında kaziyyenin fürû‘ veya cüz’iyyât şeklinde sınırlandırılması da fürû‘ hükümler ile kâide arasındaki farkı ortaya koymak için yeterli değildir. Bu nedenle Bâhüseyn’in kâideyi “cüz’iyyâtı küllî kaziyyeler olan küllî fıkhî kaziye” şeklindeki tanımı, kâidenin bu yönüne vurguda bulunması sebebiyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Bu tür bir tanım, kâide ile fıkhî kaziyyeleri birbirinden ayırmak için önemli bir kıstas ortaya koymuş olur: Kâidenin cüz’iyyâtı küllî kaziyyelerken, fıkhî kaziyyelerin cüzi’yâtı o hüküm ile muhatap olan mükelleflerdir.54

49 Mecelle, s. 6.

50 Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-hukkâm, I, 26. Ömer Nasuhi Bilmen de kâidelerin takyîd ve tahsîs etmek suretiyle birbirlerini ikmal ettiklerini ifade ederek bu yaklaşımı benimsemektedir. bkz. Bilmen, Hukukı

İslâmiyye Kamusu, I, 254. 51

Mergînânî, el-Hidâye, I, 175. 52 Mergînânî, a.g.e., I, 185. 53 Mergînânî, a.g.e., II, 653.