• Sonuç bulunamadı

Fürû‘ ve Kavâid Edebiyatına Ait Bir Kavram Olarak Kâide

A. Kâidenin Kavramsal Analizi

4. Fürû‘ ve Kavâid Edebiyatına Ait Bir Kavram Olarak Kâide

Birbirlerinden farklı hususiyetlere sahip olan klasik ve modern dönem kâide tanımları incelendiğinde, kâidenin mahiyeti ve işlevini bir arada yansıtmaktan ziyade bazı yönlerini ön plana çıkardıkları görülür. Ayrıca tanımların daha çok kavâid edebiyatına ait kaynaklardaki kullanımı esas alınarak yapılması ve fürû‘ eserlerdeki işlevinin dikkate alınmaması önemli bir eksikliktir. Halbuki kâidelerin temelde işlendiği ve kullanıldığı eserlerin fürû‘ kaynaklar olması, bu çalışmalardaki kullanımlarının dikkate alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, yapılacak ihatalı bir fıkhî kâide tanımında fürû‘ kaynaklardaki işlevinin göz önünde bulundurulmaması, kâidenin mahiyetini tam olarak ortaya koymayan nâkıs bir tanım olacaktır. Bu mülahazalardan hareketle fıkhî kâideyi şu şekilde tanımlamak mümkündür: Kâide, fıkhın değişik

bölümlerine ait meseleleri kuşatan küllî kaziyyedir. Tanımda geçen ifadeleri kısaca şu

şekilde açıklamak mümkündür:

Fıkhın değişik bölümlerine ait meseleleri kuşatan ifadesi, fıkhî kâidenin en temel

özelliğini yansıtmaktadır ki o da mevzusunun fıkhî meseleler olmasıdır. Bu ifade, fıkıh kâidesini mantık, nahiv ve usûl gibi başka ilimlerin kavâidinden ayırmaktadır. Daha önce ifade edildiği üzere, her ilmin üzerine kurulu olduğu kâideler bulunmaktadır ve bunları diğerlerinden ayıran temel husus, ele aldıkları meselelerdir, yani mevzularıdır. Her ilmin üzerine bina edildiği kâidelerin olması, değişik disiplinlere mensup bilginler tarafından kâide tanımları yapılmasına yol açmış; bu durum, özellikle yapılan bazı kâide tariflerinin fıkhî kâidenin sınırlarını aşacak nitelikte olması sonucunu doğurmuştur. Kâidenin fıkhın değişik bölümlerine ait meseleleri kuşutması onu, dâbıt ve hükümden ayırmaktadır. Çünkü dâbıt, fıkhın tek bir bâbına hakim olan ilke iken; kâide bütün bölümlerine veya birkaç bölüme uygulanabilecek bir yapıya sahiptir. Örneğin bir işten

maksat ne ise hüküm ona göredir kâidesi fıkhın ibadetlerden muâmelâta her alanını

ilgilendirirken; yeminler maksatlar üzerine değil lafızlar üzerine kuruludur dâbıtı, yemin bahislerini kuşatmaktadır. Hükümün dâbıttan daha özel olması ve ilgili olduğu konudaki fertleri kuşatması sebebiyle evleviyetle kâide olarak kabul edilmemesi gerekir. Hükme

bir örnek vermek gerekirse; bir şahıs, kızdığı birisine bir kuruşluk bir şey almayacağına dair yemin etse ve daha sonra ona yüz dirhemlik bir şey alsa, yeminini bozmuş sayılmaz.55

Özellikle klasik dönemde fıkıh bilginleri kâidenin tanımını yaparken, onu diğer ilimlerin kâidelerinden ayırma amacına yönelik olarak küllîlikten neyi kastettiklerini açıklama çabası içerisine girmişlerdir. Kimisi küllîlikten maksadın kâidenin hükmünün bütün fertlere uygulanması;56 kimisi de bütün meseleleri tek tek kuşatmak olmayıp başka bir kâidenin altına girmeyecek şekilde genellik olduğunu ifade eder.57 Buradaki tanımda yer alan küllîlikten maksat, hem mevzusunun küllî oluşu hem de bütün fertlerine uygulanabilirliğidir. Her ikisi de fıkhî bir önermenin kâide olabilmesi için gereklidir. Mevzusu küllî olandan maksat, kâidenin altında yine kâide olan/olabilen genel önermelerin bulunmasıdır. Bir kaziyyenin altında küllî önermeler yer almıyorsa, veciz ifade yapısına sahip olsa da fıkhî hüküm bildiren bir cümledir, kâide değildir. Bu küllîlik, bazen beş temel kâide gibi çok geniş olabileceği gibi, bazen altında birkaç kâidenin toplanabileceği daha dar bir yapıda da olabilir. Örneğin zarar izâle olunur kâidesinin altında zaruretler kendi mikdarlarınca takdir olunur, zarar-ı eşed zarar-ı ehaf

ile izâle olunur, zaruretler memnu olan şeyleri mübah kılar, iki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikab ile a‘zamının çaresine bakılır gibi kâideler bulunur. Ana kâidenin altında

bulunan bu kâidelerin her birinin de altında başka kâideler bulunmaktadır. Böylece bu kâidelerin kuşatıcılığı genelden özele doğru gider ve sonunda her bir fıkhî meseleyle ilgili dâbıtlara ulaşılır. Dâbıtın da mevzusu küllî değil cüz’î olduğu için kâideden doğal olarak ayrılır. Altına giren her bir olaya uygulanabilirliği nasıl kâidenin temel özelliklerinden biriyse -daha önce ifade edildiği üzere- istisnalarının bulunması da aynı şekilde kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü bir mani olmasa o istisnalar da kâidenin altına gireceği için istisna sayılan meseleler de aslında kâidenin altına dahildir. Dolayısıyla tanımda yer alan küllî ifadesi, ileride daha detaylı bir şekilde ele alınacağı üzere kâidenin

55 Bkz. İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 57. 56 Örnek olarak bkz. ‘Attâr, Hâşiyetü’l-‘Attâr, I, 32. 57 Hamevî, Gamzu ‘uyûni’l-besâir, I, 51, 198.

-istisnaları olsa da- fıkhın değişik bölümlerinden meselelere uygulanabilir olması ve altında küllî formda olan başka kaziyyelerin bulunması anlamına gelmektedir. Kâidenin bu özelliği onu tanımlayan müelliflerce ekserî ve ağlebî gibi kayıtlarla ortaya konmaya çalışılmıştır.58

Bazı bilginlerin, kâidelerin yapıları itibariyle küllî olmaları sebebiyle küllî kaydına gerek olmadığı yönündeki görüşleri,59 özellikle fıkıh kâidesi sözkonusu olduğunda pek isabetli gözükmemektedir. Çünkü fıkhî hükümler kaziyye formunda gelmekle beraber, hepsinin küllî olmadıkları, küllî olanlarının da kendi aralarında dâbıt ve küllî kâidede olduğu gibi kuşatıcılıklarının farklı olduğu görülmektedir. Bundan dolayı küllîlik, kâidenin ayırıcı unsurlarından biri olduğu için yapılan tanımlarda buna yer vermek gerekmektedir.

Bilindiği üzere kaziyye, bir söz söyleyen kişiye, söylediği şeyde sâdık veya kâzip olduğunu söylemenin mümkün olduğu sözdür. Kaziyyeler cüzleri itibariyle hamliyye ve şartiyye kısımlarına ayrılırlar. Kaziyye-i hamliyye, her iki cüz’ünün (mevzu ve mahmul) müfred olduğu kaziyyedir. Şartiyye ise her iki cüz’ü müfred olmayan kaziyyedir. Keyfiyyet itibariyle iki çeşit olan kaziyyeler olumlu ise mûcebe, olumsuz ise sâlibe ismini alır. Kemmiyet itibariyle üçe ayrılan kaziyyelerin mevzuu muayyen bir şahıs ise mahsusa; küll (her) ve ba‘d (bir/bazı) edatlarıyla oluşturulmuşsa mahsura; mahsusa ve mahsura gibi değilse mühmele ismini alır.60 Fıkhî kâidelerin kaziyye olmaları, onları başka ilimlerin kâidelerinden ayırmasa da inşâî olmayıp ihbârî forma sahip olduklarını; canlı ve insan gibi küllî mefhum olmadıklarını gösterir. Kaziyye-i hamliyye-i/şartiyye-i mucebe-i mahsura/mühmele formunda gelen kâidelerin kaziyye olmaları, olumlu veya olumsuz bir hüküm bildirmelerine bağlı olarak tasdik ve tekzib edilebilmeleri sebebiyledir. Dolayısıyla dua, emir, nehiy gibi inşâî yapıda olan ifadeler kâide

58 Örnek olarak bkz. Hamevî, a.g.e., I, 51; Mekkî, Tehzîbu’l-Furûk, I, 36; Güzelhisârî, Menâfi‘u’d-dekâik, s. 305; İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 186.

59 Bkz. İbnü’n-Neccâr, Şerhu’l-Kevkebi’l-münîr, I, 45.

60 Geniş bilgi ve örnekler için bkz. Cürcânî, et-Ta‘rifât, s. 176; Gelenbevî, Gelenbevî ‘alâ İsâgucî, s. 30- 36; Şevkî Efendi, Şevkî ‘ala’l-Fenârî, s. 93-102.

olamazlar. Bu nedenle bazı kavâid kitaplarında61 soru formuyla ifade edilen cümleler, bu tanıma göre kâide değildirler.