• Sonuç bulunamadı

Kâidenin Şümûl Özelliği ve Soyut Olması

A. Fıkhî Kâidelerin Temel Özellikleri

2. Kâidenin Şümûl Özelliği ve Soyut Olması

Kâidenin kuşatıcı bir yapıya sahip olması, onu hüküm ifade eden cümlelerden ayıran özelliklerdendir. Ancak fıkıh eserlerinde yer alan hükümlerin de ilgili oldukları konu ve şahısları kuşatacak bir genişliğe sahip olmaları, kâide ile hükmün şümûlünün sınırlarını belirlemeyi gerektirmektedir. Buna göre, fer‘î hükümler daha çok birey veya olay merkezli oldukları için altlarında hükmün ilgili olduğu şahıslar veya meseleler yer almaktadır. Buna karşılık, hüküm bildiren veciz bir ifadenin kâide olarak değerlendirilebilmesi, altına bir mesele veya şahıs ile ilgili hükümden ziyade, birden fazla konu veya şahsı ilgilendiren ahkamın girmesine bağlıdır. Bunu bir örnek üzerinden şöyle açıklamak mümkündür: Zarar izâle olunur bir kâidedir. Çünkü altında başka hüküm bildiren kâide veya terkipler bulunmaktadır. Şöyle ki;

Zaruretler memnû‘ olan şeyleri mübah kılar; zaruretler kendi mikdarlarınca takdir olunur; iki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a‘zamının çaresine bakılır; def-i mefasid celb-i menafiden evladır; hâcet umumi olsun, hususi olsun zaruret menzilesine tenzil

208 el-Aslu enne mâ sebete bi’l-yakîn lâ yezûlü bi’ş-şekk. Bkz. Kerhî, Risâle, s. 110. 209 Örnek olarak bkz. Kâsânî, Bedâi‘u’s-sânâi‘, I, 73; Mecelle, md. 4.

olunur gibi kâideler zarar izâle olunur kâidesinin altına girerler.211 Bunların her birinin altına da başka kâide ve hükümler girmektedir. Bu kâidelerden iki fesad teâruz ettikde

ehaffi irtikâb ile a‘zamının çaresine bakılır kâidesinin altına birçok konu girer.

Bunlardan bazıları şunlardır:

1. Vücudunda yara olan bir kişi, secde ettiğinde yarası akacaksa namazı oturarak, rükû‘ ve secdeleri de imâ ile kılar. Çünkü secdelerin terkedilmesi, namazın terkedilmesinden daha hafif bir durumdur.

2. Namaz kılarken ayakta duramayacak kadar yaşlı olan bir kimse, oturarak namaz kılar. Çünkü ayakta durmayı terk etmek, namazı terk etmekten daha hafif bir durumdur.

3. Bir kimse ayakta namaz kıldığı takdirde elbisesi yeterli olmadığı için namazı engelleyecek kadar avret mahallinden bir kısmı açıkta kalacaksa oturarak kılması gerekir. Çünkü oturarak namaz kılmak, avret mahalli açık bir şekilde namaz kılmaktan daha hafif bir durumdur.212 Buradaki örneklerde de görüldüğü üzere genel kâidenin altında başka bir kâide, onun da altında çeşitli hükümler yer almaktadır.

Aynı şekilde sâkite söz isnad olunmaz kâidesinin de altında birçok fer‘î mesele bulunmaktadır.213 Aşağıdaki örnekler bunlardan sadece bir kısmıdır:

1. Yabancı bir kimsenin kendi malını sattığını gören bir kişinin onu engellememesi, o kişiyi kendi malını satması için vekil tayin ettiği anlamına gelmez.

211 Bkz. İbn Nüceym, el-Eşbâh, 94-100. 212 İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 98.

213 Burada her ne kadar sükûtun rızaya delalet etmediğine dair örnekler verilse de bazı kaynaklarda sükûtun rızaya delalet ettiği ile ilgili birçok misal zikredilmiştir. Bu konuda müstakil bir risâle kaleme alan İbnü’ş- Şıhne (v. 921/1515) sükûtun rıza sayıldığı 30 meşhur meseleyi şiir halinde bir araya getirmiştir. Risâleyi neşreden Saffet Köse, bu nazmın altında yer alan nesir kısmının İbnü’ş-Şıhne’nin talebesi Nureddin et- Tarablusî’ye (v. 942/1535) ait olabileceğini ifade etmektedir. bkz. Köse, “Hanefî Fakîhi Seriyüddîn İbnü’ş-Şıhne’nin (851-921/1448-1515) Nazmü’l-mesâili’lleti’s-sükût fîhâ rızâ Adlı Risalesinin Tahkîkli Neşri”, İHAD, III, 326.

2. Hâkimin, bir çocuğun veya ma‘tûhun birşeyler alıp sattığını gördüğü halde herhangi bir şey söylememesi, onların ticaret yapmalarına müsaade ettiği anlamına gelmez.

3. Bir kimse bir başkasının malını onun gözü önünde telef etse, malın sahibi de sükût etse, yapılan fiile razı olduğu anlamına gelmez.

4. Kölenin efendisinin malını satması ve efendinin de bunu gördüğü halde onu engellememesi, o akde rıza gösterdiği anlamına gelmez.214 Burada da kâidenin altında fıkhın değişik konularıyla ilgili hükümler yer almaktadır.

Kâidenin şümûlü, onu fer‘î ahkamdan ayıran önemli bir husus olmakla beraber, ilgili oldukları meseleler itibariyle geniş kapsamlı hükümlere de rastlamak mümkündür. Nitekim fıkıh eserlerinde ortaya konulan hükümler, ilgili herkesi kuşatmaları sebebiyle, istisnaları olmadığı sürece genel bir şekilde ifade edilirler. Örneğin yukarıda verilen “abdesti bozan herşey teyemmümü bozar”,215 veya “vedîa, mûda‘ın yanında emanet

hükmündedir”216 misallerinde ifade edilen hükümler, ilgili oldukları birey ve meselelerin tümünü kapsar. Ancak bir çok mükellefi kuşatmalarına rağmen tek bir cüz’î meselenin hükmünü ortaya koymaları, fıkıh eserlerinde zikredilen ahkamın temel özelliğidir. Kâidenin kuşatıcılığı ise zikredilen örneklerdeki kapsayıcılıktan farklı olup, ilgili olduğu mesele veya kişiden ziyade hükümleri kapsama şeklindedir. Bu nedenle, şer‘î hükümler ilgili oldukları mükellefleri kapsarken kâideler ilgili oldukları hükümleri kapsarlar. Kâidenin altına fıkhın değişik alanlarıyla ilgili hükümlerin girmesi onu fıkhî ahkamdan ayırır. Bu yönüyle kâideler soyut ve teoriktirler. Kâidenin soyut olması, mükelleflerin fiilleriyle ilgili hükümleri kapsaması anlamına gelir. Ancak bu kapsama, geniş bir çerçeveye sahip olup onların fiillerinin bizzat kendisiyle değil, sıfatlarıyla ilgilidir ki bunlardan hareketle soyut ilkeler çıkarılmaktadır. Dolayısıyla kâideler fıkhın ibadetlerden muamelata her alanını kuşatacak bir niteliğe sahip soyut kaziyyelerdir.

214 İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 178.

215 Mergînânî, a.g.e., I, 63. 216 Mergînânî, a.g.e., III, 1241.

Kâidenin kapsayıcı olmasının gerekliliği onun temel özelliklerinden olsa da şümûlünün sınırları, ifade yapısı ve kuşatıcılığının dikkatle incelenmesi yoluyla tespit edilebilir. Bu nedenle, bazı kâidelerin mevzuları dikkate alındığında, ele aldıkları konuların doğrudan bireylerle ilgili olduğu düşünülebilir. Bu durumda söz konusu kâidenin, sahip olduğu bu özellik sebebiyle hüküm olduğunu söylemek mümkün olur. Ancak kâidenin mevzuu değil de mahalli (ele aldığı konu) incelendiğinde, bunun geniş bir alanı kuşattığı görülür. Dolayısıyla gerek fıkıh eserlerinde, gerekse kavâid edebiyatında bir yönüyle hüküm diğer yönüyle kâide olabilecek yapıdaki ifadelere rastlamak mümkündür. Ancak fıkıh bilginleri bu tür ifadeleri kâide olarak kabul etmiş ve eserlerinde bunlara yer vermişlerdir. Örneğin kim ki bir şeyi vaktinden evvel isti‘cal

eyler ise mahrumiyetle mu‘âteb olur,217 kâidesi böyledir. Bir şeyi vaktinden evvel isteyen kişi Ahmet, Mehmet, Ayşe ve Fatma olabileceği için daha önce kâideyi tespit kriteri olarak belirtilen, altına hükümler girmeli, şahıslar girmemeli şeklindeki kayda aykırı gözükmektedir. Fakat isti‘cal mahalline bakıldığı takdirde bunun altına küllî önermelerin girdiği görülür. Örneğin mirasa bir an önce sahip olmak isteyen kişinin mûrisini öldürmesi veya bir kimsenin vasiyyete erkenden sahip olmak için mûsîsini öldürmesi ya da bir kişinin hanımını mirastan mahrum etmek için onu maraz-ı mevtte boşaması ile ilgili hükümlerin hepsi bu kâidenin altına girmektedir. Dolayısıyla bu ifade bir hükümden ziyade bir kâidedir. Aynı şekilde her kim ki kendi tarafından tamam olan

şeyi nakzetmeye sa‘y ederse sa‘yi merduddur218 kâidesinin mevzuu yukarıdaki örnekte olduğu gibi doğrudan fertlerdir. Ancak nakz edilen şeyin mahalli esas alındığında bunların alışverişten kiraya, şuf‘adan vediaya birçok hükmü kapsadığı görülür. Dolayısıyla bu da mahalli ile mevzuuna göre farklılık arz eden kâidelere örnek gösterilebilir.219

Kâidenin soyut olması, onun ifade yapısıyla ilgili olup, kâideyi cüz’î hükümlerden ayıran önemli bir özelliktir. Burada soyutluktan maksat, kâidenin ifade yapısının birçok

217 Mecelle, md. 99.

218 Mecelle, md. 100.

meseleye uygulanabilecek bir genelliğe kavuşturulmasıdır. Ancak soyutluk sadece ifade ile ilgili olmayıp, hüküm itibariyle tek bir cüz’î meselenin ötesinde daha genel olma anlamına gelmektedir. Kâidenin bu özelliği, aynı illete sahip olan değişik mevzuların hepsine veya çoğunluğuna uygulanmasını sağlayan bir husustur. Eğer genel bir ifade sadece cüz’î bir meseleyle ilgili ise ve ona uygulanıp başka şeylere ugyulanamıyorsa bunu kâide olarak kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca kâidenin soyutluk özelliğinin bulunmaması, aynı zamanda şümûl özelliğinin de ortadan kalkmasını sağlar. Kâideye bu ifadenin kazandırılması, birçok fer‘î meselenin ortak illetinin göz önünde bulundurularak bunların cüz’î hükümlerinin ayrı ayrı belirtilmeyip hepsini kuşatacak şekilde ortak bir ifadeyle vazedilmesiyle olur. Bunu bir örnek üzerinden şöyle açıklamak mümkündür:

1. Gebe bir hayvan satıldığında veya hibe edildiğinde karnındaki yavrusu da satılmış veya hibe edilmiş olur.

2. Bir kimse kısa süreli aklını kaçırsa, bu süre zarfında farz namazları sâkıt olduğu gibi onlara bağlı olan sünnet namazları da düşer. Bu ve benzeri meseleler cüz’î oldukları için kâide olma özelliğine sahip değillerdir. Ancak bunlar bir araya getirilip aralarındaki ortak illet de dikkate alınarak vücudda bir şeye tâbi’ olan hükümde dahi ona tâbi olur (et-tâbiu‘ tâbi‘un)220 şeklinde soyut bir ifadeye kavuşturularak kâide formuna sokulur. Kâidenin bu şekilde ifade edilmesi ve işaret ettiği mananın tek bir cüz’î meselenin ötesinde bir anlama sahip olması, onu fer‘î hüküm ve tariflerden ayıran bir özelliktir.