• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: SINIRLI İKTİDAR ARAYIŞI: ANAYASACILIĞIN GELİŞİMİ VE ARAÇLARI GELİŞİMİ VE ARAÇLARI

1.2. Anayasacılık Düşüncesinin Gelişimi

1.2.4. Modern Dönemde Sınırlı İktidar Düşüncesi ve Anayasacılık Hareketleri’nin Doğuşu Doğuşu

1.2.4.3. John Locke ve Anayasacılığın Liberal Temelleri

Modern anayasacılığın temelinin atılmasında liberal düşünce etkili olmuştur. Özellikle liberal anayasa düşüncesinin ABD ve Fransız Devrimleri sonunda somut bir hal alması, bu düşüncenin temel argümanının ortaya konulması açısından da önemlidir. Bu çerçeveden bakıldığında liberal anayasa, bir bireyin diğer birey üzerinde baskın konuma gelmesini engellemek amacıyla, bireyi hem çoğunluğun hem de birey üzerinde baskın olabilecek devlet gibi birtakım yapılardan korumayı amaçlamaktadır. Bu nedenle liberal anayasacılık, iktidarı kimin kontrol ettiğini, böylesi bir iktidarın neler gerektirdiğini, breyin ögürlüğünün sağlanabilmesi ve korunabilmesi için nasıl uygulanacağını belirleyerek, iktidarın kullanımına dönük politik hareketlere müdahale etmeyi amaçlamaktadır.4

1

Gordon, a.g.e., s. 227.

2 E.C.S. Wade and A. W. Bradley, Constitutional Law and Administrative Law, Tenth Edition, Longman, New York-1985, s. 64.

3 Özbudun, a.g.e., s. 77.

4

Gürcan Koçan, “Anayasa Kuramları Açısından Demokrasi Kavramı”, Şerif Mardin’e Armağan, 2. Baskı, Der. Ahmet Öncü ve Orhan Tekelioğlu, İletişim Yayınları, İstanbul-2009, s. 336.

Liberal anayasacılığın doğuşunda “liberal bireyciliğin babası”1 olan John Locke’un düşünceleriyle beselenen tarihsellik önemli bir yer tutmaktadır.

John Locke, on sekizinci yüzyıla damgasını vuran “halk egemenliği” ve “doğal hukuk” düşüncesinin önemli bir temsilcisidir. 1688 yılında yaşanan “Şanlı Devrim”in ürünleri olan “hükümetin halka karşı sorumluluğu” ve “sınırlı iktidar” düşüncesinin etkisi altında kalan Locke, liberal düşüncenin en önemli teorisyenlerinden birisi olarak anılmaktadır.2

John Locke, liberalizme de öncülük eden siyaset felsefesinin temellerini “Yönetim Üzerine İki İnceleme” (Two Tretaies of Goverment) adlı eserinde şekillendirmiştir. Yönetimin sınırları, meşruluğu, siyasal yükümlülük, eşitlik gibi birçok kavramı bu eserinde tartışmaya açmış, mutlak monarşinin kuramlarına karşı güçlü bir eleştiri de bulunarak siyasal liberalizmin başvuru kaynaklarından birisi olmuştur.3 Locke bu eseriyle, 1688 Devrimi’nin monarşiyi sınırlandırmasını onaylamakta ve devrimi meşrulaştırmaya çalışmıştır.4

Locke’un, siyaset felsefesinin en önemli noktalarından birisi hiç kuşkusuz doğal hak kavramıdır. Bunu açıklamaya devletsiz aşamaya geçilmeden önce var olduğunu iddia ettiği doğa durumunu anlatarak başlamaktadır. Locke’un ileri sürdüğü doğa durumu Hobbes tarfından ileri sürülen doğa durumundan farklıdır. Hobbes için doğa durumu “herkesin herkes ile savaşı” şeklinde iken Locke’a göre, kimseden izin alınmadan ve başkalarına bağlı olmadan malların ve kişiliklerin doğa yasası sınırları içinde istenildiği gibi kullanıldığı tam bir özgürlük ortamıdır.5 Bu ortamda insanlar aralarında çıkan bir meselede herhangi bir yargı organına başvurmaksızın akla uygun bir biçimde yaşamaktadırlar.6 Locke, sınırlı iktidar arayışını bu doğa durumundan hareket ederek gerçekleştirmektedir. Bu doğa durumu aynı zamanda her türlü kuvvet ve yargı hakkının karşılıklı olduğu, kimsenin diğerinden daha fazlasına sahip olmadığı bir

1 Öktem ve Türkbağ, a.g.e., s. 155.

2 Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, 5. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara-1999, s. 201-202.

3 Mehmet Ali Ağaoğulları ve diğerleri, Kral Devletten Ulus Devlete, İmge Kitabevi, Ankara-2005, s. 163.

4 Held, a.g.e., s. 51; Güriz, a.g.e., s. 202.

5 John Locke, “Uygar Yönetim Üzerine İkinci İnceleme’den Seçme Parçalar”, Batı’da Siyasal

Düşünceler Tarihi Seçilmiş Yazılar Yeniçağ, C. 2, Der. Mete Tunçay, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yayınları, İstanbul-2002, s. 262-263.

eşitlik durumunu da ifade eder.1 Bu özgürlük durumu başıboşluk anlamına gelmemektedir. Kimse mallarını ve kendi kişiliğini kullanırken denetlenmediği gibi, gerek olmadıkça kendini veya bir başkasını ortadan kaldırma özgürlüğüne sahip değildir. Locke burada devreye doğa yasasını sokar. Bu yasa aynı zamanda akıldır ve kimsenin başkasının sağlığına, yaşamına ve özgürlüğüne zarar vermemesi gerektiğini öğretir.2 Herkes bu doğa yasası karşısında eşittir.

Locke, doğa yasasının uygulanması işini doğa durumunun bir gereği olarak (eşitlik) herkese vermiştir. Bu durumda herkes doğa yasasını ihlâl edenleri de cezalandırma yetkisine sahip olmaktadır.3 Ancak herkesin hem davacı, hem de cezalandırıcı durumda olması akıla aykırıdır. Bencilliğin, kötülüğün, tutku ve öç alma duygusunun devreye girebileceği böyle bir durum toplumda karmaşa ve düzensizliklere neden olabilir.

Bu noktada Locke, toplumu oluşturmayı meşru kılan savaş durumuna geçiş yapmaktadır. Doğa durumunda var olan haklara karşı yapılacak ihlâl ve saldırıları gerçekleştiren, suçluları cezalandıracak yetkili bir ortak yargıcın yokluğudur. Çünkü doğa durumunda var olan barış durumu devam etseydi, “mutlak olmayan, sınırlanmış, anayasal bir yönetimin oluşturulması mantıksal olarak savunulamayacaktı.”4

Savaş durumundan kurtulmanın ancak, “yeryüzünde danışılmakla yardım sağlanabilecek bir yetke (otorite)’nin, bir erkin bulunması”5 ile gerçekleşebileceğini savunur. Bunu gerçekleştirecek olan ise siyasal ya da uygar toplumdur.

Siyasal toplum yani devlet, bir anlaşma (sözleşme) çerçevesinde kurulan, özel yargıları dışlayarak, insanların canını, özgürlüğünü ve mallarını koruyan, yasaya aykırı olan eylemleri yargılayan ve ona göre gereken cezaları veren gücü temsil etmektedir.6 Bu toplumda yargıç yasama organı veya onun gösterdiği otoritedir.7 En üstün otoritenin amacı, barış, güvenlik ve kamu iyiliğini gerçekleştirmektir. Ancak bu amaçlar

1 Locke, a.g.e., s. 263.

2

A.g.e., s. 263.

3 A.g.e., s. 264.

4 Ağaoğulları ve diğerleri, a.g.e., s. 171.

5 Locke, a.g.e., s. 269.

6

A.g.e., s. 270.

gerçekleştirilirken, yasama organı, anlaşmazlıkları hazırlıksız kararla değil, halk tarafından bilinen yasalarla gerçekleştirmelidir.1 Bu noktada, Locke’un siyasal topluluğunun önemli bir özelliği hukukun (yasanın) üstünlüğü fikridir.

Locke’un, bireyi esas alan anlayışının siyasal topluma yansıyan bir diğer boyutu, kurulacak bu toplumun rıza ve çoğunluk esaslarına dayanmasıdır. Rıza esasına dayalı olarak oluşan bu toplumda bireyler, yasaların uygulanması, yargılama, ve cezalandırma haklarını devlete vermektedir.2 Böylece, devlete doğa durumunda sahip olunan hakların sorumluluğu emanet edilecektir.

Siyasal toplumun ikinci esasını “çoğunluk” yönetimi oluşturmaktadır. Rıza gösteren bireyler biraraya gelerek, kendilerini yönetecekleri yani kural koyacak(lar)ı belirlerler.3 Böylece siyasal toplum gerçekleşir.

Locke’un betimlediği “egemen”, Hobbes’un egemeni gibi mutlak bir nitelik göstermez.4 Yüksek bir gücün varlığını kabul etmekle birlikte belli sınırlar dâhilinde hareket etmesi gerektiğini savunmaktadır. Her zaman çoğunluğun yönetim biçimini başka bir ifade ile yasamanın kullanılma biçimini değiştirme hakkı olduğu belirtmekte, ancak bu biçim her ne olursa olsun, keyfi biçimde hareket edemeyeceğini savunmaktadır.5 Locke’a göre aksi bir durum, “devrim hakkı”nın doğması için elverişli bir ortam sağlayabilir. Ona göre devrim hakkını doğuran şartlar şunlardır:6

- Kanunları göz ardı edilerek keyfi yönetim gösterilmesi, - Yasalar kamu yararı dışında herhangi bir amaç güdülmesi, - Kişilerin mülkiyet haklarına dokunulması,

- Halkın rızasının kaybederlerse.

Egemen iktidarı halkın rızasına dayalı, sınırlı bir yönetim şeklinde gören Locke’a göre, tüm bu şartların oluşması, egemeni, sınırsız ve keyfi güç uygulamasının önündeki

1

A.g.e., s. 276.

2 Jean Hampton, Political Philosophy, Westview Press, 1997, s. 56.

3 A.g.e., s. 55.

4 Hünler, a.g.e., s. 64.

5

Ağaoğulları ve diğerleri, a.g.e., s. 206.

engelleri kaldırmakta, onu gaspçıya ve daha ileri aşamada tirana dönüştürmektedir. Bu noktada direnme hakkı ve devrim yolunu açık tutmaktadır.

Locke’a göre direnme hakkı her zaman kullanılmaması gereken bir haktır. Bunun kullanılabilmesi için ise yönetimin yasaya aykırı eylemlerinin çoğunluğu etkilemeye başlaması gerektiğini belirtir.1 Eğer yönetimin eylemlerinden zarar gören kişinin yasaya başvurarak, zararını tazmin imkânı varsa orada direnme hakkının kullanılmaması gerekliliğinin üzerinde durur.2

Locke’un doğal hukuk ve devrim hakkı gibi konulardaki görüşleri, sınırlı iktidar arayışlarında kendinden sonraki düşünürler üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. İngiliz egemenliğine karşı girişilen ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulmasında önemli rol oynayan 1776 Amerikan Devrimi’nde bu etkiler fazlasıyla görülebilirken, Devrimin önemli bir ürünü olan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi‘nde (A Declaration by the Representatives of the United States of America–1776) Locke’un savunmuş olduğu doğal haklar, yönetilenlerin rızası, direnme hakkı gibi görüşlerin derin izleri söz konusudur.3

Bunun yanında özellikle İngiliz tecrübesinin de etkisiyle, yasamanın mutlak üstünlüğüne ilişkin olarak da çekinceleri bulunan Locke, yasama yanında yürütmenin de yetki sahibi olmasını isteyerek4, modern anayasacılığın önemli araçlarından birisi olan kuvvetler ayrılığı fikrine de önemli katkılar sağlamıştır.

1.2.4.4. On Sekizinci Yüzyıl Amerikan ve Fransız Devrimleri’nin Anayasacılık