• Sonuç bulunamadı

TARTIŞMALAR

3.2. Hegemonyanın Korunması Tezi ve Türk Anayasa Mahkemesi

Türkiye’deki hegemonyacı bir siyasal ilişki sisteminin yeniden inşasını sağlayan 1961 Anayasası’nın getirmiş olduğu önemli kurumlardan birisi Anayasa Mahkemesi’dir.

1 Nur Betül Çelik, “Kemalizm Hegemonik Bir Söylem”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:

Kemalizm, C. 2, Ed. Tanıl Bora ve Murat Gültekingil, İletişim Yayınları, İstanbul-2001, s.75.

2 Bu noktada Yeğen, Kemalizmin sanılanın aksine hegemonik olamadığını ifade etmektedir. Yazara göre bunun nedeni Kemalizmin tepeden inmeci niteliğidir. Böylece toplumsal rızayı sağlamak noktasında sivil toplumda karşılık bulması ve beslenmes zorlaşmakta ve hegemonik olmasını engellemektedir. Bkz. Mesut Yeğen, “Kemalizm ve Hegemonya”, Modern Türkiye’de Siyasi

Düşünce: Kemalizm, C. 2, Ed. Tanıl Bora ve Murat Gültekingil, İletişim Yayınları, İstanbul-2001, s.

60.

3 27 Mayıs 1960 Askeri darbesini sınıf (ekonomi) temelli bir analizini yapan Akça’ya göre DP’nin önderliğinde meydana gelmiş olan popülist kalkınmacı ve muhafazakâr toplumsal güçler 1950’li yıllarda ortaya çıkan yeni toplumsal güçleri içermeyi başaradıkları için kendi hegemonyalarını kuramamıştır. Bunun sonucu olarak 27 Mayıs’ı gerçekleştirenler, işçi sınıfı, sanayi burjuvazisi ve kentli orta sınıflardan oluşan bir koalisyonun ürünü olarak ortaya çıkmış ve bu darbe aracılığıyla kendi hegemonya projelerini hayata geçirmişlerdir. Bkz. İsmet Akça, “Ordu, Devlet ve Sınıflar: 27 Mayıs 1960 Darbesi Örneği Üzerinden Alternatif Bir Okuma Denemesi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve

Güvenlik Siyaseti, Der. Evren Balta Paker ve İsmet Akça, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,

İstanbul-2010, s. 366.

4

Gramsci, a.g.e., s. 317.

5 Benzer bir görüşü dile getiren Eleştirel Hukuk Okulu teorisyenleri Hukukun öncelikle, bir ideolojinin yaratmış olduğu koşulları meşrulaştırmak ve bunların sürekliliğini sağlamak gibi bir işlevi olduğunu belirterek mevcut hukuk düzeninin egemen olan sınıfa hizmet ettiğini ileri sürmektedirler Bkz. Kasım Akbaş, Hukukun Büyübozumu: Eleştirel Hukuk Çalışmaları Hareketi, Legal Yayıncılık, İstanbul-2006, s. 96.

Mahkeme’nin ortaya çıkışı konusunda birçok tartışma olmakla birlikte, bunlar içinde, onu, seçkinlerin hegemonyalarını kurmak ve sürdürmek hatta oluşabilecek karşı hegemonyalardan korunmak amacıyla kullandıklarını savunan görüş özellikle Türkiye açısından anlamlı gözükmektedir. Bu tartışmanın niteliğine benzer tartışmalardan yola çıkan Ran Hirschl, “Jüristokrasi’ye Doğru Yeni Anayasacılığın Temelleri ve Sonuçları” (Towards Juristocracy The Origins and Consequences of the New Constitutionalism)1 adlı çalışmasında Kanada (1982), İsrail (1992), Yeni Zelanda (1990) ve Güney Afrika (1993-1996)’da gerçekleştirilen anayasal reformları inceleyerek, bu ülkelerde “hakların anayasalaştırılması” yoluyla aslında seçkinlerin kendi hegemonyalarını korumaya çalıştıklarını iddia etmektedir. Bu çerçevede, anayasa mahkemelerini de ele alan Hirschl, bu ülkelerde anayasallık denetiminin amacının seçkinlerin siyasal sistem üzerindeki hegemonyalarını sürdürmekte kullandıkları bir araca dönüştürüldüğünü belirtmektedir. Ona göre anayasa yargısı üç anahtar grubun aralarındaki stratejik ve çoklu bir etkileşimin ürünü olarak anlaşılmalıdır. Bu gruplardan ilki, siyasal seçkinlerdir. Bunlar, demokratik politika yapım süreçleri üzerindeki hegemonyalarını koruma ve sürdürme çabası içindedirler.

İkinci grubu, ekonomik seçkinler oluşturmaktadır. Bunlar, açık pazarın neo-liberal

gündeminin sağladığı deregülasyon, anti-devletçilik, anti-kollektivizm gibi özgürlüklerin anayasalaştırılmasını izlemektedir. Üçüncü ve son grubu oluşturan yargı seçkinleri ve yüksek mahkemeler ise politik hayat üzerindeki etkilerini ve uluslararası ünlerini artırmayı hedeflemektedirler. Siyasi seçkinler, ekonomik ve yargı seçkinleri ile ortak çıkarları paylaşmakta, anayasal reformların zamanlamasını, genişliğini ve doğasını belirleyebilmektedirler.2 Bu seçkinler, kendi politik tercihlerine dönük olarak çoğunlukçu karar alma alanlarından ortaya çıkan ve çevresel gruplardan gelen tehditlerle yüz yüze kaldıklarında yargısallaştırma hız kazanabilmektedir.3 Böylece politik güç yüksek mahkemelere ya da anayasa mahkemelerine transfer edilerek, haklar anayasallaştırılmaktadır. Bu tip seçkinler, şehir seçkinlerini, hukuk uzmanlarını

1 Bkz. Ran Hirschl, Towards Juristocracy The Origins and Consequences of the New

Constitutionalism, Harvard University Press-2004; Ran Hirschl, “The Political Origins of the New

Constitutionalism”, Indiana Journal of Global Legal Studies, Winter, 11, 1, 2004, s. 71-108.

2 Hirschl, Towards Juristocracy The Origins and Consequences of the New Constitutionalism, s. 43; Hirschl, “The Political Origins of the New Constitutionalism”, Indiana Journal of Global Legal

Studies, s. 90. 3

Ran Hirschl, “The Political Origins of Judicial Empowerment Through Constitutionalization: Lessons from Four Constitutional Revolutions”, Law & Social Inquiry, Vol. 25, No. 1, 2000, s. 95.

ve yönetici sınıfı kapsamaktadır. Bunlar, tarihsel olarak siyasi ve ekonomik alanın güç sahiplerini temsil etmekte, kosmopolitanizmi1, açık pazarı, formel eşitliği ve “Locke” çu anlamda bireysel otonomiyi savunmaktadırlar.2

Haklar ya da çıkar temelli yargısal güçlendirme mekanizması aracılığıyla hegemonik koruma, çeşitli etkenlerle iç içedir.3 Bunların ilkini yargının profesyonelliği, siyasi tarafsızlığı ve yüksek dürüstlüğü oluşturmaktadır. İkinci olarak, hegemon olan siyasi seçkinlerin büyük oranda yargıçların atamalarını kontrol altında tutmaları ve mahkemelerin hegemon seçkinlerin kültürel eğilimlerini ve politik tercihlerini yansıtmalarıdır. Bu yollarla, çoğunlukçu karar alma mekanizmalarından gelebilecek baskılara karşı yargısal denetimi önemli bir araç olarak kullanılabilirler. Anayasa yargısı, bu yönüyle bir sigorta işlevine sahip olmaktadır. Ginsburg’un ifade ettiği üzere, anayasa yapımından sonra politik güç kaybına uğraması muhtemel olan aktörler açısından anayasa yargısı, anayasa yapımının ardından (seçimlerle) oluşacak yeni politik ilişkiler ağında, önemli bir pazarlık aracı gibi görülmektedir.4 Seçimlerde çoğunluğu ele geçiremeyecek olanlar, anayasa yargısı aracılığıyla, mevcut anayasal sistem içinde hareket alanlarını genişletme imkânına kavuşmaktadırlar.

Hirschl, “Anayasa Mahkemeleri Dinsel Köktenciliğe Karşı: Üç Ortadoğu Hikayesi” (Constitutional Courts vs. Religious Fundamentalism: Three Middle Eastern Tales)5 adlı makalesinde jüristokrasi kavramını Türkiye açısından da ele almıştır. Bu makalede Hirschl, Mısır, İsrail ve Türkiye’yi inceleyerek, burada ortaya çıkan “din” eksenli politik talepler ile anayasa mahkemeleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmiştir.

1961 Anayasası ile Türk anayasal düzeni içindeki yerini alan TAM, gerek 1961 Anayasası döneminde, gerekse 1982 Anayasası döneminde verdiği birçok karar ile

1 Yazar bu kavramı farklı düşüncelere açık olmak anlamında kullanmaktadır.

2 Hirschl, Towards Juristocracy The Origins and Consequences of the New Constitutionalism, s. 44; Hirschl, “The Political Origins of the New Constitutionalism”, Indiana Journal of Global Legal

Studies, s. 91. 3 A.g.e., s. 91.

4 Tom Ginsburg, Judicial Review in New Democrasies Constitutional Courts in Asian Cases,

Cambridge University Press, 2003, s. 25.

5 Ran Hirschl, “Constitutional Courts vs. Religious Fundamentalism: Three Middle Eastern Tales”,

University of Toronto Faculty Law Public Law and Legal Theory Research Paper No. 04-08, s.

1-42, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=557601 (23.04.2010). Hirschl’ün bu makalesinin ayrıntılı bir incelemesi için bkz. İlknur Türe, “Ran Hirschl, Anayasal Denetim, Sekülarizm”, Türkiye

görünürdeki kuruluş amacına ne ölçüde hizmet ettiğine dair önemli tartışmaların doğmasına neden olmuştur. Hirschl’e göre, Türkiye’de, Batı tipi sekülerizm ile dinsel kimlikler birbirinden ayrışmıştır. Diğer İslam ülkelerinin aksine Türkiye’de din ile devletin net bir ayrlığı söz konusudur. Bu durum gerek Cumhuriyet’in ilk Anayasası olan 1924 Anayasası’nda gerek liberal nitelikli 1961Anayasası’nda gerekse otoriter bir karaktere sahip olan 1982 Anayasası’nda düzenlenmiştir.1 Anayasal anlamda böylesi düzenlemeler olmasına rağmen özellikle son yirmi yıldır politik İslam’ın elde ettiği destek, TAM’ı, çoğunlukçu karar mekanizmaları aracılığıyla gelen böylesi istenmeyen talepler karşısında önemli bir seküler aktör haline sokmuştur.2 Dolayısıyla Mahkeme özellikle İslamiyet’in politik alanda yer almasını sağlayan siyasi partilerin elde ettikleri desteğin karşısında koruyucu ve önleyici bir rol üstlenmektedir.3 Mahkeme sadece politik İslam’ın temsilcisi olan siyasi partilere değil, aşağıda da belirtileceği üzere merkezin temel değerlerine uymayan poltikaları savunan ve bu anlamda karşı bir hegemonya üretme potansiyeli olan diğer siyasi partilere de benzer davranışlar sergilemektedir. Tüm bunlar dikkate alındığında TAM, Hirschl’ün daha önceki çalışmalarında savunmuş olduğu yargı devleti (jüristokrasi) düşüncesinin Türkiye’deki en önemli aktörü olma rolünü üstlenmektedir.

Bu çerçevede, öncelikli olarak TAM’ın ortaya çıkışı ve bunu sağlayan temel nedenlerin ortaya konulması, gerek anayasa mahkemelerinin kuruluş felsefesini oluşturan anayasacılığın Türkiye pratiği açısından değerlendirilebilmesi, gerekse meşruluk tartışmalarının çerçevesinin çizilmesi açısından önemli veriler sunmaktadır.

3.3. Hegemonyanın Korunmasının Sürdürülebilirliği: Türk Siyaseti’nde