• Sonuç bulunamadı

2.1. Osmanlı İmparatorluğunda Bürokrasi

2.1.2. İttihat ve Terakki Döneminde Bürokrasi

Tanzimat döneminde (1839-1876) iktidara gelen ve 1908’e kadar sarayın gölgesinde kalan yüksek bürokratlar, Babıâli paşaları, anayasal rejimin işlenmesini ancak kendilerinin sağlayabileceğine inanıyor ve anayasanın, Sultan’ın mutlakçılığını azaltırken, içlerinden birinin sadrazam olarak önderlik ettiği kabinenin denetimi sayesinde kendilerine iktidar tekelini verdiğini düşünüyorlardı. Meclisi Ayan ve Meclisi Mebusan denetleyerek kendi hegemonyalarını sürdürmek niyetindeydiler. Meclis seçimleri iki basamaklı dolaylı bir sistemle yapılıyor, milletvekilleri yerel elitlerin alanı olan seçmen grupları tarafından seçiliyordu. Ayrıca paşalar, gördükleri modern Batılı eğitimin, Avrupa’yı tanımalarının ve Avrupa dillerinin bilmelerinin, kendilerine Türkiye’nin modern dünya içinde yer alması için gerekli araçları sağladığına inanıyorlardı. Üstelik sadece onlar Avrupa elçiliklerinin, özellikle Britanya’nın güvenine sahiptiler. Bu elçiliklerin fiili işbirliği olmadıkça, yeni rejimin başarılı olması mümkün değildi. Bu güven duygusu ve sosyal kibir nedeniyle, paşalar, bir başka grubun kendi otoritelerine meydan okuyabileceğini düşünmüyorlardı(Ahmad,2007:45).

Tanzimat sonrası memur yetiştiren bir çok eğitim kurumu açılmıştır. Ancak, bu konuda geç kalınmıştır. Oluşturulmaya çalışılan modern yönetim sisteminin pek başarılı olamamasının bir sebebi de yetişmiş eleman olmamasıdır. Örneğin, ilköğretim seviyesindeki kişiler öğretmen olarak tayin edilmiştir. Diğer devlet dairelerinde de yetişmiş, iş bilen eleman az olduğu için işler aksamıştır. Eğitimdeki eksiklik, memur yetiştiren kurumların yeterli olarak zamanında açılamamış olması ve batı tipi üniversitelerin ancak 1900 yılında kurulabilmesi bürokrasinin keyfiyetçe daha iyi olmasını önlemiştir(Özdemir,2001:335).

Türkiye için 20. yüzyıl, 23 Temmuz 1908’de Sultan Abdülhamit’in otuz yıl önce rafa kaldırdığı 1876 Anayasası’nın yeniden yürürlüğü girmesiyle başladı. Çağdaşlar bu olayın kendi hayatlarını tahminlerinin ötesinde değiştirecek çok önemli bir olay olduğunu anladılar. Dışa kapalı bir toplum, en azından kentlerde ve kasabalarda ansızın dışa açılıyordu. Sansür kaldırıldı ve imparatorluğun bütün cemaatlerini ve çok çeşitli fikirleri temsil eden gazete ve dergiler, coşkulu bir halkın

merakını tatmin etmek için piyasaya akıverdi. Jön Türklerin çeşitli hiziplerinin yanı sıra, belli başlı dini ve etnik cemaatlerin-Müslüman, Rum, Ermeni ve Yahudi- önderince yeni rejimi desteklemek için kitle gösterileri örgütlendi. Uzak vilayetlere sürülen ya da Avrupa’ya kaçan siyasal sürgünler, siyasal kariyer umuduyla başkente dönmeye başladılar(Ahmad,2007:44).

23-24 Temmuz 1908’de Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti için beklenmedik bir başarıydı. Ancak, Padişah’ın birdenbire direnmekten vazgeçip teslim olmaya karar vermesi, gerek ülkeyi, gerekse bürokrat kadroyu büyük bir kargaşalığa düşürmüştü. Hükümetin morali bozulmuş, bürokratik mekanizma hemen hemen tümüyle çalışamaz hale gelmişti. Nüfuz ve güçlerinin sınırını kestiremeyen kabine üyeleri, bütün inisiyatiflerini kaybetmişlerdi. Özgürlüğün ne anlama geldiğini bilmeyen halk ise, bunca yıldır işleyen kanun ve nizam müesseselerinin yıkıldığını düşünmekteydi ve uzun süredir uğradığı haksızlıkları göz önüne alarak, bundan böyle kendi sorunlarını kendisi çözmeye karar vermişti(Ahmad,2004:31).

Genç Türk hareketinin liderleri Berkes’e göre “eğitim yolu ile gelenekçiliğin çemberini kırmış” kişilerdir. Bu tanım Genç Türkler devrinin stratejik kararını açıkça belirtmişlerdir: Batılılaşma. Yeni atılımın birbiri ile ilişkili iki amacı vardı. Birinci amaç, yüzyıllardır geçerliliğini kaybetmemiş bir soru ile ilgili idi, “ Bu devlet nasıl kurtulur?” cevap, “Milletlerin birleştirilmeleri ile” idi, ikinci amaç ise ilerle (terakki) idi. İlerlemenin çıkar yolu eğitim idi. Eğitim yolu ile Batıdan alınacak lâik siyaset formüllerinin tekrar asker ve sivil bürokratlara benimsetilmesine çalışılacaktı (Heper,1974:82).

Bu fikirler, resmi Osmanlı düşünce dünyasının bir bölümünü etkiledi ve daha önceki reformcularda görülmeyen bir ödün vermezlik yarattı. 1885’ten sonra başkentin modernci çevrelerinde etkili hale gelmiş olan ve bilimi, hakikatin mihenk taşı olarak kabul eden yeni bilim görüşü bu davranışa çok iyi uyuyordu kuşkusuz. Böylece, Osmanlıların eski “din ve devleti” koruma sloganı, Jön Türklerin “İttihat ve Terakki” sloganında cilalanıp parlatılmış olarak yeniden ortaya çıkıyordu. Jön Türk devriminden sonra bu yeni kişilikler Sultanı sahneden uzaklaştırınca, taşra eşrafını,

geleneksel bürokratların ve hatta daha önceki reformcuların gördüğünden daha kötü insanlar olarak gördüler. Jön Türk meclisinde eşrafın merkeziyetçilikten kurtulmayı ve daha az askeri bir tehdit gibi görünmeye başladığı sırada, onları gerçekten kuşkulanılacak kimseler durumuna soktu(Mardin.1991:48).

Jön Türklerin ortaya çıkardığı fikri yapıtlardan Mannheim’in ortaya koyduğu “bürokratik muhafazarkârlık”, “muhafazakar tarihçi tutum”, “liberal-demokratik burjuva düşünce”, “sosyalist-komünist tutum” ve “faşist” görüş açısı gibi kategorilerinden kesin bir şekilde ortaya çıkan yalnız “bürokratik muhafazakârlığı” bulabiliriz. Burada “sivil-bürokratik” ve “askeri” olarak iki ana grubun bulunduğunu görürüz. Askeri davranış daha çok vatanperverlikten “vatanı kurtarma” düşüncelerinden hareket eden, toplumun derin sorunları üzerine eğilmekten çok kısa vadede “hareket”e yönelen bir davranıştır. Enver Paşa’nın daha sonraki yıllardaki politikası bunun saf bir örneğini verir. Sivil-bürokratik davranışa gelince, bu davranışın temel unsuru bazen bir “entelektüeller ihaneti”ne yaklaşabilen halk aleyhtarı tutumudur. Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulduğu zaman kurucular arasında halka güvenebileceği fikri ağır basıyordu. Askeri Tıbbiyelilere bunun böyle olmadığını anlatan, halka “önder” olmayı telkin eden, halkın sesinin kurulacak birimde yeri olmadığına inana Murat ve Ahmet Rıza Bey gibi sivil bürokratlardı. Bu gibi bir inançta Osmanlı İmparatorluğu’nda eskiden beri egemen bir avam-havass ayrılığı düşüncesinin mi, yoksa Avrupa’da bu yöne iten gelişmelerin mi etkili olduğunu anlamak zordur. Fakat her türlü anlama bu sivil bürokratları birer “demokrat” haline getiremez(Mardin,1994:306).

Askeri bürokrasinin önemi, bütün Genç Türk dönemi boyunca devam etmiştir. Bu durumun başlıca nedeni, sivil hükümetlerin bir türlü imparatorluğun gittikçe kötüye gidişini durduramamalarıdır. Kaldı ki, Osmanlı devleti 1911’den itibaren devamlı savaş halinde olmuştur. Ayrıca son yirmi yıldır Osmanlı devleti ile ticaret, askeri danışmanlık, borç verme, ayrıcalık (imtiyaz) sahibi ve nihayet müttefik olma yolları ile temasta bulunan Almanya’nın askeri geleneği de Osmanlı siyasal sistemini etkilemiştir. Böylece askeri bürokrasi lâikleşme sürecinde liderlik, görevini üstlenmiştir. Bu işlev çerçevesinde yapılan ilk iş, saraya yakınlığı bilinen sivil

bürokrat paşalar ile küçümsenen tutucu, işe yaramaz diğer sivil bürokratları görevden uzaklaştırmak olmuştur(Heper,1974:84).

Sivil bürokrasinin Genç Türk hareketine katkısının Abdülhamit döneminin son yıllarında başladığı, özellikle öğretmenler, telgraf memurları vb. küçük dereceli memurlar Abdülhamit rejimine karşı yapılan harekette askeri bürokrasi ile işbirliği yapmışlardır. Bu grup bürokratlar genellikle ya mülkiyeden göreli yakın bir tarihte mezun olduklarından ya da bürokrasi içinde fazla ilerleme olanağı bulamadıklarından bu işbirliğine gitmişlerdir. Genç Türk dönemi boyunca da İttihat ve Terakki, kendi siyasal programlarını benimsemeleri ve içtenlikle uygulamaları için bu grup üzerinde özellikle durmuşlardır. Böylece sivil bürokrasi Genç Türk döneminde tamamen siyaset sahnesinin dışında kalmamış, hatta bir ölçüde siyasal hayata aktif olarak katılmıştır. Siyasal hayata katılan söz konusu bürokratların Batıdan aktarılan lâik siyasal normları benimsemiş oldukları da söylenebilir. Birinci Dünya Savaşından sonra Genç Türk hükümetleri düştüğü zaman İtilâfçı hükümetlerin ilk yaptıkları işlerden biri Genç Türk hükümetlerine yakınlığı olduğunu düşündükleri sivil bürokratları görevden uzaklaştırmak olmuştur(Heper,1974:85).

1908’deki başarılı hükümet darbesinden sonra, ittihatçılar, iki alternatiften birini seçmek zorundaydılar: Ya eski kurumları ve iktidar kaynaklarını ortadan kaldırıp yenilerini kuracaklar, ya da var olan kurumları devam ettirip, onları kendi hareketleri yararına kullanmanın yollarını arayacaklardı. Birinciyi gerçekleştirmeye istekli olmadıklarından, doğal olarak ikincisine döndüler. İttihatçılar, ideolojiden çok, eyleme önem veren (pragmatik) kişilerdi. Yaptıkları devrimi, devletin gücüne karşı değil, devlet gücüyle gerçekleştirmişlerdi. Zaman zaman tutarsız görünen siyasal davranışlarında, onları güden uyanık bir deneyselcilik (ampirizm) olmuştur. Bu yüzdendir ki, önceleri, var olan toplumsal düzeni desteklemişler ısrarla, devleti kurtarmayı amaçladıklarını ileri sürmüşlerdir. Bürokrasinin ve öbür konularda onlara karşı olan bütün güçlerin, İttihatçıları gizliden gizliye desteklemelerinin nedeni de budur. 1914’te siyasal dizginler, tam anlamıyla ittihatçıların elindeydi (Ahmad,2004:199).

Osmanlı İmparatorluğu’nda yenileşme hareketi esas itibariyle küçük bir aydınlar zümresinde tutunmuştur. Halk yığınlarına inememiş bunun için de kültürel reformlardan öteye geçememiştir. 1908 hareketinden hemen sonra İttihat ve Terakki’nin amacı Batı örneğine uygun parlamenter bir demokrasi rejimi kurmaktı. Aşağı yukarı 1910 yılına kadar Osmanlı Meclisi’nin oldukça hür çalıştığı söylenebilir. Bu şartlar içinde çalışmaya devam etmediyse bu, azınlıkların milli bağımsızlık emelleriyle İttihat ve Terakki’nin milli siyasetini bağdaştırmanın imkânsızlığındandır. Bundan başka Jön Türklerin tasarladığı liberal, çok partili siyasi rejim Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı ilkel, iş bölümü ilerlememiş toplumsal yapısı üzerinde zaten kurulamazdı. Bununla beraber, İttihat ve Terakki’de 1913’ten sonra görülen yenileşme fikir ve teşebbüsleri yeni bir siyasetin temellerini attı. Cumhuriyet devrinde bu siyaset bir hayli değişikliğe uğrayarak yeniden ele alındığı halde Jön Türklerin bir öncü hizmetinin bir sözü edilmedi. Jön Türklerin yaptıkları reformlar küçük olmakla beraber yeni bir yolun açılmasına yaramıştı. Jön Türkler hareketi gelecekteki Türkiye Cumhuriyeti önderleri için mükemmel bir denemeydi; bu hareket hem bir siyasal okul vazifesini gördü, hem de yeni fikir ve meselelerin denektaşına vurulduğu alan oldu. Gariptir ki Jön Türkler, en büyük başarısızlığa uğradıkları alanda en büyük hizmeti gördüler: Hürriyet mücadelesinde onların çok partili, liberal demokrasi anlayışı daha sonraki kuşaklara da geçti. İttihat ve Terakki’nin iktidara geçişinin ilk altı ayında bu sahada kendini gösteren hürriyet, halkın hafızasına yerleşti, daha sonraki hürriyet ve demokrasi mücadelelerinin ilham kaynağı oldu(Karpat.1996:48).

Osmanlı bürokrasisi modernleşme çabaları ile birlikte ülke yönetiminde etkin olmaya başlamış, Batılı eğitim almaları, batıyı iyi bilmeleri padişah karşısında bürokratların etkinliğini artırmıştır.