• Sonuç bulunamadı

2.2. Cumhuriyet Döneminde Bürokrasi

2.2.2. Demokrat Parti Döneminde Türk Kamu Bürokrasinin Gelişimi

eşraftan kişileri parti örgütüne sistemli bir şekilde dahil etmiş ve partinin merkez idari birimlerinde bulunan kilit pozisyonları bürokrasi ve askeri kanattan gelen üyelerin hakimiyeti altına girmiştir. Taşradaki parti yerel teşkilatı ise, kırsal eşrafa mensup ailelerden gelen üyeler tarafından ele geçirilmiştir. Dolayısıyla partinin sosyal tabanının genişletilmesi açısından pek fazla çaba gösterilmemiştir. CHP’nin taban olarak eşraf ve memura dayanan tarihsel bir çizgi izlemesi parti ile kitleler arasında yakın ilişkinin kurulmasını önlemiştir. Partinin elit örgüt yapısı içinde, siyasi hareketliliği ve değişimini sağlayabilmek çok zor olmuştur. Yeni isimlerin ve tanınmamış kişilerin parti kademelerinde yükselebilme şansları son sınırlı olmuştur. Kısaca parti bir komite partisi niteliğinde kalmıştır(Bektaş,1993:25).

Atatürk sonrası Türkiye’nin demokratik gelişiminde belki en önemli tek olgu, 1950 Mayısında muhalefetin iktidara karşı ezici bir zaferiyle sonuçlanan gerçekten serbest ve dürüst bir seçimin yapılmasıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, çoğu kez kendisine meydan okuyacak her hangi bir muhalefet partisi olmaksızın, hemen hemen kesintisiz yirmi yedi yıllık idaresinden sonra, bu partinin bir hükümeti, kendi yenilgi ve düşmesiyle sonuçlanan serbest ve sakin bir seçimi yönetti.. ülkenin ve bölgenin tarihinde daha önce bir örneği bulunmayan bu önemli olay, Kemalist rejimin yapıcı çalışmasına ve onun sayesinde Türk halkının siyasal olgunlaşmasına, dikkate değer bir kanıt teşkil eder. Bir anlamda, Halk Partisinin seçim yenilgisi, onun

en büyük başarısı Partinin kendisinin içinden fışkırdığı önceki devrimini tamamlayan ikinci bir devrim idi(Kıratlı, 1991:302).

1950 seçim kampanyasına, kurumsal olarak yansız olması gereken, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de katılmıştır. İnönü’ye göre Anayasa, Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı açısından gereken açıklığa sahip değil. Nitekim ilerdeki seçimlerde de aynı savı Celal Bayar ileri sürerek DP lehine kampanyaya katılmıştır(Çavdar, 1999:418).

Türkiye’de 1946 yılında çok partili yaşama geçilmesinden sonra, meclis çoğunluğu, 1950 seçimlerinde DP’nin eline geçti. İttihat ve Terakki Sekreterliği kariyerinden gelen Celal Bayar, 22 Mayıs 1950 günü yapılan meclis oturumunda, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı seçildi. 6 Haziran 1950 günü, DP ilk icraatı, 15 general, 150 albayı emekliye sevketmek oldu. Ordu içindeki İnönü yanlısı subaylar böylece tavsiye edildiler. Ancak, daha önce 1947 yılında, ordu içinde kurulan cuntaların bir kısmı DP ile temasa geçecek, hatta bu cuntalardan lideri konumunda bulunan General Fahri Belen, daha sonraki DP hükümetlerinde, Bayındırlık Bakanı olacaktır(Parlar,1997:59).

Roos’lar genel varsayımlarını, demokratik seçimlere ve karşı görüşlü partilere dayalı bir siyasal düzenin bürokratik gücü zayıflatacağı; iktidar değişikliklerinde kırsal bölgeleri temsil eden yeni güçlerin, yönetsel kökenli siyasacılarla öteki kent seçkinlerinin yerini alacakları biçiminde özetlemekte; bu tank olarak da Türkiye’de 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin işbaşına gelişiyle Cumhuriyet Halk Partisi’ni destekleyen bürokrat/asker bileşiminin Türkiye’nin siyasal yapısındaki egemenliklerin sona erişini göstermektedirler (Cem,1976:73).

1950 yılında DP güçlenen Türk burjuvazisinin temsilcisi olarak iktidara gelerek, 1950 yılından sonra siyasal sistemin iki partili yarışmacı bir nitelik kazanması ve iktidar değişikliğinin getirdiği yeni denge içinde bürokrasi, siyasal iktidar içindeki yerini yitirmiş ya da siyasal etkinliği giderek azalmıştır. 1950’den önce siyasi iktidarı tek başına kullanan bürokrasi, giderek siyasal iktidarı yeni gruplara (burjuvazi, toprak sahibi eşraf) paylaşmaya hatta onlara terk etmeye

başlamıştır. Yani bürokrasi güçlenen burjuvazi karşısında otonomisini kaybedip bağımlı hale gelmiş ve dolayısıyla siyasal iktidarın bir aracı durumuna düşmüştür. Yeni siyasal sisteme damgasını vuran siyasi ve ekonomik liberalleşme de, bürokratik yönden; memur sultasının artık sona ermesi, memurları aşırı himaye eden hükümlerin kaldırılması, memurların partizan tutumlarına son verilmesi ve halka saygılı olmalarının sağlanması gibi düşüncelerden hareket etmekteydi. Bunda temel amaç DP’nin bürokrasinin tek parti döneminde oluşan gücünü kırmak istemesidir (Çevikbaş,1990:176).

1950’li yıllar hükümetle devlet memurları arasında sert bir tartışmanın başladığı bir dönem olarak değerlendirilirken “Demokrat partiye karşı hoşnutsuzluk ilk aydınlar arasında belirmiştir. Çoğu Cumhuriyet devrinde yetişmiş olan bu aydınlar, memleket davalarının yeni bir anlayışla ele alınması istemekte, Demokratların pragmatik politikasına tepki göstermektedirler” denilerek bürokrasinin iktidarla anlaşamadığı belirtilmektedir. Öte yandan, “Demokrat Parti’nin tek parti döneminin kalıntısı saydığı memurlara karşı izlediği “sindirme” politikası, yalnızca hasım bir topluluğa gösterilen bir tepki değil, yönetim - siyaset bütünleşmesi yolunda atılan önemli bir adımdır” ifadesi, aynı görüşü destekler bir özellik taşımaktadır. Bu dönemde DP, bürokrasi ile güç yarışı içindedir. Türk tarihinde ilk defa seçimle işbaşına gelmiş bir parti, bürokrasinin egemenliğini sona erdirmek istemektedir. DP gerçekten bürokrasinin egemenliğini sona erdirmek istemektedir. DP gerçekten bürokrasinin otonomisini kırmak için on yıl boyunca sürekli çabalar harcamış, çeşitli tedbirler alınmıştır(Aykaç,1997:169).

Siyasi sistemde, iktidarın değişmesi ve bu iktidarın geçmiş iktidara göre farklı siyasi- ekonomik programlar uygulaması, şüphesiz bürokrasiye de etkiler. Yeni iktidarın yönetici kadrosu ve programı ile bürokratların değer yargıları, siyaset ve yönetim anlayışları arasında bir benzerlik yoksa, ayrıca siyasi liderler, kendi rollerini genişletmek istiyorlarsa, bürokrasinin gücü kırılmaya çalışılır. Siyasi iktidarın politika anlayışının değişmesi ile birlikte, bürokratların yeni politik şartlara uyumu ve kendilerini buna göre değiştirmeleri bürokrasinin muhafazakar yapısı itibari ile kolay olmayabilir. DP döneminde böyle bir durum söz konusu olmuştur. Tek-Parti

döneminden gelme bürokrasinin yönetim, siyaset ve sonuçta kamu yararı anlayışı ile DP iktidarının bu konudaki anlayışı çok farklı idi. Bu da ister istemez iki kurum arasında çatışmaya yol açmıştır. DP iktidara gelmesi ile, bürokrasinin tek-parti dönemine göre etkinliğinde hızlı bir azalma olmuştur. Bu durum tek parti döneminden gelen bürokrasi için kabul edilemez bir gelişme idi. Çok partili hayata geçiş ile birlikte bürokrasi, birçok engelle de karşılaşmaya başlamıştır. Bunun temel nedeni ise, Osmanlıdan bu yana, ilk defa geleneksel yönetici grupların dışında bir grubun siyasal hayatta sivrilmeleri, hatta siyasal iktidarı ele geçirmeleridir. DP dönemine kadar bürokrasi siyasi iktidarla hep birlikte ve işbirliği içinde olmuştur (Göküş,2003:42).

Demokrat Partinin ortaya çıkması ile, halktan kopuk, adeta ondan tecrit edilmiş bir ortamda yaşayan seçkinler, artık halkın ayağına gitmeye başlamışlardır. Demokrat Parti, iktisadi ve siyasi görüşler bakımından CHP’den farklı şeyleri getirmekten daha çok, halktan gelen bir kuvvet yaratarak, hükümeti ve idareyi denetim altına almayı vaadederek iktidara gelmiştir. 1950’den sonraki dönem bürokrasi – millet ilişkilerinde ağırlığın halka kaydığı bir dönem sürecidir. Bu dönemde bürokratın yerini yeni oluşan taşra politikacısı almıştır. Memuru sağlanan imkanlar artık politikacının tekelindedir. Tahsisler partilere ve eşrafa yapılacaktır. Bürokrasi milleti bir baskı ve aşağılama noktasına getirilmiştir(Özer, 1999:2).

Akademik özgürlüklerin kısıtlanmasına ve istenmeyen bürokratların işten uzaklaştırılabilmesine olanak sağlayan düzenlemeler yapıldı. Ancak bürokrasinin değişen ve kendini buna göre değiştirmesi pek kolay olmadı. Çünkü bürokrasinin, siyaset, yönetim ve dolayısıyla kamu yararı felsefesi ile DP’nin kamu yararı görüşü arasında büyük farklılık vardı. Önceki konumunu terk etmek istemeyen bürokrasi ile, onu kendi siyaset anlayışına yaklaştırmak isteyen siyasi iktidar arasında bir mücadele yaşandı. DP, yerel çıkarlara ve taleplere daha duyarlı davranmaya çalıştı; buna karşılık bürokratik elitin görüşlerine fazla önem vermedi. Bürokrasi, siyasal iktidarın piyasa ekonomisine dayalı politikalarına ve Atatürk devrimleri konusundaki esnek tutumuna karşı tepki gösterdi. DP’nin önceki iktidardan en önemli farkı, yönetim

anlayışı ile ekonomi ve kültür politikaları alanında kendini gösteriyordu (Eryılmaz,2002:145).

1950-60 yıllarında, bürokrasi otonomisini büyük ölçüde kaybetmiştir. Ancak bu dönemde birincil sorun, bürokrasinin siyasal etkinliğini kırma çabaları olmuş, bu konu, bürokrasiyi etkin ve verimli gayretlerini ikinci planda bırakmıştır (Heper,1977:100). Bu yıllar arası, kamu bürokrasisinin yıldızının giderek sönükleştiği bir dönem. Bu durumu bir bakıma yadırgamamak lazım. Çünkü ekonomik temellere oturtulmamış biçimsel demokrasinin seçim süreci, bir yönüyle bürokrasiye yüklenme ilkesine göre işlemeye başlamıştır. Bu o kadar etkin bir unsur olmuştur ki, halk nazarında bürokrasi ile tutulan siyasi parti, 1950, hatta 1946’dan itibaren kronik olarak seçim kaybetme dönemine girmektedir. Bürokrasiye vurarak, siyasi başarı elde etme dönemini, bürokrasi derin bir hayretle, biraz da tepkiyle karşılamaktadır. Tepkinin ilk andaki sonucu bürokrat-politikacı çatışmasıdır. Bu çatışmada hemen daima yenik düşen bürokrat olmuştur. Bir yandan yetkileri ve gücü azalırken, öte yandan bürokrasi, tarihte eşi görülmemiş bir itibarsızlık ve mali müzayaka düzeni içine girmiş bulunmaktadır(Yalçındağ,1970:56).

2.2.2.1. Bürokratların Sosyal Statüsü

1950 yılından itibaren bürokrasinin yıldızının sönmeye başladığını bir dönemdi. Gerçekten devletçilik denemeleri sırasında siyasal elitle bütünleşmiş bir bürokratik elit, ülkenin ekonomik yapısını belirtirken, artık ekonomik değişim bürokratik elitin yapısını belirleyen etken durumuna geçmiştir. 1950 yılından sonra topluma yön verme fonksiyonunu ve maddi tatmin olanaklarını kaybeden bürokrasi siyasi iktidarı elinde tutan yeni güçlere bağımlı hale gelmiştir(Us,1973:60).

Siyasal sistemin çok partiye dönüşümü bürokrasi-siyasal iktidar ilişkilerinde değişmeye yol açmış; tek parti döneminde iktidarla bütünleşen ve iktidarı doğrudan kullanıyormuş gibi görünüm alan bürokrasi yerine iktidara bağımlı, muhalefetle ilişkileri kesmiş bir bürokrasi talebi ön plana çıkmıştır. DP iktidarı tarafından alınan, “bakanlık emrine alma”, “re’sen emekliye sevketme”, “hükümet işlemlerine karşı Danıştay yolunu kapama” gibi yasal önlemler, bürokrasinin otonomisi kırılıp,

bağımlı hale getirilmesi sağlanırken egemenliğin tek sahibi TBMM’de bürokrat kökenlilerin sayısı büyük düşüş göstermiştir(Şaylan,1984:305).

Bu dönemde bürokrasinin karşılaştığı daha önemli sorun, topluma sahip ve hakim olma mevkiinden, klasik kapitalist düzende olduğu gibi, bir araç durumuna düşürülmek ve yeni oluşan güçlere bağımlı hale getirilmek istenmiştir. Bir yandan yetkileri ve gücü azaltılırken, öte yandan bürokrasi, tarihte eşi görülmemiş bir itibarsızlık ve mali müzayaka düzeni içine girmiş bulunmaktadır(Us,1973:54).

Demokrat Parti döneminde, devletin ekonomik fonksiyonlarının ağırlık kazanması sonucu, teknik bilgi ve ustalıklara sahip bürokrat tipi geleneksel bürokrat tipi ile yer değiştirmeye başlamakta; ayrıca bir toplumsal çıkar grubu olarak bürokratlar ayrıcalıklarının bir kısmını kaybetmektedir. Bu ayrıcalık kaybı üç boyut üzerinde cereyan etmektedir. Birinci boyut siyasal nitelikli olup bürokrasinin siyasi iktidar monopolünü kaybetmesidir. İkinci boyut statüsel olup, bürokrasinin yeni sosyal bir güce bağımlı hale gelip otonomisini kaybetmesi şeklinde ifade edilebilir. Üçüncü boyut ise tabakasal olup, bürokratik grubun göreli gelir grubu olarak, toplumsal hiyerarşideki yerinde düşme olmasıdır(Şaylan,1986:90).

Demokrat Parti’nin iktidarı zamanında bürokrasi açısından önemli bir gelişme; geleneksel bürokrasi ile teknik ve ekonomik hizmetleri yerine getiren bürokrasi arasında farklılaşmanın meydana gelmesidir. Devletin alt yapı yatırımları ve KİT’lerdeki artış sonucu, çok sayıda mühendis, tekniker, iktisatçı istihdam edilmeye başlanılmıştır. Bu tip bürokratlar sahip oldukları uzmanlıkları nedeniyle hükümet politikaları üzerinde etkilerini artırırken, geleneksel bürokrasiye göre daha ayrıcalıklı konuma gelmişlerdir. Sonuçta bu tip bürokratlara ücret ve statü olarak ayrıcalıklar tanınmaya başlanılmıştır(Göküş,2003:43).

Bürokrasinin, Demokrat Parti döneminde sosyal statülerindeki zayıflamayı göstermek amacıyla, Frey’in 1959 yılında liseli öğrenciler üzerine yaptığı araştırmada da bu prestij kaybını görmek mümkündür. Araştırmaya katılan liseli öğrencilere şu iki soru sorulmuştur:

2) Okulu bitirince hangi mesleği seçmeyi düşünüyorsunuz? (Us,1973:57).

Tablo 2.3. Liseli Öğrencilerin Çeşitli Meslekleri Değerlendirilmeleri

Meslekler En Çok İtibarlı

Meslekler % Seçmeyi Düşündükleri Meslekler (%) Devlet Memurluğu ve Politika 12 7 Askerlik 10 7 Serbest Meslekler (Doktorluk, Avukatlık, Mimarlık v.b.) 49 53 Öğretim ve Eğitim 13 7 İş ve Ticaret Hayatı 2 3 Ev Kadınlığı 12 22

Kaynak: Öznur Us, “Memurluk Prestiji”, Amme idaresi Dergisi, Cilt 6., Sayı:3 TODAİE, 1973, s.57.

Tablodan da görüldüğü üzere, liseli öğrenciler farklı meslek grupları içerisinden en çok tercih ettikleri meslek grubu, serbest meslekler (Doktorluk, Avukatlık) olup, devlet memurluğuna çok fazla ilgi göstermemektedirler.

Bir başka araştırmada ise öğrencilere 11 meslek ismi verilerek en prestijli olandan en az prestijli olanlara doğru sıralamaları istenmiştir. Bu sıralamada ortaya çıkan sonuç liseli öğrencilerin serbest mesleği en itibarlı meslek olarak kabul etmişler, devlet memurluğuna ise ancak yedinci sırada yer vermişlerdir.

Tablo 2.4. Liseli Öğrencilerin Meslek Tercihleri

Meslek Kategorisi Prestij Derecesi

Serbest Meslek 43 Hariciyeci 27 Öğretmen 6,6 Büyük İş Adamları 6 Subay 5 Din Adamı 2 Devlet Memuru 2 Çiftlik Sahibi 1

Özel Kesimdeki Yönetici ve Memur 1

Kaynak: Öznur Us, “Memurluk Prestiji”, Amme idaresi Dergisi, Cilt 6., Sayı:3 TODAİE, 1973, s.58

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere araştırmaya katılan liseli öğrenciler Serbest Meslek grubunu diğer meslek gruplarına göre daha prestijli görmüştür. Demokrat Parti döneminde; prestijini, gelirini ve güvencisini kaybeden devlet memurluğu; liseli öğrencilerin tercihlerinde son sıralarda bulunmaktadır.

1954 yılında SBF ve Hukuk Fakültelerinde devlet hizmetinde çalışmaya hazırlanan bir grup “yetişen idareci” ile TODAİE’ye devam eden bir grup memur arasında sosyolog A.J.T. MATHEWS tarafından geniş bir anket yapılmıştır. Ankette “Aşağıda belirtilen meslek çeşitlerinden beşini halk nazarında sahip oldukları itibar derecesine göre sıralayınız” sorusuna şu cevaplar verilmiştir(Abadan,1959:152).

Tablo 2.5. Yetiştirilen İdarecilerin Gözünde Mesleklerin Prestiji

Derece Sırası Meslek Grupları

1 Vali 2 Milletvekili 3 Mühendis 4 General 5 Doktor 6 Hakim 7 Diplomat 8 Profesör 9 Büyük İş Adamı 10 Umum Müdür 11 Hukukçu

Kaynak: Nermin Abadan, Bürokrasi, Ajans Türk Matbaası, Ankara-1959,s.152 Tablodan da görüldüğü üzere Demokrat Partinin iktidarda olduğu bu dönemde; Devlet memurları Demokrat Parti dönemindeki statü kaybını kabul etmemekle birlikte, devlet memurları hala bürokrasiyi, Türk toplumunda statüsü yüksek olan bir meslek olarak değerlendirmektedirler.

1950’den beri Türk ekonomisinin oldukça süratle gelişmesi ve özel kesimde büyük işletmelerin kurulmaya başlamasıyla serbest mesleklerin prestiji geleneksel iş alanlarına(devlet memurluğu) oranla oldukça artmıştır. Özel işletmelerin çalıştırdığı kimselere kamu bürokrasisine oranla daha yüksek ücretler verilmesi yetenekli bürokratların özel kesiminde iş olanakları arama eğilimini artırmıştır. Bu eğilimi artıran yalnız yüksek ücretler değil bürokratlar üzerindeki siyasal müdahale ve bakılardır. Yetenekli bürokratlarn Özel sektöre geçmeye başlamasıyla, Türk kamu bürokrasisi bir taraftan yetenekli elemanlarını yitirken öte yandan toplumdaki geleneksel prestijini de yitirmektedir. Her şeye karşın özellikle kırsal alanlarda, bürokrasinin ve dolayısıyla bürokratların toplumsal saygınlığının hala yüksek olduğu rahatlıkla söylenebilir(Ergun ve Polatoğlu:79).

2.2.2.2. Bürokratların Hukuki Durumu

Demokrat Parti programında belirttiği ve tabanından gelen çevrenin isteklerinin bir sonucu olarak, bürokratların hukuki statülerinde bir takım değişikliklere gitmiştir.

DP’lilere göre bu uygulamanın nedeni ise memur sultasını kaldırmak ve memurların partizan tutumlarını önlemektir. DP’liler muhalefette iken bürokratlarla ilgili sayısız şikayetlerde bulunmuşlardır. Bu şikayetler daha çok, memurların yetkilerinin sınırlandırılması, keyfi hareketlerine engel olunması ve partizanca davranmalarının önüne geçilmesi yönünde olmuştur. Fakat bu dönemde memurluk rejimi ile ilgili tutarlı ve sistemli bir görüş ileri sürmemişlerdir. (Göküş,2003:55). Yeni elitin siyasal yaklaşımı, bürokratik yönetim geleneğinin tamamen karşısında ve bürokratik yönetim geleneğinin mantığına aykırı idi (Heper,1974:128).

Demokrat Parti, memur haklarını kısıtlama yolunda çaba sarf etmiştir. Gerçektende 1950’den önce, memurlar, otuz hizmet yılını doldurduktan sonra emekliye sevk edilebiliyor ve emeklilik işlemine itiraz etme hakkına sahip bulunuyorlardı. D.P. çoğunluğunun desteğiyle meclisten çıkan bir yorum, ilkin bu itiraz hakkını ortadan kaldırdı. Daha sonra Demokratlar, hem emeklilik için gerekli hizmet süresini yirmi beş yıla indirdiler, hem de itiraz yolunu kapalı tutmakla ısrar ettiler. Ancak 1954’e kadar Yargıtay, Danıştay, Sayıştay üyeleri ile profesörler bu hükmün dışındaydılar. Görevleri icabıyla daha teminatlı olmaları gerekirken bu kişiler, altmış beş yaşından önce emekliye sevk edilemiyorlardı. 1954 seçimlerinden sonra, Demokratlar, bu ayrıcalığı kaldırmakla başladılar. 21 Haziran’da kabul edilen bir kanunla(Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesi) yirmi beş yıl hizmet hizmetten sonra emekliye sevk edilebilme kuralı istisnasız bütün memurlara teşmil edildi ve böylece önemli teminat kurumlarının üyeleri de bu hükme tabi tutuldular(Eroğul,1970:116).

Siyasi etkinliğini yitiren bürokrasi özellikle 1950-1960 döneminde siyasi iktidarı elinde tutan, politik güçlerin basit bir gereci durumuna düşmüş ve bürokratların halk üzerindeki geleneksel otoritesi yıkılmıştır. Bu dönemde bürokrasi içindeki atamalar, yer değiştirmeler, işten el çektirmeler ussal nedenlerle değil siyasi nedenlere dayandırılmıştır. Bürokrasiye siyasetin karışması, Demokrat Parti yönetiminde memurları keyfi olarak “görülen lüzum üzerine” işten almak ve emekliye sevk etmek yetkisini veren bir yasanın çıkarılmasıyla daha somut bir biçime bürünmüştür. 1954 yılında çıkarılan 6435 sayılı “Bağlı Bulundukları Teşkilat

Emrine Alınmak Suretiyle Vazifeden Uzaklaştırılacaktır Hakkında Kanun” a dayanılarak askerler ve yargıçlar dışında bütün devlet memurları gerekli görülen anda bakanlık emrine alınabiliyor ve 6 ay içinde yeni bir göreve atama yapılmazsa hizmet süreleri ne olursa olsun emekliye sevk edilebiliyorlardı (Ergun ve Polatoğlu,1984:78).

6435 sayılı kanunla memur teminatını kökünden yok ettiler. Gerçekten de bu yeni kanuna göre emekliye sevk için, belli bir müddet hizmet görmüş olmak şartı bütünüyle kaldırılıyordu. Bundan böyle, herhangi bir resmi teşkilatta görevli olan memur, çalışma süresine bakılmaksızın işten atılabilecekti. Tek hafifletici husus, altı ay, maaşının bir kısmının kendisine ödenmesiydi. Eğer bu süre içinde, bağlı olduğu kurum kendisini yeni bir göreve tayin etmezse, bu memur hakkında emeklilik işlemi uygulanacaktı. (Eroğul,1970:116). 6422 ve 6435 sayılı kanunlarla, memurların dolaylı da olsa, belli bir siyasal partiye hizmet etmeleri ve bu partiye bağlı davranmaları istenmiştir. Danıştay’ın memur hukukuna ilişkin yargısal yetkilerinin kısıtlanması yoluna gidilmiştir(Akgüner,2001:15).

1950’li yıllarda personel sistemi sorunlarına çözümler getirebilmek amacıyla çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalardan bazıları ve çözüm önerileri şu şekildedir;

Barker Raporu, Hükümetle Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasının birlikte finanse ettiği onüç kişilik bir kurulca hazırlanarak 19.5.1951 tarihinde Hükümete sunularak yayınlanmıştır. Raporun, temel konusu Türk ekonomisi olmakla birlikte kamu yönetimi ve personel sistemi üzerinde de durulmuş ve bu konularda çeşitli öneriler getirilmiştir. Barker Raporuna göre, personel ve barem kanunlarının getirdiği düzenlemeler yetersizdir. Hizmete alma çoğu kez ihtiyaçla ilgilendirilmediğinden Devlet dairelerinde gereğinden fazla memur bulunmaktadır. Hizmetler sınıflandırılmamıştır ve yükselmeler yeterlilikten çok kıdeme dayandırılmaktadır. Verimsiz memurlar katı memurin mevzuatından himaye görmektedirler. Personel sistemimizde yaşanan sorunların çözümü amacıyla; sınıflandırma, maaş, emeklilik ve malullük sigortası, işe alma ve yükselme usulleri, fazla olan personelin hizmetten uzaklaştırılması gibi konular üzerinde durulmuş, bu amaçla merkezi bir personel

örgütünün kurulması önerilmiştir. Barker Raporu, Devlet Personel Dairesinin kurulmasına vesile olacak ilk yazılı kaynak olması bakımından önem taşımaktadır(www.basbakanlik-dpb.gov.tr,2008).

Yine aynı yılda (1951) J. W. Martin-F. C. E. Cush Raporu yerel uzmanların da katılımıyla “Maliye Bakanlığı Kurtuluş ve Çalışmaları” konusunda hazırlanmış ve hükümete sunulmuştur. Verimli çalışma için yetenekli memur sağlanması, memur niteliğinin yükseltilmesi, personel dairesi kurulması, kamu yararı gözetilerek memurları hoşnut kılacak önlemlerin alınması, kamu hizmetlerini sınıflandıran yasa çıkarılması, her görevin yetki ve sorumluluklarının nesnel olarak incelenmesi ve değerlendirilmesi, sınıflandırma planının esnek olması, bir örnekliği sağlayacak adil bir maaş sistemi kurulması, barem rejiminin değiştirilmesi, maaşlarda tazminat usulüne başvurulması, yeterlik sisteminin uygulanmasının sağlanması, personel moral (gönülgücü) durumunun ihmal edilmemesi, kuruluşlardaki personel dairelerinin yeniden düzenlenmesi önerilmektedir(Öktem,1992:88).

1952 yılında Prof. Leimgruber tarafından hazırlanan bir diğer raporda “zat işleri”nin yerine geçecek bir örgütün kurulabileceğine yer verildiği; 1959 yılında ise