• Sonuç bulunamadı

İSTENMEYEN MİSAFİR

Hafifçe çiseleyen yağmura aldırmadan, başı önde, ağır adımlarla deniz kenarına doğru yürüdü. Yan yana dizilmiş banklardan birisine usulca oturdu. Deniz hırçın ve dalgalıydı. Aralıklarla sahili döven dalgalar, yağmur damlalarına karışıp, beyaz köpükleriyle sahil yolunun taş döşemeli yolunu örtüyordu. Yağmurluğunun yakasını iyice kaldırdı.

Ellerini cebine koydu ve öylece çaresiz ve boş gözlerle denizi seyretmeye başladı.

Kapı açıldı. Kendisini bekleyen eşinin suratı oldukça asık ve ağlamaklıydı. Yalçın şaşkınlıkla eşine baktı ve ayakkabılarını çıkartıp içeri girerken, eşi çoktan arkasını dönmüş ve oturma odasına dalmıştı.

Adam kapıyı örttü, paltosunu ve ceketini astıktan sonra eşinin peşi sıra içeri girdi. Ne olduğunu anlamaya çalışan bir halde, bahçeye bakan pencerenin yanındaki çekyata, eşine yakın oturdu.

-“Hayırdır, ne oldu? Neyin var?” dedi.

Kadın oldukça sinirli bir vaziyette, “Neden bana söylemedin?”

diyerek karşılık verdi. Yalçın, afallamış durumda, “Neyi söylememişim sana?” diye sorunca karısı, yerinden fırladı ve bağırarak “ Annenin geleceğini be adam, annenin geleceğini...” dedi.

Otobüsün kapısı açılınca yolcular birer ikişer aşağı inmeye başladılar.

Yaşlı kadın da bastonuna yaslanmış olduğu halde kapıda görününce, Yalçın hızla koşarak annesinin ellerine sarıldı. “Hoşgeldin anne, hoşgeldin” derken yavaşça annesinin aşağı inmesine yardım etti.

Saygıyla ellerinden öptü. Hasretle birbirlerine sarıldılar. Kilolu bedenine giydiği çiçekli mavi elbisesini düzelten anne, baş örtüsüne de şekil verdikten sonra, oğlunun yüzünü, pamuk gibi ellerinin arasına alıp, şöyle bir baktıktan sonra “Hoşbulduk oğlum” derken yanaklarından doyasıya öpmeye başladı. İkisi de hüzün ve sevinç ile karışık, gözyaşlarını tutamadılar.

Eve geldiklerinde karısı onları, hoşgeldin bile demeden, bir karış suratla karşıladı. Yalçın ise annesinin etrafında pervane olurken, bir yandan da eşinin davranışlarına sabretmeye çalışıyordu. Birlikte bir şeyler atıştırdılar ve sonra annesinin odasını hazırladı. Yaşlı kadın yol yorgunu olduğundan dinlenmek için odasına çekildi. İçerden gelen oğluyla, gelininin kavga seslerini duymamaya çalışarak uykuya daldı.

Emine Hanım, sabah namazını kıldıktan sonra kahvaltı sofrasını hazırlamaya başladı. O sırada oğlu da geldi. İşe gitmek üzere

giyiniyordu. Kahvaltı sofrasını görünce sevinçle annesini öptü ve az sonra birlikte kahvaltı etmeye başladılar. Emine hanım, oğlunu işe gönderdikten sonra odasına çekilip, Kur’an okumaya başladı.

Birden kapı açıldı ve gelini hışımla içeri girdi. Elleri belinde gözleri iri iri açılmış halde “Bu ne şimdi? Daha gelir gelmez evimde hanımlığa mı soyundun? Emine hanım, Emine hanım, burası benim evim, senin değil. Haddini bilesin. Mutfağa girip kahvaltı hazılamak da nedir? Beni oğlunun gözünden düşürmeye mi çalışıyorsun?” diye bağırmaya

başladı.

Yaşlı kadın, okuma gözlüklerini çıkardı ve Kuran’ı üç kere öperek yandaki dolabın üzerine koydu. “Bak kızım” dedi. “ Ben buraya evinin hanımı olmaya gelmedim. Sadece oğlumu görmeye ve eğer değişmişsen seninle de barış yapmaya geldim.”

“Barış ha!? Ne kadar da komik ama ben bir türlü o günleri unutamıyorum. Fakat artık bunları hatırlamak da istemiyorum.”

“Kızım hepimizin hataları oldu ama bunların gerçekten zamanı değil.

Şimdi kocanın mutluluğu için el ele verme zamanı. Ben senin

yaptıklarını unutmaya hazırım. Gel barışalım ve sarılıp kucaklaşalım.”

“Yaa, demek Emine Hanımefendinin beni affetmesi lütfuna

eriyorum. Ya hu, sen değil miydin beni istemeyen, oğlunla evlenmeme engel olmak isteyen? Sen ne dersen de ama ben seni affetmiyorum.”

“Kızım böyle deme! Seni neden istemediğimi sen de çok iyi

biliyorsun. Fakat bunların üzerinden çok sular aktı. İyi kötü hepimiz bir aile olduk. Kinlerimizi bir yana bırakıp, birlikte yaşayamaz mıyız?”

“Asla, asla bu olmayacak ve sen derhal eşyalarını toplayıp evimden defolup gideceksin. Anladın mı beni?”

“Anladım kızım anladım. İşte tam da bu nedenle, inatçı, nankör ve menfaatçi olmandan dolayı seni istememiştim. Sen de bunu anladın değil mi?”

“Hala konuşuyorsun ya hu, defol dedim sana defoool!”

Emine Hanım daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Bir yandan ağlarken bir yandan da eşyalarını toplamaya başladı. Valizini hazırladı. Taksi çağırdı. Şöför valizleri bagaja yerleştirirken, Emine Hanım da gelinin,

perde kenarından onu izleyen gizli bakışları altında, taksinin arka koltuğuna oturdu. Ne umutlarla gelmişti. Belki demişti belki bir şeyler düzelir ama olmadı ve düzelecek gibi de görünmüyordu. Son barış çırpınışları da sessizce yok olup gitmişti.

Yalçın annesini merak ediyordu. Kendisini işe veremiyor, içi içini kemiriyordu. Acaba evde işler nasıldı? Daha fazla dayanamadı telefonu aldı ve annesini aradı.

-“Anne!? Nasılsın? Seni merak ettim. İyisin değil mi?”

-“İyiyim yavrum, iyiyim. Merak etme!” derken Yalçın, arka fondan terminal anons seslerini, otobüs kornalarını duydu.

-“O sesler de nedir anne? Sen neredesin?”

Bir an duraklayan Emine Hanım, “Terminaldeyim yavrum” diye fısıldadı.

-“Ne? Ne işin var terminalde?”

-“Yok bir şey oğlum. Baban biraz rahatsızdı biliyorsun hemen dönmem gerekti. Memlekete dönüyorum.”

-“Olur mu öyle şey anne? Daha yeni gelmiştin. Dur orada, ben hemen geliyorum.”

Yalçın aceleyle iş yerinden fırladı. Arabasına atladığı gibi bir solukta terminale ulaştı. Üzüntüyle annesinin beklediği yere koştu. Bir kenarda oturan annesini görünce neredeyse delirecekti. Yanına gelince sarıldı ve doyasıya öptü.

-“Anne, anne! Bu nasıl iştir? Aysel’le kavga ettiniz değil mi? Bak sakın alttan alma, doğruyu söyle bana!”

Emine hanım sustu. Sustu. Cevap vermedi. Yalçın hemen eşini telefonla aradı. “Aysel, tebrik ederim, yine başardın değil mi? Söyle çabuk! Ne yaptın anneme?”

-“Ben ne yapacağım be! Sana demiştim. İstemiyorum onu. Gelirse kovarım diye.”

-“Ne kovdun mu annemi? Aysel, Aysel, Allah seni bildiği gibi yapsın!” der demez eşi telefonu suratına kapatıverdi. Yalçın hırsla annesine döndü.

-“Anne, bu iş buraya kadarmış. Bitti. Bitti artık. Boşayacağım onu.”

-“Sakın ha! Benim için yuvanı yıkma! Bak hakkımı helal etmem sana sonra”

-“Ama anne, yetmedi mi artık, ne olacak bu işin sonu?”

-“Üzülme evladım! Sabırlı olmaya çalış! İnan ki bir gün her şey düzelecek. Rabbimiz sabredenlerle beraberdir.”

-“Gitme annem! Ne olursun, gitme! Bırak ona da haddini bildireyim.

Seni çok seviyorum annem.”

-“Biliyorum yavrum biliyorum. Ben de seni seviyorum ama hayır, hayır böyle bir şey yapmayacaksın. Ben senden razıyım oğlum, inşaallah Allah da senden razı olsun.”

Otobüs muavininin sesi konuşmalarını böldü. “Mersin yolcusu kalmasın! Mersin yolcusu kalmasın!” Otobüs Mersin’e doğru hareket etmeye başlayınca, ikisi de gözyaşlarına hakim olamadılar. Anne ellerini açmış oğluna dua ederken, Yalçın da annesini tekrar görmek istercesine otobüsün ardından koşarak el sallıyordu. Otobüs iyice gözden

kayboluncaya kadar koşan Yalçın, nefes nefese olduğu halde durdu ve artık kendisini taşıyamayan dizleri üzerine yere kapaklandı. Uzaklardan bir yerden onu seyreden ve bu hale dayanamayan Yağmur, derdine ortak olmak istercesine üzerine yağmaya başladı. Bir müddet öylece kalan Yalçın, yavaşça kalktı ve sahile doğru yürümeye başladı.

Hafifçe çiseleyen yağmura aldırmadan, başı önde, ağır adımlarla deniz kenarına doğru yürüdü. Yan yana dizilmiş banklardan birisine usulca oturdu. Deniz hırçın ve dalgalıydı. Aralıklarla sahili döven dalgalar, yağmur damlalarına karışıp, beyaz köpükleriyle sahil yolunun taş döşemeli yolunu örtüyordu. Yağmurluğunun yakasını iyice kaldırdı.

Ellerini cebine koydu ve öylece çaresiz ve boş gözlerle denizi seyretmeye başladı.