Denizlerden bir denize komşu, güzel bir sahil beldesinde, Falan isminde bilge bir kişi yaşarmış. Yaşarmış da yaşadığını bilen bilir, bilmeyen de onsuz yaşarmış. Dünyayı kalbinden çıkarmış olan bu ermiş kişi, bırakırmış Rabbine her işi.
-“Er kişi kırılsa da dişi, pes etmeyen pehlivana benzer. Yüzündeki nur ile ehl-i ranâ’ya benzer.” dermiş. Ermiş diyenlere de güler geçermiş.
Nice talebeler kapısına dayanmış, o da bir bir saymış. Dönmüş demiş ki “Ne kadar da çok talebemiz var. Hepsinin toplamı bir. Sadıklardan biri sormuş:
-“Efendi, nedir bunun hikmeti?” O da cevap vermiş:
-“Öznelerden ben, sayılardan bir, gerisini sil, sadece Birr’i bil.”
Derler ki denizde oltasız balık tutarmış. Bunu anlatan ozan, bilinmez ki söze ne kadar katarmış. Ozan vurdu sazın teline, anlatmaya başladı kızına. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!
Falan Baba, bir gün sahile gelir. Doğruca balıkçıların yanına gider.
Balıkçılar edeple el bağlar, göz süzer. Yanında getirdiği kuru ekmek
parçasını denize atar. Balıkçılar birde ne görsünler? Onlarca balık ekmeğin başına üşüşmüş. Hepsi şaşkın, kabuklarına büzüşmüş. Ekmek bitince balıklara el sallamış, yurtlarına geri yollamış. Dönmüş oradaki balıkçılara ve sormuş:
-“Saatlerce beklediniz. Neden bir kaç balıktan başka tutamadınız?”
-“...”
-“Peki neden attığım ekmeğe koştu, onca balık?”
-“...”
-“Çünkü oltanızın ucunda kötü niyet var. Benim ise ekmeğimin hamurunda iyi niyet var. Kötü niyet başı bozuk nefs demek, iyi niyetse besmele ve emek. Yakaladıklarınız ancak akılsız balıklardır. Bana gelenler ise uyanık ve akl-ı selim olanlardır. Müslümana Müslüman balık gelir, batıla ise ancak, niyeti bozuk alık gelir. Kanma şeytan’ın oltasına, ucunda süslü yem olsa da, koş Mevla’nın yoluna, sonunda kuru bir ekmek olsa da. Artık sen karar ver! Balık mısın, alık mısın? Haydi rast gele!”
Bir gün giderken pazara, bir adam yere düşer kazara. Uzatır elini, kaldırır adamı ayağa, düşmesini de benzetir dayağa. Gözlerine derin derin bakar ve ağzından hikmetler akar.
-“Başa gelen her musibet bir ibrettir. Anlamayanın hakkı da kötektir.
Ey Adem! Vazgeç gittiğin yerden, dön geri! Bunu bir uyarı say, sen gayri! Bir işin başı niyet, ortası hamiyet, sonu samimiyettir. Bunlar eksik ise yaptığın nefsine eziyettir.”
Sonradan anlaşıldı ki adam günaha gidermiş ama ne yazık ki o güzel sözleri dinlememiş. Tabii ki başı derde girmiş ve pişmanmış ama son pişmanlık fayda vermez. Elden ne gelir, herkesin nasibi kaf dağından gelir.
Demişler ki Falan Baba’ya, koca bir şehirde zengin mi zengin, Filan adında bir adam var. Malı mülkü kırıla, eğlencesi harıla. Kaçak işler yapar, kazanırmış bunları, doğru yoldan sapar, ezermiş insanları. Günahı kendine bize ne? Halka eziyeti olmasa.
Falan Baba kapar gözlerini, uçar gider uzaklara. Bir süre sessizce bekler ve sonra açar gözlerini. Sözü edene döner yüzünü ve şöyle der:
-“Bir mektup kâğıdı ve bir de kalem al, gel!”
Adam bir koşu koşar gider. Elinde kağıt, kalem geri döner. “Geldim Baba, emret!” der. Falan Baba bir kenara oturur. Gönlü sıkılır, yüzü somurtur. Eliyle sakalını sıvazlar ve adama “ Yaz!” der. Adam eğilir kağıda, yazmaya hazır, ee Allah her yerde hazır ve nazır.
-“Ey Ademoğlu, Ey Filân! Sen bilmez misin? Malın da mülkün de hakiki sahibi Allah’tır. Ne diye Dünya derdine düşmüşsün de Allah’ın kulu olduğunu unutmuşsun. Sahip olduğunu sandığın ne kadar malın mülkün varsa, bunları sana verenin ve hepsinin gerçek sahibinin Allah olduğunu nasıl unutursun? Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin mülkü Allah'ındır. Ecelin gelip, hayatın sona erdiğinde, tek varis yine O'dur. Herşeyin gerçek sahibi Allah'tır. Seni Allah rızası için uyarıyorum. Gittiğin bu yol yanlıştır. Vazgeç, geri dön!
De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın, hayır senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Ali İmran Suresi, 26)
Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 120) Ey Filân! Duydum ki halka da eziyet edermişsin. Tez bunu durdur!
Halkın sahibi bile onlara rahmet ederken, sen kim oluyorsun da sahipliğe soyunursun. Böyle devam edersen zalimlerden olursun ve Allah’ın gazabına müstehak olursun. Eğer nasihate kulak verir, halini düzeltirsen, elbette sen de Allah’ın rahmetine muhatap olursun.
Ey Filân! Şimdi hemen tövbe et! Ardından hayırlı işler yap!
Namazını kıl ve Hakkı, Hakka teslim et! Halka eziyeti bırak ve alan değil veren el ol! Zekatını da usulünce ver! Yoksa sonradan pişman olursun da sana bir yardımcı da bulunmaz.
Ben seni uyardım. Emr-i maruf, nehy-i anil münker vazifemi yerine getirdim. Halini Allah’a havale ettim. Artık iyice düşünüp de ibret alanlardan olmayacak mısın?”
Mektup gitti. Günler, aylar bir bir geçti. Filân ne tövbe etti, ne de halini düzeltti. Mektubu okudu. Güldü ve buruşturup çöpe attı.
Neredeyse unutulmuşken bu mektup olayı, bir haber geldi Filân’ın diyarından. Hak tanır bir vali beldeye tayin olur. Filân’ı çalar, çırparken bulur. Vali, en ağır şekilde cezalandırır Filân’ı. Ne olduğunu bile
anlamadan mahkum olur. Malı mülkü de uçar, gider. Bakalım Falan Baba bu duruma ne der:
“-Mal hamalı olma! Kalbin kambur olur. Mülk toplayıcısı olma!
Geceler tambur olur. Haline bir bak! Fırlatılmış sudan yaratıldın.
Sonunda ölüm, eleyen kalbur olur.”