• Sonuç bulunamadı

3. OSMANLI ŞEHİRLERİNİN ÖZELLİKLERİ

3.1 İstanbul’un Özellikleri

doğrultusunda kurulmuş ve sonrasında geliştirilmiş şehirlerdir1 (Aruçi, 2009; wikizeroo, 2018; Aruçi, 2013; wikizeroo, 2018; Kiel, 2012; David, 1992; Kiel, 2012; wikizeroo, 2018; Kiel, 1996; Moacanin, 1994; Kiel, 2012; Kiel, 2013; wikizeroo, 2018; Kiel, 2011; wikizeroo, 2018; wikizeroo, 2018; wikizeroo, 2018; Kiel, 2008; Kiel, 1993; Kiel, 2016). Bu prensipler sadece yeni kurulan şehirlerde değil, fetih ya da diğer yollarla imparatorluk sınırlarına dahil edilen ve Türk nüfusun iskan edildiği İstanbul gibi diğer yerleşim alanlarında da görülür.

3.1 İstanbul’un Özellikleri

Fethin hemen ertesinde şehir, etkileri bugüne kadar devam eden ve tezin konusunu da oluşturan, on yedinci yüzyıldaki karakteristik özelliklerini kazanmasını sağlayan çeşitli şehircilik ve iskan politikalarına tabi tutulmuştur. Şehrin tamir, imar ve iskan edilme faaliyetlerini yürütülmesi için yapılan ilk atamalarda subaşı (emniyet amiri) ve kadı gibi görevlilerin arasında mimarbaşı da bulunmaktadır (Evliya Çelebi, 17.yy). İlk olarak Ayasofya kilisesi İstanbul’un ulucamisine dönüştürülmüş, etrafında da ilk mahalleler kurulmuştur. Sonrasında ise Kapalıçarşı inşa edilmeye başlanarak şehrin ticari merkezinin temeli atılmıştır. Bu yönüyle başlangıçta İstanbul şehrinin üç temel özelliği, diğer tüm klasik Türk şehirlerinde olduğu gibi ulucami (Ayasofya), merkezi bir büyük çarşı (Kapalıçarşı) ve onların etrafında gelişen bir kent yapısıdır. Ancak 1459 yılında, Fatih Sultan Mehmed devlet erkanını yanına çağırarak şehrin herhangi bir yerinde kendilerinin ismiyle anılacak bir bölge seçmelerini ve orada bir cami, bir han, bir hamam ve bir pazar yeri inşa etmelerini isteyerek İstanbul’un çok merkezli bir görünüm kazanmasının temellerini atmıştır. Bu dönemde paşalar tarafından inşa edilen camiler ve imtiyaz sahibi tekkelerin etrafında İstanbul’un ilk semtleri olan Ayasofya, Mahmut Paşa, Ebul Vefa, Sultan Mehmet, Murat Paşa ve Topkapısı kurulmuş, ardından gelen II. Bayezid döneminde de imar faaliyetleri devam ederek Atik Ali Paşa, İbrahim Paşa, Sultan Bayezid, Davut Paşa, Koca Mustafa Paşa ve Çukurbostan’daki Atik Ali Paşa semtleri kurulmuştur. Son olarak da İstanbul’da saltanat süren üçüncü

Mecidiye ve Dedeağaç diğerlerine kıyasla daha yeni şehirlerdir. Mecidiye, Kırım’ın kaybedilmesinden sonra Tatarları iskan etmek için, Dedeağaç ise tren yolunun yapımından sonra hızlı bir gelişme göstererek şehirleşmiştir. Yine de geç bir tarihte kurulmuş olmasına rağmen bu yerleşimler de klasik Osmanlı şehirlerinin pek çok karakteristik özelliklerini içinde barındırmaktadır (wikizeroo, 2018; wikizeroo, 2018).

31

padişah olan Yavuz Sultan Selim’in kendi adını taşıyan Sultan Selim semtini kurması ile tarihi kentte semt sayısı 13’e çıkarılmış ve bu yapı sonraki yüzyıllar boyunca korunmuştur. (İnalcık, 2001)

3.1.1 On yedinci yüzyılda İstanbul’un demografik yapısı

İstanbul fethedildiğinde, şehirde 50.000 olan nüfus, uygulanan iskan politikaları sonucunda, sonraki yetmiş yıl içinde 600.000’e ulaşmıştır. İstanbul, onaltıncı yüzyılın ortalarından itibaren dünyanın en büyük metropolü konumuna gelmiştir ve bu statüsünü 1560-1730 yılları arasında korumuştur (Murphey, 1990).

Öncelikle fetih sırasında şehirde bulunan yerli halk Haliç’e yerleştirilmiş, onlara ev verilerek bir süre vergiden muaf tutulmuştur (İnalcık, 2001). Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Anadolu ve Rumeli’de bütün eyalet sahibi vezirlere fermanlar gönderilip vilayet vilayet İstanbul’a insan göç ettirilmiştir (Şekil 3.1). Rumeli’den Üsküp halkı Üsküplü Mahallesi’ne, Yenişehir (Gianitsa) halkı Yeni Mahalle’ye, Sofya halkı Ayasofya’ya, Mora Rumları Fenerkapısı’na, Selanik Yahudileri’nin elli cemaati Tekfur Sarayı ve Şuhudkapısı’na (Çufutkapısı), Anadolu tarafından Akasaray ili Aksaray Mahallesi’ne, Akka, Gazze ve Remle’den gelen Arabistan kavmi Tahtakale’ye, Acem’den gelenleri Mahmutpaşa’ya, Balat (Milet) Şehrinden gelen Çingeneleri Balat Mahallesi’ne, Aklbend’den gelen Uluç (ulah) adamlarını Aklbend Mahallesi’ne, Arnavut kavmini Silivrikapısı’na, Safet Yahudileri’ni Hasköy’e, Anadolu Türkleri’ni Üsküdar’a, Tokat ve Sivas Ermenileri’ni Ulu Manastır’a, Manisalılar’ı Macuncu Mahallesi’ne, Eğirdir ve İğdirlileri Eğrikapı’ya, Bursalılar’ı Eyüp Sultan’a, Karamanlılar’ı Büyük Karaman’a, Konyalılar’ı Küçük Karaman’a, Tireliler’i Vefa’ya, Çarşamba Ovası halkı Çarşambapazarı’na, Kastamonu Kavmi Kazancılar’a, Trabzonlu Lazları Bayezid Han Cami yerine, Gelibolu Kavmini Tersane yerine, İzmir kavmini Büyük Galata’ya, Frenk Kavmi’ni Küçük Galata’ya, Sinop ve Samsun Kavmini Tophane’ye yerleşmiştir. (Evliya Çelebi, 17. yy)

32

Şekil 3.1 : II. Mehmet’in saltanatı sırasında (1451-1481) Osmanlı İmparatorluğu sınırları ve İstanbul’un iskanı için yerleşimcilerin geldiği merkezler. (Bu tez

kapsamında üretildi) 3.1.2 On yedinci yüzyılda İstanbul’un idari yapısı

Osmanlı İstanbul’u topografik özelliklerinden ötürü yekpare değildir. Bugün tarihi yarımada dediğimiz ve Fatih ilçesi sınırlarında kalan suriçi merkezden (nefs-i İstanbul) ve üç belde (bilad-ı selase) olarak adlandırılan Galata, Eyüp ve Üsküdar’dan oluşur (İnalcık, 2001).

Merkez İstanbul; yarımada olması itibari ile üç tarafı deniz ve tarihi şehir surları ile sınırlandırılmış, Eyüp ilçesi; merkezinde Eyüp Sultan Camisi olmak üzere, bir tarafı denize dayanarak İstanbul surları dışında kurulmuş, Galata; halicin öbür yakasında yine bir yarımada içerisinde konumlanmış ve Üsküdar ilçesi ise boğazın öbür kıyısında Galata ve İstanbul merkezlerinin tam karşında yer alacak şekilde imar edilmiştir. Bu yönüyle Osmanlı İstanbul’u Kevin Lynch’in ‘Yerleşkeler Galaksisi’2 (The Galaxy of Settlements) tabiriyle açıkladığı şehirleşme biçimine benzemektedir.

2 Kevin Lynch bu tabiri “Büyümenin eşit bir şekilde dağıtılması yerine, gelişmenin göreceli olarak küçük birimlerde toplanması, her birimin ayrı bir yoğunluğa sahip olup birbirinden net sınırlarla ve ya

33

Osmanlı başkentini oluşturan Merkez, Galata, Eyüp ve Üsküdar olarak adlandırılan bu dört yerleşim alanının her birinin kendi içerisinde ayrı bir fonksiyonunun olması yanında, birbirleriyle de güçlü ilişkileri vardır. Galata uluslararası bir ticaret merkezi fonksiyonunu üstlenirken, Üsküdar bir üretim merkezidir. İstanbul’da (tarihi yarımada da) idari, bürokratik ve ekonomik fonksiyonlar, Eyüp’te ise dini ve entellektüel yoğunlaşmalar hakimdir (Cansever, 1997).

1911 yılında İstanbul’a gelen Le Corbusier’in, İstanbul’u; Merkez, Pera (Galata) ve Üsküdar’dan oluşan ve birbirine hiç benzemeyen ancak birbirini tamamlayan bir teslis olarak tanımlayıp (Eyüp’ten sınırlı olarak bahseder); Osmanlı İstanbul’u için o harika surların ötesine geçmez; çok dar mekanlara sıkışıp kalmaktan hoşlanır ifadelerini kullanır (1965). Bundan şehrin pek çok karakteristik özelliğini yirminci yüzyıla kadar koruduğu sonucuna varılmaktadır.

3.1.3 On yedinci yüzyılda İstanbul’un mimari yapısı

Barınak olarak hem süreç hem de kullanım bağlamında ev, toplumun ortak aklını ve estetik eğilimlerini yansıtır (Kuban, 2017). Le Corbusier 1911 yılı gibi geç bir tarihte bile İstanbul’u herbir tepesinde büyük bir caminin olduğu ve bu camiler etrafında yoğunlaşmış bahçeli evler olarak anlatır. Yarımadada kırmızı kiremitli akşap konut mimarisi ile mermer dini ve idari yapılar şeklinde sadece iki tür mimarinin var olduğundan söz eder (1965).

Osmanlı İstanbul’unda her türlü mimari faaliyet devlet kontrolü altına alınmıştır: 1559’da bir talimata göre evler iki kattan daha yüksek olmayacak, sokak üzerine saçak ve çıkıntı yapılmayacaktır; 1660’da çıkan büyük bir yangından sonra evlerin, özellikle kamu binalarına ve hanlara bitişik olanların, taş veya tuğla ile yapılması emredilmiş, ancak depremlerden sonra tekrar ahşap binaların yapımına izin verilmiştir; yangın tehlikesini azaltmak ve şehir kapılarıyla iskelelere ulaşımı kolaylaştırmak için 1558

düşük ya da az yapısal yoğunluklarla ayrıldığı bir şehirleşme biçimidir. Bu dağınık yerleşim kümelerinin birbirine uzaklığı, ulaşım sisteminin etkinliğine bağlı olarak kilometrelerle ölçülebilir. Şehirsel aktiviteler her bir yerleşim biriminin en yüksek yoğunluklu yerinde toplanır, böylece her biri diğerleri kadar önemli olan merkezler sistemi oluşturulmuş olur. Bu tür bir metropol düzeni ‘şehir galaksisi’ olarak adlandırılabilir. Bu merkezler ya nüfusa dengeli bir şekilde dağıtılabilir ya da fonksiyon itibariyle birbirinden ayrışabilir. Mesela biri kültürel merkez olurken, diğeri ekonomik merkez olabilir.” ifadeleri ile açıklamıştır. (Banerjee & Southworth, 1996)