• Sonuç bulunamadı

3. OSMANLI ŞEHİRLERİNİN ÖZELLİKLERİ

3.3 Şehir Merkezi

konusu mahalle içerisinde ne tür yoldan mahreç aldığı da yer almaktadır. Bu yollar sokak (tarık-i amm) ve ya çıkmaz sokak (tarık-i has) olarak tabir edilmişlerdir.

3.3 Şehir Merkezi

Osmanlı toplumunda din, hayatın odağındadır ve bu durum şehircilik ve mimaride de kendisini gösterir. Yeni fethedilen bir şehrin ya da bir üst karar gereği yeni bir bölgenin iskanı söz konusu olduğunda, öncelikle ya halihazırda var olan en büyük dini yapı camiye çevrilir (fethedilen şehirlerde) ya da yeni bir dini tesis inşası gündeme gelir. Sosyal hayatta ihtiyaç duyulan okul (medrese), hastane, kütüphane, hamam, imaretler (aşevi) gibi donatı alanları, caminin etrafında konumlanmış ve külliye adı verilen yapılar bütününün bir parçasıdır. Bu sosyal tesislerin iaşesi için gelir getiren gayrimenkuller, bedestenler, dükkanlar gibi ticari fonksiyonlar inşa edilir ve mülkiyeti bir vakfa devredilir. Söz konusu vakıf mülklerinin kira getirileriyle de, vakfiyede önceden belirtilmiş olan sosyal donatı alanlarının bakımı, onarımı, aydınlatılması ve temizliği sağlanır, aşevleri faaliyet gösterir ve müderris, imam, müezzin, doktor, cerrah, eczacı, kapıcı, hademe gibi çalışanların maaşları ödenir. Özetle cami, çarşı (bedesten) ve hayır kurumları (imaret) klasik dönem Osmanlı şehir plânına hâkim unsurlardır (Cansever, 1997).

İstanbul örneğine bakılırsa, ilk etapta fetihten hemen sonra Konstantinopol şehrinin en büyük kilisesi olan Ayasofya, fethin simgesi olarak ulucamiye çevrilmiştir. Daha sonra etrafına gerekli diğer sosyal tesisler inşa edildikten sonra, 400 yıl boyunca İstanbul şehrinin ekonomik hayatının merkezi ve çekirdeği vazifesi görecek olan Kapalıçarşı inşa edilmiştir (Kılıç, 2009). Birinci ve İkinci Fatih vakfiyelerine göre bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından ilk hamlede Ayasofya’ya, Kapalıçarşı’da ilk inşa edilen 849 dükkan vakfedilmiş, birkaç sene sonra bunlara 265 dükkan daha eklenmiştir. Sultan, aynı zamanda servet sahibi bulunan ahaliyi de servetleri nispetinde vakfetme işine teşvik ederek, bizzat vakfettiği 1114 dükkanın sayısını fetihten birkaç sene sonra 1800 küsürlere çıkarmıştır. Bu süreç sonraki padişahlar döneminde de devam etmiştir. II. Bayezid devrine ait 1489-1490 yılı muhasebe kayıtlarına göre Ayasofya Cami Vakfı, şehrin imar ve iskanında önemli rol oynayan çok miktardaki binalardan müteşekkildi. Vakıf gelirlerinin tamamı, İstanbul, Üsküdar ve Galata’daki binalardan 2360 kadar dükkan, 1300 ev, 4 kervansaray, 30 kadar bozahane, 23 başhane (sakatatçı) ile 2 hamamın kiralarından sağlanmakta idi (Barkan, 1963).

36

Bu sistemin bariz avantajları vardır. Birincisi vakıflar, ihtiyaç duyulan kamu hizmetlerini sürdürülebilir bir şekilde karşılayarak, devleti bu hizmetleri sağlama yükümlülüğünden kurtarmıştır. İkincisi bir şehrin %15-20 lik yüzölçümü gibi küçük bir alanını kapsamasına rağmen, şehrin %70’den fazla ekonomik değerini üzerinde barındıran, bu en önemli rant alanlarının vakıfların mülkiyetinde bulunması sağlanarak, merkezi otoriteye rakip oluşturabilecek herhangi bir aristokrasi ya da burjuvazi sınıfının oluşmasının ya da hızlı bir şekilde servet sahibi olunmasının önüne geçilmiştir (Canserver, 2010).

Çok merkezli yapısına bağlı olarak daha küçük çaplı ticari merkezler ile yine bir cami etrafında geliştirilmiş sosyal tesisler, on yedinci yüzyıl İstanbul’unun hemen her semtinde yer almaktadır. Örneğin Mahmut Paşa semti’nde Mahmut Paşa camisi’nin vakfına ait 265 dükkan bulunurken, İbrahim Paşa semtinde Tahtakale ve Balkapanı, Ebul Vefa’da Unkapanı, Atik Ali Paşa semtinde ise Esir Pazarı bulunmaktadır (İnalcık, 2001).

3.3.1 Ekonomik ve mesleki örgütlenme: loncalar

Geleneksel Osmanlı sisteminde her meslek grubu ‘lonca’ adı verilen sivil esnaf birlikleri olarak örgütlenmiştir. Küçük ve büyük her türlü ticari faaliyetin bünyesinde yer aldığı lonca sisteminin; kent ekonomisinin işleyişi ve geleneksel düzenin korunması bakımından oldukça önemli bir işlevi bulunmaktadır. Esnaf ve zanaatkarların herbiri meslektaşları ile lonca çatısı altında bir araya gelir, kendi belirledikleri usul üzerine lonca liderini, şeyhini ya da kethüdasını seçerek kadıya tescil ettirir, meslekleri ile ilgili standartları belirler, çırak yetiştirir, meslekleri ile alakalı vergileri lonca üyeleri olarak ortaklaşa öder, mesleklerinin lonca dışından kimselerce icra edilmesinin engelleyerek kayıt dışı ekonomiyi kontrol eder, geleneksel düzenin korunması açısından tüccarların, lonca üyelerinin ve ya başkalarının hızla zenginleşmemelerini sağlar, devlet ile olan ilişkilerde bireysel olarak değil lonca olarak temasta bulunur, idarede söz sahibi olur, gerekirse pazarlık ederlerdi. 17. yüzyılda da başta İstanbul olmak üzere, Osmanlı kentlerindeki nüfusun büyük bir kesimi herhangi bir esnaf loncasına mensup zanaatkarlardan meydana gelmektedir (Ergenç, 1980).

Loncaların mesleklerine dair standart ve yönetmelikleri nasıl oluşturdukları mahkeme kayıtlarında da görülebilmektedir. Mesela 11 Temmuz 1726 tarihli bir mahkeme

37

kaydında, İstanbul’da kaldırımları yapmakla görevli kaldırımcılar loncasının başı (ketküdası) Abdullah oğlu Ahmet; bu tarihten itibaren konulan kaldırım taşlarının şiş ile şişlenip daha sağlam hale getirileceğini tescil ettirmiştir (İstanbul 24, 1a/2).

3.3.2 Mimarlar loncası

İmparatorlukta diğer her meslek grubu gibi mimarların da loncası bulunmaktaydı. Mimarlar loncası çıraklık, kalfalık ve ustalık gibi ünvanlarlarla mesleki eğitimi veren, yapılan işin standartlarını belirleyen ve kalitesini denetleyen, bulundukları merkeze bağlı semt (nahiye) ve köylerdeki evlerin, bölgedeki köprü, şehir surları, su kanalları, imaret gibi diğer yapıların bakım ve onarımlarını üstlenen, mimarbaşı denilen meslek önderlerini kendileri seçen, yine kendi seçtikleri kethüdaları aracılığıyla önceden belirlenen ve bütün loncaların ödemekten sorumlu tutulduğu toplam vergi miktarını üyeleri arasında paylaştırıp, bunları toplamak gibi yükümlülükler üstlenmiştir. 1604 yılında Saray Hassa Mimarları bölümünde 23 Müslüman, 16 Hristiyan mimar çalışmaktaydı (İnalcık, 2001).

Osmanlı İstanbul’unda her türlü inşaat faaliyeti mimarlar loncası kontrolü altındaydı. Evliya Çelebi Mimarbaşı ve yetkileri için şöyle demektedir: İstanbul içre bir bina yapılsa, bundan izin alınmadıysa yıkılır, yapanı cezalandırır, kanundur (Evliya Çelebi, 17. yy). Mimarbaşı başkanlığındaki mimarlar loncası yürürlükte olan talimatlara ve uygun görülen ölçülere uyma şartıyla inşaatın başlamasına izin verir ve kontrolünü yapardı. Hükümet bu işlere arazi tasarrufu kanunları, yangınların ve su sıkıntısının önlenmesi, surların, camilerin ve kamu binalarının korunması gibi çeşitli sebeplerden dolayı müdahale edebiliyordu. Mesela 1768 tarihli mimarlar loncasına gönderilen bir fermanda aşırı hamam inşaatının yaz mevsimlerinde su sıkıntısı yaratmaya başlamasından ötürü, İstanbul, Üsküdar, Eyüp, Galata ve Boğaz’da gerek olmadıkça yeni hamam inşasına izin verilmemesi talimatı verilmişti.

Mimari ile ilgili davalar on yedinci yüzyıl boyunca mahkeme sicillerinde de görülmektedir. Bunlardan en çok göze çarpanı yeni yapılan bir evin, komşusunu rahatsız edecek şekilde inşa edilmiş olması gibi konulardır. Mesela 26 Eylül 1676 tarihli bir mahkeme kaydına göre, şikayet üzerine mahkeme tarafından görevlendirilen Hassa Mimarlarından Üstad Ahmed Halife ve bazı ileri gelenler, Çelebioğlu Mahallesi’ne keşfe gitmişlerdir. Yapılan keşifte Ali oğlu Mehmed Çelebi’nin evinin ikinci katında inşa ettiği köşk pencerelerinin, tahta perde noksanlığı sebebiyle etraftaki

38

evlerde kadınların oturdukları yerlere görüş alanı olduğunun tespit edilip, benzer davalarda da olduğu üzere bu durumun ortadan kaldırılmasına hükmedilmiştir (Bab 46, 34b/3).

Bunun yanı sıra mahkemelerce mimarlar sıklıkla bilirkişi olarak atanmaktadır. 1618 yılı, haziran ayına ait bir mahkeme kaydında Topkapı’daki Ahmet Paşa Vakfı’na ait bir evde kiracı olan Mustafa Çavuş oturduğu evin zamanla yıpranmış olduğunu, onarım için vakıftan izin aldığını, yapacağı harcamayı vakfa ödediği peşin kiradan düşeceğini belirterek; mahkemeden evin onarımına ne kadar para harcanması gerektiğinin keşfedilmesini ister. Bunun üzerine mahkeme evin bulunduğu bölgeye bir mimar ile birlikte bölgenin ileri gelenlerini keşif yapması için gönderir. Hassa Mimarlarından Üstad Abdülmennan oğlu Ali yaptığı keşifle konutun 117.647 akçe masraf ile onarabileceğini tescil eder. Mahkeme kaydına göre söz konusu evin tamir masraf detayları aşağıda gösterildiği gibidir (İstanbul 3, 43b/2) (Çizelge 3.1).

Çizelge 3.1 : Topkapı’da konumlu konutun mahkemece atanan mimar tarafından belirlenen masraf çizelgesi. (Bu tez kapsamında üretildi)

Zira Birim Fiyat (akçe) Toplam (akçe)

Evin parselinin;

Yüzölçümü 1,496 30 44,880

Parseli Çevreleyen Duvarlarının Yüzölçümü 966 10 9,660

Sıfırdan inşa edilen odanın;

Yüzölçümü 60 50 3,000

Dolama Duvarlarının Yüzölçümü 49 30 1,470

Tavanları 730 40 29,200

Kaldırım 185 13 2,405

Asma Çardağı 122 20 2,440

Bahçe duvarının çatısının tamiri 342 10 3,420

Tuğla döşemesine 70 15 1,050

Su Yolu 55 60 3,300

Altı adet pencerenin bütün bakımı için _ _ 5,400

Bütün mühimmatıyla şadırvan için _ _ 6,000

Tuvalet için _ _ 3,000

Adet Bin tanesi (akçe)

Bahçenin dizme parmaklıkları için 303 8 2,424

39

Mayıs 1618 tarihli bir mahkeme kaydında ise Hobyar Mahallesi sakinlerinden Toga isimli Yahudi’nin Mustafa Ağa Vakfı’ndan kiraladığı evin zamanla yıpranması üzerine, vakıf mütevellesinden aldığı izin üzerine, onarım bedelinin kiradan düşülmesi karşılığında yaptığı harcamaların bilirkişilerce saptanmasını talep etmiştir. Mahkemenin atadığı Hassa mimarlarından Üstad Ali Bey ve Üstad Mustafa Bey’in yaptığı keşif sonucunda evin toplamda 5320 akçe ile onarılabileceği tescil edilmiştir. Mahkeme kaydına göre söz konusu evin tamir masraf detayları aşağıda gösterildiği gibidir (İstanbul 3, 35b/3) (Çizelge 3.2).

Çizelge 3.2 : Hobyar Mahallesi’nde konumlu konutun mahkemece atanan mimar tarafından belirlenen masraf çizelgesi. (Bu tez kapsamında üretildi)

Zira Birim Fiyat (akçe)

Toplam (akçe)

Kargir evin yüzölçümü 64 40 2,560

Adet Birim Fiyat (akçe)

Astariyesiyle büyük direkleri için 7 _ 1,500

Kiriş taşları için 15 40 600

Büyük taban direkleri (Rumeli battalı) için 3 220 660

TOPLAM 5,320

Başka bir mahkeme kaydında (Mayıs 1618) ise Merhum Şeyh Resmi Mahallesi sakinlerinden Ahmet Çelebi, Şeyh Resmi Vakfı’na ait bir evde kiracı olup, oturduğu evin zamanla yıpranması neticesinde, mahkemenin izniyle evi onartmıştır. Yaptığı harcamanın bilirkişiler tarafından tespit edilmesini ister. Mahkemenin görevlendirdiği Hassa Mimarlarından Üstad Abdullah oğlu Ali ile Mustafa Bey yaptıları keşif sonucunda evin onarımı için 4205 akçe harcandığını tescil eder. Mahkeme kaydına göre söz konusu evin tamir masraf detayları aşağıda gösterildiği gibidir (İstanbul 3, 44a/3) (Çizelge 3.3).

Çizelge 3.3 : Şeyh Resmi Mahallesi’de konumlu konutun mahkemece atanan mimar tarafından belirlenen masraf çizelgesi. (Bu tez kapsamında üretildi)

Zira Birim Fiyat (akçe)

Toplam (akçe)

Tuğla duvarın yenilenmesi için 72 _ 1,590

Tahta döşemesinin yenilenmesi için 53 _ 1,325

Yol kenarındaki taş duvarın inşası için 36 _ 890

Tahta perdesinin yeniden inşaası için _ _ 400

40

Bilirkişi raporlarında ölçü birimi olarak zira kullanılmaktadır. Zira dirsek ile parmak ucu arasındaki değeri ifade etmektedir. Osmanlı devletinde iki çeşit zira vardır. Birincisi zira-i mimari (bina arşını), adından anlaşıldığı üzere mimaride kullanılan ve 73,3333 cm’ye tekabül eden bir ölçü birimidir, diğeri ise kumaş ölçümünde kullanılan ve 75,775 cm’ye tekabül eden çarşı arşınıdır (Erkal, 1991).

Bazı özel durumlarda mimarlar loncasının yanısıra başka kurumlar da, yapılan mimari faaliyetlerde söz sahibidir. Mesela temelde askeri bir kurum olan ve esas görevi padişahın güvenliğini sağlamak olan Bostancı Ocağı’nın başında bulunan Bostancıbaşı, haliç, boğazlar ve yakın adalarda sahil kenarında yer alan bütün yapıların inşaasına izin verip vermemek, denetlemek, vergilerini toplamak ve içinde kimlerin oturduğunun kayıtlarını tutmak ile yükümlüdür (Uzunçarşılı, 1943).

Geleneksel Osmanlı idari siteminde yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren, imparatorluğun her türlü şehircilik ve mimari faaliyetlerini yürüten mimarlar loncası, diğer lonca teşkilatlarıyla beraber 1838 yılında lağvedilmiştir4. Bu tarihten itibaren, Tanzimat’ın da etkisiyle, loncalarla varlığını sürdüren klasik Osmanlı mimarisi ve şehirleri yerini yavaş yavaş batı tarzı mimariye bırakmaya başlamıştır (Cansever, 2010).