• Sonuç bulunamadı

3.  İSTANBUL’DA SOYLULAŞMA SÜRECİNİN EVRİMİ ve DEVLET EKSENLİ

3.1  Istanbul’da Klasik Soylulaşma: 2002 Öncesi 19 

3.1.2  İstanbul’da Soylulaşma 24 

İstanbul’da soylulaşmanın ilk örnekleri, Boğaz kıyısındaki Kuzguncuk, Arnavutköy ve Ortaköy semtlerinde görülmüştür. 1980’lerin başlarında soylulaştırıcılar için çekici olan, bu semtlerdeki – standart orta sınıf apartmanlarına alternatif – 19.yy. sonları ve 20.yy. başlarından kalma iki ve üç katlı müstakil sıra evler ile paha biçilmez kıyı şeritleriydi.

1980’ler boyunca soylulaşma, bu üç semtte, konut rehabilitasyonu olarak başlamış ve öyle gelişmiştir. Ancak, 1992’den sonra, Ortaköy Meydanı’nın ilçe belediyesi tarafından yeniden düzenlenmesinin ardından, soylulaşma Ortaköy’de daha farklı bir hâl almıştır. Bölge bar, diskotek, kafe ve diğer sosyal etkinlikleri o kadar yoğun bir şekilde çekmiştir ki, bu durum konut yaşamını rahatsız etmiş ve son birkaç yıl içinde bölgeye yerleşen soylulaştırıcıların Ortaköy’ü terk etmesine yol açmıştır (Ergün, 2004).

Kuzguncuk ve Arnavutköy’de, 90’lı yıllar boyunca konut rehabilitasyonu devam etmiştir. Boğaz kıyısındaki bu iki semtte soylulaşma çok hızlı gelişmemiş, yerinden edilme sınırlı olarak gerçekleşmiştir; farklı tabakalardan insanlar halen bir arada yaşamaktadır. Her iki semtte de fiziksel doku – en azından binaların dış görünüşleri – Boğaz’da yeni inşaat yapımını yasaklayan ve böylece mevcut konut stokunun yenilenmesinin yolunu açan 1983 yılına ait 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu sayesinde, büyük oranda korunmuştur. Kuzguncuk’ta soylulaşma, 1970’lerin sonlarında, tanınmış bir mimarın bölgeye gelmesiyle başlamış ve onu mimar ve sanatçı dostları takip etmiştir (Uzun 2001). Diğer taraftan, “Arnavutköy’ün soylulaştırılma sürecinde yolu açanlar sanatçılar değil” (Keyder 1999c: 185), – muhtemelen semtin merkezi iş alanlarına olan yakınlığı nedeniyle – daha çok “bilgi-yoğun hizmet sektörü” çalışanlarıdır.

8 Bu ve bundan sonraki bölüm, Rowland Atkinson ve Gary Bridge’in derlediği ve Routledge tarafından yayınlanan “The New Urban Colonialism: Gentrification in a Global Context” (2005) içinde yer alan “Outside the core: Gentrification in Istanbul” başlıklı makaledeki “first-wave” ve “second-wave” başlıklı bölümlerin çevirisinden oluşmaktadır.

1990’lar: Beyoğlu’nun Soylulaşması

Boğazdaki soylulaşma dalgası devam ederken, 1990’lerin sonlarında ikinci bir soylulaşma dalgası, eski şehir merkezi Beyoğlu’ndaki Cihangir, Galata ve Asmalımescit mahallelerinde başlamıştır. 19. yy. sonları ve 20. yy. başlarından kalma boğaz manzaralı apartmanlar ile yakın çevrelerindeki – 1990 yılında İstiklal Caddesi’nin yayalaştırılmasının ardından ortaya çıkan – yoğun kültür ve eğlence aktiviteleri bu mahallelerin tipik özelliklerindendir. Daha merkezi bir konumda olmaları nedeniyle, ilk soylulaşma dalgasının –şehir içindeki kıyı mahallelerindense – buralarda başlaması beklenebilirdi. Ne var ki, Beyoğlu’nun kültür ve eğlence aktivitelerinden yoksun olduğu 80’li yıllar boyunca, kıyı kasabaları, sahip oldukları zengin çevresel konforlarla, potansiyel soylulaştırıcılara daha çekici gelmiştir.

Soylulaşma, İstiklal Caddesi’nde bahsi geçen yeniden canlandırma hareketlerinin ardından, yeni bir atılım kazanmış ve her mahallede farklı bir şekilde ilerlemiştir. Asmalımescit’te konutsal ve ticari soylulaşma bir arada gerçekleşmiş; ikincisi –muhtemelen İstiklal Caddesi’ne yakınlığı nedeniyle– daha yoğun bir şekilde ilerlemiştir. Asmalımescit şu anda, Ortaköy’de yaşanan süreçleri yaşama, yani son yıllarda kazandığı orta ve üst-orta sınıf sakinleri –ticari aktivitelerin, özellikle de restoranların, konutlarının hemen yanında bu denli yoğunlaşmasından duydukları rahatsızlık nedeniyle– kaybetme tehdidi altındadır (Ak 2002, İslam 2005).

Galata ve Cihangir’de ise – farklı düzeylerde olsa da – konutsal soylulaşma daha yaygın. Soylulaşma Galata’da çok yavaş ilerlemiş; ilk belirtilerinin görülmesinin üzerinden neredeyse 15 yıl geçtikten sonra bile, mahallenin sadece küçük bir bölgesinde etkili olmuştur. Ama, Galata soylulaşmayı çok daha ileri düzeyde yaşayacak bir potansiyele sahipti; zira sonraki yıllarda yakın çevresinde açılan yeni metro çıkışıyla birlikte ulaşılabilirliği çok daha artacaktı. Cihangir’de ise soylulaşma, özellikle 1990’ların ortalarından sonra, çok hızlı yayılmış; konut fiyatlarında çok hızlı artışlara neden olmuş ve on yılın sonunda Cihangir’i bir üst-orta sınıf mahallesine dönüştürmüştür. Birbirine bu kadar yakın iki semt arasındaki bu farklılık, büyük bir ihtimalle, ticari tabanlarındaki farklılıklar sonucu oluşuştur. Galata, Cihangir’den farklı olarak, apartmanların zemin katlarında faaliyet gösteren çok sayıda imalat atölyesine ev sahipliği yapmakta; bu atölyeler de yarattıkları kirlilik, pis koku ve endüstriyel gaz tüpü kullanımından doğan potansiyel risklerle konut yaşamını ciddi şekilde rahatsız etmektedir9”.

(İslam 2006b)

2000’li yıllarla birlikte o döneme kadar alışkın olduğumuz spontan soylulaşma süreçlerinden farklı, daha planlı bir soylulaşma dalgasının ilk işaretleri İstanbul’da ortaya çıkmaya başlamıştır. İlk olarak 2000’li yılların başlarında ulusal ve uluslar arası kurumların oluşturduğu bir konsorsiyumun Fener ve Balat semtlerine yönelik geliştirdiği rehabilitasyon programı uygulanmaya başlanmıştır. Yapılan yatırım (ve hatta yatırımdan çok daha önce yatırım vaadi) önceki dönemlerde bölgeden uzak duran orta ve üst-orta sınıflar için bölgeyi cazip hale getirmiş ve soylulaşma sürecini tetiklemiştir. Daha sonra Beyoğlu’nda önceki dönemlerde görmeye alışık olmadığımız bir süreç ortaya çıkmaya başlamıştır. Büyük ölçekli firmalar özellikle Galata ve yakın çevresinde bina satın almaya başlamışlardır. Bunu 2004 yılında özel bir şirketin İstiklal Caddesi’nin arkalarında yer alan bir sokaktaki tüm binaları satın alıp sokağı yeme-içme-eğlence merkezine dönüştürmesi süreci izlemiştir. Cezayir Sokağı’nda gerçekleşen bu dönüşüm ile İstanbul ilk kez bir sokağın sermaye tarafından arkasında açık bir devlet gücü olmaksızın içindeki tüm binalarıyla birlikte dönüştüğü bir sürece tanıklık edilmiştir. Böylelikle on yıllardır kentte gerçekleşmekte olan soylulaşma sürecinin sınırları daha önce hiç olmadığı kadar zorlanmış; bir bakıma, soylulaşma mevcut yasal düzenlemeler ile ulaşabileceği en son noktaya ulaşmıştır.

2000 sonrasında ortaya çıkan bu yeni dalga, 2005 yılında çok ciddi bir kırılma yaşamıştır. 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması Ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”un yürürlüğe girmesi ile geniş ölçekli soylulaşma süreçlerinin önündeki yasal kısıtlar kalkmış ve soylulaşma yeni bir yapıya bürünmüştür. Soylulaşma sürecinin geçirdiği bu değişim, kentin –ve de ülkenin- ekonomik, siyasi ve yasal tabanından bağımsız bir şekilde okumak mümkün değildir. Bu nedenle, bölüme İstanbul’da 2000 sonrasında ilk belirtileri görülmeye başlanan ve 2005 sonrasında ise bambaşka bir boyut kazanan yeni soylulaşma dalgasını ortaya çıkaran koşulları tartışırak başlanacak; ardından bu yeni soylulaşma dalgasının yukarıda kısaca üzerinden geçtiğim farklı tezahür biçimleri ortaya konacaktır.

Taksim Meydanına daha yakın olması, araba ile daha rahat ulaşılabilir daha geniş yollara sahip olması – orta ve üst-orta sınıfların arabaya olan düşkünlüğü düşünülecek olursa bu oldukça önemli bir faktör, gibi başka avantajları da var (İslam 2003a, 2003b).