• Sonuç bulunamadı

9.  YENİLEME PROJESİ: PROJENİN HEDEFLERİ ve YAŞANAN GERÇEKLİK157 

9.6  Değerlendirme 167 

Bir yenileme projesini değerlendirmek için izlenebilecek yollardan biri, Cameron ve Coaffee’nin (2005) de belirttiği gibi, projeyi gerçekleştirenlerin ilan ettikleri hedeflerin proje sürecinde ne ölçüde yerine getirildiğinin sorgulanmasıdır55. Sulukule örneğinde, yenileme projesinin hedefleri ise ortaya çıkan sonuçlar arasında ciddi farklılıkların olduğu görülmektedir. Alanda yaşayan insanların yaşam koşullarını iyileştirme iddiası ile ortaya atılan proje, büyük ölçüde onları kent geneline dağıtma işlevi görmüştür. Bu sonuç projenin özel sektör ile temas edilmeden sadece kamu organları tarafından yürütülüyor ve projenin etkilerinin hafifleştirilmesi için büyük kamu kaynaklarını kullanılıyor olmasına rağmen gerçeklemiştir.

Sulukule Yenilme Projesi’nin temelde en büyük problemi tepeden inmeci ve farklılıklara saygı göstermeyen bir planlama anlayışına sahip olmasıdır. Sulukule Yenileme Projesi’nin prosedürel (procedural) planlama olarak adlandırılan bir yaklaşım doğrultusunda hazırlandığı görülmektedir. Fenster’e göre (1999, 1998) prosedürel planlama yaklaşımı (1) sosyal ve

55 Başka bir yöntem de projenin hedeflerini ve/ya sonuçlarını genel kabul görmüş bir takım normların (insan hakları ya da barınma hakları gibi) süzgecinden geçirmek olabilir.

kültürel değerlerden çok fiziksel mekân ile ilgilenir. (2) Farklılıkları görmezden gelen ve toplumu homojen bir varlık olarak gören bir yaklaşıma sahiptir; (3) asimilasyonu normal ve olağan bir sonuç olarak görür. (4) Tepeden inmeci bir yaklaşıma sahiptir; plan, (5) planlamayı gerçekleştiren ekibin dünya görüşü ve değerlerine uygun bir şekilde hazırlanır; (6) planlama sürecinin kendisi bir hedef olarak görülür ve (7) değişimin gerekliliği ve ne yönde olacağı konusunda en başta sabit bir fikir vardır.

Sulukule Yenileme Projesi yukarıda bahsi geçen özelliklerin tümünü içermektedir. Projenin ve projenin dayandığı yasanın (5366) merkezinde fiziksel yenileme vardır (1). Proje alanda yaşayan herkese, kentin herhangi bir yerinde de uygulanabilecek tek tip bir proje dayatmaktadır (2). Proje sürecinde görev alan görevlilerin söylemlerinden anlaşıldığı üzere (bkz bölüm X) asimilasyon bir olağan ve doğal bir sonuç olarak görülmektedir (3). Alana yönelik projeye geliştirme kararı orada yaşayanlara danışılmadan, ama onlar adına, yerel yönetim tarafından verilmiş ve yenileme projesi yerel yönetimin seçtiği planlama bürosu tarafından hazırlanmıştır ve adeta alanın yenilenmesi başlı başlına bir hedef olarak sunulmuştur (4, 5, 6, 7).

Sulukule projesi, aynı zamanda, yılların birikimi ile oluşmuş sosyo-ekonomik sorunların, salt fiziksel müdahaleler ile çözülemeyeceğini göstermektedir. Bu tür fiziksel müdahaleler, mahallede yaşayanları güçlendirecek sosyal politikalar ile desteklenmedikçe, yerel halkın bu süreçten olumlu yönde etkilenmesi oldukça güçtür. Uitermark et. al. (2007) Hollanda’da Hoogvliet örneğinden yola çıkarak mevcut sosyal yapıyı güçlendirici politikalar yerine fiziksel yenileme ve evsahiplik oranını arttırmaya odaklanan yeniden yapılandırma projelerinin sonucunda oluşan çevrenin “insanların uyum içinde yaşarak birbiriyle kaynaştığı değil, kendi hayatlarını yaşayarak birbiriyle karşılaşmaktan kaçındıkları bir yaşam alanı” olduğunu aktarmaktadır (Uitermark et. al. 2007:137). Bu tür uygulamaların orta ve uzun vadede yerel halk üzerinde yıkıcı etkilerinin olduğu birçok kaynakta bildirilmektedir. Örneğin He’ye (2007) ait aşağıdaki alıntı Shangai’da gerçekleşen kentsel yenileme merkezli devlet eksenli soylulaşma süreçlerinin sonuçlarını şöyle özetlemektedir:

“Her ne kadar kendilerine yeniden yerleşebilecekleri evler sunulmuş olsa da, sakinler kentin çeperlerine zorunlu bir şekilde göç ettirilmeleri sonucu ciddi anlamda azgelişmiş alt yapıdan ve donatılardan, artan ulaşım masraflarından ve azalan iş olanaklarından dolayı sıkıntı çekiyorlar… birkaç yıl içinde artan ulaşım masraflarından ve yok olan sosyal ağlardan ötürü birçok kişi kronik işsiz haline geldi” (He 2007: 177 , 181)

dikkat çekmektedir. Sulukule’de de sakinlerin büyük bir bölümü kentin çeperlerindeki bir bölgeye kendilerine başka bir tercih şansı bırakılmadan gönderilmiştir. Kentin 40 km. dışında kalan ve yeni bir yerleşme olan Taşoluk birçok altyapı ve ulaşım donatısından mahrumdur; bu durum sakinler için artan ulaşım masrafları ve yolda geçen zaman anlamına gelmektedir. Zorunlu yer değiştirme sakinler için aynı zamanda hayatlarını idame ettirmelerinde önemli bir yere sahip olan dayanışma ağlarından mahrum kalma sonucunu doğurmuştur. Bu ve benzeri nedenlerle, küçük bir azınlık dışında kalan sakinler Taşoluk’taki haklarını devrederek Sulukule ve yakın çevresindeki kiralık konutlara yerleşmeye başlamıştır. Sulukule’de yaşarken ödedikleri kira bedellerinin birkaç katını vermek durumunda kalan sakinler yenileme projesinin mülkiyet üzerinden kendilerine aktardığı kimi ekonomik kazanımların da desteğiyle kısa vadede artan masrafları karşılayabiliyor olsalar da, orta ve uzun vadede onları nasıl bir geleceğin beklediği konusu oldukça belirsizdir.

Yabancı yazında değinilen bir diğer konu, bu tür projelerin etkilerinin gerçekleştikleri alanlarla sınırlı kalmayıp, yakın çevrelerine siyaret ediyor oluşudur. Şu ana kadar kent içinde devlet eksenli soylulaşma süreçlerine karşı oluşan muhalefetin fazlaca dile getirmediği bu konu, orta ve uzun vadede ciddi sosyal problemlere zemin oluşturabilir. Davidson ve Lees, Londra’da Thames nehri kıyısındaki boş ya da terk edilmiş alanlara inşa edilen yeni binalar aracılığı ile gerçekleşmekte olan “yeni-yapı soylulaşması” sürecinin, yakın çevrede yarattığı etkileri şu cümleler ile anlatmaktadır:

“yeni-yapı yerleşmeleri, bir anda geniş bir soylulaştırıcı grubu mahalleye sokarak ve böylece soylulaşma uzuvlarının dışarıya açılıp, çevre mahallelere ulaşacakları bir mevzi vazifesi görerek, yerinden edilmeye yol açacaktır” (Davidson and Lees 2005: 1184)

Dolayısıyla, şu an şantiye görünümündeki Sulukule’de uygulamaya konulması planlanan proje gerçekleştikten ve alan yeni sakinlerine kavuştuktan sonra, yerinden edilme yakın çevredeki sakinler için güncel bir tehdit haline gelebilir. Soylulaşmanın bu şekilde ilerlemesi, sürecin orta ve uzun vadede etkilerinin mahalle ölçeğinin ötesine geçip kent bütününe yayılmasınu gündeme getirir. Bu da, Davidson ve Lees’in uyardığı gibi, dar gelirlilerin kent merkezlerinden soyutlandığı ve merkezin yalnızca orta ve daha üst sınıfların kullanımına açık hale geldiği, dolayısıyla kentsel ayrışmanın açık bir şekilde hissedildiği bir kent modeline doğru kayışı beraberinde getirir.