• Sonuç bulunamadı

İsrail’in Lübnan’ı İşgal Etmesi ve İran - Suriye İttifakında Yeni Bir Aşama

1.3. İran İslam Devrimi Sonrası Dönemde İkili Stratejik İttifak Bağlamında İran - Suriye

1.3.3. İsrail’in Lübnan’ı İşgal Etmesi ve İran - Suriye İttifakında Yeni Bir Aşama

1982 - 1985 yıları arasında Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler sadece İran ve Suriye için değil, bölgede bulunan bütün ülkeler için önemliydi. İsrail'in Lübnan işgali ve bölgedeki İsrail hegemonyasının yükselişi, tüm Arap ülkeleri için kabul edilemez bir gelişmeydi. Öte yandan İran, bölgede yaşanan tüm gelişmelere ve tehlikelere cevap vermek için Suriye’ye daha da yaklaştı, çünkü bilindiği üzere o dönemde İran, Irak'la zorlu bir savaş içindeydi ve bu savaşın ateşi bütün bölgeyi etkisi altına almıştı.

Bu dönemde Suriye ile İran arasındaki ilişkileri farklı bir evreye taşınması bağlamında bölgede önemli siyasi ve askeri gelişmeler yaşanmış ve bu olaylar paradoksal olarak iki ülke arasındaki ilişkiler üzerinde etki bırakmıştır. Haziran 1982 yılında yaşananların, modern Ortadoğu tarihinin dönüm noktası olduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Çünkü söz konusu tarihte İsrail, Lübnan’ı işgal etmiş ve beşinci Arap - İsrail savaşına Suriye silahlı güçleri katılmış, son olarak 1980 yılında patlak veren Irak - İran savaşı bu dönemde doruk noktasına ulaşmıştır. Haziran 1982 yılında dönemin İsrail Başbakanı Menachem Begin, Filistin Kurtuluş Örgütünü (FKÖ) bölgeden çıkartmak ve ülkede İsrail yanlısı bir düzenin kurulması doğrultusunda, Lübnan’a askeri operasyon yapılması için bir plan hazırlamıştır (Goodarzi, 2013: 59-61). Fakat söz konusu planın hayata geçirilmesi için İsrail’in elinde bir sebep olması gerekiyordu. 3 Haziran 1982 tarihinde Irak destekli Yaser Arafat tarafından yönetilen FKÖ, İngiltere’nin İsrail büyükelçisine yönelik bir suikast girişiminde bulunmuştur. İsrail, söz konusu bu suikast girişimini bahane ederek Lübnan’ı işgal etmek için 1982 tarihinde büyük bir askeri saldırı başlatmıştır. Irak bu saldırılara nerdeyse kayıtsız kalmıştır. Bunun da birbiriyle ilintili birden fazla nedeni vardı, birincisi o dönemde Irak zaten İran ile geniş çaplı bir savaştaydı. İkincisi ve belki de en önemlisi, Irak’a göre, İsrail’in Lübnan’a yönelik yapacağı askeri saldırı doğrudan Suriye’yi etkileyecekti. Çünkü Lübnan topraklarında Suriye, İsrail’e karşı koyabilecek bir askeri güce sahip değildi ve bu da Suriye’nin Arap dünyasındaki imajının sarsılmasına neden olacaktı (Goodarzi, 2013: 61-62). Ayrıca Saddam Hüseyin’e göre İsrail’in olası bir Lübnan saldırısı Suriye’yi zorlayacak ve söz konusu ülkenin İran - Irak savaşında İran’a verdiği desteğini de azaltacaktı (Cappelletti, 2018: 21).

İsrail’in 1982 yazında Lübnan’a saldırmasından sonra, Tahran bölgedeki tek Arap müttefiki olan Suriye’ye yardımcı olmaya hazır olduğunu açıkladı (Goodarzi, 2013: 32). 7 Haziran 1982'de Celile'de Barış Operasyonu başladıktan bir gün sonra, Albay Salimi başkanlığındaki üst düzey bir İran askeri heyeti, ordu komutanı Albay Seyid Şirazi ve Devrim Muhafızları komutanı Muhsin Reza'i, Güney Lübnan’daki İsrail saldırılarına karşı yardım için Şam'a gelmiştir. Varışta heyet, Esad ile görüşmelerde bulunmuş ve İran Cumhurbaşkanı Hamenei’den bir mesaj getirmiştir. Mesaj de Hamenei, Lübnan'ın işgaline karşı mücadeleye yardımcı olmak için güç göndermeye hazır olduğunu belirtmiştir (Goodarzi, 2013: 63).

Esad, savaşa büyük katılım sağlamak istese de İran’ın teklifini defalarca reddetti. Şam, İsrail’in Lübnan’daki varlığının ölçeğini ve gerçek hedeflerini küçümsemiş gibiydi. İsrail'in Lübnan işgalinin ilk üç gününde, İsrail askerleriyle kanlı ve şiddetli çatışmalara giren Suriye ordusu büyük kayıplara uğramıştı. Fakat buna rağmen Suriye ordusu İsrail kuvvetlerinin başkent Beyrut’a doğru ilerlemesinde büyük direnç göstermiştir. Bu dönemde, İran’dan gelen bütün yardım çağrılarına Esad rejimi olumsuz yanıt vermiştir. Uğradıkları yenilgilerden sonra her ne kadar İsrail askeri kapasitesinin farkına varmış olsa da Esad, İran'ın katılımının İsrail'in ilerlemesini engellemek için yeterli olmayacağını anlamıştı. Dolayısıyla, İran'ın yakın bir Irak işgalinin farkında olan Esad, işgalin Bağdat'taki Baasçı rakiplerinin devrilmemesiyle sonuçlanmasa dahi, en azından

Irak askeri güçlerinin müttefiki olduğu İran tarafından tutturulacağını hesaplamıştır (Cappelletti, 2018: 21-22).

İsrail’in 1982’de Lübnan’a saldırması Suriye ile İran arasındaki ilişkileri daha da pekiştirmiştir. Lübnan’da askeri bir varlığa sahip olan ancak İsrail’le şiddetli çatışmalardan kaçınan Suriye, bir grup İran Devrim Muhafızını güney Lübnan’da İsrail’e karşı mücadele eden Şii milislerini desteklemek ve eğitmek için söz konusu ülkeye göndermiştir. Devrim Muhafızları, İran Devrimi ideolojisi ekseninde Hizbullah hareketinin kurulmasına yardımcı oldu. Bu dönemden itibaren Suriye, Hizbullah'a ve diğer direniş örgütleriyle ilişkilerine lojistik destek sağlamak için, İran'a önemli bir iletişim yolu olarak hizmet vermeye devam etmiştir. Her iki ülkenin de İsrail'e karşı farklı muhalefet kaynakları vardı. Lübnan ve Filistin'deki Suriye ihtilafının ana nedeni, Pan-Arabizm, bölgesel hırslar ve İsrail'le olan çatışmada yatmaktadır. Her iki ülke de çeşitli nedenlerle Hizbullah'ı desteklese de Hizbullah'ın bölgede doğmasına hem Suriye hem de İran büyük rol oynamışlardır (Sinkaya, 2011: 40).

Hizbullah her ne kadar 1982 yılında kurulmuşsa da örgütün yapılanması ve güçlenmesi iki yıl sürmüştür. Hizbullah başta İran olmak üzere Suriye’nin de bölgede daha etkin bir rol oynamasına yardımcı olması adına önemli bir faktör olmuş, her iki ülke kendi çıkarları doğrultusunda söz konusu örgütü bölgede kullanmışlardır. İran, devrim ihracı politikasının bölgede hayata geçirilmesi için Hizbullah’ı kullanırken, Suriye ise söz konusu milis grubunu bölgedeki kendi çıkarlarını korumak; Lübnan da kendisine yönelik oluşturulan muhalefetin etkisini sınırlamak ve İsrail'e karşı askeri zayıflığını telafi etmek için önemli bir araç olarak kullanılmıştır. (Norton, 2007: 477)

Ancak Suriye, İran hâkimiyeti altında olan Hizbullah ile ilişki kurmakta çoğu zaman sıkıntılar yaşıyordu. Bunun temel nedeni ise Lübnan’ın günden güne Hizbullah’ın kontrolü altına girmesinden kaynaklanıyordu. Bilindiği üzere Suriye’nin bölgede en fazla nüfuz ettiği ülke Lübnan’dı. Bu nedenle Suriye, Lübnan’daki etkinlik alanını söz konusu örgüte kaptırmak istemiyordu. Bu sebepler, Suriye ile Hizbullah arasındaki ilişkilerin, paradoksal bir yapıya sahip olmasına neden olmuştur. Suriye rejimi bazı dönemlerde Hizbullah’ı bir fırsat olarak görürken, bazı zamanlarda bir düşman olarak benimsemiştir. Hizbullah örgütünün İran adına Lübnan’da giriştiği vekâlet savaşı, Suriye’nin Lübnan’ın geleceğine dair karar vermekte daha pasif bir konuma gelmesine neden olacaktı. Bu nedenle, Hizbullah’ın Lübnan topraklarında sürdürdüğü vekâlet savaşı ekseninde, Suriye ile İran arasında sürtüşmeler belirginleşmeye başlamıştır. Hizbullah merkezli yaşanan bu sürtüşmelerin, iki ülkenin Irak - İran savaşında yürüttükleri ittifaka da olumsuz yansıması olmuştur. 13 Temmuz 1982 tarihinde İran, üç koldan Irak’a saldırmak için Ramazan Operasyonu başlatmış ve söz konusu operasyon neticesinde İran ordusu, Irak’ın güney kısımlarının bazı bölgelerini işgal etmiştir. Bu duruma karşı bölgedeki Arap ülkeleri tepki göstermiş ve bölgede dengeleri yeniden Irak lehine çevirmek adına yoğun çaba göstermişlerdi.

Ayrıca bu dönemde Arap devletleri, Suriye’nin İran’a yönelik yaptığı yardımları durdurması için,

Şam yönetimine baskı kurmaya başlamışlardır. Bunlara ek olarak Fransa ve ABD, İran’ın bölgedeki saldırgan tavırlarına karşın bütün ağırlıklarını Irak’a yöneltmişlerdir. Böylelikle savaşın dengeleri yeniden Irak lehine değişmeye başlamış ve Saddam rejimi savaşta olumlu bir pozisyon almaya başlamıştır. Bölgede cereyan eden bu gelişmeler ve Arap ülkelerinin baskıları sonucu, Suriye'yi 8 Eylül'de Saddam Hüseyin, Kral Hüseyin, Kral Fahd, Fas Kralı Hasan ve Kuveyt Emiri ile birlikte Fez ikinci Zirvesi'ne katılmaya zorlamıştır. Bölgede çok yalıtılmış durumda olan Suriye’yi, Lübnan’daki yenilgiden bu yana ne kadar siyasi kayma ve manevra alanı kaybettiğini gösteren zirve kararını kabul etmek zorunda bırakmıştır (Cappelletti, 2018: 22-23).

Bununla birlikte, Arap dünyasındaki zayıflamış konumu, Tel Aviv'in Lübnan’daki ilerleyişini ve Irak’ın Körfez’deki güçlenmesini dengelemek için Esad, İran’a öncekinden daha fazla muhtaç olduğunun farkına varmıştır (Cappelletti, 2018: 23). Suriye güçlerinin hızlı bir şekilde tükenmesinden sonra kurnaz bir strateji olarak Hafız Esad, gerilimin daha fazla tırmanma riskini ve İsrail'le doğrudan askeri yüzleşme riskini en aza indirmek ve aynı zamanda İsraillileri geri almak için iki parçalı bir yaklaşım geliştirdi. Bu bir ‘kılıç ve kalkan’ stratejisi olarak tanımlanabilir.

Stratejisinin politik çizgisi, Suriye’nin Sovyetler Birliği ile uluslararası düzeyde, İran ile bölgesel düzeyde ve yerel düzeyde Lübnanlı müttefiklerle olan özel ilişkileri oldu. Saldırgan unsur, ‘kılıç’, İran'ın Lübnan Şiileri arasındaki yardım ve nüfuzunu kullanarak, karşılıklı rakiplerine, Gemayel hükümetine, İsraillilere, ABD'ye ve Fransız birliklerine karşı bir yıkılma, terör ve gerilla savaşı kampanyası yürütmek için kullandı. Lübnan’daki çok uluslu gücün savunma unsuru ‘kalkan’ın görevi ise, İsrail’i caydırmak ve İsrail’le stratejik bir parite sağlamak için, Suriye’nin geleneksel güçlerini Sovyet yardımı ile yeniden inşa etmek ve genişletmekti. Bu strateji iyi sonuç verdi ve rakiplerine karşı İsrail’in geri çekilmesi ve 1984 -1985’e kadar ABD ve Fransız kuvvetlerinin geri çekilmesi ile sonuçlanan bir dizi yıkıcı darbe aldılar. En göze çarpanlar, Eylül 1982'de Lübnan Devlet Başkanı Beşir Gemayel’in suikastı, Kasım 1982’de İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) karargâhının Tire’deki yıkılması, 1983’te Beyrut’ta ABD büyükelçiliğinin yıkılması, kışlaların bombalanmasıydı. Bunlara ek olarak Eylül 1984’te Doğu Beyrut’taki ABD Büyükelçiliği ekibinin bombalanması. Bütün bu saldırılar, ABD kuvvetlerinin Şubat 1984'te geri çekilmesine, İsrail-Lübnan barış anlaşmasının Mart 1984'te askıya alınmasına ve İsrail askerlerinin ilk olarak Ocak-Haziran 1985 arasında işgal ettikleri toprakların çoğundan çekilmesine sebep olmuştur (Goodarzi, 2013: 43).

Genel olarak bu dönemde Irak - İran savaşının sona erdirilmesi bağlamında, uluslararası toplum tarafından sunulan bütün önerileri İran rejimi reddetmiştir. Buna karşılık olarak Ronald Reagan yönetimindeki ABD’nin, Irak’a istihbarat ve askeri lojistik destek vermeye başlaması sonucunda, iki ülke yeniden diplomatik ilişkiler kurmasına zemin hazırlamıştır. ABD dışında Fransa hükümetinin de Irak’a yardım etmeye başlaması, Suriye ve İran ittifakına karşı Irak’ın manevra kabiliyetinin yükselmesine olanak sağlamıştır. Genel olarak bu dönemde Saddam Hüseyin

rejimi bölgesel ve küresel desteğini arkasına alarak Suriye - İran ittifakını zayıflatmak için yoğun bir şekilde saldırmaya başlamıştır (Goodarzi, 2013: 43).

1.3.4. İsrail’in Lübnan’dan Çekilmesi ve İran - Suriye Arasındaki Gerginlikler 1985 -