• Sonuç bulunamadı

İslam Devrimi Sonrası İran ve Suriye’nin Stratejik İttifakını Etkileyen Dinamikler

1.3. İran İslam Devrimi Sonrası Dönemde İkili Stratejik İttifak Bağlamında İran - Suriye

1.3.1. İslam Devrimi Sonrası İran ve Suriye’nin Stratejik İttifakını Etkileyen Dinamikler

Uluslararası toplumdaki bütün ülkeler, diğer ülkelerle olan ilişkilerinde kendi ilerlemelerini düşünürler ve bazen ülkeler arasındaki ilişkiler o kadar ilerler ki, stratejik ittifak formu ifade edilen şekle bürünür. Öte yandan, ülkeler arasındaki ilişkilere ve ittifaklara bakarsak, aynı ittifakın arkasında birçok esaslı ve mühim faktörün gizlendiği görülebilir. Bu noktadan, İran ile Suriye arasındaki tarihsel ilişkilere bakarsak, İran’daki İslam Devrimi'nin zaferinden sonra, her iki ülkenin kapsamlı bir stratejik ittifak çerçevesinde birbiri ile iş birliği yapmak için kendilerine ait faktörlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu bölüm, İran ile Suriye arasındaki derin ilişkiyi ve tarihi ittifakı etkileyen faktörleri incelenmektedir.

1970’lerin sonlarından bu yana, İran ile Suriye arasındaki ilişkiler karmaşık bir yapıya sahip olup ve her iki taraf da yakınlaşmak için motivasyonlarını artırarak ortak bir tehdit duygusu hissetmişlerdir. Soğuk savaş döneminde genel olarak İran İslam devrimine kadar olan süreçte Suriye, ABD ve İsrail tehditleri, Saddam rejiminin tehditleri ve Suriye Müslüman Kardeşliğini içeren iç tehditler gibi birçok büyük tehditle karşı karşıya kalmıştır. Suriye, Enver Sadat’ın 1977’de İsrail’e yaptığı ziyaret ve 1979’da iki ülke arasında imzalanan Camp David Anlaşması’ndan sonra, Mısır’ın Arap dünyasından ayrılmasıyla birlikte, Filistin davası konusunda yalnız kalmıştır.

Suriye’nin pozisyonu Camp David anlaşması konusunda açıktı ve Suriye’ye göre, Mısır’ın İsrail’le anlaşması, 1967’de işgal ettiği Arap topraklarından çıkmamasına yardımcı olacaktı. Bu durum,

Suriye’nin İsrail'e karşı güçlü bir müttefik arayışı içinde olan İran’la bağlantılar kurmasına yol açmıştır (Asl, 2009: 255).

Suriye, ekonomik destek ve gelişmiş silah alımı da dâhil olmak üzere, Camp David Anlaşması sonrasında İran İslam Cumhuriyeti’ne olan desteğini tekrar onayladı. Suriye’nin bu adımına karşı İran, Hafız Esad’ın dostluğunu ve aşağıdaki nedenlerle ikili ilişkilerin genişlemesini memnuniyetle karşılamıştır (Simber ve Kasımyan, 2014: 153-154);

 Suriye, bölgede bulunan Arap devletleri arasında İsrail’e karşı mücadele edebilen son kaleydi. Dolayısıyla, İslam Devrimi’nin ideallerinden biri İsrail’le mücadele olduğundan, iki ülke bu açıdan birbiriyle uyumluydu.

 Suriye Alevi azınlığı olan Hafız Esad, dengeli bir kişiliğe sahipti. Parti ve orduda iyi bir pozisyondaydı.

 İran-Irak savaşı sırasında Esad rejimi, İran’ı çeşitli nedenlerle destekledi ve bu, özellikle Saddam'ın Arap - Acem savaşıyla Arap dünyasına daha fazla destek almak istediği durumlarda, İran için değerliydi.

İsrail dışında başka bir tehdit kaynağı ise Lübnan’daki durumdu. Lübnan, coğrafi konumu nedeniyle Suriye’nin güvenliğinde önemli bir yere sahipti. Aynısı İsrail için de geçerlidir. Bu nedenle, Lübnan bir rekabet alanı haline gelmiştir. Lübnan’daki Hıristiyan grubu, Suriye’ye karşı İsrail tarafındayken; Müslüman gruplar Suriye tarafındaydı. Aslında, iki ülkenin Lübnan’a müdahalesi iç savaşa yol açtı (Asl, 2009: 226). Bu nedenle Suriye’nin, Lübnan’daki nüfuzunu ve konumunu koruyabilmenin yansıra, İsrail’in sızmasını ve işgalini engellemek için yeni bir ittifaka ihtiyacı vardı. Özellikle Lübnan toplumunu birleştiren ortak hedeflerin yansıra, Suriye - İran ilişkilerinin gelişiminde önemli rol oynayan Şii - Alevi ilişkileri, iki ülke arasındaki birliğin ortaya çıkmasında rol oynayan en önemli etkenler arasında yer almaktadır (Ferwana ve Mazi, 2012: 16).

İslam Devrimi’nden sonraki dönemde iki ülkenin yakınlaşmasına olanak sağlayan bir diğer faktör ise Irak’taki Baas rejimiydi. Özellikle 1970’lı yılların sonralarında Bass rejiminin yükselişi İran ve Suriye için ciddi bir tehdit kaynağı oluşturmaya başlamıştır. Bu da söz konusu iki ülkeyi Irak’taki Baas Partisinin yükselişi neticesinde oluşan yeni tehdidi bertaraf etmek adına birlikte çalışmaları için itici güç olmuştur. Suriye ile İran, Saddam rejiminin oluşturduğu tehdidi bertaraf etmek doğrultusunda farklı stratejiler uygulamaya başlamışlardır. Bu stratejilerden en önemlisi Irak rejimini kendi cephelerine çekmek olmuştur. Bu bağlamda özellikle Suriye, aralarında bulunan Baas partisi bağını kullanarak Irak ile iyi ilişkiler kurmayı hedeflemiştir. Bu minvalde Hafız Esad, Ekim 1978'de Bağdat'a gitmiş ve Suriye - Irak Birliği hakkında görüşmek üzere Irak liderleriyle bir araya gelmiştir. Bu toplantılar sonucunda, Esad ve dönemin Irak Cumhurbaşkanı Bekir başkanlığında, bir İş birliği Komitesi kurulmuştur. Takip eden aylarda daha ciddi adımlar atıldı.

Ancak 1979 yılında Irak’taki Baas partisi içerisinde meydana gelen güç mücadelelerden dolayı, iki

ülke arasındaki ilişkiler kesintiye uğramıştır. Bunun temel nedeni ise 1979 yılında iktidarı ele geçirdikten sonra cumhurbaşkanı olan Saddam Hüseyin’e göre kendisini iktidardan uzaklaştırılması için Bekir rejimi, Suriye ile bir komplo hazırlamıştır. Suriye ile Irak arasındaki gerilimlerin ortaya çıkması, Mısır ile İsrail arasındaki anlaşmaya denk gelmiş ve bu gelişme, Suriye'yi İsrail tehdidine karşı Arap dünyasında çok yalnız ve savunmasız bırakmıştır. Bunlar dışında, Saddam rejiminin 1980 yılında İran’a karşı savaş ilan etmesi, Suriye ve İran’ı daha da birbirlerine muhtaç olduğunun kanaatine varmalarına sebebiyet vermiştir. 1980 yılında patlak veren İran - Irak savaşı sırasında Esad rejimi, bölgedeki güç dengelerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek adına İran'ı çeşitli alanlarda açıkça desteklemeye başlamıştır (Asl, 2009: 227).

Suriye ile İran ilişkilerine yönelik üçüncü bir tehdit kaynağı, Suriye’nin sahip olduğu mezhepsel ve idari yapısı arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan sorunlardır. Suriye nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslümanlar olmasına rağmen, Aleviler hüküm sürüyordu. Bu da daima Sünni grupların rejime karşı mücadele vermelerine neden olmuş ve bu uğurda birçok kez ayaklanmışlardır. İlk ayaklanma İran Devrimi'nin başında meydana gelmiştir. 1979 yılının ortalarında, Sünni merkezli bir grup olan Müslüman Kardeşlere bağlı silahlı güçler, Suriye rejimine bağlı bir askeri eğitim merkezine sızmış ve 600 Alevi askeri öldürmüştür. 1980 yılında Hafız Esad'a karşı başarısız suikast girişimi gerçekleştirilmiş ve Halep ve Hama'da Hükümet’e karşıtı gösteriler yapılmıştır. 1981'in sonlarında ve 1982'nin başlarında, Hama kanlı ayaklanmalara sahne olmuştur. Aynı yılın 27 Ekim tarihinde, Esad’ın amca ve kuzeni teröre maruz kalmıştır. 1982'de, Müslüman Kardeşler Örgütü (MKÖ), Hama'daki silahlı kuvvetlere planlı bir saldırı başlatmıştır.

Suriye’de başlayan Sünni merkezli bu ayaklanmalara Irak rejimi açıktan olmasa da dolaylı bir şekilde destek vermiş, bu da iki ülkenin zaten bozulan ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir (Asl, 2009: 228).

1979 yılında gerçekleşen İslam devriminin ideolojik yapısından dolayı İran, Ortadoğu ülkeleri tarafından dışlanmıştır. Ayrıca İran, bölgede yasadışı devlet olarak tanımlanmış ya da nitelendirilmiştir. Bunun dışında devrim sonrasında İran’da iktidara gelen yönetimin, başta ABD olmak üzere batı karşıtı politikalar benimsemesinden dolayı, ülke küresel çapta da yalnızlığa doğru sürüklenmeye başlamıştır. Bölgesel ve küresel çapta yalnız bırakılan ve izole edilen İran devleti, 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi sonucunda yeni bir tehdit ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü bu dönemde İran ABD tehdidi ile uğraşırken, SSCB’nin istila olasılığının ortaya çıkması Tahran rejimini derinden endişelenmesine neden olmuştur (Doğrusözlü, 2013: 51). Ayrıca bu dönemde İran’da daha sürdürülebilir bir yönetim henüz kurulmamışken iç savaşın patlak vermesi, ülkede bir kargaşa ortamının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Devrimin ilk yılarında İran’da bir taraftan siyasi örgütler arasında ideolojik çatışmalar yaşanırken, diğer taftan etnik alanlarda bağımsızlık isteyen gruplar arasında etnik ve mezhepsel çatışmalar ortaya çıkmıştır (Asl, 2009: 228).