• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MISIR’DA DEVRİM SÜRECİ: İÇ VE DIŞ

2.2. Devrim Sürecinde Dış Aktörler

2.2.2. Küresel Aktörler

2.2.2.4. İsrail

Ortadoğu coğrafyasında Mısır’daki siyasi durumun doğrudan etkilerini görmesi en olası ülke olan İsrail, 1979 yılında yürürlüğe giren Camp David Anlaşması’ndan bu yana görece rahat bir pozisyondaydı. Nitekim, ABD’nin etkisi altındaki Mübarek rejimi kendi geleceğini garantiye almak adına Washington ve Tel-Aviv’in çıkarlarına aykırı hareket etmemekteydi. Bununla birlikte İsrail yönetimi için Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in varlığı önemli bir avantajdı. İsrailli gazeteci Aluf Benn’in Haaretz’deki makalesinde yer verdiği üzere Mübarek ile Netanyahu arasındaki ilişki tahmin edilenden çok daha yakındı. Mısır yönetiminin İsrail’in enerji ihtiyacını karşılamadaki cömertliği ve Kahire’nin Tel-Aviv’in güvenliğini sağlamadaki önemli işlevi İsrail için hayati unsurlardı. Bunun yanında İsrail, askeri caydırıcılığını, ekonomik kapasitesini ve ABD ile olan yakın ilişkilerini kullanarak Mısır’ın bölgesel politikalarda bağımsız hareket etmesini engelleyen bir tutum içerisinde olmuş (Muhareb, 2011) ve Kahire’yi bölgenin etkisiz elemanı haline getirmiştir. Bu düzenin bozulmasından çekinen İsrail, 25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan halk hareketinin bölgede en rahatsız ettiği ülkelerin başında gelmiştir.

Beklenmeyen bir zamanda kendiliğinden harekete geçen halk kitleleri, birçok devleti olduğu gibi İsrail’i de hazırlıksız yakalamıştı. Öyle ki, Netanyahu yönetimi Mısır’daki rejimin yıkılması gibi bir durumla karşılaşmasını ihtimal dahilinde görmemekteydi. İsrail istihbarat birimleri de devrim öncesi yayınladıkları raporlarında Mısır’da siyasi ortamın “durağan” olduğunu ve Mübarek’in herhangi bir tehditle karşılaşmadığını bildirmişlerdi (Muhareb, 2011). Bu durumun bir sonucu olarak ve de İsrail’in Mısır’daki özellikle İslami kesimler için bir nefret unsuru olduğu göz önünde bulundurularak Tel-Aviv yönetimi Mısır’daki devrim gösterileri ile ilgili açıklama yapmamayı tercih etmiş, hatta kabine üyelerine açıklama yasağı getirilmiştir. Yine Tel-Aviv yönetimi Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla dünya liderlerine mesajlar ileterek Mübarek yönetimini eleştiren açıklamaları sınırlandırmaları gerektiğini belirtmiş ve Mısır’daki değişime destek veren kamuoylarının etkisinde kalarak ülkelerinin gerçek çıkarlarını gözardı etmemeleri çağrısında bulunmuştur (Ravid, 2011).

Bu politikası doğrultusunda İsrail, Hüsnü Mübarek’e görevinden ayrılana kadar destek olmuş, devrim sürecine karşı da olumsuz bir tavır almıştır. Mısır’da olası bir rejim

109

değişikliğinin açık biçimde karşısında olan Tel-Aviv, devrim gösterilerinin demokratik haklar çerçevesinde değil, kendi çıkarlarına olası etkileri bağlamında yaklaşmıştır. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu devrim gösterileri sırasında “açıklama yapmama yasağını delerek” yaptığı bir konuşmada devrim hareketinin arkasında Mısır’daki radikal İslamcı kesimlerin olduğunu ve böylesi bir ideolojinin iktidara gelmesinin insan haklarına ve barışa karşı ciddi bir tehdit olduğunu söylemiştir (Lehrs, 2013). 7 Şubat’ta bir grup Avrupalı parlamenterle yaptığı toplantı sırasında Netanyahu, devrimin başarılı olması durumunda Mısır’ın İran’ın izlediği yolu izleyebileceğini ve bunun hem İsrail hem de bölge için istenmeyen sonuçlar doğuracağını ifade etmiştir (Medzini, 2011). Hüsnü Mübarek’in 11 Şubat 2011’de protestolar sonrası istifa etmesinin ardından İsrail’de Mısır’daki belirsizliğin yarattığı endişe ortamı devam etmiştir. Mart ayında önde gelen siyasi, akademisyen ve gazetecilerin katıldığı çalıştayda bu endişeler dile getirilmiştir. Kadima Partisi lideri Tzipi Livni, Mısır’daki gelişmelerin aşırıcı grupların iktidara gelmesiyle sonuçlanabileceğini ve bu bakımdan İsrail’in buna yönelik stratejiler geliştirmesi gerektiğini altını çizerken, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak Sina’da ortaya çıkabilecek olan güvenlik zafiyetlerinin İsrail’e olumsuz etkilerinin olabileceğini belirtmiştir. Tel Aviv Üniversitesi profesörü Şimon Şamir yaptığı konuşmada Müslüman Kardeşler Hareketi’nin Mısır’da iktidara gelmesinin İsrail için olabilecek en kötü senaryo olduğunu ifade etmiştir (Muhareb, 2011). Bu ve benzeri açıklamalar İsrail’de genel anlamda Mısır devrimine karşı olumsuz bir tutum olduğunu doğrular niteliktedir.

Bunu destekler nitelikte İsrail kamuoyunun Mısır’daki rejim değişimine yönelik tepkisi de dikkate değerdir. 2011’in Şubat ayında yapılan bir kamuoyu araştırmasında İsraillilerin %46’sının Mısır’daki devrimin ülkelerini olumsuz yönde etkileyeceğini söylemişlerdir. Kasım 2011’de yapılan bir başka araştırmada ise İsraillilerin %68’i Mısır’daki rejim değşikliği sonrası İsrail’in güvenliğinin daha fazla tehdit altında olduğunu belirtmişlerdir (Lehrs, 2013).

Nitekim 18 Ağustos 2011’de gerçekleşen saldırı bu endişelerin İsrail açısından kısmen haklı olduğunu göstermiştir. Mısır’dan geçen saldırganlar İsrail’in tatil kasabası Elyat’ta 8 kişiyi öldürmüşlerdir. Olayın ardından İsrail’in başlattığı operasyonda 3 Mısır askerinin öldürülmesi iki ülke arasındaki gerginliği artırmıştır (Greenberg, 2011). Bu

110

olaydan bir ay sonra 9 Eylül’de de Mısır’ın başkenti Kahire’deki gösteriler sırasında protestocular İsrail büyükelçiliğini basmış, diplomatların bazıları binadaki güvenli odada uzun saatler rehin kalmıştır. İsrail, Mısır ve ABD makamları arasında sürdürülen temaslar sonrasında Mısır özel kuvvetleri büyükelçilik çalışanlarını binadan uzaklaştırmıştır. Olayın ardından İsrail’in Kahire büyükelçiliğinde çalışan tüm diplomatlar ve aileleri ülkelerine geri dönmüştür (Batty, 2011; Kirkpartick and Afify, 2011).

Bir İhvan adayının cumhurbaşkanı seçilmesi ihtimalinin kuvvetlendiği 2012’nin ilk aylarında İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman, Başbakan Netanyahu’ya yazdığı bir mektupta bu yöndeki endişelerini yeniden dile getirmiştir. Lieberman, “Şu anda Mısır meselesi, İran’dan daha ciddi bir durumdur. Mısır’da Müslüman Kardeşler üyesi bir cumhurbaşkanı seçilirse, barış anlaşması tehlikeye girebilir. Böyle bir senaryoya karşı İsrail ordusu özellikle güney cehpesini takivye etmelidir” diyerek ciddi güvenlik önlemleri alınmasını istemiştir (Lehrs, 2013).

Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi İsrail medyasında geniş yer bulmuş, birçok gazete konuyla ilgili endişelerini dile getirmiştir. Haber, “Endişeyle izliyoruz”, “Müslüman Kardeşler İmparatorluğu”, “Karanlığa doğru” gibi manşetlerle verilmiştir. Yine Mursi’nin seçilişinden sonra yapılan bir kamuoyu araştırmasında İsrail ile Mısır arasındaki barış anlaşmasının iptal edileceğini düşünenlerin oranı %63’ten %74’e çıkmıştır (Lehrs, 2013).

Müslüman Kardeşler hareketinin giderek güçlendiği devrim sonrası dönemde İsrail yönetimi Mısır’la herhangi bir gerginlik yaşamaktan çekinmiştir. Bunda İhvan idaresindeki Mısır’ın Camp David anlaşmasını iptal etmesi endişesi etkili olmuştur. Böylesi bir olasılığı gözardı edemeyecek olan Tel-Aviv yönetimi, Kahire’yle tansiyonun yükselmesini engelleyici bir tavır içinde olmuştur. 2011’in Ağustos ayında Mısırlı askerlerin öldürülmesi hadisesinden dolayı “Mısır’dan özür dileyen” İsrail (Flower, 2011), Mursi’nin iktidara gelişinin ardından da olumlu mesajlar vermeye devam etmiştir. Başbakan Benyamin Netanyahu, “Mısır’daki yeni yönetimle barış anlaşması çerçevesinde devam etmeyi arzuluyoruz” diyerek ilişkileri olabildiğince olumlu tutma çabası içerisinde olduğunu göstermiştir (Spencer, 2012a).

111

Mursi yönetiminin İsrail’e karşı tutumu da benzer biçimde olmuştur. Özellikle ABD ile Mısır’daki eski rejim aktörleriyle işbirliği içindeki İsrail yönetiminin kendi iktidarına yönelik bir tehdit oluşturabileceğinin farkında olan Muhammed Mursi, bu yönde bir senaryoyu engellemek adına Tel-Aviv’le normal düzeyde ilişkiler yürütmüştür. Mursi, İsrail-Filistin sorununun çözümü için girişimlerde bulunmuş, İsrail’le olan barış anlaşmasının güvence altında olduğunu teyit etmiş ve İsrail’li mevkidaşı Şimon Perez’e bir mektup göndererek (Miller, 2012) Mısır’ın İsrail’deki yeni büyükelçisini atadığını tebliğ etmiştir (Ahren, 2012).

Buna karşın Müslüman Kardeşler yönetiminin samimiyetine güvenmeyen İsrail, Mursi’nin Hamas’la yakın ilişkiler içinde olmasından ve ilerleyen dönemlerde barış anlaşmasını tehdit edebileceğinden şüphe duyuyordu. Buna ilaveten Sina Yarımadası’nın giderek daha güvensiz bir bölge olması İsrail’i daha da endişelendirmekteydi. Bu bakımdan İsrail, Sina’nın güvenliğinin tesis edilmesi konusunda Mursi’den daha “faydalı” bir partner olan Genelkurmay Başkanı Abdülfettah El-Sisi liderliğindeki Mısır ordusu ile temaslarını sürdürmekteydi (Josef, 2012; Calev, 2012).

Bu temaslarını derinleştiren İsrail, bir taraftan da Mısır’da devrim sürecinde etkin olup da Mursi’nin iktidarından rahatsız olan kesimleri destekleyerek Müslüman Kardeşler iktidarına son verilmesi için çabalıyordu. Bunu büyük oranda dolaylı bir biçimde yapan Tel-Aviv, özellikle ABD’deki İsrail lobisini ciddi biçimde kullanmaktaydı. Öyle ki İsrail’in ABD’deki önde gelen kuruluşları Washington’un Kahire’ye olan yardımı kesmesi için çaba sarfetmekte ve ABD yönetimine bu anlamda baskı yapmaktaydı (Hudson, 2013). Sisi yönetiminin bu lobi firmalarıyla ilişkisinin darbe sonrasında resmi bir hal alması, Mısır’daki darbe sürecinde İsrail’in dolaylı etkisinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir (Abunimah, 2013; Bogardus, 2013). Tel-Aviv’in Mısır’daki darbe sonrasında Kahire’ye desteği ve Sisi rejimiyle geliştirdiği iyi ilişkiler bu ülkenin darbeye desteğinin göstergesi olmuştur. Öyle ki, bu dönemde İsrail’in Batı ülkeleriyle temasa geçerek Mısır’daki darbe yönetimini desteklemelerini istediği iddiaları dahi dillendirilmiştir (Rudoren, 2013). Nitekim birçok bölge uzmanı ve uluslararası medya organı İsrail’in Mısır’daki darbede rolü olduğuna dikkat çekmiştir (Sanders, 2013; Badr, 2013).

112

BÖLÜM 3: MISIR’DA KARŞI-DEVRİM SÜRECİ: İÇ VE DIŞ