• Sonuç bulunamadı

Ticaret alış-veriş işlemine denir. Bu ifade Kur’ân’ı Kerîmde birçok yerde kullanılmaktadır. “Aranızda peşin olarak yapıp bitirdiğiniz ticareti yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur”344 ayeti ile “Ey iman edenler mallarınızı aranızda karşılıklı rıza ile gerçekleştirdiğiniz ticâret yolu hariç; batıl yollarla yemeyin”345

mealindeki ayetlerde ticaret, alış-veriş anlamında kullanılmıştır346

.

Cemiyetlerin yükselmesine ve mutluluğuna imkân sağlayan ticâret, İslam’da önemli bir kazanç yolu olup, Kur’ân’ı Kerîmde ve Hz. Peygamber’in birçok hadisinde övülmektedir347. İslam, müslümanları rızık aramaya teşvik etme hususunda oldukça etkilidir. Bu yüce din, hem dünyâ hem de âhîret hayatını tanzim ederek, her ikisine birlikte önem vermeye çağırmaktadır. Nitekim bu husûsta Allahu teâlâ şöyle buyurmaktadır; “Allah’ın sana verdiği şeylerde âhîret yurdunu iste. Dünyadan nasibini de unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsan et, yeryüzünde bozgunculuk isteme, şüphesiz Allah bozgunculuk yapanları sevmez”348. Yine bir diğer ayette ise

“İbadet bittikten sonra, Allah’ın fazlını, bağışını aramak için yeryüzüne dağılınız”349 diye buyrulmaktadır. Bu sebepledir ki, İslam’da ibadet sadece namaz, oruç ve diğerleri gibi malî ve bedeni amellerden ibaret olmayıp, aynı zamanda insan’ın pratik hayatının bütününü kuşattığını görüyoruz. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Ebû Hanife, “İlim öğrenmek farz olduğu gibi, rızık kazanmak için çalışmak da dini bir mecburiyettir.” diyerek kazanç peşinde koşmanın müslüman erkek ve kadına bir bakıma farz olduğunu ifade etmektedir350. Onun öğrencisi olan İmâm Muhammed, “Kitâbu’l-iktisâb fi’r- rızkı’l-müstetâb” adlı eserinde kazanç yollarının çeşitlerini beyan ederken, kazanç yollarını; ticâret, kira, ziraat ve sanat olarak maddelendirmektedir. Yine “İhyâu Ulûmi’d-dîn” adlı eserin yazarı İmâm Gazalî, bu eserinde kazanç ve geçim konusuna bir

344 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; el-Bakara, 267. 345

Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Nisâ, 29. 346

Hüsameddin Affâne, Fıkhî ve Ahlakî Yönleriyle İslam’da Ticâret (çev. Servet Bayındır), İstanbul, 2007, s. 30.

347 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, trs, s. 449.

348 Muhammed Fûad Abdülbâki, Konularına Göre Kur’ân-ı Kerîm (çev. Bekir Karlığa), İstanbul, 2008; Hayrat Neşriyat, Kur’ân-ı Kerîm ve Muhtasar Kelime Meâli, İstanbul, 2010. Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; el-Kasas, 77.

349 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; el-Cumu’a, 10. 350 Ömer Nasuhi, İlmihal, s. 448.

bölüm ayırarak, Kur’ân’ı Kerim’den kazanma ve çalışmayı teşvik eden ayetleri delil göstermektedir. Ayetî kerîmede; “Ey Muhammed! Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer; sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tövbenizi kabul etmiştir. Artık Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun; Allah içinizden, hasta olanları, Allah’ın lutfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseleri (ticâret ile uğraşanlar) ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun, namazınızı kılın; zekâtı verin; Allah’a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz; Allah’tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder”351 buyrulmaktadır. İşte bu suretle İslâm, ticâret veya başka yollarla yeryüzünde rızık kazanmak için çalışmayı, Allah yolunda savaş derecesinde bir iş saymaktadır. Yüce Allah (c.c) yine bu konuda şöyle buyurmaktadır; “Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde çok barınacak yerler, genişlik ve bolluk bulur”352. Bu konuda İbn Haldûn, Mukaddime’sinde otuzüç fasıl353

ihtivâ eden beşinci bölümü, “geçim vesilesi ve onun kazanç ve sanatlardan temini ve bu hususlarla ilgili durumlar’a tahsis ederek, hadîs-i şerifte rivayet edildiği üzere İslam’ın, âhîretin tarlası olan bu dünya hayatına çok büyük bir önem verdiğini şüpheye mahal bırakmaksızın açıklamaktadır. Böylelikle, İslâm, yukarıda zikrettiğimiz üzere, ticâret veya başka yollardan rızık kazanmak için çalışmayı, cihâd mertebesine koymuştur. Rızkın temini için gayret sarfetmenin gerekliliği hususundaki diğer ayetlerde ise: “İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra da ona karşılığı eksiksiz verilecektir”354

.

“Ey insanlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah’ın müztağni ve övülmeye layık olduğunu bilin”355

.

Kendiside ticâretle uğraşmış olan Hz. Peygamber ise hadislerinde:

“Geçimini helâl yollarla sağlamak, ibadet dışında en önemli bir görevdir”. “Çalışarak kazanç yollarını aramak, Müslüman olan her erkek ve kadın için farzdır”.

351 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; el-Müzemmil, 20. 352

Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Nisâ, 100. 353İbn Haldûn, Mukaddime, c. II, s. 519-596. 354 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; en-Necm, 39-41. 355Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; el-Bakara, 267.

“Her Müslüman üzerine helâli aramak vacibdir”. “Rızkın onda dokuzu ticârettedir.”

“Muamelesi doğru Müslüman bir tacir, peygamberlerle, sıdıklarla, şehitlerle bir arada bulunur356” demektedir357.

İslâm’da ticâret ve alışveriş, ahlâkî ve manevî değerlerle bir bütün halinde ele alınarak, İslam’ın belirlemiş olduğu kurallar ile bağdaşan tüm iktisadî teşebbüsler meşru sayılır. Ticarî faaliyetlerin dürüst, yararlı ve güvenli bir şekilde devam etmesini sağlamak amacıyla, ticarî faaliyetlere ilişkin birtakım kurallar getirilmiş ve buna uyanlar her fırsatta övülmektedir. Hz. Peygamber, sözünde duran, doğru sözlü tüccarı, “Doğru sözlü, dürüst bir tüccar, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle birliktedir” diye müjdelemektedir. Ticarî ilişkilerde kişinin son derece dürüst ve güvenilir olması şartı ise temel ilkedir. İslâm’da, devleti ve halkı sıkıntıya sokacak her türlü uygulamaya engel olunmaktadır. Ticâret ve alışverişe dair, iş ilişkilerinde iyi niyetin olması, tartı ve ölçümün dürüstçe yapılması ve aldatıcı yeminlere başvurmaktan kaçınılması gibi hususlar, hadis ve Kur’ân hükümleriyle desteklenmektedir. Tüccarın malını satmak amacıyla başvurduğu asılsız yemin, eksik tartı, tekelcilik, karaborsacılık vb… davranışlar ise caiz görülmemektedir. Özellikle yalan yere yemin konusunda Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır; “Asılsız yeminler malı sattırır, ama bereketi, onun sağlayacağı yararı ve iç rahatlığını da yok eder”. Yine Hz peygamber bir başka hadisinde, “Allah şu üç sınıf insanla ne konuşacak, ne onların yüzüne bakacak, ne de günahlarını bağışlayacaktır. Onlar çok acıklı bir azap çekeceklerdir. Bunlar tüm servetini gösteriş uğruna harcayanlar, başkasına yaptığından sorumlu olduğunu vicdanında duymayanlar ve malını asılsız yeminlerle satanlardır358” diye buyurmaktadır.

Ticârette tartı ve ölçünün değeri ise son derece önemlidir. Bu konuda hem Kur’ân-ı Kerîm, hem de hadisi şeriflerde çok sert hükümler yer almaktadır. Kur’ân-ı Kerîm “Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay haline! Ki onlar, insanlardan, ölçekte aldıkları zaman haklarını tastamam alanlar, onlara o ölçekle veya tartıyla verdikleri zaman ise eksiltenlerdir. Sahiden onlar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük bir günde, âlemlerin Rabbi için insanların kalkacağı günde… Sakın hileye sapmayın! Ahîret’te sorguya çekileceğinizi unutmayın! Çünkü kötülerin kitabı muhakkak

356 Tirmizi, “Büyû”, 4.

357 Ömer Nasuhi, İlmihal, s. 448-449.

siccindedir”359 yine bir başka ayette “ Ey Kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin.”360

Buyrularak bu durum açıkça ifade edilmektedir. İslâm, sadece ölçü ve tartıdaki dürüstlük üzerinde değil, aynı zamanda taraflar arasında iyi ilişkilerin kurulması gerekliliği üzerinde de durmaktadır. İyi bir iş ilişki ortamı kurmak için yapılması gerekenlerin tek tek ve açıkça yazılması tavsiye edilerek ise şöyle buyrulmaktadır; “Bu, Allah yanında en doğru şahitlik için en kuvvetlisi ve unutmamak için en elverişlisidir”361. Ticarî ilişkilerin dürüstçe devam ettirilmesinin gerekliliğine dair bir başka ayette ise şöyle buyrulmaktadır; “Doğrusu ortakların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Ancak iman eden ve salih amel işleyenler bunun dışındadır, bunların sayısı ise ne kadar da azdır!”362

.

Öte taraftan üzerinde antlaşmaya varılan ve İslâmî hükümlerle çelişmeyen sözleşme maddeleri ise ortaklar için bağlayıcıdır. Çünkü Mü’minin, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara, karşı taraf bozmadığı sürece uyma zorunluluğu vardır. Zira “Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getiriniz.”363

“Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen sözde sorumluluk vardır.”364

âyetleri bunu gerekli kılmaktadır. Hz. Peygamber ise “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak haramı helâl, helâli haram kılan şart bunun dışındadır.”365

Hadisi şerifi ile bu konuda benimsenecek genel ilkenin sınırını çizmektedir.

Yine İslâm, bozuk ve değersiz malların iyi olanlarla değiştirilemeyeceğine dikkatleri çekmekte ve bu konuda, alışveriş yapanları uyarmaktadır. Satılacak malda bir özür varsa, bunun alıcıya bildirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber, “Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılmadığı sürece, antlaşmadan vazgeçebilirler. Her iki taraf da doğru söyler ve her şeyi açıkça belirtirse iyi bir iş yapmış olacaklardır. Yalan söyler ve gerçeği gizlerlerse, bu, Allah’ın onlar üzerindeki yardımını kaldıracaktır”366

diye buyurarak, ölçüyü açıkça belirlemektedir.

Cahiliye döneminde yürürlükte olan ve alıcıya malı deneme fırsatı vermeyen, alışveriş sistemi İslâmiyet ile yasaklandı. Ayrıca malları yolda karşılayıp pazara ulaşmadan almakta uygun görülmemekteydi. Çünkü ürünler pazara götürülmeli ve

359

Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Mutaffifin, 1-7. 360 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Hûd, 85. 361 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Bakara, 282. 362 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Sâd, 24. 363

Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; Maide, 1. 364 Kur’ân-ı Kerîm ayeti için bkz; İsra, 34. 365 Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17. 366 Buhari, 34, 19.

toptan satışlar için teklifler verilmeden önce, pazarın durumu hakkında satıcının bilgisi olmalıdır. Pazarın durumu ve fiyatlar hakkındaki bilgisizliğin kötüye kullanımına imkân vermemek için bu şarttır. Hz. Peygamber, bütün bu hususları açıkça bir bir ortaya koymuştur367.

Baştan itibaren toplumun menfaatini gözeten İslâmiyet, insanlığın zararına olan her türlü ekonomik faaliyetin karşısında yer alıyordu. Toplumda fakirliğe sebep olacak tekelcilik ve ihtikârcılık (azalsın veya kıymetlensin diye bir malı saklamak, karaborsacılık) gibi faaliyetlerin karşısında durarak toplumsal faydayı ön planda tutmaktaydı. Çünkü yoksul tüketiciler, çalışanlar ve hatta toplumun tüm fertleri, tekelin egemen olduğu ekonomik düzenlerden büyük yara almışlardır. Bu ise İslâm’ın hedef olarak belirlediği «maksimum sosyal fayda» ilkesine ters düşmektedir. Bu yüzden İslâm devletleri, kanunlar çıkararak veya plânlar yaparak tekeli denetim altına almaya çalışmışlardır. Hz. Peygamber, “ Kıtlık zamanında, tahılı, ilerde sağlayacağı kazanç için satın alıp biriktiren, büyük bir günahkârdır”. Yine bir başka hadiste, “ Dışarıdan tahıl ithal eden ve piyasa fiyatına satanın geçimi üzerine Allah’ın lûtfu inmiştir. İlerde paha edeceği umuduyla tahılı piyasadan çeken, Allah’ın rızası dışına çıkmıştır ve lanete uğrar”368

, “ Günahkâr ve âsî kişiden başkası ihtikâr yapmaz”369 buyurarak; fiyatları, suni olarak arttırmak için tahılı ve öteki malları piyasadan çekmek, alıcıyı, daha yüksek bir fiyat ileri sürerek kandırmak gibi davranışlar yasaklanmıştır.

İslâm, spekülatif faaliyetlere izin vermediği gibi, geleceğe ait alışverişi de uygun bulmaz. Çünkü böyle bir sistemi, topluma olduğu kadar, ticarî çevrenin kendisine de zararlı olarak görür. Geleceğe ait alış verişler kapitalist ülkelerde birçok sorunlara yol açmaktadır. Bunun için, İslâm, böylesine bir alış verişten kaçınmaları için Müslümanları uyarmıştır. Bu konuda Hz. Peygamber “Satın alanın malı oluncaya kadar, tahıl satın alan biri, onu başkasına satmayacaktır.” Bir başka hadiste ise “Yanında olmayan bir şey için pazarlık etme” buyurmaktadır370

.

Yerel ticâretin yanı sıra uluslararası ticâreti de teşvik eden İslamiyetin bu tutumunda, Hz. Peygamberden önce Arap Yarımadası’nın dışına gerçekleştirilen ticarî seferlerin büyük etkisi vardı. Çin, Hindistan ve Afrika kıyılarına kadar yapılan ticâretler

367 Abdülaziz Bayındır, Ticâret ve Faiz, İstanbul, 2007, s. 152.

368 Bayındır, a.g.e, s. 154. Ayrıca bkz; Müslim, Sahih, Müsâkât, s. 130; İbn Mace, Sünen, Ticârât, s. 6, Buhari, Sahih, 34, 58.

369 İbn Hacer Ahmed b. Ali Askalanî, Bulûğû’l-Merâm “Ahkam Hadisler”, (trc. Mehmet Alioğlu-Betül Bozali), İstanbul, 2012, s. 315.

buna en iyi örnektir. Öyle ki sekizinci yüzyıl ortalarında, Avrupa, karanlık çağını yaşarken, Müslümanlar, ticâret hukukunun ilkeleri hakkında, bilimsel eserler yazmaktaydılar. İslâm, hem ekonomik işbirliğini sağlamak hem de karşılıklı bilgi ve fikir alışverişinde etken bir araç olduğundan, beynelmilel (uluslararası) kardeşliği gerçekleştirmek için uluslararası ticâreti teşvik etmiştir. Nitekim aşağıda da ele alacağımız üzere, ticarî işlemlerde elverişli bir sistem bulmak için Müslümanlar arasında farklı teknikler kullanılmıştır. Ancak bu teknikler, zamanla gelişen şartlara bağlı olarak değişkenlik gösterebilmekteydi. Daha ziyade serbest ticâret politikası güden İslamiyet, bağımsız ticâretten yanadır. Müdahaleden, ticâretin gelişimine engel olacağı düşüncesiyle uzak durulmuştur. İslamî sistemde, ülkelerin kendi doğal şartlarına uygun olan malları, iç piyasaya talebinden daha fazla üreterek öteki ülkelere satılması gerektiğine inanılır.

Abbasîler döneminde ticâretin merkezi olan Bağdat ve Basra gibi şehirlerin, İslam hukuku tarihinde ayrı birer yerleri vardır. Zira Irak’taki hukuk ekolünün başında yer alan İmam-ı Azâm Ebu Hanife, İmam Mâlik, İmam Şâfi’i gibi âlimler, ibadet ve muamelât konusundaki tesbitleriyle kendilerinden sonrakilere yol gösterici oldular. Örneğin hem bizzat ticâretle meşgul olan hem de ticâretteki teamül, örf ve âdeti yakinen bilen İmam-ı Azâm Ebu Hanife, ticarî muamelât konusunda gayet açık bilgiler vermektedir. İmam-ı Azâm hemen hemen İslam’a ve tüccarlar arasındaki ticarî kurallara zıt olmayan bütün umumi teamülleri kabul ederek buna görüşlerinde yer vermiştir. Ki onun hukuki görüşleri kendisinden sonraki öğrencileri tarafından da aynen beyan edilerek yazılı bir tarzda kendilerinden sonrakilere nakledildi. Müslümanların ticarî anlamda gerçekleştirecekleri bütün işlemlerde ise belirlenen bu hususlar temel alındı371

. İşte Bağdat’taki İslam hukukçuları kendi dönemlerindeki şart ve ihtiyaçlara göre şirketler hukununu ortaya koydular. Nitekim Allah (c.c) alım satımı helâl, faizli işlemleri ise haram kıldığından372

Müslümanlar ortaklık sistemini geliştirmeye mecbur kaldılar.