• Sonuç bulunamadı

Coğrafi etkenlerin Basra Körfezi üzerinde, hem dünya denizciliği hem de ticarî yollar arasındaki konumunu belirlemesi bakımından büyük bir etkisi olmuştur. Arapların körfezde yaşayan bir toplum olmaları, beraberinde onların körfezdeki deniz ticâretinde ve bu bölgedeki kara ticâretinde söz sahibi olmaları imkânını doğurmuş, nitekim bu durum Abbasîler dönemine gelindiğinde daha da gelişerek onları doğudaki ticâretin efendileri yapmıştır. Körfezin ticarî bir merkez olmasının altında yatan en önemli sebeplerden biri hiç şüphesiz ki buranın Arap Yarımadası ile olan ilişkisi ve Arap beldelerini besleyecek olan beşeri göçler için bir geçiş noktası olmasını sağlayan coğrafi özelliğiydi.

Arap beldelerinin iç kısımları, belirli dönemlerde bir yerden ayrılıp diğer bir yere göçen bedeviler sayesinde doldurulmuştur. Bu göçebeler genellikle kendi bölgelerindeki iktisadî sıkıntılar sonucu, barınmak ve geçimlerini temin edebilmek maksadıyla, kendilerine komşu olan yakın yerlere büyük kafileler halinde göç etmekteydiler. Bundan dolayı pek çok topluluk Hilal’ul Hasib311 diye adlandırılan bereketli topraklara göç ediyorlardı312

.

309 Hitti, a.g.e, c. I, s. 123 vd. 310

Askerî, a.g.e, s. 53.

311 Bkz; Wilson, Persıan Gulf, s. 7- 23.

312Askerî, a.g.e, s. 54-55; Hitti, a.g.e, c. I, s. 25 vd.; İbrahim Ahmet Adevî, el-Emeviyyûn ve’l-

Bu göçebeler, körfezin bereketli topraklarından istifade etmeye can atıyor, ayrıca burada yetişen buğday, zeytin, hurma ve arpa gibi birtakım ürünler ise onların iştahlarını daha da kabartıyordu. Nitekim saymış olduğumuz bu ürünler bir bedevi için mutlu hayat sürebilmenin vazgeçilmez temel gıda maddeleriydi313. Bereketli Hilal bölgesini kendileri için bir vatan olarak gören göçebeler (bedeviler), sadece bu bölgenin zengin ve bol çeşitli ürünlerine değil, aynı zamanda bu bölgenin, kendilerini dünya nimetlerine kavuşturacak olan ticarî bağlantılarına da göz dikmişlerdi. Arap beldelerinden çıkan kabilelerin her biri doğuya doğru başlattıkları hicretleri esnasında, Bereketli Hilal bölgesinin ticarî bağlantılarına ve bu bölgedeki canlılığa -Buradaki ticarî bağlantılar ve canlılık ise Basra Körfezi ve özellikle bu bölgedeki Fırat, Dicle nehirleri sayesinde vücut buluyordu. Nitekim Basra Körfezi dışarıdan gelen ticarî malların naklini gerçekleştirirken, Fırat ve Dicle nehirleri ise Arap Yarımadası’na ve çevre bölgelere gönderilecek olan ticarî malların sevkiyatını üstlenmekteydi- şahit oldular. Böylece bu kabileler, hem körfeze hem de onun ticarî bağlantılarını kontrol edebilecekleri bölgeleri ele geçirdiler. Arap Yarımadası’ndan Basra Körfezi’ne doğru yapılan göçlerin en büyüğü Milâdî üçüncü asırda gerçekleşti. Böylece İslam’ın doğuşunun ardından Basra Körfezi’nde gelişecek olan denizcilik ve ticâret faaliyetlerinin temeli de bu dönemde atılmış oldu. Bu göçler ekseriyetle Ezd kabilesinin kolları tarafından gerçekleştirilmiştir. Böylece Basra Körfezi’nin sahilleri boyunca tek dil ve tek kavim esasına bağlı Arap merkezli bir gelişme meydana geldi. Bu göçler sonucunda Arap Körfezi’ne gelen toplulukların büyük bir kısmı ticâret ve denizcilik alanında körfezin ehemmiyetini fark etmişlerdi. Üçüncü asırda siyasî ve iktisadî nedenlerden dolayı Yemen’den göç eden kabileler, geri dönüşlerinde, Basra Körfezi ile ilgili vermiş oldukları bilgiler sayesinde Yemen’deki Ma’rib seddinin yıkılmasına zemin hazırlamışlardır. Bu Yemen kabileleri, Körfez bölgesi hakkında denizciliğe ve ticârete dair vermiş oldukları haberlerin doğuracağı sonuçları tahmin edebildikleri gibi, Körfez ticâretinin önemini de bilmekte ve ayrıca burayı merkez edinmenin kendilerine sağlayacağı yararın da hesabını yapmaktaydılar 314

.

Basra Körfezi’ne iltica eden bu Yemen kabilelerine, Arap Yarımada’sından gelen diğer kabilelerde eşlik edince, bu bölgelerdeki yaşam alanları daralmaya başlamıştı. Bu büyük insan göçü, İslam’ın doğuşuna kadarki Basra Körfezi’nin siyasî ve

313 Adevî, a.g.e, s. 11.

beşerî haritasını çizmiştir. Daha sonradan Abbasîler devrine gelindiğinde Bağdat’taki hilafet devletinin koruması altına giren bu kabileler, böylelikle bütün körfez sahilleri başta olmak üzere Fars beldelerine kadar uzanan geniş bir bölgede söz sahibi olma şansını yakaladılar. Yemen kökenli bu kabileler içerisinde el-Ezd315

ismiyle meşhur olan kabile, öncelikle Umman316

ve Bahreyn mıntıkalarına, daha sonradan ise Basra Körfezi’ni hızlı bir şekilde geçip Fars sınırlarına ulaşarak burada kendi siyasî, iktisadî ve beşeri yayılmalarını gerçekleştirdiler. Arapların, Fars beldelerinin içlerine doğru uzanmalarına tek engel ise Zağros dağları ve burada konuşulan dil oldu317

. Basra Körfezi’nin Fars tarafına düşen sahil kısmında ise Araplaşma devam etti. Böylece Araplar körfezin batı sahilleriyle, kuzey sahillerindeki var olma çabalarını sürdürdüler. Özelliklede Fırat ve Dicle nehirlerinin bir araya gelerek Basra Körfezi’ne döküldüğü yer olan Şattü’l-Arap ve Arap Yarımadası’nın doğusunda bu mücadele daha yoğun bir şekilde yaşandı. Körfez bölgesine birbirlerinin ardısıra gelen Arap kabileleri, aralarındaki düşmanlığı ve mücadeleyi bir kenara itip antlaşma yolunu seçtiler, çünkü bölgenin zenginliklerinden istifade edebilmenin yolu ancak birbirleriyle iyi geçinmekle mümkün olabilirdi. Kuzey Arabistan’ın orta kesimine yerleşmiş olan Tayy kabilesi, gerek denizcilik gerekse de ticarî faaliyetlerinde Araplara yönelik ticâret yapmayı benimsemişlerdi. Araplarla yaptıkları ticâret sayesinde ekonomik anlamda gelişen Tayy kabilesi mensupları Çin ve Hind halkı arasında oldukça meşhur olmuşlardı. Özellikle Tayy kabilesinin ismi, Çin ve Hind halkları arasında doğrudan ticâreti ifade eden bir kelime gibi algılanmaktaydı318

.

Basra Körfezi’ne doğru yapılan ilk dönem göçlerde, rahat yaşama imkânı bulan göçmenler, Körfezin farklı bölgelerine doğru yayıldılar. Bu yayılmalar, özellikle Fırat ve Dicle nehirleri boyunca uzanan ticarî merkezlere yönelik oldu. Örneğin Bahreyn,

315 İlk zamanlarda Yemen’de yaşayan Ezdliler, Ma’rib Seddi’nin yıkılmasından sonra çeşitli yerlere dağıldılar. Evs ve Hazrec kolu Yesrib’e; Huzâa kolu Mekke ve Tihâme’ye; Vâdia, Yahmed, Hizam kolları Umman’a; Mâsiha, Meydean, Lehb, Gâmid. Yeşkür ve Bank kolları Serât’a; Mâlik b. Osman ve Cezîme b. Ved-dâh kolu Irak’a; Cefne, Âl-İ Muharrik b. Amr b. Âmir ve Kudâa kolları ise Suriye’ye göç ettiler. III. yüzyılda İrak’a Fırat’ın batısına göç eden kol Bâbil harabeleri yakınında büyük bir çadır kenti kurdu. Daha sonra Hîre adını alan bu şehir Lahmîler’in başşehri oldu. Ezdliler’in bir kısmı ise zaman içinde Mısır, Filistin ve Endülüs’e yerleşmiştir. Bkz; Belâzûri; Fütûh, s. 20-22; Mustafa Fayda,

İslâmiyet’in Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara, 1982, s. 20-23; İbrahim Ahmed, Mu’cemü’l Müdüni’l- Kabâ’ili’l-Yemeniyye, Kahire, 1963, s. 19-20; Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 452, 505 vd;

Çağatay, Arab Tarihi, s. 61-62. 316 Belâzûri, Fütûh, s. 110 vd. 317 Cevad Ali, a.g.e, c. I, s. 633.

beşeri pek çok ihtiyacın karşılandığı önemli bir bölgeydi319

. Bahreyn, ilerleyen dönemlerde Körfez ticâretinden en fazla fayda gören bölgelerden biri oldu. Nitekim Bahreyn’in bu kendine yeter oluşu Maad b. Adnan ve Ezd kabilesinden pek çok insan’ın buraya gelmesine zemin hazırladı. Özellikle bu kabilelerin içerisinde yer alan bazı guruplar Bahreyn’i sürekli bir yurt edindiler320. Burada toplanan bütün kabileler, buraya yerleşme hususunda kendi aralarında antlaşmaya vararak, diğer topluluklara karşı birbirlerine yardım edeceklerine dair söz verdiler. Böylece diğer topluluklar karşısında tek vücut olarak durabilme imkânına kavuşan bu kabileler, Körfez bölgesindeki nüfusun çoğunluğunu teşkil ettiler321. Bu yerleşimci kabileler, Körfez sahilleri boyunca ve körfezin ticarî bağlantılarının paralelinde; özelliklede Fırat nehrinin batı kıyıları boyunca yerleşmişlerdi322. Öyle ki bu dönemdeki göçler, Milâdî üçüncü asra kadar bitmek bilmeyen bir şekilde devam etti. Özellikle Bahreyn, Körfez bölgesindeki göçler doyuma ulaşıncaya kadar bir intikal noktası olmayı sürdürdü323

. Bekr b. Vail kabilesinin bu bölgede yayılması, bir nevi bize bu göçün bir fotoğrafını sunmaktadır. Bekr b. Vail kabilesi bu göçlerin en başında Bahreyn’e yerleşti ve Aval adlı puta tapmakla324

şöhret buldu. Zamanla Bahreyn adası Aval325 ismiyle anılır oldu. Özellikle İslam öncesi dönemde burası Aval Yarımadası olarak bilinmekteydi326

.

Bekr b. Vail kabilesi hem kendi haricindeki diğer yerleşimci kabilelere, hem de bu bölgede daha önceden yaşayan kabilelere bir örnek oldu. Nitekim bu kabileler ile alt kollarının yayılması, Necid’ten, Basra Körfezi’ne kadar olan bölgelerin Arap hâkimiyeti altına girmesi sonucunu doğurdu327. Ayrıca bu kabileler Fırat ile Dicle nehirlerinin kuzeyindeki Yarımada topraklarına kadar uzanmışlardı. Zaman zaman ise bu bölgede yaşayan kabilelerin topraklarına girmekteydiler. Böylelikle hem Basra Körfezi’nin kara yollarına, hem de deniz yollarına hâkim oldular. Örneğin Bekr b. Vail kabilesinin bazı kolları, Basra Körfezi’nin en uzak ticâret yolları noktasına ulaşırken, diğer kolları Dicle

319

İbn Batuta, Seyahatname, s. 270-279; Şâmî, a.g.m, s. 105. 320 Hemdanî, Cezîre, s. 278.

321 Cevad Ali, a.g.e, c. I, s. 517; Bekrî, Mu’cem, c. I, s. 21-22. 322

Muhammed Cemâlüddin Sürûr, Kıyamu’d-Devleti’l Arabbiyeti’l İslamiyye, Kahire, 1966, s. 31. 323

Cevad Ali, a.g.e, c. I, s. 548. 324 İbn Hazm, Ensâbi’l-’Arab, s. 481.

325 Hemdanî’nin zikrettiğine göre, Yemen taraflarından gelen Ezd kabilesinin yaşadıkları yere Aval ceziresi adı verilmekteydi. Pek çok cahiliyye ve İslami dönem şiirlerinde geçen Aval ismi, günümüzde de Bahreyn’deki bir adaya verilmiştir. Hemdanî, Cezîre, s. 278; Bekri; Mu’cem, c. I, s. 208; İbn Havkal,

a.g.e, s. 33.

326 Nafî, a.g.e, s. 168; Hamevî, a.g.e, c. I, s. 395. 327 Şakir, a.g.e, c. I, s. 56-59.

nehrinin yüksek havzalarına ve Botan nehrinin328

yanındaki tepelere gelip yerleştiler. Bekr b. Vail kabilesine bağlı kolların bu bölgelere yerleşmesi ise zamanla buraların Diyar-ı Bekr olarak isimlendirilmesine neden oldu. Özellikle bu son göç çok önemlidir. Çünkü geldikleri bu bölge Hilal’ul-Hasib bölgesinin merkeziydi ve Basra Körfeziyle Akdeniz’i birbirine bağlıyordu. Böylece bu kabilelerin buraya yerleşmesi sonucu pek çok ticâret yolu ve doğu çarşısı buralarda hayat buldu329

. Bekr b. Vail kabilesinin kuzeye doğru yaptıkları göçlerinde, Muzar ve Rabia Kabileleri de onlara iştirak etmiş ancak onlar Fırat vadilerini kendilerine merkez edinerek, burada sağlam mekânlar inşa etmişlerdi330

.

Dikkat edilirse Arap kabileleri Dicle ve Fırat yöresindeki Körfez yolları boyunca uzanmışlar ve ziraata uygun topraklara yerleşmişlerdi. Ancak buradaki zirai işleri bölgedeki yerli halka terkederek, kendileri yayılmalarını sadece ticarî merkezler etrafında yoğunlaştırmışlardır. Bu kabilelerden bir kısmı diğer kabileler üzerinde üstünlük kurmayı başarabildi. Bunda ise körfez etrafındaki merkezlere yakınlıkları, ticarî geçiş noktalarını ellerinde tutmaları ve yöre halkıyla yakınlıklarının bulunması etkili oldu. Yine bu bölgedeki kabilelerden bazıları önemli Arap eserleri vücuda getirdiler. Özellikle inşa ettikleri kervansaraylar sayesinde, ticarî mal ve ürünlerin Basra Körfezi’nden diğer bölgelere aktarılmasına yardımcı oldular. el-Hayrat imareti bunun en meşhur örneklerinden olup, bu eseri yaptıran Amr b. Adiyy b. Muzir b. Rabia b. Lahm’a nisbetle buraya Lahmi’ler imaretide denmekteydi. Bu kabileler Fırat’ın batısında sürekli askerî karargâhlar oluşturdular ve bu noktalara Süryanice Hertâ (karargâh) kelimesinden türemiş olan el-Hîre ismini verdiler ki buda askerî merkez anlamına gelmekteydi331

. el-Hîre imareti, Fırat’ın batısına ve Basra Körfezi’nin ticâret yolları üzerine yerleşen Arap kabilelerinin kurduğu devletin bir nevi koruyucusu oldu. Hilal’ul-Hasibin ortasında vücuda getirilen el-Hîre imaretleri, körfezin ticâret yollarının bu bölgeye kadar nüfuz etmesi nedeniyle yöre halkının kalkınmasında önemli bir rol oynadı. Öyle ki Arapların yerleştiği topraklar, Fırat’ın batısına düşen bölgelere kadar uzanıyordu. Ayrıca El-Hîre imaretleri ilk dönemlerde Fırat’ın orta kısımlarından Basra

328 Bitlis’in güneyindeki dağların eteklerinde başlayan Botan Suyu Vadisi, yüksek ve sarp yapılı bir kesimde güneye doğru uzanır. Doğruyol, Kuran ve Kapılı Dağları’nın arasında bulunan vadi, Türkiye’nin en dik ve sarp vadilerindendir. Bitlis Çayı Vadisi ile birleşen Botan Vadisi daha sonra Dicle Vadisi’ne açılır ve Dicle nehri ile birleşir. Bkz; http://www.siirtkulturturizm.gov.tr/belge/1-57660/akarsular.html 329 İbn Havkal, a.g.e, s. 189.

330 İbn Havkal, a.g.e, s. 203; İstahrî, a.g.e, s. 53.

Körfezi’nin ortalarına kadar uzanmaktaydı332. O dönemde ki Bahreyn hâkimi bu küçük kabilelerin reislerine yardım ettiği gibi, körfezin ticâret yolları üzerindeki yerleşik kabilelerin reisleri de bu yeni kurulan yerleşim alanlarına destek vermekteydiler. Öyle ki zaman içerisinde görülen genişlemeyle birlikte bu yerleşim alanlarının Sâsânî ve Bizanslılar ile komşulukları oldu333. Bölge tarihine dair araştırma yapan tarihçiler, el- Hîre emirlerinden İmrul Kays b. Amr’ın334

(m. 288–328) Şam beldesinde defnedilmiş olduğunu keşfetmişlerdir. Nitekim onun bazı eserleri bölge yöneticileri tarafından Nebati hattıyla335

yazdırılmıştır. Tarihçiler onun açıklamasını şu şekilde neşretmişlerdir: “ İmrul Kays b. Amr’in kabridir. O; bütün Arapların kralıdır. O, öyle biriydi ki krallık tacını giydikten sonra Esed ve Nezzar kabilelerinin krallarına boyun eğdirdi. Şemr kentindeki Necran surlarında zafer kazandı. Ma’d kabilesine boyun eğdirdi. Çocuklarını Fars ve Rum topraklarına göndermek üzere kabilelere böldü. Hiçbir kral kuvvette onun yerine ulaşamadı. Onu doğuranı mutlu etmek için 223 senesi 7 Aralığında öldü”336

.

Müslüman tarihçiler, körfez ticâretinin el-Hîre yöneticileri zamanında ne denli canlı olduğunu, bu canlı ticâret neticesinde burada ki maddi varlığın ne denli artmış olduğuna işaret etmişlerdir. Örneğin Mes’ûdî; Mürûcu’z-Zeheb ve Me’adinü’l-Cevher fi’t-Tarih adlı eserinde, Çin ve Hindistan’dan Basra Körfezi’ne gelip-giden yoğun gemi trafiğinden bahsetmektedir337

.

Bu dönemde çeşitli eserler vücuda getirildi. Müslüman tarihçiler özellikle Hîre yöneticilerinin köşklerine dikkat çekmektedirler. Örneğin Milâdî 400-418 yılları arasında hüküm sürmüş olan Hîre kralı Numan’ı Ekber’in inşa ettirdiği ve hakkında birçok hikâye ve kıssanın anlatılmış olduğu Havernak338

köşkü bu örneklerdendir.

332 Nafî, a.g.e, s. 134. 333

Corci Zeydan, el-Arab Kablel İslam, Beyrut, 1966, s. 283.

334 Bazı batılı araştırmacılar, İmrû’l Kays b. Amr’in, Şair İmrû’l-Kays olduğunu söylemektedirler ancak bu bilgi yanlıştır. Çünkü şair İmrû’l-Kays M.S.570 yıllarında ölmüştür. Hâlbuki İmrû’l Kays b. Amr’in mezarının üzerindeki yazıt 328 tarihlidir.

335Bu yazının kökeninin Kuzey Sami alfabelerinin bir kolu olan Ârâmî yazısından geldiği görüşü vardır. Nebatî alfabesinin 22 harfi vardır. Yine yazı sağdan sola doğru yazılmaktadır. Harfler bitişik ve noktasızdır. Bu yüzden bitişmiş bir harf grubu birkaç değişik şekilde okunabilir. Nebatîler yarı göçebe, kısmen ziraat ve ticâretle uğraşan kuzey Arabistan, Sina ve Ürdün civarında yaşamış Arapça konuşan bir halktı. M.Ö: III. Yüzyıl’da Ortadoğu ve Arabistan kervan ticâretini denetimleri altına alarak büyük bir krallık kurmuşlardı. Hâkimiyetleri M.Ö.312–311 yıllarında başlamış ve M.S.106 yılında Romalılar tarafından sonlandırılmıştı. Önemli şehirleri, başkent Petra, Hicr ve Busra idi. Diringer David, The

Alphabet, İngiltere, 1949, s. 267.

336

Corci Zeydan, a.g.e, s. 108-109. 337 Mes’ûdî, Mürûc, c. I, s. 103.

338 el-Hîre’nin dışında bulunan bir köşk olup, burayı inşa eden kişi hakkında çelişkili rivayetler bulunmaktadır. el-Heysem b. Adiyy’e göre bu köşkün yapılmasını en-Numân b. İmri’l Kays b. Amr b.

Numan, Havernak’ın en üst noktasında oturarak Fırat nehri kenarında kurulu Necef’i339 ve Necef’in bahçelerini, bostanlarını, nehirlerini ve Fırat’ı seyrederdi340. Aşağıda da vereceğimiz üzere tarihçilerin bu yöneticinin zühdünü açıklamak niyetiyle anlattıkları kıssa, aslında biryandan da bize o dönemki Hîre bölgesini tasvir etmektedir. Havernak’ın terasında oturmakta olan Numan, göz alabildiğine uzanan yeşillikleri, akmakta olan nehirleri, otlayan hayvanları, tavşan avlayan kurtları, Fırat’ın üstündeki denizcileri, dalgıçları, balık avcılarını, Hîre de ki zahîre depolarını, atları ve sokaklarda dolaşan halkını bir süre izledikten sonra yanındakilere dönüp, bugün tüm bunların sahibi benim ancak yarın tüm bunlara bir başkası sahip olacak ve ben aldanmış olacağım diyerek, kendisini inzivaya çektiği hatta her şeyi terk ederek ortadan kaybolduğu zikredilmektedir341

.

Numan’dan sonra gelen idareciler, Basra Körfezi ticâretine yönelik faaliyetlerde bulunmaya ve şiddete başvurarak kendilerine bağlı kabile sayısını artırmaya oldukça önem verdiler. Ayrıca bu idareciler, Körfezin deniz ticâretine hâkim oldukları gibi, kara ticâretini de ele geçirerek bu bölgede nüfuz sahibi olabilmeyi hedefliyorlardı. Bu durum özellikle el- Hîre yöneticilerinden Amr b. Hind (M. 554-569) döneminde çok daha bariz bir şekilde ortaya çıktı. Bu kişi Araplara eziyet eden, zalim, kendini beğenmiş birisi olmakla beraber, şairlere ve ediplere oldukça fazla değer verdiğinden dolayı onun sarayı edebi sanatların bir merkezi konumundaydı. Bekr b. Vail kabilesine mensup olan Tarfe b. el- Abd, o dönemin meşhur şairlerinden biriydi. Şairin kaleme aldığı bazı şiirleri Körfez denizciliğine dair önemli bilgiler içermektedir. Hîre bölgesinde eğitim gören şair, Körfezdeki denizcilik ve ticâret faaliyetlerini izleyerek büyüdü. Bahreyn’de ki Advaley342 ehlinden olan İbnu’l Yamin adlı denizcinin gemi kullanmaktaki mahareti Tarfe b. el-Abd’i öylesine etkilemişti ki, bu olay üzerine yazmış olduğu şiiri İslam Adiyy emir vermiş, böylece Sinimmâr adında Rum asıllı bir mimar tarafından bina altmış yılda tamamlanmıştır. İbnu’l Kelb’iye göre ise de anılan köşkün inşa edilmesini Sâsânî kralı Behrâmgûr b. Yezdicerd emir vermiştir. Bakır, Hîre, s. 132.

339 Burası Hîre kralları olan el-Menâzire’nin yazlığı ve dinelenme yerleri idi. Bu devletin yıkılması ve Müslümanların burayı fethetmesinden sonra, Kûfe’de halifelik yapan Hz. Ali burada defnedildi. Düzenli bir şehir olarak kurulması ise 170/786 yılında Hârûnu’r Reşîd tarafından gerçekleştirildi. Daha sonra Buveyhîler’den Adudu’d Devle 371/981 yılında bu şehri ziyaret etti ve Hz. Ali’nin mezarı etrafında muazzam bir bina yaptırarak buraya bol miktarda para harcadı. Böylece şehrin önemi arttı ve gelişmeye başladı, bu nedenle her yerden tüccarlar ve satıcılar buraya geldiler. İlhanlılarla Celayirliler döneminde şehir daha da büyük bir gelişme göstererek ilim ve kültür merkezi haline geldi. Bakır, Hîre, s. 118. 340

Hasan İbrahim, a.g.e, c. I, s. 55 vd. ; Nafî, a.g.e, s. 125-126. 341 Hasan İbrahim, a.g.e, c. I, s. 56; Hemedanî, a.g.e, s. 177.

342 Bahreyn’de yük gemilerinin yanaşabildiği bir liman köyüdür. Hamevî, a.g.e, c. III, s. 628; Bekri,

sonrası dönemde tekrar kaleme alınmış ve o dönemki deniz yolunu tasvir eden önemli eserler arasında değerlendirilmiştir343

.

İSLAM’DA TİCARET VE TİCARET ORTAKLIKLARI