• Sonuç bulunamadı

Tarihte üç tür gereksinim insanların bir araya toplanmasına sebep olmuştur. Bunlar; besin, savunma ve değiş-tokuş yani ticârettir73. İşte toplulukları, bir araya getirip buluşturan ticâret için dünya iktisat haritasına bakan bir kişinin, en eski devirlerden günümüze kadar dünya ticâretinin başlıca iki nokta arasında cereyan ettiğini görmesi mümkündür. Bunlardan birincisi Uzakdoğu, ikincisi ise çok geniş alış veriş merkezlerine sahip olan ve çeşitli beşeri göçlerin gerçekleştiği Akdeniz bölgesi ülkeleridir. Dünyaya mal olmuş bu iki bölge arasında, beşeri ve ticarî değişim ameliyesine bağlı olarak öyle kurallar gelişti ki; bu kurallar insanlık için gelişmenin, ilerlemenin ve refahın gerçekleşme unsurları haline geldiler.

Beşeri ilişkiler ve ticarî münasebetler doğrultusunda gelişen bu doğal hareketler ise başlıca üç yol takip etmiştir. Eski zamanlardan günümüze kadar bu yolların geçtiği coğrafyada her ne kadar pek çok siyasî hareket, düşünce yapısı farklı pek çok devlet kurulup yıkılmış olsa da, bunların ortaya koymuş olduğu temel öğretiler miras olarak nesilden nesile aktarıldı ve değişmedi. Dünya ticâretinin şekillendiği başlıca yollar üç kısma ayrılıyordu74

.

1- Kuzey Yolu: Çin’in kuzeyinden başlayıp, Asya’nın ortasındaki tepelere kadar giden bu kara yolu, Asya’nın batısına kadar sokulup burada üç kola ayrılırdı.

a) Hazar Denizi75 ile Ural sıra dağlarının batı tarafı arasında uzanıp, doğu ve orta Avrupa’ya kadar giden bu yol, Akdeniz kıyılarında son bulurdu76

.

73

Nikita Elisseef, “Fiziki Plan”, İslam Şehri (Ed., R.B. Serjant, çev., E. Topçugil), İstanbul, 1992, s. 124. 74 Süleymân Îbrahîm Askerî, et-Ticâre ve’l Milahe fî Halicî’l-Arabî fi Asri’l Abbasî, Kuveyt, 1998, s. 17. 75 Kafkaslar üzerinden Uzakdoğu’ya ve Orta Asya’ya açılan önemli bir kapı olan Hazar Denizi, ticâret trafiği açısından oldukça önemliydi. Bkz; Ahmet Altungök, Siyasî, İdari, İktisadi, Sosyal ve Kültürel

Açıdan Sâsânî Devleti, (Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ, 2012, s. 236.

76 ed-Durî, Irakî’l-İktisadî, s. 151-152; Naim Fehmi Zeki, Turuku’t-Ticâre, s. 154; Abdulkerim Ânî,

Devru’l-Ummaniyyîn fi’l Milâhe ve’t-Ticâreti’l İslamiyye Hatta Karni’r-Rabi’l-Hicrî, Bağdat, 1981, s. 1;

b) Kukaz dağı ile Ermenistan’ın alçak dağları arasında uzanıp Karadeniz’in güney sahillerine kadar giden bu yol, daha sonra tüccarların Marmara ve Ege sahilini takip ederek Akdeniz’e ulaştıkları bir güzergâhtı.

c) Ermenistan vadilerinden Erzurum’a kadar ulaşan bu yol, buradan itibaren aşağıya doğru Fırat vadisinin kuzeyine geçmekteydi. Nitekim dar ve uzun bir koridor şeklindeki araziyi takip eden bu güzergâh, Fırat mecrasıyla Akdeniz’in doğusu arasında uzanmaktaydı77

.

2- Güney Yolu: Bu yol Hindistan’dan başlayıp Kızıldeniz’e kadar devam eden deniz yoludur. Hind Okyanusu‘nun bir uzantısı olan ve Kızıldeniz ile Hind Okyanusu‘nu birbirine bağlayan Aden bölgesinde, bu yol iki kola ayrılmaktadır. Bunlardan ilki suyolu olup Kızıldeniz boyunca devam ederek önce Mısır’a, daha sonradan ise Mısır üzerinden Akdeniz’e ulaşmaktaydı. İkinci kol ise kara yolu olup, Aden’den başlayarak Arap Yarımadası’nın batısındaki yüksek bölgelere kadar ilerler ve Şam’ın güneyindeki Gazze sahillerinde sona ererdi78

.

3- Orta Yol: Hindistan’dan deniz yolu olarak başlayan bu yol, Basra Körfezi’nde iki kola ayrılırdı. Bu kollardan ilki Fırat vadisinden Akdeniz’in doğu sahillerine kadar giderek buradan Dımaşk’a (Suriye) uzanır, ikinci kol ise Dicle vadisiyle birlikte yükselerek Halep’ten geçip Antakya ve İskenderiye’ye kadar giderdi79

.

Coğrafi nedenler bu orta yolun Abbasîler dönemine gelindiğinde yönetimin merkezi olmasını sağladı. Öyle ki bölgenin stratejik konumu buraya dünya deniz ticâretinin en önemli merkezlerinden biri olma statüsünü kazandırdı. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz bu coğrafi etkenler şu yönlerden dikkat çekmektedir.

1- Basra Körfezi bugün Avrasya ve Afrika‘yı tarif etmek için kullanılan, coğrafi keşifler öncesinde ise ana karaları ifade eden “Eski Dünya” için değerli bir yere sahipti. Gerek stratejik gerekse coğrafi özellikleri bakımından çok önemli bir bölgede bulunan Basra Körfezi, eski devirlerden günümüze tarihte büyük ehemmiyeti haiz olmuştur80

. Asıl değerini Ortaçağ’a gelindiğinde elde edebilen Basra Körfezi, bulunduğu konum

77

Askerî, a.g.e, s. 18; İbrahim Ahmet Adevî, ed-Devletu’l İslamiyye ve İmparatoriyye Rum, Kahire, 1958, s. 137; İbrahim Şerif, el-Mevkiu’l Coğrafiyu’l Irak ve Eseruhu fî Tarihü’l Amm Hatta el-Fethu’l İslamî, c. I, Bağdat, 1993, s. 12, 248.

78 Askerî, a.g.e, s. 18; Hüseyin Fevzi, El-Milahatu’l-Arabiyâ fî Usûrî’l-Vustâ, Kuveyt, 1956, s. 282; Said Afğani, Esvâku’l-Arab fî Cahiliye ve’l-İslam, Dımaşk, 1960, s. 61; Kadri Kal’aci, el-Halicu’l Arabî, Beyrut, 1965, s. 48.

79 Şerif, a.g.e, c. I, s. 162 -225; Askerî, a.g.e, s. 19; Kal’aci, a.g.e, s. 47; Durî, a.g.e, s. 151-152; Fehmi,

a.g.e, s. 154.

itibariyle Uzakdoğu (Hind, Çin ve Doğu Hind Adaları) ile o zaman ki İslam dünyası devletleri (Irak, Şam, Arap Yarımadası ve Mısır) arasındaki direk bağlantılı halkayı teşkil etmekteydi. Diğer taraftan ise Uzakdoğu ile Doğu Afrika ve Orta Karadeniz adaları ve bazı güney Avrupa şehirleri arasındaki ulaşım güzergâhlarını birbiriyle bütünleştiriyordu81

. Yani Basra Körfezi, doğuyu batıya bağlayan bir ticarî güzergâh konumunda idi. Uzakdoğu’dan gelen eski ticâret gemileri, Basra Körfezi’nin önemli liman ve ticâret şehirleri olan Umman, Hürmüz, Maskat, Abbâdan, Siraf, Katar, Suhâr, Basra, Ûbulle, Bahreyn… gibi mıntıkalarında demir atıp, beraberlerinde getirmiş oldukları yüklerini buralara boşaltıyorlardı. Bu şehirler; kendilerine gelen malların bir kısmını iç bölgelerdeki şehirlere dağıtmak, diğer kısmını ise Basra Körfezi gemileri aracılığıyla, İslam âleminin başkenti Bağdat başta olmak üzere, Akdeniz ülkelerine (Avrupa) veya Doğu Afrika kıtasının doğusuna ihraç etmek üzere muhafaza ediyorlardı. Buradan hareketle diyebiliriz ki Basra Körfezi’ndeki liman ve ticâret şehirleri, Uzakdoğu’dan gelen ticâret mallarının, dünyanın çeşitli ülkelerine sevkiyatı için bir antrepo ve ihraç merkezi görevini üstlenmişlerdir. Eski çağlardan itibaren en önemli ticâret yollarından biri olan Basra Körfezi, bu yol sayesinde Çin, Hind, Yemen, Umman, Bahreyn, Sümer, Akad, Babil, Asur, Kenan ve Mısır gibi eski medeniyetleri birbirine bağlamıştır. Bu açıdan Basra Körfezi’ndeki ticarî potansiyele ve onunla yarışabilecek hareketliliğe sahip olan tek merkez Kızıldeniz olmuştur. Bunun dışındaki hiçbir ticarî güzergâh, Basra Körfezi’ndeki bu ticarî canlılığa eşit olamamıştır82

. Körfezdeki bu ticarî hareketliliği anlayabilmek için buradaki şehirleri tanıyarak, bunların coğrafi konumlarına ve genel yapılarına göz atmak gerekir. İslam’ın ilk yıllarında kaynaklarında belirttiği üzere Basra Körfezi’nde yaşanan gelişmeler, bize ticarî faaliyetlerin mahiyeti hakkında bilgi vermektedir. Örneğin Taberî, Basra Körfezi’nin kuzeyinde, Fırat nehrinin önünde olan Eblehe (Ûbulle) için, oldukça önemli bir liman şehri olduğunu, Hindistan ile Çin’den gelen ticâret mallarının burada boşaltılıp yüklendiğini ve buranın Furucu’l-Hind olarak isimlendirildiğini zikretmektedir83. Ayrıca eski dönemlerde burada Hindistan’dan gelip batıya gidecek olan eşyalarla, buradaki tüccarlara ait, Yunan rakılarının, kırmızı renkli ipeklerin, hurma

81Ahmet eş-Şâmî, “Körfez ve Uzak Doğu Ülkeleri Arasındaki Ticarî Münasebetler Ve Bu Münasebetlerin Ortaçağ Medeniyetine Etkileri” (çev. Aydın Çelik), Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sa. 134 (Ekim 2001) s. 101-102.

82 Şâmî, a.g.m, s. 102, 112 vd.

ve inci gibi ticarî ürünlerin saklanıldığı bir depo bulunmaktaydı. Özelliklede bu depodaki ipek yükler, Suriye yoluyla Antakya’ya gönderilmekteydi84

.

Bir iç deniz olan Basra Körfezi’nin karşı sahilleri (İran) rahatlıkla görülebilmekteydi. Bereketli Hilal85

ismiyle meşhur olan bu bölge, doğuda Zağros ya da Toros dağlarına, batıda ise Arap beldelerinin vadilerine kadar uzanan geniş topraklara sahipti. Aynı zamanda Mezopotamya’daki iskân bölgelerinden biri olan ve Bizanslılar tarafından Bereketli Hilal (Hilalu’l-Hasib) diye adlandırılan bu bölge86, Dicle ile Fırat arasında ve Fırat’a katılan Habur ve Belih nehirlerinin, Torosların eteğinde teşkil ettikleri yeşil bir alandır. Bunlardan Habur nehri, doğudan batıya doğru sırası ile Yağlı Yaka, Caca, Vadi Hınzır, Vadi Avaç ve Habur olmak üzere beş kol halinde Cebel Sincar ile Cebel el-Beda’nın kuzeyindeki ovayı suladıklarından, bu mıntıka senenin her mevsiminde yeşil bir manzara sunmaktadır. Bundan dolayı insanlar eski devirlerden itibaren burayı sürekli iskân etmişlerdir87

.

Basra Körfeziyle, Bereketli Hilal arasındaki bağlantı, bir yönden Asya ile Afrika kıtalarını bağlamak, diğer yönden ise adeta Avrupa kıtasını bu iki kıtaya bağlamak için yaratılmıştır. Bu bağlantı aynı zamanda söz konusu üç kıtayı, gerek çöllerle ve gerekse de dağlarla, biri birinden ayıran doğal engellerin yanı sıra uzanan doğal bir menfez (giriş) oluşturmuştur. Basra Körfezi ile Hilal’ul-Hasib arasındaki bu bağlantı, coğrafi etkenler neticesinde oluşmuştur. Daha önceleri burada adı Teşs olarak bilinen bir deniz bulunmaktaydı. Bu deniz Irak ve İran topraklarının tamamını, Arap Yarımada’sının ise bir kısmını kapatmış durumdaydı. Jeolojik etkenlerin neticesinde Asya’nın orta bölgelerinde yükselmeler meydana gelmiş ve bunun neticesinde Zağros dağlarının orta kısımlarıyla İran’ın bazı tepeleri ve Arap Yarımada’sının doğusundaki bir kısım topraklar suyun altından açığa çıkmıştır. Yine aynı dönemde, Basra Körfezi’nin bulunduğu bölgede meydana gelen bazı çökmeler sonucunda bugünkü Basra Körfezi meydana gelmiştir88

. Jeolojik hareketliliğin devam ettiği dönemde bazı dağlar oluştuğu

84 Ğuleb, a.g.e, s. 189-191.

85 Hilal’ul-Hasib: Türkiye, Lübnan, Suriye ve özelliklede Irak’ı içine alan verimli toprak kavisine verilen isimdir. Geniş bilgi için bkz; Arnold T. Wilson, The Persıan Gulf, Londra, 1978, s. 7-23; Emîn Medenî,

et-Tarihu’l Arabî ve Coğrâfiyyetuhu, Kahire, (trs.), s. 347.

86 Kenneth W. Harl, Coinage in the Roman Economy; 300 BC to Ad 700, London, 1996, s. 297. 87 Firuzan Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara, 1983, s. 13.

88 Yaklaşık 12.000 sene önce, dördüncü buzul çağı (Wurm)’nın sona ermesi sonucunda, Basra Körfezi’nin bulunduğu alçak alan dolmaya başlamıştır. Bu bölgenin yavaş yavaş gerçekleşen dolumu ile birlikte, Basra Körfezi’ndeki sular bugünkü seviyesine ancak M.Ö 5000 yılı sınırında ulaşmıştır. Rıda Cevad el Hâşimî, “ Basra Körfezinde Eski Ticarî Faaliyetler ve Bu Faaliyetlerin Medeniyete Tesirleri” (çev. Abdulhalik Bakır), Ortaçağ Tarih Ve Medeniyetine Dair Çeviriler I, Ankara, 2008, s. 598.

için (Umman dağı bunlardan biridir), bu dağlar suya doğal bir set oluşturmuşlardır. Bu dağsal doğal engeller, ta eski dönem jeolojik asırlardan itibaren Basra Körfezi’ni, Hind bölgesinden tamamen ayırmıştır. Ancak ileriki jeolojik dönemlerde yine Umman bölgesinde bazı çökmeler meydana gelmiştir. Bu çökmelerin ardından, Körfezi Hindistan’a bağlayan Hürmüz Boğaz’ı meydana gelmiştir. Irak topraklarının güneyinde ise yükseklerden akarak gelen ırmakların neden olduğu sulak alanlar oluşmuştur. Bunlardan Karun ve Kerhi nehirleri, Zağros dağından aşağıya inerek doğuya doğru ilerleyen iki önemli nehirdir. Diğer önemli kaynaklardan biri de el-Batin vadisinden inen sulardır. Yağmur asrı diye nitelendirilen dönemde Arap Yarımadası’nın ortasındaki yükseltilerden de pek çok su kaynağı akmaktaydı. Bu saydığımız suların tamamı, birlikte taşıdıkları kumlarla Irak ile Basra Körfezi’nin arasında yüksek doğal engellerin oluşmasına yardım etti. Dicle ile Fırat nehirleri taşıdıkları alüvyallar ile Irak’ın aşağı kesimlerini doldurmaya başladı ki bu durum geçmiş asırlardan günümüze kadar devam etmektedir. Nitekim Irak’ın güneyindeki kumluk bölgeler artmakta ve Dicle ile Fırat nehirleri bugün bile Zağros dağından Basra Körfezi’ne doğru malzeme taşımaktadır. Neticede Irak’taki ovaların büyük bir kısmı bu nehirlerin taşımış olduğu alüvyallar neticesinde oluşmuştur. Bu taşıma işlemi günümüzde de hala devam ettiğinden, Körfez’de ki çukur alanlar yavaş yavaş dolmakta ve Körfezin çehresi her geçen gün değişmektedir89

. Basra Körfezi tarihinin meydana geldiği bu coğrafi manzara, gerek iktisadî gerekse de siyasî olaylarla şekillenmiştir.

2- Basra Körfezi, coğrafi yapısı sayesinde doğu ile batı arasında büyük bir öneme sahip olmuştur. Şüphesiz her iki bölgenin de (doğu- batı), gerekli olan temel insani kültürün oluşması ve beşeri refahın artmasında payı büyüktür. Basra Körfezi’nin güneyine düşen birinci bölge, el-mevsimi olarak adlandırılıp, başta Hindistan olmak üzere bunun yanı sıra Çin ve Doğu Afrika ülkelerini kapsamaktaydı. İşte tam bu noktada Basra Körfezi, tüm bu ülkeleri iktisadî anlamda bir araya getirerek, o dönemde bunların dünya ekonomisinin can damarı olarak şöhret bulmalarına katkı sağladı90

. Basra Körfezi’nin kuzeyine düşen ikinci bölge ise batı âlemi (Avrupa) olarak nitelendirdiğimiz Akdeniz ve çevresindeki bölgelerdi. Bu iki bölge arasında üretilen

89 Wilson, a.g.e, s.3-4; Muhammed Mutevelli, Havzu’l Halicî’l Arabî, Kahire, 1970, s. 62-63; Şerif, a.g.e, c. I, s. 36-37.

ticarî malların, tüketiciye karşılıklı olarak ulaştırılması zaruriyeti vardı. Nitekim her iki bölge sakinlerinin de (doğu-batı) beşeri ihtiyaçları bulunmaktaydı91

.

3- Son olarak Basra Körfezi, coğrafi konumu itibariyle doğu ticâreti için doğrudan bir köprü vazifesi üstlenmişti. Nitekim tarihte bu bölge, büyük doğunun kapısı olarak ün salmıştı92. Bu nedenle adeta bütün tüccarların ve imparatorluk sanatçılarının kalpleri buraya gidebilmek için çarpıyordu. Basra Körfezi halkı, eski asırlardan itibaren ticârette bilgi sahibiydi. Özelliklede bu bölgedeki ticarî canlılığın artmasında ve gelişmesinde, eski medeniyetlerin büyük etkisi oldu. Örneğin Asur ve Babil gibi güçlü devletler döneminde, bu bölgede sağlanan istikrar ve güven ortamı, beraberinde, bölge için zenginliği ve daha da büyümeyi getirdi. Yine Basra Körfezi’ndeki med-cezir olayından dolayı denizin suları çekilmekte ve bu durum; insanların, hayvanların ve kafilelerin rahatça yürüyebileceği ve istenilen yerlere rahatça ulaşabileceği düz ve geniş alanlar ortaya çıkarmaktaydı. Ayrıca sahilden çıplak gözle görülebilen adaların varlığı, bu bölgedeki insanların ilgisini çekerek onları denize meylettiriyordu. Nitekim Ahsa93 yakınlarında bulunan Car’â adası sakinleri Milâdî üçüncü asra kadar aktif bir ticârette bulunarak, Irak’taki eski Babille, Arap Yarımadası’nın güney sahilleri arasın da ticâret kervanları çalıştırmaktaydılar. Car’â şehri özellikle buhur ve koku (ıtır) ticâretinin yapıldığı bir merkez olup, Hadramevt’ten94

gelen kokular burada toplanarak çevre bölgelere dağıtılmaktaydı. Örneğin Hemdânî, İslam öncesi bu bölgede meşhur olan pazar isimlerini Suku’l Muşakkar ve Suku’l-Hacer olarak zikretmektedir95. İslam’ın gelişinin ardından da Basra Körfezi’ndeki ticarî faaliyetler artarak devam etmiş ve özellikle, Çin ve Uzakdoğu malları gemilerle Halicu’l-Arabî (Basra Körfezi) mıntıkasına taşınmıştır96

. Ya’kûbî, Cahiliye döneminden itibaren Arap Yarımadası’nda meşhur olan ticâret pazarlarını sıralarken “Necid’in kuzeyinde yer alan Dummetü’l- Cendel, Bahreyn’de Muşakkar pazarı, Umman’da Suhâr pazarı, Hadramevt’te Rabia,

91

Adevî, ed-Devletu’l İslamiyye, s. 133–134; Askerî, a.g.e, s. 21. 92 Askerî, a.g.e, s. 21.

93 Bahreyn’deki meşhur şehirlerden biri olan Ahsâ, Karmatilerden Ebû Tahir Süleyman b. Ebî Said el- Cennânî tarafından onarılmış ve askerî yönden stratejik bir mevkiye getirilmiştir. Bkz; Hamevî, a.g.e, c. I, s. 138.

94 Hamevî, a.g.e, c. II, s. 269-271. 95 Hemdânî, a.g.e, s. 136. 96 İbnü’l-Esir, a.g.e, c. II, s. 487.

San’â, Aden ve Şıhr pazarları, Hicaz’da Zu’l’-Mecâz ve Ukaz pazarları”97, bunların arasında Bahreyn ve Umman’daki pazar isimlerini de belirtmektedir98

.

O dönemde her ne kadar Akdeniz bölgesi de tıpkı burası gibi bir çekiciliğe sahip olmuş olsa da (ne yazık ki) Basra Körfezi bölgesine eş tutulamazdı. Çünkü Basra Körfezi, doğu ticâretinin giriş-çıkış kapısı olmanın yanı sıra, Hind yöresindeki ziraatçıların yetiştirdiği ürünlerle, doğuya ait diğer kaynakların ve güzelliklerin batı âlemiyle buluşmasına aracı olmaktaydı99. Örneğin Umman ve Hindistan taraflarından, büyük yük gemileriyle getirilen pirinç, çeşitli gıda maddeleri, demir, bronz, tahta… gibi bir takım eşyalar çevredeki bölgelere ve Avrupa’ya gönderilmekteydi100

.

Basra Körfezi’nde ticâretle uğraşan toplulukların en meşhurları arasında Kızıldeniz tüccarları da yer alıyordu. Bu tüccarlar Hind Okyanusu ile Akdeniz ülkeleri arasında başlıca iki yol kullanmakta ve bu yollar sayesinde eski dünyanın ortasına kadar ulaşmaktaydılar. Bu tüccarlar iç denizlerden başlayarak, birbirine paralel iki çizgi boyunca o bölgedeki toprakların en orta kısımlarına kadar ilerlemekteydiler. Aynı şekilde bu tüccarlar iki boğaz sayesinde de Hind Okyanusu sularına kadar

97

Hacerdeki el-Muşakkar panayırı, Cumada el-Ahîre’nin ilk günü başlar ve o ayın sonuna kadar sürerdi. İranlılar buraya denizi aşarak ticarî emtialarıyla gelirlerdi. Sonra bu, gelecek yılın aynı devresine kadar kapalı kalırdı. Buranın başkanları sadece Temim’den, yani el-Munzur b. Savâ’nın (Bahreyn hâkimi) mensubu bulunduğu boy olan Benû Abdillah b. Zeyd’den gelirlerdi. Bunları tayin eden İran Krallarıdır. Yani Hir’e’de Benu Nasr ve “Umman’da Benûl-Mustekbir hanedânı. (el-Muşakkar panayırının) başkanları burada Dumet’ul-Cendel (panayırı) hükûmdarları gibi davranırlar ve burayı öşüre tabi tutarlardı. Buradaki ticarî muamele tarzlarına gelince orada bu, mulâmese (birbirlerine el değdirme) ve hamhama (göğsünden homurtulu ses çıkarmak), suretiyle olurdu. Elle temas bir hareketle ifade edilirdi. Alım-satım muameleleri için birbirlerine parmak gösterilmekle iktifa olurdu. Ve hareketlerle iki taraf mutabık kalıncaya kadar bir kelime konuşmazlardı. Homurdanmaya gelince bu, şayet alıcı aldatıldığını iddia ederse yalan yere yemin edilmemesi içindi. Bunu meteakip, “Ummân’da Suhâr panayırı gelirdi. El- Muşşakkar receb ayının birinci günü, Suhâr’a ayın yirmisinde varmak üzere terkedilir. Panayır beş gün devam ederdi ve burada el-Culanda b. Mustekbir öşürleri toplardı. “Sonra, Arabistan’ın iki büyük limanından biri olan Debâ panayırı gelir. Buraya batıdan olduğu kadar, Doğudan da Sind, Hind ve Çin’den de gelinirdi. Buranın panayırı Recep ayının son günü açılırdı. Onların ticarî muameleleri icab ve kabul yoluyla yapılıyordu. Tamamen Suhâr panayırında olduğu gibi burada el-Culandâ b. Müstekbir onları öşre tabi tutuyordu. Eş-Şıhr panayırı ise Üzerinde Hûd aleyhiselamın kabrinin bulunduğu dağın gölgesinde tertiplenirdi. Panayır Şa’ban ayının ortasında başlardı. Ticarî muameleler çakıl taşı atmak suretiyle yapılıyordu. Daha sonra Âden (‘Adn) panayırı gelirdi. Bu Ramazan ayının ilk gününden onuncu gününe kadar devam ederdi. Bundan sonra Ramazan ayının ortasında sonuna kadar devam eden San’â panayırı gelmektedir. Her iki panayırdan da Yemen’de yerleşip kalmış olan İran asıllı Ebnâ’lar sorumluydu. Daha sonra Er-Râbiye ve Ukâz panayırları gelir. Er-Rabiya Hadramud’da ve Ukâz ise Necd’in yukarısında, Arafat yakınındadır. Kureyşliler olduğu kadar Hevazinliler ve Gatafân, Eslem, Ehabiş (yani Benû Haris ibn Abd Menat ibn Kinane, ‘Adel’ler, Diş’ler, Hayâ’lar ve Mustalıklar) gibi çok sayıda kabile toplulukları buraya geldiğinde Ukâz, Arap panayırlarının en büyükleri arasındaydı. Bir diğer panayır ise Zu’l-Mecâz’dı. Ukâz yakınında yer alan bu panayır, zilhicce ayının ilk gününden başlar ve Terviye (aynı ayın 8. günü) gününe kadar devam ederdi. Daha sonra hac için Minâ’ya hareket edilirdi. Bkz; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi (çev. Salih Tuğ), Ankara, 2003, c. II, s. 945-946. 98

Ya’kûbî, Tarihu’l-Ya’kûbî, c. I, s. 270. 99 Belâzûri, Fütûh, s. 278.

100 Abdulkadir Kenaî; Tarihu Sına’ati’s- Sefîne fi’l-Kuveyt ve Enşitatuha’l-Muhtelife, Kuveyt, 1982, s. 121.

ulaşabilmekteydiler. Bu boğazlardan birincisi, Basra Körfezi yoluyla ulaşılan Hürmüz boğazı101, diğeri ise Kızıldeniz üzerinden gidilen Babü’l Mendep102

idi. Bu boğazlardan her biri kendi güney yönleri itibariyle bir körfezle sona ermektedirler. Örneğin Basra Körfezi, Halicu’l-Umman ile sona ererken, Kızıldeniz bağlantısı ise Aden Körfezi103

ile son bulmaktadır. Sonuçta her iki yol, Hind Okyanusu ile Akdeniz bölgesini ve çevresindeki yerleri birbirlerine bağlamakta ve doğudaki zenginlikleri o dönem itibariyle batı âlemine tanıtmaktaydılar104

.

Özellikle Abbasî dönemine dair eserler yazmış olan Müslüman coğrafyacılar, eserlerini kaleme alırken öncelikle Basra Körfezi’ndeki tüccarların yazmış oldukları vesikaları ve Hind Okyanusu’ndaki tüccarlarla, Basra Körfezi’ndeki tüccarlar arasında cereyan eden yazışmaları ve ilişkileri temel almışlardır. Her ne kadar bu alanda yazılmış olan eserlerde iki bölge göz önünde tutulmuşsa da, Basra Körfezi bu bağlamda Hind Okyanusuyla kıyaslanamayacak derecede üstün bir öneme sahiptir. Çünkü bu yazılanlar daha çok Abbasî döneminin sosyal hayatını yansıtan bir nevi canlı fotoğraflar hükmündeydi. Nitekim Abbasîlerin başkenti Bağdat, ancak kendi tüccarları ve onların