• Sonuç bulunamadı

İrticai Hareketler ve Hükümetin Tavrı

BÖLÜM 2: 2 MAYIS 1954 GENEL SEÇİM PROPGANDALARI

2.1.4. İrticai Hareketler ve Hükümetin Tavrı

Demokrat Parti iktidarının henüz birinci yılında “Ticaniler” olarak adlandırılan bir tarikatın irticai hareketlere başlaması hükümeti muhalefet karşısında zor durumda bırakmıştı. Nihayet tecavüzler, Ankara Orduevi karşısındaki Atatürk heykelleri ve Başkentin ortasındaki Zafer Anıtı’na kadar uzanınca tarikat lideri Kemal Pilavoğlu ve 11 müridi tutuklanmıştır. Atatürk’ün büst, resim ve manevi şahsına yönelik yönelik eylemlerin devam etmesi üzerine tutuklamalar 88’e yükseldi. Bunun üzerine hükümet 25 Temmuz’da (1951) 5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkardı. Yasanın 5. maddesine göre Atatürk’ün anısına açıkça tecavüzde bulunanlar 3 seneye, büst ve heykellerine saldıranlar 5 seneye kadar ağır hapis cezasına çarptırılacaktı (Nal, 2005:156). Kanunun uygulamaya yönelik başlıca hükümleri şunlardır:

a) Devlet dairelerinde yalnız Atatürk’ün fotoğrafı asılacak. b) Atatürk aleyhine işlenen suçlarla ilgili özel bir yasa çıkarılacak. c) Anıtkabir tamamlanacak Ata’nın naaşı oraya defnedilecek.

d) Atatürk’ün önerdiği Doğu Anadolu Üniversitesi kurulacak (Turan, Ş., 1999 IV/II: 56-57).

5816 Sayılı kanun teklifinin mecliste sert tartışmalara neden olduğu görülmektedir. Özellikle CHP, kanuna sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Örneğin İnönü böyle bir kanun çıktığı taktirde herkesin iftira atılarak içeri atılabileceğini belirterek Atatürk’ü korumak için kanuna gerek olmadığını, onu sevmenin yeterli olduğunu belirtmiştir (Sükan, 1991: 73-74). Sinan Tekelioğlu ise Atatürk’ün kurtuluş savaşındaki başarılarından bahisle Türk milletinin onu zaten sevdiğini bunun için böyle bir kanuna gerek olmadığını ifade etmiş çıkarılacak olan kanunu Cumhuriyet tarihinde sadece bir örneği olduğunu ifadeyle “Takrir-i Sükun Kanunu’na benzetmiştir. Tekelioğlu kanunla ilgili görüşlerinin gerekçelerini şöyle ifade etmiştir:

93

“Bu kanun Anayasaya aykırıdır...Çünkü bu kanun bir defa hüriyeti kelâmı tamamıyla selbedecektir. Meselâ yarın üniversitede inkilâp dersleri okutan bir hoca Atatürk'ün mevcut olan nutkunun haricinde bir şey söylerse hocayı mesul mü edeceğiz? Çünkü Atatürk'ün eseridir. Tarihe esas olmuş bir nutuktur. Binaenaleyh bu gibi tehlikeli kanunlarla memleketin hürriyetini boğmak hiçbir kimsenin elinde değildir. Hiç kimsenin hakkı değildir. Ben çok iyi biliyorum ki 14 Mayıs’ın kahraman Meclisi bu kanunu reddecektir...Binaenaleyh böyle birçok insanları mahkeme huzuruna çıkarmak vaziyeti vâki olacaktır, böyle bir kanun kabul edildiği takdirde. Acaba kim rahat ve huzur içinde bir arkadaşıyla konuşabilecektir? Meselâ o konuştuğun adam, Atatürk'e küfür etti derse ne olacaktır? Sonra şunu da düşünmemiz lâzımdır: Atatürk'ün resmi olan bir gazeteyi alsak ve kazara o gazeteye helva sarsak, vay sen Atatürk'ün resmi olan bir gazeteye helva sardın diye mahkemeye mi verileceğiz? (Dikkatli ol sesleri) ( TBMMZC, 4 Mayıs 1951: 57).

CHP’nin kanunla ilgili iddia ve eleştirilerine cevap veren Menderes ise meclis kürsüsünden şöyle hitap etmiştir:

“...Eğer tedbirde kusur tabirinden kasdolunan mâna Atatürk eserlerine vâki olacak tecavüzleri kâfi derecede şiddetle karşılamamak veya teşvik edici bir tavır ve eda takınmaksa, kendilerine derhal söyleyeyim ki bu hatayı kendileri irtikâp etmişlerdir.(Soldan şiddetli ve sürekli alkışlar) Ölümünün hemen akabinde paralardan, pullardan Atatürk'ün resimlerini sildirenler onlardı.(Soldan alkışlar) Arkadaşlar, kendi reislerinin resimlerini havi olan pulları beş sene daha tüketemeyeceğimiz adette bastırmış olanlar yine onlardır. (Soldan şiddetli alkışlar)” (TBMMZC, 4 Mayıs 1951: 56).

Ticanilerin bu eylemlerinin Demokrat Parti’nin din konusundaki tutumunu oldukça değiştirdiğini ve hükümetin, kendisini laik göstermek için oldukça çaba harcadığını söyleyebiliriz. Örneğin Hükümet, İnönü’nün kendi resimlerini Atatürk’ün resimlerinin yerine ikame etmesini Atatürk çizgisinden ayrılmak olarak yorumlamış ve kendilerinin Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılığını göstermek için 25 Eylül 1952’de “yaşayan insanların heykellerinin dikilmesini yasaklayan” yeni bir kanun çıkarmıştır (Eraslan, 2007:551). Bayar, ise Atatürk’e olan saygılarından dolayı Cumhuriyet tarihinin ilk 10 senesini eleştirmediklerini belirtmiştir (Bayar, 1969: 147). Ancak partililerin sürekli

94

CHP’nin “27 seneden beri hiç bir şey yapmadıkları” şeklinde eleştiriler yapmaları bu ifadeyle çelişmektedir.

DP hükümetinin başını ağrıtan tek olay Ticani eylemleri değildi. Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın, 22 Kasım 1952’de Malatya’da Hüseyin Üzmez adında bir lise öğrencisi tarafından suikasta uğraması da hükümeti zor durumda bırakmıştır. Nal’a göre bu olay, DP’nin dine bakışında dönüm noktası olmuştur. Bu tarihe kadar irticaa ödün veren DP, tutumunu değiştirmiştir. Bu döneme kadar irticaa komünizme karşı bir kale olarak görülürken “Komünizme karşı en büyük kale

İslamiyet” olarak görülmeye başlanmıştır (Nal, 2005: 162).

Yalman’a yapılan suikastla ilgili olarak Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Cemiyeti (BDC) ve

İslam Demokrasi Partisi (İDP) sorumlu görülmüştür. Özellikle Vatan Gazetesi, Üzmez suikastından BDC’yi sorumlu tutmuştur. Cemiyet dergisinin Yalmanla ilgili “katli caizdir” yönlü yayınları suikastla ilişkilendirilmesine neden olmuştur. Özellikle Abdurrahman Şeref Laç ve N. Turgut Özdemiroğlu’nun Yalman’ın “münafık” olduğu bu nedenle kendilerinin onun “celladı” olacağı yönündeki yazıları cemiyetin 3 Aralık 1952’de kapatılmasına neden olmuştur (Nal, 2005: 163-165).

Necip Fazıl, kendisi ve dergisine yapılan ithamlara şiddetle karşı çıkmış ve suikastın niçin yapabileceğine dair 5 ilginç ihtimalden bahsetmiştir. Fazıl, Yalman’a yönelik suikastın bizzat Vatan gazetesinin kendisi tarafından sansasyon yaratmak amacıyla veyahutta Menderes’i küçük düşürmek isteyen Halk Partisi ya da Masonlar tarafından yapılmış olabileceğine dikkat çekmiştir.

DP’nin din konusundaki tutum değişikliğinin kendi bünyesinden koparak kurulan MP’ye yönelik ciddi eleştiriler yapmasına ve bu partinin kapatılmasında büyük rol oynamasına sebep olduğu söylenebilir. Partinin tutum ve davranışlarının hükümetin bu yöndeki eleştirilerine çanak tuttuğu da bir gerçektir. Nitekim özellikle iktidar yanlısı basında, MP’nin “sanki dinin tek müdafii kendileriymiş gibi” davrandığı yönünde haberler çıkıyordu. DP, ihtiyadi kapatma kararı verilen MP hakkında dava devam etmesine rağmen MP’yi irticai faaliyetlere devam etmekle suçluyordu. Buna göre MP, yasadışı faaliyetleri alışkanlık haline getirmişti. Faik Fenik gibi hükümet yanlısı yazarlar da partiyi irticacı olarak nitelendirmiştir (Nal, 2005: 165-167). Hükümetin MP’nin kapatılması konusundaki tavrı, CHP ve CHP’nin yayın organları tarafından da

95

sürekli eleştirilmiştir. Örneğin Yalçın, Millet Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili olarak, bu partinin faaliyetlerinin hükümet tarafından habbeyi kubbe yaparak abartıldığını ifadeyle partinin kapatılmasından iktidarı sorumlu tutmuştur. Ona göre hükümet muhalefetin sesini soluğunu kesmek amacıyla böyle bir yönteme başvurmaktaydı. Yazar, mahkemelerin ve hâkimlerin elindeki bu sonsuz yetkiyi de eleştirmiş bunun adaletle ilgisi olmadığını bahsetmiştir (Yılmaz, H.C., Yeni Ulus, 9 Mayıs 1954).

MP’nin kapatılmasında bizzat MP’lilerin de etkili olduğu görülmektedir. Zira partinin 4. Büyük Kongresi sırasında istifa eden Hikmet Bayur ve arkadaşlarının Atatürk heykellerinin kırılması ve irticai faaliyetlerin artmasından sorumlu tuttukları partilerini “devrim düşmanlarını cesaretlendirmekle” itham eden çeşitli demeçler vermesi partinin sonunu hazırlamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu beyannameye dayanarak kapatma davası açmış ve parti 8 Temmuz 1953’te geçici olarak, 27 Ocak 1954’te ise tamamen kapatılmıştır. Partinin kapatılma gerekçesi “din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan ve gayesini saklayan dernekler durumunda bulunduğu” iddiasıydı (Cumhuriyet, 28 Ocak 1954; Dünya, 28 Ocak 1954). MP’nin kapatılmasındaki diğer bir sebep de Ahmet Emin Yalman’ın suikasta uğraması ve onun Yahudi ve Mason olduğu için öldürülmesi olmuştur. Olay, MP üzerindeki baskıların artmasına sebep olmuş, Katilin İslam Demokrasi Partisi üyesi olması gericilik yaptığı ileri sürülen Millet Partisi’nin de başını yakmıştır. Sonuç olarak 13 üyesinin gerici faaliyetlere katıldığı gerekçesiyle parti kapatılmıştır (Turan, R., 2007: 558).

MP kapatıldıktan bir kaç gün sonra partinin “Hür Millet” adında yeniden kurulacağı yönünde haberler duyulmuştu. Ancak, yeni parti, “Cumhuriyetçi Millet Partisi” adıyla 10 Şubat 1954’te kuruldu. Yeni partinin “Cumhuriyetçi” ibaresini almasının sebebi devrim ilkelerine uyumlu laik bir parti olduğu görünümü vermek olarak yorumlanmıştır (Ulus,1 Şubat 1954).

Cumhuriyetçi Millet Partisi, ilke olarak benimsediği konuları programına almış ve bunların anayasaya girmesini istemiştir. CMP’nin Parti Programı demokratik bir karakter çizmekte olup MP’nin kapatılması sebebiyle partinin duyduğu gelecek kaygısını taşımaktadır. Zira Programda üzerinde durulan başlıca konular şunlardı: BM

İnsan Hakları Beyannamesinde belirtilen hak ve hürriyetlerin Anayasada açıkça ifade edilmesi ve teminata bağlanması. Kanunların Anayasaya aykırılığı hakkında dava hakkı

96

tanınması. Anayasaya aykırı kanun teklif edilememesi ve yapılamaması. Anayasa değişikliğinin daha teminatlı esaslara bağlanması. Mahkemelerin istiklali ve hâkimlerin her türlü nüfuz ve etkiden uzak kalması konusunun Anayasa teminatı altına alınması. Devlet memurlarının hak, görev ve sorumlulukları bakımından tabi olacakları kuralların Anayasaca tayin edilmesi. Laiklik, din ve vicdan hürriyeti gibi esasların Anayasa ile tarif ve tespit olunması. Siyasi partilerin Anayasaca tanınması ve güvenceli kurumlar haline getirilmesi. İki meclisli bir yapıya geçilmesi. Anayasa Mahkemesi ve hakimlerle ilgili işlerde tüm sorumluluğa sahip Yüksek Hakimler Meclisi [bugünkü adıyla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu/HSYK]’nin kurulması. Cumhurbaşkanının ikili meclisten mürekkep bir meclis tarafından seçilmesi ve görev süresinin 7 yıl olması. Ve tekrar seçilebilmesi için bir dönem ara vermesi gibi yenilikleri içeriyordu (Cumhuriyet, 11 Şubat 1954).

CMP’nin MP ile olan organik bağı partinin siyasi arenada kabul görmesini oldukça zorlaştırmıştır. DP, CHP ve basın, yeni partinin MP siyaseti yapmaması gerektiği yönünde telkinde bulunmuştur. Örneğin Dünya gazetesi, “Cumhuriyetçi Millet Partisi, eski Millet Partisi olmadığını anlatmak için Türk inkılap nizamına bağlı olduğunu açıkça bildirmeli ve milli hayat için komünizmden sonraki, daha doğrusu onun yanındaki tehlikenin “irtica” olduğunu söylemeli.” diyerek parti beyannamesinde layıkız demekle iş bitmeyeceğini bunun normal bir prosedür olduğunu söylemiştir (Dünya, 12 Şubat 1954).

CMP’nin bu eleştiriler karşısında kendisini sürekli savunmak durumunda kaldığı görülmektedir. Öyleki 1957 yılında bile parti MP mazisinin sıkıntılarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Örneğin partinin 1957 yılındaki kongresini değerlendiren Akis dergisi, MP’nin yerine kurulan CMP’nin özellikle irticanın parti saflarında yer almamasına dikkat ettiğini belirterek partiye yöneltilen eleştirileri haksız bulduğunu ifade etmiştir. Akis’e göre parti isminin başına “Cumhuriyetçi” sıfatı eklenmesi ve partinin ana nizamname ve programının Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’yle başlaması bunun göstergesidir. Yine parti, kongre ve toplantılarında Atatürk resmi ve büstlerinin kullanılmasına dikkat etmiştir. Parti programının 14. maddesi “memleketimizin vasıl olduğu terakki merhalesinden geri getirecek bir zihniyeti” reddetmekte ve “bir an evvel muasır medeniyet”e ulaşmak için gerekli hamlelerin yapılmasını istemektedir” diyerek

97

“inkılapçı” özellik göstermiştir. Dergi, DP’nin partiyi çekemediği için karaladığını da belirterek iddia edildiği gibi partiye mensup kişilerin irticacı değil; yüksek tahsil görmüş birçoğu hukukçu kimseler olduğunu ifade etmiştir. Akis’e göre cumhuriyet devrinde doğmuş, Atatürk inkılâplarının prensipleri ile yetişmiş bu gençlerin irticaı basamak yaparak iktidara gelmeye çalıştıklarını ciddi olarak iddia etmeye imkân yoktur. Bilakis kadınlara yeniden peçe giydireceği söylenen CMP, Niğde gibi muhafazakâr bir vilayette idare heyeti başkanlığına bir kadını getirmekte tereddüt etmemiştir. Ayrıca partinin büyük ölçüde gençlerden teşekkül etmesi partiye dinamizm kazandırmıştır (Akis, 21 Eylül 1957: 7).

2.1.5. Basın Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler