• Sonuç bulunamadı

Hürriyet Misakı / Özgürlük Andı (7 Ocak 1947)

BÖLÜM 1: 14 MAYIS 1950 GENEL SEÇİM PROPAGANDALARI

1.2. Türkiye’de Seçimlerin Kısa Tarihçesi

1.3.5. Hürriyet Misakı / Özgürlük Andı (7 Ocak 1947)

7 Ocak 1947’de DP’nin ilk kongresi yapıldı. Parti sözcüsü konumundaki Faik Fenik bu kongreyi Erzurum ve Sivas kongrelerine benzetmiş “demokrasi fikrinin zaferi” olarak nitelemiştir. Bu kongrede 3 temel konu üzerinde durulmuştur. “Hürriyet Misakı” adıyla meşhur olan bu 3 konu şunlardır: Vatandaş hak ve hürriyetlerini haleldar (bozar) mahiyette olan ve Anayasamızın metnine ve ruhuna uymayan hükümlerin kaldırılması. Vatandaş oyunun emniyet ve masuniyetini (dokunulmazlığını) sağlamak ve milli hâkimiyet prensibini teminat altına almak maksadıyla seçim konusunda değişiklik yapılmasını sağlamak. Devlet başkanlığı ile fiili parti başkanlığının bir kişide toplanması esasını kaldırmak (Turan,Ş., 1999 IV/I: 239).

Muhalefet, yukarıda belirtilenlerin dışında köylülerin yoksulluğu, okullara din dersinin konulması, devlet ticari kuruluşlarının kaldırılması, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve köy enstitülerinin programının yeniden düzenlenmesi gibi bir dizi talepte bulunuyordu. Misak, bu şartları meclise bildirmesi için Parti Merkez Komitesi’ne talimat veriyor; kabul edilmediği takdirde Merkez Komitesi’ne milletvekillerini meclisten çekilmeye (Sine-i Millete dönme) davet etme kararı alma yetkisi veriyordu (Karpat, 2010: 268-272).

Adnan Menderes, bu kongrede CHP’yi “devlet kılıcı kuşanmış, hükümet arabasına binmiş, cansız ve idealsiz bir kadro” olarak nitelendirmiştir. DP’li Sadık Aldoğan ise yapılması gerekenin “anayasayı değiştirmek değil, anayasaya aykırı yasa yapan CHP’yi yaptığı yasalarıyla beraber süpürüp atmaktır” şeklinde ifadeyle “ilk defa cesur çıkışlar” yapmıştır. İlk defa bir parti, iktidarı, bu önerdikleri şeyler yapılmazsa meclisten çekilerek Sine-i Millete dönmek suretiyle milletin vicdanındaki yargıya gitmekle tehdit ediyordu (Turan,Ş., 1999IV/I: 238-240). Partinin bu tavrı, iktidar yanlısı basında misakın “Entrika ve İhtilal Hürriyeti”, DP’lilerin ise “Kana Susamış Hürriyet Kahramanları” şeklinde sözlerle eleştirilmesine sebep olmuştur (Karpat, 2010: 273-274).

29

1.3.6. 12 Temmuz Beyannamesi (12 Temmuz 1947)

CHP’nin tüm reformlarına rağmen muhalefetin önü bir türlü kesilmek bilmiyordu.

İnönü, muhalefetle uzlaşmak istiyordu. Bu sebeple Demokrat Parti Başkanı Celal Bayar ve Başbakan Recep Peker’in bir araya gelmesini sağlayarak yaklaşan seçimler öncesi DP’nin ilk kongresinde alınan kararlar gereği yaşanan gergin havanın yumuşaması için birlikte hareket edilmesini sağlamaya çalıştı. Uzun görüşmeler oldu. Ancak Peker, Bayar’ın tekliflerini bir türlü kabul etmedi. Ne Bayar isteklerinden taviz verdi ne de Peker, hükümet olarak ödün verdi. Sonuçta İnönü, sorunu çözmek ve insiyatifi ele almak için uzun bir beyanname yayımladı. İnönü bu beyannamede her iki tarafı da uzun uzun dinlediğini her iki tarafın da mübalağaları olmakla birlikte haklı tarafları olduğunu, ancak kimin haklı olduğundan ziyade çözümün önemli olduğunu vurgulamıştır. Beyannamede muhalefet partilerinin emniyet içinde olacağı zira bu meselenin memleketin emniyet meselesi olarak görüldüğü belirtilmiştir. Ancak bazı kimselerin “pervasız şirretlikleri”ne müsaade edilmemesi istenmiştir. Kendisinin devlet başkanı olarak tüm partilere eşit mesafede olduğunu belirten İnönü, beyannamenin özünü veren

şu sözleri nakletmiştir:

“Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir

şey düşünmediğinden müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kitlesi ise iktidar bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir.” (Karpat, 2010: 278-281).

Temmuz Beyannamesi ile iktidar ve DP arasındaki buzlar büyük ölçüde erimiştir. Ancak Peker bu beyannameye tepkiliydi. İnönü’nün partilere özellikle de iktidara emir verme hakkının olmadığını düşünüyordu. Peker, İnönü’nün hem parti başkanı hem devlet başkanı olmasının önüne geçmek için Başbakan’ın “Parti Genel Başkan Vekili” olarak partiyi yönetmesini bile teklif etmişti. Amacı tüm kuvvetleri kendi elinde toplamaktı. Sonuçta beyannamenin anayasaya aykırı olduğunu belirten Peker bir süre diretse de istifa etmek zorunda kalmıştır.

Karpat’a göre bu beyanname muhaliflerin işine yaramış gibi gözükmesine rağmen; partilerin varlık sebebi olan muhalefetin kırılmasına neden olmuştur. DP propaganda silahını kaybetmiş bulunuyordu. Çünkü artık DP, CHP’nin ve İnönü’nün baskıcı veya

30

diktatör olduğunu iddia edemeyecektir. Zira önünde özgürlükler adına atılmış o döneme kadar görülmeyen bir beyanname imzalanmıştı. Üstelik beyanname ile İnönü, kendi partisinin özgürlükler konusunda pek de farklı olmadığını kanıtlamış oluyordu. Bunun yanında DP’nin şiddet politikası yaptığı da kabullenmiş olunuyordu. Beyannamenin etkisiyle kamuoyunun yumuşaması ve CHP lehine dönmeye başlaması bunun göstergesidir. Çünkü beyanname, demokrasi mücadelesinde önemli bir rol üstlenen DP’nin söylemlerini anlamsız kılıyordu. Zira CHP, artık “devrimci”, “akılcı” ve “ülkücü” felsefesini değiştirip “evrimci”, “ampirik” ve “faydacı” bir felsefeye yönelmişti. Beyanname Türk demokrasi tarihinde önemli adımların atılmasına zemin hazırlayan bir belge niteliğindedir. Bu yönüyle İnönü’nün başardığı en önemli işlerden biridir (Karpat, 2010: 284-293).

Temmuz Beyannamesi, aynı zamanda Türk seçmenin bilinçlenmesi ve kamuoyunun siyasete yön vermeye başladığının da göstergesidir. Zira bu tarihten sonra kamuoyu siyasetçiler tarafından oldukça önemsenmeye başlanmıştır. Birçok yüksek dereceli memur ve siyasetçilerin tavırlarındaki değişiklik bunların göstergesidir. Seyahatlerde kullanılan özel trenler kaldırılmış bakanlar şehir otobüslerinde görülür olmuştur. Oysa

İnönü 1946’dan önce “yarı ilah” gibiydi. Vatandaş, basın ve partiler onu putlaştırmıştı. Cumhurbaşkanı eleştirmek şiddetle cezalandırılıyordu ancak artık İnönü, herkesin eleştirebildiği hatta hakkında ileri geri konuşulan “sıradan vatandaş” haline gelmiştir. Nal’a göre CHP 14 Mayıs seçimleri öncesi Temmuz beyannamesi ile “militan laiklik” anlayışını bırakmış olmuştur (Nal, 2005: 168).

Arşiv belgeleri de CHP’deki liberalleşme ile ilgili iddiaları doğrulamaktadır. Özellikle 1950 seçimlerini kaybeden CHP kamuoyuna hak ettiği değeri verme konusunda daha dikkatli davranacaktır. Nitekim İnönü’nün 1951 ara seçimleri öncesinde Ankara Radyosu’nda yaptığı şu konuşma kamuoyuna bakıştaki değişime işaret etmektedir:

“…Seçmen vatandaşı aldatarak veya korkutarak vazifeden alıkoymak yanlış yolda olan iktidar erkanının başlıca ümitleridir. Seçmen vatandaş aldatılmayı kabul etmeyen korkutulması asla mümkün olmayan memleketin hakiki sahibi hür vatandaş olduğunu ispat ederse, iktidar partisi ister istemez bu yolu aramaya ve bulmaya mecbur olacaktır. Bütün vatandaşların eşit muamele görmesini işlerin kanun içinde ve Büyük Millet Meclisi ile beraber çalışılarak yürütülmesini temin etmek seçmen vatandaşın elindedir. 30 senenin hudutsuz emeklerinin mahsulü olan

31

medeni, demokratik, kuvvetli Türkiye’nin mukadderatını doğru yolda yürütmek vazifesi ve kudreti seçmen vatandaşın elindedir. Selamet, seçmen vatandaşın memleketin hakiki sahibi olarak vazifesini her türlü engele karşı cesaretle ve isabetle ifa etmesine bağlıdır. Bin bir badireden milletimizin selamete çıkardığı Türkiye’mizi ufukda bekleyen bin bir ihtimale karşı bu gün doğru yolda yürütmek seçmen vatandaşlar sizin iradesine kalmıştır...” (BCA.030.01./43.253.5:3).