• Sonuç bulunamadı

İnsanın Yaratılışı ve Bilgi İmkanı

II. KONUNUN EPİSTEMOLOJİK MÜNASEBETİNİN ANLAM ALANI

I.II. İnsanın Yaratılışı ve Bilgi İmkanı

Kur’an- Kerim’de, insanın yaratılışı ile ilgili hayli bilgi vardır. Bazı ayetler, insanın yaratılışını genel bir haber niteliğinde verirken, (Kur’an-ı Kerim, 2/30) bazıları onun yaratılışını detaylı bir şekilde anlatmaktadır. (Kur’an-ı Kerim, 4/1 ; 32/6-9 ; 7/11 ; 23/12-

16)

Kur’an’ın bu konuda detaya inmesi, insanın kendini ve Yaratıcı’sını tanıması bakımından önemlidir.

Kur’an’a göre Allah, her şeyin yaratıcısıdır. İnsan da diğer yaratılan varlıklar gibi Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Ancak, bu varlıkların en önemlisidir. Çünkü Allah, ona Ruhunu nefhetmiştir. “Bu yönüyle insan, diğer bütün yaratılışlardan ayrılmıştır.”431

Adem(/insan)’i, halifelik makamına yükselten ve secde edilmeğe medar bir konuma 431 FAZLURRAHMAN, a.g.e., s. 68.

getiren, Allah’ın ona ruhunu nefhetmesi; “ilahi özelliklerin bir yansımasını vermesidir. Bu, insan ruhunun hayat, bilgi, kudret, istek, basiret ve ortalama tüm diğer insani özelliklere sahip olduğunu gösterir.”432 Bu bağlamda, “ilahi özelliklerden bir kısmına sahip olmanın, ilahlığın bir kısmına sahip olmak anlamına gelmediğini belirtmek gerekmektedir. Çünkü, Allah, kendinde sınırsız bir düzeyde bulunan sıfatlarından sınırlı bir seviyede vererek insanı yaratmıştır.”433

İnsanın kendini ve Yaratıcısını tanıması, ‘bilgi imkânı’ açısından da önem arz eder. J. Locke’un, “kendi varlığını ve doğuşunu başkasından almış olanın, kendinde bulunan ve kendisinin olan her şeyi de ondan alması ve bütün güçlerinin aynı kaynağa bağlı ve ondan alınmış olması gerektiğini”434 belirtmesi bunu desteklemektedir. İnsanın varlık sahasına çıkışı, ‘yaratılış’ ve tabii Allah’ın yaratışı değil de, farklı şekilde mesela, ‘kendiliğinden ve tesadüfen’ meydana geldiği yönünde bir açıklama ile yorumlanırsa, sahip olduğu ‘bilgi istidadı’nı da, zamanla, hiçbir ilahi müdahale ve gözetilen bir hikmet olmaksızın, bütünüyle kendi doğal çabasıyla kazandığı da kaçınılmaz olarak kabul edilecektir. Ancak Kur’an’a göre, insanı ve bilgi istidadını böyle yorumlamak mümkün gözükmemektedir. Kur’an’a göre, “insan tabiatın bir parçası olması yönüyle tabii bir yaratık”435 ise de, yukarıda yer verdiğimiz gibi, ilahi bir yaratmayla var kılınmış ve ilahi ruh katılmış varlığı tamam kılınmış olması yönüyle, özel bir varlığa sahip görünmektedir. Kaldı ki Kur’an’a göre, varlığını Allah’a borçlu olmayan hiçbir varlıktan bahsedilemez.

V. Hacıkadiroğlu, “günümüzde, insanlığın dünyanın belli bir noktasında başlayıp oradan mı yayıldığı, yoksa ayrı ayrı yerlerde birden çok insanlaşma olaylarının mı ortaya çıktığı sorusu henüz inandırıcı biçimde yanıtlanmış değildir”436 demektedir. Bilimsel olarak yeterince ispatlanamamış olması, yahut kanıtların yeterince inandırıcı olmamasını bir yana bırakıp konu hakkında şunu söyleyebiliriz; “Monogenizm doktrini (bütün insanlığın tek bir kaynağa sahip olması) ile poligenizm (insanın yaratılışı işleminin birden çok defa meydana geldiği)”437 biçimindeki başlıca her iki yaklaşım da, insanın varlık sahasına çıkışını açıklamayı öngörmektedir. İnsanın varlığını, ilahi bir yaratma ile sunan “Kur’an, açıkça göstermektedir ki, İslam antropolojisinin temel anlayışı insanın birliğe

432 MEVDUDİ, Ebu’l A’la, a.g.e., ll, 537.

433 MEVDUDİ, Ebu’l A’la, a.g.e., a.y.; ÖZSOY, Ö./İ. GÜLER, a.g.e., s. 37. 434 LOCKE, J., a.g.e., s. 354.

435 FAZLURRAHMAN, a.g.e., s. 68.

436 HACIKADİROĞLU, V., Bilginin Doğası, s. 49. 437 DAVIES, M. W., a.g.e., s. 57.

dayalı bir yaratık olduğudur.”438 Yani “bütün insanların ortak başlangıcı tek bir varlıktır”439

ve bu varlık da, “insanlık türünün sembolü olan Adem’dir.”440 “Bu varlıktan kadın da yaratılmış”441 ve “başlamış bulunan insanlık tarihi, çocukları ile yeryüzüne yayılmıştır.”442

Yeryüzündeki “mevcut insanlığın atası Adem’den önce binlerce Adem’in gelip geçtiği şeklindeki görüş hakkında, birbirine karşıt fikir ve iddiaların”443 var olduğunu, ancak, bu konuda, Kur’an ekseninde tetkikte bulunanların, vahye muhatap olan, mevcut insanlığın başlangıcı ve atası Hz. Adem’i tartışmaya konu etmediklerini belirtmekle yetiniyoruz.

İnsanlığın yaratılışıyla ilgili Kur’an referanslarında iki temel boyutu gözlemleriz: “Birinci olarak insanın toprak (kil/çamur/balçık vb.)tan oluşumuyla ilgili oldukça sık referanslar. (Kur’an-ı Kerim, 15/26-29) İkinci boyut, insana ilahi ruhun nefhedilmesi. (Kur’an-ı Kerim, 32/6-9) İlgili ayetler incelendiğinde, bu ikinci boyutun, insanın tamamlanması, insan potansiyellerinin ve bilincin, duyuların, içgüdü ve aklın meydana getirilmesi boyutu olduğu görülür.

Yukarıdaki ifadeler, Kur’an’da insanın ‘türeme’sini konu edinen referanslardır. Kur’an’da insanın ‘üreme’sini konu edinen referanslar da vardır. Bunlarla ilgili ayrı ayrı referansların yanında, her iki varoluş biçimini içeren referansları görmek de mümkündür. “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini nutfeden, hakir bir sudan yaratmıştır” (Kur’an-ı Kerim, 32/7-8) ayetinde görüldüğü gibi.

Kur’an’da, insanın ‘türeme’ ve ‘üreme’ yoluyla varlık sahasına çıkışlarının, safha safha olduğunun dile getirildiğini görürüz. İlk insanda, ana rahmi dışında, tabiattaki oluşum ve gelişim safhalarına benzer merhalelerin yerini bu sefer ana karnındaki safhalar almıştır. Ancak, ana rahminde değişik safhalardan geçen ve gelişimini tamamlayan varlık, nasıl ki insanın dışında başka bir tür olarak algılanmıyorsa, ana rahmi dışında ilk insan Adem (a.s.) gerçeğinde, sözü edilebilecek safhaların da bir başka tür olarak algılanmaması gerektiği daha makul görünmektedir. Hele Kur’an çerçevesinde mesele ele alınıyorsa,

438 DAVIES, M. W., a.g.e., s. 116. 439 DAVIES, M. W., a.g.e., s. 143. 440 ŞERİATİ, A., a.g.e., s. 30.

441 DAVIES, M. W., a.g.e., s. 143 ; bkz. ÖZSOY, Ö./İ. GÜLER, a.g.e., s. 38. 442 ŞERİATİ, A., a.g.e., s. 30.

işaret ettiğimiz biçimde anlaşılması kaçınılmaz görünmektedir. Allah, “Hz. Adem’i ilk yarattığı anda, daha sonra hayatını sürdürdüğü şekil ve sûret üzere yaratmıştır. Hz. Adem, yaratılışında şekil değiştirmemiş ve devre devre gelişerek son halini almamıştır.”444 Dolayısıyla insan, “en mütekamil (gelişmiş) değil, en mükemmel (tamlık içinde yaratılmış) varlıktır”445 şeklindeki bu görüşleri, insanın menşe itibariyle farklı türe indirgenmesine reddiye içeren yaklaşımlar olarak dile getiriyoruz. Yoksa Adem (a.s.)’ın, bir yaratılışla çıktığı varlık sahasına kimi evrelerden sonra geçtiğini reddetmeyi hedef alan bir yaklaşım olarak değil.

İnsanın varlığını, Adem (a.s.)’ın şahsında ve bilgi ile ilişkisini gözlemlemeğe çalışacak olursak.

Kur’an’da, insanın topraktan, (Kur’an-ı Kerim, 3/59 ; 18/37 ; 22/5 ; 30/20 ; 35/11 ;

40/67) çamurdan, (Kur’an-ı Kerim, 6/2 ; 7/12 ; 17/61 ; 32/7; 38/71,76) süzülmüş

çamurdan, (Kur’an-ı Kerim, 23/12) yapışkan çamurdan, (Kur’an-ı Kerim, 37/11) cıvık balçıktan, (Kur’an-ı Kerim, 15/26 ; 27/33) pişmiş çamurdan (Kur’an-ı Kerim, 15/26,28,33

; 55/14) yaratıldığı anlatılmaktadır.

Yukarıdaki ayetlere dikkat edildiğinde, bir kısmında bizzat Hz. Adem’in ismi anılarak, yaratılışın işlendiği, bir kısmında ise insanlığın yaratılışının işlendiğini görürüz. İnsanın, üreme dışında bir tür türeyişle varlık kazanması, her ne kadar Adem (a.s.)’ın şahsında gerçekleşmiş ise de, kendi kökeni O’na dayandığından Ademoğullarını da ilgilendirmektedir.

İnsanın, yukarıda yer verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere, farklı kıvam ve biçimlerde de olsa temel olarak toprağa dayanmasının özel bir anlamı var mıdır? Ve biz bunu bilebilir miyiz? Ş. Gölcük, “Allah’ın ilmince bilinen hususlardan dolayı...”446 diye, özel bir anlamının olabileceğine ancak bunun Allah’ın ilmi dahilinde bulunduğuna işaret eder. Ş. Kocabaş’ın, “M. 11. yüzyıl devri kelamcılarının Kur’an’da yaratılışla ilgili bir düzineden fazla kelimeyi (mesela, haleka, kada, ceale, besse, nebete, beneu, sevva, hadese, savvere, enşea, fatara gibi kelimeleri) neredeyse bir tek kelimeye (haleka kelimesine) indirgediklerini görüyoruz. Kelamcılar böylece fiziksel, kimyasal ve biyolojik olayları bir

444 el-BUTİ, Said Ramazan, İslam Akaidi -Yaratıcının Varlığı Yaratılanın Görevi- Çev. Mehmet Yolcu,

Madve Yay., İstanbul, 1986, s. 147-148; ATEŞ, S., Kur’an-ı Kerim ve..., s. 570.

445 NAR, Ali, İslami Düşünüş ve Yaşayış Çevresinde, Gonca Yay., 2.B., İstanbul, 1982, s. 93. 446 GÖLCÜK, Ş., a.g.e., s. 8-9.

tek kelimenin kendi çizdikleri gramer çerçevesi içinde açıklamaya çalışmışlardır”447

tespitine baktığımızda da, elbette Allah’ın ilmince kuşatılan bu oluşun, insanlarda analiz edilebilecek, fiziksel, kimyasal ve biyolojik yönlerinin olduğunu bize göstermektedir. Burada, insanın topraktan türeyişinin, insan üzerinde ne gibi etkileri vardır? Muhtemel etkilerin, insanın bilişsel yanı ile bir tür etkileşimi var mıdır? Var ise nasıl ve ne düzeydedir? vb. soruları çözümleyebilme imkanımız, insanın menşe itibariyle toprağa dayanmasının hikmeti ve bu maddenin yapısındaki katkısının anlaşılmasına bağlı olacaktır. Adem (a.s.)’ın yaratılışındaki, fiziksel, kimyasal ve biyolojik açıklamaları, böyle bir yaratılış ürünü olmanın, kişilerin şahsında tezahür eden bilişsel istidatla ilgisinin çözümünü, ilgili uzmanlara bırakarak, Kur’an’ın bu yönüyle bir haber, naklî bilgi niteliğinde, insanın bilişselliğini uyarıyor olduğunu dile getirerek, Adem (a.s.)’ın yaratılacağı haberini konu edinen ayetle sorgulamamızı sürdürmeğe devam edebiliriz.

“Ve düşün ki Rabbin melaikeye, <<Ben yerde muhakkak bir halife yaratacağım>>

dediği vakit, <<A!...orada, fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahluk mu yaratacaksın, biz hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken!?>> dediler. (Allah), <<Şüphesiz ben sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim>> buyurdu.” (Kur’an-ı Kerim, 2/30)

“Ve Adem’e bütün esmayı (isimleri) talim eyle(yip öğret)di, sonra o alemini

melaikeye gösterip <<Haydin, davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin!>> buyurdu.” (Kur’an-ı Kerim, 2/31)

“<<Sübhansın (Seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz. Sen yüceler yücesisin) ya

Rab! Bizim için senin bize bildirdiğinden başka ilim ne mümkün. O alim-hakim sen, şüphesiz sensin>> dediler.” (Kur’an-ı Kerim, 2/32)

“<<Ey Adem! Bunlara, onları isimleriyle haber ver!>> buyurdu. Bu emr üzerine

Adem onlara, isimleriyle onları haber verince de buyurdu ki: <<Demedim mi size, ben herhalde semavat u arzın (gökler ve yerin) gaybını bilirim... ve biliyorum ne izhar ediyor (açığa çıkarıyor) sunuz da, ne ketmeyliyor (gizliyor) sunuz!?>>” (Kur’an-ı Kerim, 2/33)

“Ve o vakit melaikeye,<<Adem’e secde edin!>> dedik, derhal secde ettiler; ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kafirlerden idi.” (Kur’an-ı Kerim, 2/34)

Allah, yeryüzünde bir halife yaratacağını bildirmesi üzerine, meleklerin dile getirdikleri iddialarını “yalanlamamakta, fakat meleklerle Adem’i bilgi yönünden imtihan ederek, Adem’in meleklerde bulunmayan bilgi edinme yeteneğini”448 ön plana çıkarmaktadır. Demek oluyor ki, “Adem’i yeryüzünün halifesi olma yönüyle meleklere üstün kılan, Allah’ın kendisine verdiği ilimdir. Adem’in bu niteliği ortaya çıktığında ise, Yüce Allah meleklere, Adem’e secde etmelerini emretmiştir.”449

M. S. Şimşek, bu sahne ile ilgili olarak şunları söyler: “Oysa o yüce yaratıklar, ne yaparsa yapsın Allah’ın mutlaka bir hikmete mebni olarak Adem’i yaratacağını bilmeliydiler. İşte bu nedenle secde emri verilmesinde, meleklere bir nevi uyarı da söz konusudur. Nitekim ‘isim verme’ konusunda Adem’le yarıştırılmaları ve neticede yenilmeleri de bundan dolayı olmalıdır. Böylece onlara, yeryüzüne halife olma bakımından insanın kendilerinden daha ehil olduğu anlatılmıştır. Kuşkusuz bu uyarıda bir eğitme ve bilgilendirme de vardır.”450

Bu son açıklamalarda dikkatimizi çeken bir husus, ayette sözü edilen meleklere yönelik uyarının, melekler için bir eğitme, bir bilgilendirme yönünü de içerdiğidir. Kanaatimizce bu olayda sözü edilen ve kabul edilebilir görünen ‘eğitme’ ve ‘bilgilendirme’ işlevinin sadece melekler için değil Adem (a.s.) için de geçerliliğinin düşünülebileceğidir. Bilgisiyle temayüz eden bu ilk insan, kendisinin, bilgisinin ve seçkinliğinin farkında kılınmıştır. Ayrıca sonradan gelen insanlar için de, Adem (a.s.)’ın kıssasının kapsamındaki bu olay, yine bir bilgilendirme hüviyetindedir. İnsanlar, ataları Adem (a.s.)’ın şahsında beliren ‘bilgi’ istidatları ve tabii ki üstünlüklerine işaret eden bu olayı kutsal saydıkları kitaplarda görebilmektedirler.

Âdem (a.s.) kıssası, Hz. Âdem (as)’ın şahsında bütün insanlığın kaderini yansıtmaktadır. Çünkü bu kıssa, insan kaderinin müşterek özeti niteliğindedir. Dolayısıyla “isimlerin öğretilmesinde muhatap sadece Âdem (a.s.) değil, belki Âdemoğullarıdır da. Âdem (a.s.)’a öğretilen şeyler, hepsi bir öz, bir çekirdek mahiyetindedir. Yani nasıl ki O’nun sulbünde bütün insanî nitelikler toplanmıştı. Aynı şekilde, ona bildirilen ve öğretilen şeylerde de bütün ilimlerin özü, çekirdeği vardı. Onları geliştirme, onlarla yeni

448 FAZLURRAHMAN, a.g.e., s. 70 ; el-ELMAÎ, Z. b. Awad, a.g.e., s. 46.

449 FAZLURRAHMAN, a.g.e., s. 70 ; el-ELMAÎ, Z. b. Awad, a.g.e., s. 45 ; ŞİMŞEK, M. S., Kur’an’ın Ana

Konuları..., s. 236-237; ERDEM, M., a.g.e., s. 139-140.

terkipler oluşturma ise, Âdemoğullarının vazifesiydi. Zira, bilgi edinme güç ve kabiliyeti, Hz. Âdem’in şahsında, bütün Âdemoğullarına geçmiştir.451

Açıklamak lazım gelir ki, Hz. Âdem’in şahsında, bütün bir insanlığa geçiş keyfi bir yaklaşım değildir. Bunu Kur’an’ın değil bütününde, sadece bu mezkur ayetlerde bile gözlemlemek mümkündür. Bu nedenle, sözü edilen kıssa, sadece Âdem (a.s.)’ın değil, genel anlamda, insanın bilgice temayüzünü açığa çıkaran bir olay olarak apaçık görünmektedir. Ayrıca, ayette bahsi geçen olay, Âdem (a.s.) ve O’nun şahsında bütün insanlığın hem ‘vehbi’ hem de ‘kesbi’ bilgilere açık bir yapıda olduğunun ipuçlarını da içermektedir. Bu da, insanın bilgilerinin Âdem (a.s.)’ın şahsında bütünüyle ‘vehbi’ görüp, tecrübi yolla bilgilenme imkanını, Ademoğulları şahsında da bütünüyle kesbi görüp, vehbi (/vahy) yolla bilgilenme imkanlarını yok sayamayacağımız anlamına gelir.

Ayette geçen ‘bütün isimler’ sözünden ne kastedildiği müfessirler arasında tartışma konusu olmuştur. Biz bu tartışmalara tamamen kapılmadan, sadece ortaya konulan fikirler arasında, Âdem (a.s.) ve tabii Âdemoğullarının sahip olduklarını düşündüğümüz ‘vehbi’ ve ‘kesbi’ bilgiye yol bulmağa çalışacağız.

Ayet-i Kerime ile ilgili olarak, tartışılmayan, tartışmasız kabul edilen konu, Allah’ın Hz. Âdem’i bilgilendirdiği, bilginin yegâne kaynağının Allah olduğudur. Yusuf Has Hacib’e göre, “iki türlü insan konuşmaz: biri bilgisiz, biri de dilsiz”452 olandır. Terkibi

toprak olan Âdem (a.s.), hem bilgilendirilmiş hem de ifade gücüne sahip kılınmış olarak, insan tanımını temsil eden mükemmel bir varlığa sahip kılınmıştır. Kur’an’da, Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelmiş olduğunu kabullenemeyenlere, babasız ve annesiz varlık verilen Âdem (a.s.)’ın hatırlatılmasını (Kur’an- Kerim, 3/59), bir de bu açıdan tahlil edebiliriz. Kur’an, bilgilenme ve konuşma çağına ermemiş çocuk yaşta hatta bebek olan İsa (a.s.)’ın, henüz doğumu müjdelenirken beşikte konuşacağını (Kur’an-ı Kerim, 3/46) ve nitekim bilgi dolu içerikle konuştuğunu (Kur’an-ı Kerim, 19/29-33) bize bildirir. İşte, bir de bu noktada, Âdem (a.s.) ile İsa (a.s.) ın karşılaştırılmaları mümkündür; topraktan yaratılan Âdem (a.s.) de bilgilendirilmiş ve dillendirilmiş, İsa (a.s.) da. Ancak, Kur’an, her ikisinin gerek yaratılışlarının başlangıcı ile yaratılış sonrası sahip oldukları olağanüstü durumlarının Allah’ın yed-i kudreti ile olduğunu, O’na borçlu olduklarını da mutlaka vurgular. (Kur’an-ı Kerim, 2/31-33 ; 3/46-48,59)

451 bkz. ESED, M., a.g.e., s. 43 ; ERDEM, M., a.g.e., s. 127, 145. 452 KEKLİK N., a.g.e., s. 241.

Bu açıklamalardan sonra, insanın bilgi istidadını yine Âdem (a.s.) örneğinde ele almayı sürdürebiliriz.

Allah’ın, Âdem (a.s.)’a ‘isimler’i öğretmesiyle, ona bir şeyler hakkında bilgi kapısı açtığını gözlemliyoruz. Nitekim, M. H. Yazır, Âdem (a.s.)’a öğretilen bu isimlerin ne(/ler) olabileceği hususunda, sıraladığı görüşlerin birinde, “isimlerden ‘zihin ve lisan’ın da kastedilmiş olabileceğini”453 belirtir. Nihayetinde insan, bilgi istidadı ile temayüz eder ve bilgi istidadı da, bu unsurlarla iç içedir. İşte bundandır ki, “dilbilimcilere göre; Âdem (a.s.)’a öğretilen bütün isimler, bir maddenin, bir eylemin veya bir niteliğin bilgisini temsil eden ayırt edici ifadelerdir ki, felsefe terminolojisinde <<kavram>>a işaret eder.”454 Kavram ise, “belli bir adın temsil ettiği nesne ya da nitelikleri, başka nesne ya da niteliklerden ayırt etme gücünde kendini gösterir.”455 “Buradan hareketle, tüm isimlerin bilgisinin, bu anlam örgüsü içinde, mantiki tanımlama ve dolayısıyla kavramsal düşünme melekesine delalet ettiği sonucuna”456 varılabilir. “İnsanın, meleklerden üstün olmasının, insanın kavramsal düşünme yeteneğine dayandırılması da,”457 bunu desteklemektedir.

Tanım amacıyla bir şeyin maddesi, özellikleri hakkında bilgiyi ifade eden ‘isimler’, kavramsal düşünce ve mantıksal tanım kapasitesi olarak kabul edildiği gibi, “algılanabilir, dokunulabilir ilişkilerle ilgili bilgi”458 olarak da yorumlanarak, “bu bilginin, tecrübi bilgiyi içerdiği de”459 dile getirilmiştir. Bu da bize, Âdem (a.s.)’ın ve âdemoğullarının, hem

kavramsal hem de tecrübî bilgi istidadını taşımakta olduklarını ve öyle bir fıtrata sahip bulunduklarını göstermektedir. Bu fıtrat, M. W. Davies’in ifadesiyle “bir kabiliyet, bir mizac ve doğuştan gelen bir bilgi olarak yaratılmıştır. Bu bilgi, geleneksel İslami terimler içinde, görülen ve görülmeyeni içine alır. Fıtrat, Allah’la ilişkili olduğunu bilir ve içinde yaşadığı fiziksel dünyanın farkındadır. Fıtratın sahip olduğu bilgi sadece duyulara yani görmeye, duymaya, dokunmaya ve tatmaya ait bir kapasıte değil aynı zamanda açık konuşma, dil, kavramsal düşünce, mantık, içgüdü ve hayal gücünün yardımıyla oluşan kültürel varlığa ait bir kapasitedir.”460 “Hz. Âdem ve Havva için çocuklukta alınan eğitim

453 bkz. YAZIR, M. H., a.g.e., 1, 310. 454 ESED, M., a.g.e., s. 43.

455 HACIKADİROĞLU, V., İnsan Felsefesi..., s. 233.

456 ESED, M., a.g.e., s. 43 ; CHITTICK, W./ S. Murata, a.g.e., s. 199. 457 ESED, M., a.g.e., a.y.

458 DAVIES, M. W., a.g.e., s. 124-125.

459 KİRMANİ, M. R.<<İslam’ın Epistemolojik Temelleri>>, Çev. Mehmet Paçacı, İslami Bilimde Metodoloji

Sorunu, 1.B., Fecr Yay., Ankara, 1991, s. 122.

ve toplumun etkileri söz konusu olmasa bile,”461 Âdemoğullarında, sözü edilen fıtratın

kültürel boyutu açıktır.

İnsan, ilahi dinlerin ortak inancına göre, “Hz. Âdem’den itibaren ilahi bilgiyle donanmıştır. Yani ilk insandan itibaren insan tabiat ilişkilerinde vahyi bilgi türü fonksiyoneldir.”462 Fakat bu, insanın bilgilenmesindeki kesbi yönü görmemize engel değildir; Nitekim, Allah’ın Adem (a.s.)’a isimleri öğretmesinin, “vahiy ve ilhamla Adem (a.s.)’ın ruhuna işlenmesi şeklinde olabileceği gibi, onun özüne yerleştirdiği ihtiyaç ve zaruret hisleriyle, yine onun benliğine dercettiği öğrenme arzusu ve istidadı sayesinde de olabileceği”463 yorumları, bizi te’yit etmektedir.

Öğrenme arzu ve istidadını, Âdem (a.s.) kıssasının başka bir sahnesinde de gözlemleme imkanı buluyoruz.

M. S. Şimşek’in “Hz. Âdem ve Havva hiçbir emek harcamadan bahçede diledikleri gibi yiyip içiyorlardı. Yasak ağaçtan yemeleri üzerine bahçeden kovulmuşlar ve bu kovuluşları, <<ihbitu>> kelimesiyle ifade edilmiştir. Sanki kendilerine: <<Bu bolluğa layık olmadınız daha aşağılık bir hayata alçalın. Bundan böyle kendi emeğinizle geçineceksiniz>> denilmektedir”464 değerlendirmesi, Hz. Âdem ve Havva için keskin bir ifade olarak görülse de -zira, “bir koğuluş ve ceza olarak değil, takdir olarak görenler de vardır-”465 Âdem (a.s.)’ın şahsında vehbi ve kesbi bilgiye kapı aralayacak bir imkanı bize

vermektedir. Şöyle ki; Hz. Âdem, ilk insan olarak ilahi hitaba muhatap olmuş, vehbi bilgilere açık olmuştur. Bir yasağı işleme iradesi ve neticesinde, “ilk zihni tecrübesini geçirmiş,”466 ‘yanlış’ı farketme bilgililiğini göstermiştir. Tecrübi hatası sonrası tevbesini

yine vehbi kelimelere borçlu olan (Kur’an-ı Kerim, 2/37) Âdem (a.s.), daha sonraki yeryüzü yaşantısında da ilahi hitaptan mahrum bırakılmamış, hatta bu yeni yaşamında, ilk peygamber olarak, özel içerikte ilahi hitaba(/vahy) mazhariyetle beraber, ‘kesb’e dayalı bilgilerin adeta kucağına bırakılmıştır. “Nietzche’nin, Prometheus’un etkin suçu karşısına Âdem ile Havva’nın ilk günahını koymasını ve bunu da, bilmek için çırpınan insan,

461 ŞİMŞEK, M. S., Yaratılış Olayı..., s. 84. 462 UYANIK, M., a.g.e., s. 124.

463 YAZIR, M. H., a.g.e., 1, 308-309; ERDEM, M., a.g.e., s. 141. 464 ŞİMŞEK, M. S., Yaratılış Olayı..., s. 79.

465 YAKIT, İsmail,<<Kur’an’da Hz. Adem>>, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,

Isparta, 1999, Sayı: Vl., s. 15.

bilmesini ödemek zorundadır”467şeklinde ifade etmesini de, bu paralelde bir yorum olarak

görebiliriz. Aslında Âdem (a.s.)’ın, bir ceza olarak değil bir takdirle yeryüzüne inmiş olduğunu, bilgiye istidatlı kılınışının buna bir işaret olarak alınabileceğini, zira henüz yaratılmadan önce bile “halife” olarak anılmasının böyle bir anlam içeriğini taşıdığı görüşünü benimsiyoruz. Yine bu paralelde, Âdem (a.s.)’ın, “bu yasağı çiğnediği taktirde bunun cezayı gerektireceğini ve bu davranışının Allah’ın emrine bir muhalefet olacağını bilmediği, O’nun, bilerek yasağı çiğnemiş olmadığı”468 yorumu, yukarıdaki değerlendirmelerimizi, destekler görünmektedir.

Kur’an’da insanın yaratılışının bazı ayetlerde Hz. Âdem (a.s.)’ın şahsında, bazı ayetlerde, Âdemoğulları genelinde ve kimi ayetlerde de her iki biçimde bahse konu edilmesinin bir yönü de, topraktan türeyiş ve üreme ile varlık sahasına çıkmalarına dikkatlerin çekilmesidir. Topraktan yaratılan, bir şekle büründürülüp, akabinde ilahi nefha ile hayat bulan insanın benzer bir serüveni de, üreme zemininde gerçekleşmektedir. Yine mücessem bir yapı, bir şekil kazanmakta ve yine ilahi nefha ile insaniyete erdirilmektedir.

“Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra kan pıhtısından, sonra da hilkati belli

belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki bilirken bir şey bilmez olur.”

(Kur’an-ı Kerim, 22/5-7)

Yukarıdaki ayet, insanın varlık kazanma evrelerine, hem de insan-bilgi ilişkisine yer vermesi cihetiyle dikkatlere sunulacak bir referans niteliğindedir. Ayette yer alan,