• Sonuç bulunamadı

III. KUR’AN’DA İNSANIN VARLIK ÂLEMİNDEKİ YERİ ve BİLGİ İMKÂNI

I.II. Hikmet

Aristoteles’in, bilgi türleri içerisinde, “bir bilgi türü olarak yer verdiği hikmetin”643 anlamını ve niteliğini, felsefi açıdan ve bizzat felsefe sözcüğünün tahlilinden hareketle ortaya koymağa, ardından Kur’an çerçevesinde incelemeğe çalışacağız.

A. Arslan’ın, felsefe kelimesinin kökenini irdeleyerek felsefeyi, “esas olarak bir tür bilgidir. Ancak özel bir tür bilgidir”644 biçiminde nitelemesi yine ona ait şu satırlarla açıklık kazanabiliyor: “Felsefe deyimi, Yunanca “bilgelik sevgisi” anlamına gelen “philosophia” deyiminin Arapçalaşmış şeklidir. Şimdi kelimenin kök anlamının işaret ettiği gibi felsefe bilginin (Yunancası episteme) veya bilgeliğin (Yunancası sophia) kendisi, ona sahip olma iddiası değil, bilginin, ancak bundan çok daha özel olarak bilgeliğin (Arapçası hikmet) sevgisidir. Bilgelik veya hikmet bilgiden farklı, çok daha iddialı ve çok daha zengin bir kavramdır.”645

643 AÇIKGENÇ, A., a.g.e., s. 19. 644 ARSLAN, A., Felsefeye Giriş, s. 13. 645 ARSLAN, A., Felsefeye Giriş, s. 18.

A. Diemer ise, felsefe sözcüğünün, asıl anlamlarını pratik yaşamda bulan iki sözcükten oluştuğuna işaret eder ve şu açıklamayı yapar: “’Sophia’, herşeyden önce, beceri, yapabilme gücü (iktidar), işbilirlik ve zeka anlamlarına gelir. Onun taşıdığı ‘bilme’ ve ‘bilgelik’ anlamları ikincildir.”646 Bu açıklamalar ışığında baktığımızda, “‘philo-soph’ (filozof), öncelikle deneyimli olmaya istekli, daha sonra da yapabilmek için bilmeye ilgi ve sevgi duyan kişi”647 olarak karşımıza çıkmaktadır. H. Erdem, bu yaklaşım üzerine, yerinde olarak şu açıklamayı yapar: “Aslına bakılırsa Diemer’in öne çıkarmaya çalıştığı ‘sophia’daki anlamlar ‘hikmet’ kavramında zaten mevcuttur; çünkü ‘hikmet’, hem teorik hikmeti, bilgi ve bilgeliği, hem de pratik hikmeti, her türlü anlamlı iş ve eylemi, onların gerekleri olan şeyleri de içermektedir.”648

H. Erdem’in, “İlkçağlarda hem ilahi, hem de beşeri olan şeylerin, bütün olup bitenlerin esasını, özünü bilmek anlamına geldiği için bir açıdan bilgiyi, diğer açıdan da fazileti içerir”649 dediği ve A. Açıkgenç’in, -bu açıklamaya paralel düştüğünü gördüğümüz- “gayb ile şehadeti epistemolojik yönden birleştiren bir disiplin”650 olarak tanımladığı ‘hikmet’ kelimesinin, bu anlamda ve yukarıda da görüldüğü üzere, felsefe kelimesine yakın bir içerikte Kur’an’da da geçtiğini söyleyebiliriz. Şöyle ki;

Kur’an’ın, genellikle dini bakımdan sathi görüşlülük, basit hüküm manasında kullandığı cehl, insanın görünen eşya ve olayların arkasındaki ilahi iradeyi anlayamaması, Allah’ın ayetleri olan kainat varlıklarını, Allah’ın ayetleri olarak görememesidir. Halbuki cehlin zıddı olarak Kur’an’da yer alan ilim ve hikmetin gereği, insanın, kendisi, (Kur’an-ı

Kerim, 45/4 ; 51/20-21 ; 86/5) evren (Kur’an-ı Kerim, 2/164 ; 3/190 ; 21/16) ve

evrendekiler (Kur’an-ı Kerim, 13/3 ; 16/13 ; 19-25)den hasılı tüm mevcudattan hareketle Allah’a ulaşmasıdır. Nitekim, İbn Rüşd’ün, “şer’i bakış (açısı) ile felsefeye ve mantık ilimlerine bakmanın (nazar=speculation) şeriata göre mübah mı, yasaklanmış mı, yoksa emredilmiş mi olduğunu, emredilmişse mendup olarak mı, yoksa vacib olarak mı emredildiğini araştırmak maksadıyla kaleme aldığını belirttiği “Faslu’l-Makal” adlı eseri,”651 Kur’an’ın bu gibi ayetlerine dayanarak, ilim(/hikmet) anlamıyla özdeş gördüğü felsefi bakışın vücub ifade ettiğine kaynaklık eder.

646 DIEMER, A., a.g.m., s. 12. 647 DIEMER, A., a.g.m., a.y.

648 ERDEM, H., Problematik Olarak..., s. 17-18. 649 ERDEM, H., Problematik Olarak..., a.y. 650 AÇIKGENÇ, A., a.g.e., s. 187.

Bilgiden farklı, çok daha iddialı ve çok daha zengin bir kavram olarak nitelenen ‘hikmet’in mahiyeti ve muhtevasına baktığımızda şunları görürüz:

Genel olarak hikmet, “ilahi hikmet”652 ve “beşeri hikmet”653 olmak üzere iki kategoride ele alındığı gibi; beşeri hikmet de, “hikmet-i nazariye (teorik hikmet) ki, mesaili itikadiyedir ve hikmet-i ameliye (pratik hikmet) ki, mesaili feriye”654 olmak üzere yine iki kategoride ele alınabilmektedir. İbn Rüşd, “beşeri bilgiyi; a)-Halk Bilgisi, b)- Salt bilim bilgisi, c)- Hikmet bilgisi şeklinde üçlü bir kategoride ele alarak, en üstün bilgi türü olarak hikmet bilgisini gösterir.”655

Yine genel olarak -ister ilahi, ister beşeri planda olsun-, “hikmet, üç anlama gelir: İlki icad, ikincisi, ilim ve üçüncüsü fiillerdir.”656 el-İsfehani, Cürcani’nin verdiği bu anlamlardan “ilim(/bilgi) ve icadı Allah için”657 söz konusu ederken; “insan için, varlıkları bilmek ve hayırları işlemek”658 anlamlarını zikreder. M. H. Yazır da, “Allah teala bile kainatı bilip de halketmese idi hikmeti mevcud olmazdı”659 sözleri ile, ‘ilim ve icadı’ Allah için söz konusu etmektedir. Ancak o, “Allah dilediği insanlara da bundan bir hisse bahşetmiş, tarikı hikmeti üzerinde onlara da velev adi ve zahiri olsun bir inşa ve vaz’ı nizam mazhariyeti ihsan eylemiştir”660 ifadeleri ile, hikmeti, ‘icad’-ve tabii ki ilim- anlamıyla insan için de söz konusu etmiştir. Yine o, “ancak insanların haddi zatında mahluk ve müsebbep oldukları ma’lum bulunmakla mazharı keşf-ü icad olanlar kendilerini sebebi evvel farz ederlerse ilmi haysiyyette müsebbebden sebebe geçememiş olacaklarından Zahiriyyeden kalırlar da hükemadan olamazlar”661 diye önemli bir

hatırlatmada da bulunur.

Hikmeti, ‘ilim’ ve ‘amel’ ve de ‘hem ilim hem amel’ ifade eden anlamlarıyla ayrı ayrı örneklendirmek gerekirse;

652 CÜRCÂNÎ, a.g.e., s. 155 ; ERDEM, H., Problematik Olarak..., s. 17-18. 653 ERDEM, H., Problematik Olarak..., a.y.

654 VEHBİ, M., a.g.e., s. 501.

655 BULAÇ, Ali, Din-Felsefe/Vahiy-Akıl İlişkisi, Beyan Yay., İstanbul, 1994, s. 240. 656 CÜRCÂNÎ, a.g.e., s. 155.

657 el- İSFEHANİ, R., a.g.e., s. 181. 658 el- İSFEHANİ, R., a.g.e. a.y. 659 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 924. 660 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 920. 661 YAZIR, M. H., a.g.e., a.y..

a) Hikmeti, yalnız ilmi açıdan mülahaza eden tanımlar: Hikmet, “Akıl,”662 “akıl

fiemrillah,”663 “ilim ve akılla hakikatı bulma,”664 “doğru ve yararlı ilim,”665 “neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırmaya yarayan bilgi,”666 “kendisiyle meselelerin yerli yerinde mütalaa edildiği ruhi bir hal”667 ve “fehm demektir;”668 “maaniyi eşyayı ma’rifet-ü fehimdir.”669 “Fehm ise, bir şeyin sureti akliyesini kavramaktır.”670

b) Hikmeti yalnız ameli açıdan mülahaza eden tanımlar: Hikmet, “icad demektir; hikmet nisbet-i illiyeti raci, illiyetin hakikati de halk-u icad olduğundan asıl hikmet icad demektir. Fakat bu evvela Allah’ın hikmetine muntabıktır.”671 Yalnız, “insanlarda dahi bir sebebiyet ve illiyeti adiyye bulunduğundan bu hikmeti icad eden Cenab-ı Allah dilediği insanlara da bundan bir hısse bahşetmiş tarikı hikmeti üzerinde onlara da velev adi ve zahiri olsun bir inşa ve vaz’ı nizam mazhariyeti ihsan eylemiş demektir.”672 Yine hikmet, “eşyayı mevzi ve mertebesine koymak ki bu da zahiren cemii eşyaya nazır olduğundan sıfatı ilahiyeyi ve hikmeti külliyeyi ta’riftir. Ancak herhangi bir şeyi mevzı ve mertebesine koymak denildiği zaman da hikmeti cüz’iyyeye mutabık olacağından insanların sıfatına da sadık olur.”673 Bir başka tanımda da hikmet, “ef’ali hasenei saibeyı ikdamdır. Bunda hikmetin hüsn-ü hayra müteveccih olduğu ve bu gayenin mütenahi olmayıb müstemirren ikdam lazım geldiği ve binaenaleyh hikmetin bir meleke-i sabite, bir hulk olduğu musarrah demektir. <<Akibeti mahmud olan fiili yapmak>> tarifi de buna yakındır.”674 M. el- Behiy,

Kur’an-ı Kerim, emir ve yasakların oluşturduğu tavsiyelerini belirtmesinin hemen ardından, bunların ilahi <<hikmet>> eseri gönderilmiş olduğunu (Kur’an-ı Kerim, 17/39) ve buna dayanarak hikmetin, “inancın karşılığı, fiili bir davranış kuralı”675 olduğunu da

ifade eder.

662 MAHLUF, Hüseyin Muhammed, Kelimatü’l- Kur’an -Tefsir ve Beyan-, Çağrı Yay., İstanbul, 1990, s.

250.

663 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 919. 664 el- İSFEHANİ, R., a.g.e., s. 181. 665 HİCAZİ, M. M., a.g.e., 1, 220. 666 MEVDUDİ, Ebu’l A’la, a.g.e., 1, 185. 667KUTUP, S., a.g.e., ll, 287.

668 MAHLUF, H. M., a.g.e., s. 250 ; YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 919. 669 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 917.

670 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 918. 671 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 919. 672 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 920. 673 YAZIR, M. H., a.g.e., a.y. 674 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 921. 675 el-BEHİY, M., a.g.e., s. 31.

c) Hikmeti hem ilmi hem de ameli açıdan mülahaza eden tanımlar: Hikmet, en umumi olarak “ilm-u ameldir: ilim ve onunla ameldir.”676 Tabii sözü edilen ilim ve amel; “menfaat, maslahat ve ihkam manası dolayısiyle ilmi hasen ve ameli salihtir.”677 Bundan dolayıdır ki, M. H. Yazır hikmeti, “ilmi dakik ve ameli nafi,”678diye ele alır. Yine hikmet, “kavilde ve fiilde isabettir;”679 “kavilde isabet hakka, fiilde isabet hayra müteveccihtir.”680 “Yalnız kavilde isabet hikmet olmadığı gibi yalnız fiilde isabet de hikmet olmayacaktır.”681 Hülasa hikmet, “ilmin kemali ve amelin sağlamlığıdır.”682 N. Ayasbeyoğlu, hikmete dair yer verdiği yorumların birinde hikmeti: “ilim ve amel: Doğru bildiğini, inandığını yapmak”683 biçiminde sunar. Bizce, bu tür bir açıklama eksik ve yanlış anlaşılmağa müsait, hatta hikmet kavramının özüne muhaliftir. ‘Doğru bildiğini, inandığını yapmak’ ifadesi, salt bu haliyle hikmeti asla karşılamaz. Zira, doğru diye bilinen, doğruluğuna inanılan ve buna istinaden ortaya konulan bir çok söz ve eylemin yanlış olduğunu görmek uzak bir ihtimal değildir. Esas olan, doğru bilinen ve inanılan şeylerin gerçekte de doğru olması, daha doğru bir ifadeyle, hakikat ifade etmesi ve doğru bir biçimde de yapılmasıdır. Yanlışı doğru bilmek, öylece inanmak ya da doğruyu yanlış bilmek öylece inanmak, kabullenmek ve gereğini öylece yapmak tehlikesine binaendir ki, hikmet ehli: “Allah’ım! Doğruyu doğru olarak görüp, ona uymayı (gereğini yapmayı); yanlışı yanlış olarak görüp, ondan uzak durmayı nasip et!”684 diye niyazda bulunmuşlardır.

Hikmet’in ilim ve amel münasebeti cihetiyle farklı mütalaa edilmesi konusunda, M. H. Yazır şu değerlendirme de bulunur: “Bir çok ulemanın hikmeti tarif ederken amelde ısrar etmeleri hikmeti abesten tefrik ve celbi menfaat mefhumunu tahakkuk ettirmek içindir. Zira ilm-ü marifet pek yüksek bir şey olmakla beraber lafta ve kuvvede kaldıkça veya fi’ilde hilafı tatbik olundukça biyhude bir ibtiladan başka bir şey değildir. Buna mukabil diğer bir kısım ulemanın ilmi ahzetmeleri de ilimsiz amelin olamayacağını bilhassa anlatmak içindir. Yoksa ameli istihdaf etmiyen ve vücudda tahakkuku hayır

676CÜRCÂNÎ, a.g.e., s. 155 ; YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 916 ; ATEŞ, S., Kur’an-i Kerim ve..., s. 44. 677 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 915.

678 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 917. 679 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 915. 680 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 916. 681 YAZIR, M. H., a.g.e., a.y. 682 MAHLUF, H. M., a.g.e., s. 281.

683 AYASBEYOĞLU, Nevzat, İslamiyetin Eğitimimize Getirdiği Değerler, MEB Yay., İstanbul, 1991, s. 59. 684 TAYLAN, Necip, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, 3.B., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

hedefine nazır olmayan ilme hikmet demek için değildir. Demekki asıl hakikat ikisinin ictimaıdır.”685 Zira “ ilim ve amel hikmetin birer nev’i değil, birer cüz’üdürler.”686

Hikmetin müşterek bir açıklamasını vermek gerekirse: “ilme uygun amel, Allah’ın emrine uyan aklı selim, fıkıh ve anlayış, ince marifet, ilahi nur(/işaret), Allah korkusu, itaat, herşeyi doğruya irca yeteneği, ruhun sükuna ermesi, ”687 vb.

“H-K-M- kökünden gelen ve Kur’an’da 20 kadar yerde görünen hikmet”688, yukarıdaki anlam içerikleri ile -tabii ki, ‘h-k-m’ kökünün müştaklarıyla beraber-, Kur’an’da, hem Allah, (Kur’an-ı Kerim, 2/32 ; 2/129 ; 6/18) hem de insan (Kur’an-ı

Kerim, 2/251 ; 2/269 ; 31/12) için kullanılır. Nitekim, Kur’an’da, “hükmedenlerin en iyisi,

hakimler hakimi” (Kur’an-ı Kerim, 7/87 ;10/109 ; 11/45 ; 95/8 ) ifadeleri, bu sıfatın sadece Allah için geçmediğini gösterir. Ancak şu da bilinmelidir ki: “Allah için ‘hakim (hikmet sahibi) denildiğinde onun manası, O’nun dışındaki varlıkların vasıflandığının dışında bir manadır.”689 Çünkü, Kur’an’da, “Allah’ın Kendisini: ‘Alim’, ‘Hakim’ vb. gibi bir takım isimler vasıtasıyla tanıtmasında ve insanın O’nu böyle tanımasında, insana ait şahsi bir sebep vardır. İnsan, bu vasıfların bir kısmını, son derece sınırlı olarak kendisinde bulur. Halbuki bütün bu isimler, uluhiyyet ekseninde düşünülünce, mutlak yani mükemmel olurlar.”690

Önemli bir nokta da şudur ki: “Allah’ın sıfatlarından olan ‘hakim’ sıfatı, Kur’an’da çoğunlukla ‘alim’ ve yine ilimle ilgisi bulunan ‘habir’ sıfatıyla birlikte anılırken, (Kur’an-ı

Kerim, 8/71 ; 9/15 ; 11/1) ‘hikmet’ olarak insan için zikredildiğinde, ‘ilim’ (Kur’an-ı Kerim, 2/251 ; 4/113) ve yine ilimle ilgisi bulunan ‘kitap’ (Kur’an-ı Kerim, 2/129, 151 ; 3/48) ile beraber kullanılır. Ve aynı ayetlerde, hikmetin insanlara Allah’ın bir lütfu, yani

verili bir ‘bilgi’ ya da ‘bilgi yetisi’ olduğu ifade edilir. M. H. Yazır, bu konuda, şunları dillendirir: “Allah vasi’ olduğu içindir ki her kime dilerse hikmet verir. İlmi hak ve bil’irade fi’li savab ile alimiyeti, yalnız kendisine hasretmez de erbab-ı ukuldan dilediğine verir.”691 Elbette ki, insanın hikmete sahip olması Allah’ın inayetine bağlıdır. Yalnız, hikmete ulaşmak için, M. H. Yazır’ın da işaret ettiği gibi “erbab-ı ukul (akıl sahipleri) dan”

685 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 924-925. 686 YAZIR, M. H., a.g.e., a.y.

687 ÖZSOY, Ö./İ. GÜLER, a.g.e., sz. 66 ; SAĞIROĞLU, E., a.g.e., s. 205. 688 bkz. ABDÜLBAKİ, M. F., a.g.e., s. 213-214.

689 el- İSFEHANİ, R., a.g.e., s. 182.

690 YILDIRIM, S., a.g.e., s. 53; ÖZSOY, Ö./ İ. GÜLER, a.g.e., s. 37. 691 YAZIR, M. H., a.g.e., ll, 913.

olmak lazım gelir. “Kezalik akıldan sonra tefekkür ve tezekkür hikmetin şartı”692 olarak

görünür. Çünkü, “hikmete ermek için vermek kafi değil almak da lazımdır. Veren Allah vasi’ olduğundan şarta muhtaç değildir, amma alacak kul şarta muhtaçtır. Hikmete ermenin mebdei tefekür ve tezekkürdür.”693 Ayrıca “her akıl sahibinin derece-i aklına göre hikmetten bir hissesi vardır.”694 Şu halde, “hikmet derece farkıyla peygamberden bilgeye ve hatta sıradan insana kadar yayılma gösterebilen geniş bir kavramdır; nebevî hikmeti hemen salih amel, üstün takva, kesintisiz cehd, ilimde rüsuh alanında gösterdikleri başarılarla Mukarreblerin hikmeti izler. Mukarreblerin hikmetinin altında kalbin hikmeti, onun altında akli ve nazari hikmet, en alt derecede de sadece duyu organlarıyla elde edilen tecrübi (deneysel) hikmet sıralanır.”695 Hikmetin yayılma seyrini, aşama aşama gösteren bu açıklama, bütünüyle paylaşılmayı, bir tür ittifakı gerektirmese de, hikmetten her insana pay bırakıyor olması açısından önem arz eder.

Yukarıda yer verdiğimiz bilgilerle iktifa ederek, hikmete dair açıklamalarımızı şu sözlerle tamamlamak istiyoruz: Özetle, vahyin yol göstericiliğinde insanoğlunun en meşru kalp ve zihin faaliyeti, bir nevi bilgiyi ilahi değerlerle bezeyerek, ona, kurtuluş ve özgürlüğe götüren bir araç rolünü kazandıran hikmet, düşünce ve eylemde isabet ve saadet vb. hayr ve güzelliklere iletmek fonksiyonunu da haizdir. (Kur’an-ı Kerim, 269)