• Sonuç bulunamadı

B- Araştırmanın Amacı ve Önemi

4.5. Mahremiyet Duygusunun ve Mahremiyet İhlalinin Psikolojik Boyutu

4.5.2. İnsanın Kendini Gerçekleştirme Arzusu

Genel olarak insanların fiziksel, ruhsal, psikolojik pek çok gereksinimi bulunmaktadır. Maslow ve pek çok bilim insanına göre insanın en temel ihtiyacı kendini gerçekleştirmek, çevresi tarafından koşulsuz kabul görmek, beğenilmek, takdir edilmek gibi olumlu, yapıcı bir destektir.( http://highgatecounselling.org.uk/members/certificate/CT2%20Paper%201.pdf ) Çünkü bu temel ihtiyaçları karşılanmayan insanların yapmayacağı şey yoktur. Sevilmek, psikolojik tatmine erişmek için insanlar kendi sınırlarını zorlamakta, kişisel alanının ve sınırlarının ihlal edilmesine gönüllü bir boyun eğiş sergilemektedirler.( Yüksel,2019) Bu ihtiyaçları karşılanmamış kişilerin karşılarına çıkan duygusal suistimallere direnç göstermeleri ancak çok güçlü bir irade eğitimi ile mümkün olabilir.

137

Hümanist psikolojinin kurucularından sayılan Maslow’a göre kendini gerçekleştirme, ‘’yetenek, kapasite ve gücün son noktasına kadar geliştirilip bunlardan yararlanılması ve uygulamaya konulması’’ anlamına gelmektedir. Frankl’a göre ise ruhsal açıdan sağlıklı insan, mevcut şartları değerlendirerek kendini gerçekleştirebilecek maddi veya manevi bir anlama adamak ve bu uğurda kendini ikinci planda tutmak zorundadır. Duden’a göre ‘’ Bireyin kişilik yapısında var olan potansiyel imkânların gerçeklik kazanmasıyla ortaya çıkan kişisel açılım’’ şeklinde tanımlayabileceğimiz kendini gerçekleştirme kavramı, Hümanist Psikolojide insan davranışının temel güdüsü ve arzusudur. Bir cümle ile özetlenecek olursa da, bireyin kişisel potansiyellerini keşfederek onlara işlerlik kazandırmasıdır. (Bahadır,2011:53,55) Kendini gerçekleştirme kavramını ilk olarak C. Gustav Jung kullanmıştır. Jung bu kavramla, Freud’un bilinç-altı dürtülerine ağırlık veren; hayatın amacını ve hedefini ihmal eden görüşüne karşılık vermiştir. Jung’a göre biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlar, özellikle gençlik yıllarında daha fazla önem kazanmaktaysa da, zamanla yerini manevi doyuma imkan veren yüksek amaç ve arzulara bırakır. Jung’un ‘’ bireyleşme’’ kavramıyla tanımladığı bu süreçte, kendini gerçekleştirme güdüsü merkezi bir konuma sahiptir. Kendini gerçekleştirme, kişilik gelişiminde tamamen olumlu bir süreci temsil eder.(A.g.e.,s.52)

Bütün bu tanımlamalardan hareketle diyebiliriz ki, her insan tüm yaşamı boyunca en üst doyum olan ‘’kendini gerçekleştirme’’ idealinin peşinden koşar. Her bireyin doğuştan sahip olduğu, üstün ve gizil yetenekleri vardır. Eğer insan bu yeteneklerini ortaya çıkaracak olumlu, uygun çevresel ortamı bulursa, kendini gerçekleştirme yolunda tatminkar adımlar atacaktır. Ancak hayatın zorlu şartları insanı fıtratında bulunan bu yeteneklerini keşfetmekten, hayallerine giden yolu yürümekten alıkoyabilir. Böylesi durumlara psikolojide ‘’engellenme’’ denir ki; engellenmenin ortaya çıkardığı duygu ise öfke ve gerginliktir. Gerçek hayatta kendini gerçekleştirme imkanına erişememiş, iç huzuru ve suküneti yakalayamamış bireyler de hayata karşı öfke, gerilim ve bir takım ahlaki problemler baş gösterir. Böylesi kişiler ikincil bir kişilik, sahte bir benlik oluşturarak, kendi özüne yabancı ama benliğini tatmin eden bir kurgulamaya yönelirler. Bu kurgu sayesinde aslında erişemediği hedefe yapay bir zeminde erişim imkanına kavuşan birey, iç huzura kavuşamasa da hayalinde benlik algısının doğuracağı imkanlara bir nebze de olsun ulaşmış olacaktır. İkincil benliklerin en rahat kurgulandığı, kabul gördüğü en uygun zemini ise sosyal medya platformları sunmaktadır. Hatta bu imkanı sunmaktan ziyade, teşvik edici bir rol üstlenmekte, sosyal medya fenomenliğine giden yolda ne gibi kişiliklerin, rollerin, hangi insani değerlerin ‘’pazar alanının, müşteri portföyünün’’(!) geniş olduğu bilgisini sunmaktadır. İnsanların dijital dönem

138

öncesi kendini gerçekleştirme aracı olarak, iyi bir mesleki eğitim, kariyer getirisi olan bir iş, bir alanda uzmanlaşmak, herhangi bir işi en iyi biçimde üretmek gibi hedefleri sayılabilirdi. Ancak bugün sosyal medya hayatın her alanını kuşatınca, gerçek hayatta bir şeyler üretmek, insanlığa katkı sağlamak gibi fayda doğuran işlerle iştigal olarak kendini gerçekleştiren ‘’gerçek kişilerin yerini’’; sanal dünya da var olan maddi-manevi her türlü değeri pazarlayan insanlar almıştır. Haliyle bugün var olmak, kendini gerçekleştirecek doyumu hissetmek, başkalarının desteğini almak gibi ihtiyaçlar için sanal kimliklere/benliklere ihtiyaç vardır. Sanal alemin bu kadar etkin olması, sanal alemde var olmanın somut gerçekliklere dayandırılmaması; gerçek varlığını yakın çevresine kabul ettirememiş bireylerin kurduğu sahte benliklerin tatmin aracına dönüşmüştür.

İnstagramda yapılan paylaşımların beğenilmesi, artan takipçi sayıları insanın gerçek hayatta erişemediği tatmine yapay alanda erişmesine imkân sağlamaktadır. Takipçi sayıları, beğeniler bireylerin bu alanda daha çok paylaşım yapmasına, daha çok özelini açmasına, daha çok mahrem alanını serhişte etmesine sebep olmaktadır. Hayatı boyunca kabul görmemiş insanlar, toplum tarafından dışlanmış, manevi doyuma erişememiş, psikolojik yoksunluk yaşayan insanlar kimi zaman acılarını pazarlayarak, kimi zaman mahremini sergileyerek, kimi zaman toplumun değerleri ile taban tabana zıt yönelimler sergileyerek insanların dikkatlerini üzerine çekerek varlıklarını onaylatmak istiyorlar. Bu durum problemli bir durumdur elbette. Evli bireylerin profilinde bekar yazması, aile içinde aradığı tatmine erişememiş bireyin dış dünya da gayri ahlaki bir arayışı olduğunu açık etmektedir. Eğitim-öğretim imkanı elde edememiş bireylerin profilinde üniversite/lise vs. mezunu yazması, fiziksel görünüşünden memnun olmayan kişilerin başkalarına ait fotoları kullanması ya da photo-shop uygulamalarına, efektlere başvurması gibi eğilimler, hep gerçek hayatta erişilememiş duyguların sanal âlemde tatmin arayışlarının belirtisidir. Bu sahtecilikleri düzenli denetleyen aktif bir mekanizma henüz bulunmamaktadır ve her geçen gün bu kişilerin sebebiyet verdiği binlerce duygusal, fiziksel, maddi suiistimaller yaşanmaktadır. İnsanların mahremlerini paylaşması esasında oldukça güç bir olaydır. Ama günümüzde bunu normal kılan şey, insanlara gerçek hayatta kendini gerçekleştirme imkânını sunacak ortamların zor bulunur olması ve şartların ağırlığının bireylere kendini hep eksik ve yarım hissettirmesidir. Bu zorluklarla mücadele etmek yerine sosyal medya da sahte bir benlik, uçuk bir kişilik ya da tabu olan bir alan üzerinden popüler olmanın kolaylığı elbette daha cazip gelmektedir. Konumuz gereği yukarılarda bahsettiğimiz Youtuber’ların, bugün bin bir emekle mesleki zirveye erişmiş bir kişilikten daha popüler insanlar olması gibi. Sosyal medyanın sunduğu bu

139

kolaycılık, insanları sanal alemde her ne pahasına olursa olsun var olmaya itmektedir. Mark Zuckerber ‘’mahremiyet artık bir norm değil’’ derken, aslında mahremiyetin bir meta olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü esas olan siber toplumda bir yer edinmektir. ’’Siber toplumda var olmanın koşulu da haklı ya da haksız, güçlü ya da güçsüz, ahlaklı ya da ahlaksız olmak değildir. Bu topluma kabul edilmek için sahip olmamız gereken yegâne vasıf özgünlüktür. Şayet yeterince sıra dışı ve özgün isek siber toplum her türlü kusurumuzu hoş görecektir. Otantikliğimiz tüm kusurları örten ve bize siber kamuoyu tarafından verilen ‘’ kamusal onay sertifikamızdır’’. Ancak bu sertifikalar az sayıda üretilir ve son derece kısa bir geçerlilik süreleri vardır. ‘’ ( Bauman, 2011:22) Madem ki onay sertifikalarımız hem az sayıda hem de kısa süreliğine geçerlidir, bu durumda bunların ofset baskısına ihtiyacımız vardır. Bir kez beğeni onayı alınca artık aynı ortamda farklı açılardan çekilmiş öz çekimlerle farklı ortamlarda aynı açılardan çekilmiş öz çekimlerimizi siber kapsülümüzün içine doldururuz.

Özgünlüğümüz paradoksal biçimde hem özgürlüğümüz hem de örtümüzdür. Zira her otantik üretim yeni bir mahremiyet örtüsünü beraberinde getirir. Ona bir süreliğine kimse dokunmayacaktır…’’ (Şişman,2019:151) Mahrem olanın sosyal medya da sağladığı bu kazanım(!) insanları aradığı doyuma erişmek için daha çok, daha mahrem olanı paylaşmaya sevk etmektedir. ‘’Bireyler gelebilecek eleştirilere veya saldırılara ‘’ bu benim tarzım’’, ‘’ bu benim ahlak anlayışım’’, ‘’ bu benim yaşam biçimim ‘’ şeklinde cevaplarla karşı koymaktadırlar. Yani siber toplumda ahlak anlayışı oldukça muğlak, olabildiğince değişken ve kişiye özgüdür. Postmodern belirsizliğin bulanık sularına dalmış siber bireyler için müphemlik ve uçuculuk katı belirlenimciliğin sıkıcı sükuneti karşısında sığınılmayıp adeta bilerek içine koşulan ve atlanan bir macera gibidir.’’ Bu belirsizlik var olanı değil, popüler

olanı öne sürerek varlığını ispatlamaya çalışan bireyler için bulunmaz bir fırsattır. ‘’ Baumanın tabiriyle (Bauman,2017:232) , böyle bir toplumda ‘’kurban olmak ile şöhret

olmak aynı şeydir’’ ve değerler değişmemiş, vurgu kaymıştır. Bu kıyaslama her şey için yapılabilir hale gelmiştir. Varlığı ispatlamak, görünür olmak için dikkat çektiğiniz sürece skandallara karışmak ile büyük kurtarıcı olmak, devasa vurgunlara imza atmak ile insani yardım kampanyaları düzenlemek, bilinen bir katil olmak ile yüzlerce kişiyi bir felaketten kurtarmak aynı etkiyi uyandırır.(Şişman,2019:140,150) Baumanın ifadesiyle bu akışkan toplumda sabit bir varlığa sahip olmak mümkün olmadığı için, akışkan çoklu benliklere ihtiyaç vardır. ‘’ Bugün çoklu benliklere sahip bireyler sayısınca mahremiyet algısı vardır. Ancak bireylerin kendi içerisinde ki benlik ve kimlik sayısına hitap edebilecek bir sanal

140

otorite yoktur. Herman Hesse’nin (2016) Bozkırkurdu romanındaki kahramanı ikili benliğe sahiptir. Günümüzün sanal kahramanları ise ‘’çoklu benliklere’’ sahip olup içlerindeki benlikler birbirini sömürmektedir. Dolayısıyla dün bana göre mahrem olan şey, bugün bana göre namahrem olabilmektedir.’’(Şişman,2019:151) Çoklu benliklerin, sahte sanal kimliklerin neden olduğu somut sonuca örnek olarak gösterilebilecek en güzel film daha önce yukarıda da değindiğimiz ‘’CatFish’’ filmidir.( Toprak vd., 2014) Buradaki ev hanımı kadının Facebook’ta birden fazla rolü nasıl ustaca idare ettiğini, bunu yapmasının arkasında ki varoluşsal açlığı görmemiz açısından oldukça kıymetli bir filmdir. Varoluşsal boşluk insanların pek çok değerden ödün vermesine neden olacak kadar büyük bir problemdir. Bu problemli davranışların önüne geçebilmek için insanın manevi yönünün güçlendirilmesi gerekmektedir. ‘’ Bu anlamda hangi din veya mezhebe bağlı olunursa olunsun dini kabuller veya kişisel anlamda dindarlık, kendini aşmanın özel ifadesidir. İnsanüstü değerler, insanın kendini kontrol etmesinde, yeniden düzenlemesinde ve kendine mesafe koymasında( hayvani ve nefsani hislerin kontrolü anlamında) kendini aşmanın en gerçekçi konuları arasında yer alır. Zira insan, kendi kendine bu tarz değerler üretemez.’’ ( Bahadır,2011: 158) Ancak modernite insanın varoluşsal açlığını giderecek en temel duygulardan insanı mahrum bırakmış yerine ise Kemal SAYAR’ın ‘’ anestezi(uyuşma) çağı’’ diye nitelendirdiği günümüzün sosyal medya platformlarını ikame etmiştir. Ancak bu ikame etme, bir boşluğu doldurma şeklinde değil, boşluğun farkına varmayı engelleyecek şekilde dizayn edildiği için bu çağ ‘’anestezi çağı’’dır. ‘’Bütün bir modernliğin ‘’ulaşılabilirlik’’ kavramı üzerinden okunabileceği (Göle,2014) ifadesi, modern toplumda insanların her bakımdan ulaşılabilir olmaları ile var olmaları arasında güçlü bir bağlantının olduğu düşüncesini ihsas ettirmektedir… Var olduğunu hissedebilmek için başkaları tarafından fark edilmeyi başarmanın yolu ulaşılabilir olmaktan geçer ki sanal dünya bunun için biçilmiş kaftandır.’’(Şişman,2019:164)