• Sonuç bulunamadı

B- Araştırmanın Amacı ve Önemi

1.3. Kitle İletişim Araçları

1.3.2. Elektronik İletişim Araçları

Yaşadığımız çağ tüm insanlık tarihine nazaran her anlamda en hızlı değişim ve dönüşümün yaşandığı çağ olarak nitelenebilir. Şüphesiz bu baş döndüren hızı gelişen teknolojiye borçluyuz. Teknolojik gelişmelerin art arda olduğu bu dönem de, en baş döndürücü icatların yaşandığı ve teknolojiden en çok istifade eden alan iletişimdir. Küresel sermayenin en fazla yatırım yaptığı alanların başında kitle iletişim araçları gelmektedir. Özellikle çağımıza damgasını vuran elektik enerjisi kaynaklı iletişim araçları, en çok tercih edilen ve en fazla yatırım payı bulunan iletişim araç payına sahiptir. Elektrikle çalışan pek çok kitle iletişim aracı mevcuttur. Kısaca elektrikli iletişim araçlarının tarihine bakıldığında da, ilk elektrikli iletişim aracı olarak telgraf görülür.

a) Telgraf

Elektrik akımının bulunmasıyla birlikte, insanların haberleşme alanında bu enerjiden yararlanma fikri ortaya çıkmıştır. Bu çalışmalardan birini yapan da Fransız Claude

19

Chappe'dir. Fransız mucit, 1792 yılında icat ettiği, 1794 yılında ise aktif hale getirdiği, uzak mesafelerle haberleşmeyi sağlayan bir aracın adını telgraf koymuştur. Telgraf uzun yıllar boyunca iletişim açısından önemli bir yere sahip olmuştur.( https://www.neoldu.com/kitle- iletisim-nedir-9286h.htm ) Daha sonra Morse ve yardımcısı Vail bunu geliştirdiler. Nokta ve çizgilerden oluşan bir kodlama sistemi ortaya çıkardılar. Bu kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesiydi. O yıllarda telgraf en popüler iletişim aracı oldu. İlk telgraf hattı ise 1843 yılında Washington, D.C. ile Baltimore, Maryland arasına çekildi. (http://nasilcalisir.blogcu.com/telgraf-nasil-calisir/9201574 )

Telgraf savaşın hâkim olduğu o gün ki dünya düzenin de önemli bir iletişim aracı olarak kullanılmıştır. Öyle ki ülkemizde şarkılara konu, çiçeklere isim olmuştur.

b) Telefon

Telgrafla birlikte mesafeler arası iletişim sağlanabilmiştir. Lakin elektriğin gücünün farkında olan insanoğlu bu enerji sayesinde çok daha iyi iletişim araçları üretmeye çalışır. Bu çalışmalardan bir de Alexander Graham Bell’e aittir. Alexander Graham Bell 1876’da sesleri birbirine ileten telefonu icat etmiştir. Telefon o gün için gerçekten çok ses getiren bir icad olmuştur. Günümüzde de kullanılan telefon kitle iletişim araçlarının haberleşme boyutu bakımından önemli bir icat olmakla beraber günümüz de ki cep telefonları nedeniyle eski popüleritesini yitirmiştir. Ancak halen resmi kurumlar ve az gelişmiş bölgeler için önemli bir iletişim aracıdır.( https://paratic.com/iletisim-araclari-nelerdir-kronolojik-siralama/ )

c) Radyo

Telefon aracılığıyla ses iletiminin yapılabilir olması, elektromanyetik araçlara ses kaydı yapma fikri uyandırmıştır. Bu fikir üzerine yapılan çalışmalar neticesinde radyo icat edilmiştir. ‘’Radyonun icadına giden yol ilk olarak 1865 yılında İngiliz bilim adamı James Maxwell tarafından elektronik olarak üretilmiş olan radyo dalgalarının yayılmasıyla ilgili teorinin kurulması, 1888 yılında da Alman fizikçi Heinrich Hertz tarafından Maxwell’in teorisinin pratiğe dökülmesi öncülük etmiştir. Bilinen ilk keşif İtalyan mucit Guglielmo Marconi tarafından, bir gemiden kıyıdaki yardımcısına kablosuz telgrafla 3 adet “S” harfi göndermesiyle, ilk defa yeryüzünde radyo dalgaları yayıldı. Tarihler 1898 yılını gösteriyordu ve ilk kullanımı gemiden kıyı ile haberleşme şeklindeydi.’’ (https://www.mailce.com/radyonun-icadi-radyoyu-ilk-kim-buldu.html )

20

Radyolar icadından kısa bir süre sonra her evde bulunan iletişim eşyaları halini aldı. Zaman içerisinde araçlara da yerleştirilen radyolar adeta günlük hayatın bir parçası oldu. Radyo frekanslarının ses iletiminden ziyade haberleşme ve çeşitli alanlarda veri tabanı olarak kullanılması, radyo yayınların kırsal ve denizaşırı bölgelerde de yapılabilir olmasını mümkün kılmıştır. Bu nedenle günümüzde de radyo yaygın bir iletişim aracıdır. İlk olarak devlet kontrollü radyoların kurulabildiği dönemlerde haberler ve devlet açısından gerekli çeşitli yayınların yapılabilirken, zaman içerisinde özel radyoların da kurulmasıyla yayın çeşitliliği ortaya çıktı. Günümüzde daha çok müzik yayını ağırlıklı yayın yapan radyolar halen popüler bir iletişim aracı olarak kullanılmaktadır.

d) Televizyon

1923 yılında İskoçya’da dünyaya gelen Logie Baird tarafından icad edilmiştir. İlk olarak basit bir düzenek halinde oluşturduğu televizyonu daha sonra kurduğu laboratuvarla teknik bir alete dönüştürmüştür. O zamanların popüler radyo yayıncısı olan BBC ile anlaşan Baird günde iki defa olmak üzere yayın yapmaya başlar. Daha sonraları geliştirilen televizyon modelleri dünyanın pek çok ülkesinde hızla yayılır. Türkiye’ye gelmesi 1970’leri bulan televizyonun tarihi çok yakın olmasına rağmen toplum tarafından çok çabuk benimsenmiştir. Öyle ki önceleri her evde bulunan televizyon artık her odaya ayrı ayrı alınan bir iletişim aracı haline dönmüştür.

Televizyon tüm geleneksel kitle iletişim araçları içerisinde toplumsal yaşama dahil olma yönüyle en etkili konuma sahip olan araç olarak kabul edilebilir. Bu bakış açısının doğruluğunu kanıtlayabilecek en çarpıcı örnek evlerin iç dekorasyonlarının oluşturulma şeklinin genellikle televizyonun konumuna göre belirleniyor olmasıdır. Evlerde ortak yaşam alanı olarak kullanılan salonlarda yer alan oturma grupları televizyonun yer aldığı konuma göre yerleştirilmektedir. Akşam olduğunda bir araya gelen aile bireyleri hep birlikte yüzlerini ekrana çevirecekleri şekilde yan yana dizilmektedirler.( Postman, 2014: 103)

Televizyon ülkemizde ve dünyada en popüler kitle iletişim araçlarının başında gelmektedir. Günümüzde hemen hemen her evde en az bir televizyon bulunmaktadır. İlk zamanlarda belki baş döndüren, heyecan veren bir iletişim aracı olarak karşılanan televizyon zaman içerisinde toplumun her kesimi için büyük bir sorun kaynağı olmuştur. Ülkemiz üzerinden değerlendirirsek, ilk televizyon yayınları devlet kontrolünde yapılan yayınlar olmuştur. Bu durumda o günün dünyasında medya patronlarının egemen gücün hedefleri

21

doğrultusunda yayınlar yapmasını, ülkemizde devlet üstlenmiştir. Devletin amacını en salt ifadeyle modern, batılı değerlere sahip, laik bireyler olduğu için, yayınlar da böyle bir nesil yetiştirmeye yönelik düzenlenmiştir. O gün için yapılan yayınlar, büyük ölçüde halkın genel yaşantısı ve düşüncesiyle uyuşmamıştır. Ancak gelinen nokta itibariyle bugün, o zamanların televizyon ekranlarında ki erkeklerin varlığını hali hazırda bulunan mahrem erkeklerle aynı tutan ninelerden; mahrem olgusunun mütedeyyin ailelerden bile kalktığı bir kuşak oluşmuştur. Peki, bu nasıl oldu? Belki de pek az şeye bu kadar net cevap verilebilir. ‘’Görerek meşrulaştırma’’. Evet, bilinçaltı müktesebatında bulunan bazı değerler, yargılar ve düşünce biçimleri mevcuttur. Bunlar kişilerin yetişme biçimleri başta olmak üzere, alınan eğitimler, dini inançlar, içinde yaşanılan toplumsal değerlerin etkisiyle edinilen birikimlerdir. Bu müktesebat, karşılaşılan olayları değerlendirmek için adeta mihenk taşı vazifesi görür. Kişinin ilk defa gördüğü, yadırgadığı, değer yargılarıyla uyuşmayan durumları kabullenmesi kolay değildir. Değişimlerin ve dönüşümlerin gerçekleşmesi belli bir zamana ihtiyaç duyar. Bir önceki nesil televizyonun dayattığı popüler kültüre, bir sonraki kuşağa nazaran daha dirençli bir duruş sergilemiştir. Günümüz insanın sosyal medyanın geleneklerle, dini kıstaslarla veya insani değer yargılarıyla çelişen sistemine bu kadar kolay teslim olmasının altında; televizyonun yıllardır uyguladığı zihinsel yıkımın payı unutulmamalıdır.

Televizyon kitlelere erişim noktasında muazzam bir araçtır. Haberleşme ve bilgi aktarımı amacıyla icat edilen ve talep gören her iletişim aracı gibi televizyon da, artık varoluş sebebinden çok farklı amaçlara hizmet eden bir cihaz halini almıştır. Özellikle küresel sermaye ve kapitalist sistemin televizyon ekranlarını ele geçirmesiyle artık televizyon insanlık için her hususta ilk müracaat edilecek referans mercii olmuştur. Evde ki değil, ihtiyaç olan değil, artık televizyondakidir aranan, makbul olan. ‘’Mesela televizyon ideal bir anne tipi çiziyor. O çizilen tipe uyduğunuz sürece bir mesele yok. Uymazsanız eğer, çocuğunuza sizin iyi bir anne olmadığınızı söylettiriyorlar. İyi anne kim? Çocuğuna karışmayan. Çocuğunuza müdahale ettiğiniz zaman tüketime sunulmuş kitle değerleri zarar görür çünkü. Tüketime sunulmuş mallar zarar görür. Gittikçe daha fazla bir şekilde çocuğun anne baba üzerindeki baskısı artıyor. Yani anne babalar geleneksel anne babalar gibi fedakar olacak ama çocuk başına buyruk olacak. Modern değerlerin yetiştirmiş olduğu çocuk; anne-babasının hayat tecrübesini, yaşamış olduklarını küçümsüyor’’. ( Barbarosoğlu, 2018: 191)

Televizyon sadece sosyal hayatı dizayn etmiyor. Evleri, odaları, kıyafetleri belirlerken, bedenler için de idealize edilmiş formlar sunuyor. ‘’… Televizyon da ki programlara bakın. Kadın şişmansa eğer her türlü hakaret reva görülüyor. Yani ‘’şişman kadın ne mutlu olmaya

22

ne de etrafındakileri mutlu etmeye layıktır’’ anlayışı yerleştiriliyor. Mesela iş adamının karısı şişmansa adamın karısını aldatması mübah gibi gösteriliyor. Güzellik endüstrisinin para kazanması uğruna periyodik olarak güzelin tanımı değişiyor. Ve özelllikle kadının kendisini bu yeni güzellik anlayışına uydurması emrediliyor. Rejimler, jimnastikler… Güzel olmak kadının kendisine saygı duyması olarak takdim ediliyor.’’ (Barbarasoğlu, 2018: 192)

Reklamların, dizilerin, kliplerin her gün binlerce değeri on para ettiği televizyon ekranlarının karşısında büyüyen bir neslin oluşturduğu günümüz toplumu içerisinde yaşamak pek çok tehdit içerir. Kur’an-ı Kerim’de kötülüğün açıktan yapılmaması emrinin inceliğini, yayınlanan kadın programları vesilesiyle her gün bir kere daha yine ve yeniden idrak etmek mümkündür. Çocuğun, kadının, yaşlının, hayvanın kısacası güçsüz olan her canın, canının yakıldığı bir dünyada televizyon yayınlarının etkisini görmemek mümkün değildir. Her şeye rağmen bir sığınak, bir kale olarak görülen aileler de; evlere gelen ikinci üçüncü televizyonlarla bu işlevini göremez hale gelmiştir. Televizyonların dayattığı bireycilik anlayışı, ailelerin bütünlüğü için ciddi bir tehdittir. ‘’Aile içi bireyciliğin, ne safhada olduğunun en iyi göstergesi bence eve getirilen ikinci ve üçüncü televizyonlardır. Yani ailenin fertleri bir program seyretmek için bile bir ortak karara varamıyorlar. Evde ki fert sayısınca televizyon. Çünkü aile içinde ki her birey kendi egosunu merkez kabul ediyor.’’(A.g.e: 193) Televizyonlar; toplumu egemen güçlerin idealleri açısından, inşa etmede de kusursuz bir medya aracıdır. Toplumların farklılıkları üzerinden, ayrıştırmacı bir yayın politikası izlenerek kargaşa çıkarmak, kadını erkeğe, çocuğu aileye, etnik farklılıkları üstünlük-aşağılık şeklinde sınıflandırarak toplumu birbirine düşman edebilecek kadar maharetli ve etkili bir iletişim aracıdır. Yakın tarihte yaşanılan ülke içi kargaşa durduk yere ve plansız olmamıştır. Sadece, kitleler planı, planlananı yaşadıktan sonra görebilmektedir. Yapılan yayınlarda gerçek hayatta aralarında hiçbir husumet olmayan kesimler birbirine düşman gibi gösterilebilir, belli kesimler medya eliyle hedef gösterilebilir, yüceltilebilir veya aşağılanabilir. Böylece toplumsal kargaşalar yaşanabilir, iç savaşlar çıkabilir.

Her şeye rağmen televizyonlar, hala toplumun başköşesinde kendine yer bulabilmektedir. Halen yaşlıların eğlencesi, gençlerin gözdesi, akşamların iple çekilen dizisidir televizyon. Zaten sorun belki de tam burada başlamaktadır. Televizyonu eğlence aracı olarak görmekte! Bu durumu Neil Postmann şöyle özetler: ‘Bireylerin televizyonu öncelikli olarak eğlence aracı olarak görmeleri egemen sınıfın çıkarlarına oldukça uygun bir durumu beraberinde getirmektedir. Kapitalizmin bireylerden beklediği tüketim toplumunun parçası olmaları, boş vakitlerini kendilerine sunulan şekilde geçirmeleriyle alakalıdır. Aynı

23

zamanda televizyon bireylere, toplumsal alanda yaşanan sorunlara çözüm üretebilecekleri konumda yer almadıklarını anladıkları durumlarda, bir kaçış seçeneği olarak sunulmaktadır. Televizyon programları kapitalist sistemin kurduğu yapay dünyanın değer yargılarını ve sınıfsal yapılarını kitlelere telkin etmektedir.’’( A.g.e., 2014: 55)

Babaların, annelerin, komşuların, ninelerin dedelerin rol model olmaktan çıktığı dizi karakterlerine emanet edilerek büyümüş yeni bir nesil yetişmiştir. Bu yeni nesil için aile, kültür ve/veya yaşadığı toplumun hiçbir referans değeri önceki nesiller kadar önemli değildir. Bunun en bariz örneklerini giyim-kuşam ve günlük konuşma dili üzerinde görebiliriz. Genç nesil annesi, babası, çevresi gibi değil gördüğü dizi/film kahramanları gibi giyinmeyi tercih etmektedir. Çünkü gördükleri televizyon programlarında pazarlanan bir imaj var, bu imajın yanında aşağılanan, cahil ve küçük gösterilen başka bir imaj daha var. Küçültülen imajlar geleneksel Türk- Müslüman anne/baba imajına çok benziyorken; pazarlanan imajlar dünyevi zevklerin her türlüsüne sahip, modern bakımdan seçkin bir zümreden oluşuyor. Hiçbir dil kuralına uyulmayan, kök-ek bakımında Türkçe’ de karşılığı olmayan yepyeni kelimeleri olan bir dil icat edilmiştir. Ve bu dil artık sadece gençlerin değil çocukların, hatta onlarla arasında ki farkı kapatmak isteyen ya da yıllardır aradığı gençleşme formülünü böyle bulan olgun insanlarında dilinde gittikçe yayılmaktadır. Evet tüm bunlar, televizyonun, kitleleri istenilen tarafa yönlendirmedeki başarısını görmek için bir örnektir. Günümüzde hali hazırda, televizyon bu tür faaliyetler için aktif olarak kullanılan bir kitle iletişim aracı olarak durmaktadır. Örneğin, eşcinsel figürlerin yer almadığı dizi ve filmler artık neredeyse yok denecek kadar azdır. Pek çok dizi ve programda ya ‘’erkek gibi’’ bir kadın, ya da gevrek konuşması, edası ve işvesiyle kadından daha çok ‘’kadınsı’’ bir erkekle karşılaşmak mümkündür. Bundan yaklaşık on yıl evvel böyle bir figürün yer aldığı dizi aşırı tepki almış ve yayından kaldırılmak zorunda kalmıştır.( https://forum.shiftdelete.net/threads/kilic-gunu- final-kilic-gunu-yayindan-kaldirildi.180288/ ) Oysa günümüzde ‘’muhafazakar aile’’ tablosu çizen pek çok aile, tüm aile fertleriyle gülerek, eğlenerek ve yadırgamaksızın bu tiplemelerin yer aldığı dizi ve filmleri izlemektedir. Mahsun Kırmızıgül’ün izlenme rekorları kıran ‘’Güneş’i Gördüm’’ filminde eşcinsel rolü oynayan karakter, herkesin içinde acılar bırakan, izleyen kişilerin dini, kültürel değerleri ne olursa olsun empatik bir düşünüşün içine ustaca sokuveren bir tabloyla sona eriyordu. İşte televizyonun daha önce de vurguladığımız en önemli misyonu: Görerek meşrulaştırmadır.

24