• Sonuç bulunamadı

İnovasyon üzerine çalışma çok disiplinli bir çabadır. İnovasyon araştırmaları antropoloji, sosyoloji, eğitim vs. disiplinlerde gerçekleştirilmektedir. İşletme yönetimi disiplininde ise kavram iki büyük okulun bakış açısıyla tanımlanabilir. Birinci okulun

bakış açısına göre, pazarlama alanındaki araştırmacılar öncelikle tüketicilerin inovatif davranışlarına dair beklentilerinin nedenleriyle ilgilenirler. Başka bir ifadeyle araştırma birimi yeni ve inovatif ürünler satın alan ve bu yönde tutarlı bir eğilim gösteren bireysel tüketicilerle ilgili tercihlerini incelemektedir. Çünkü bu tüketicilerin fikir liderleri olduğuna inanılmaktadır ve bu tüketiciler diğerlerinin satın alma davranışlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Böylece pazarlamacılar bu inovatif tüketicilerin özelliklerini tanımlamaya çalışırlar. Buna göre pazarlama stratejileri oluşturarak örgütsel etkinliği arttırmaya çalışırlar. İkinci okulun bakış açısına göre yapılan çalışmalar örgütsel teori ve stratejik yönetim alanına girmektedir ve bu alanda yapılan çalışmaların analiz birimi örgüttür. Bu alandaki araştırmalar, öncelikle inovatif örgütlerin özellikleri ilgi alanlarıdır. Örneğin, inovatif ürünleri ve süreçleri sürekli olarak benimseyen ve inovasyonu benimsemenin örgütsel performans üzerindeki etkisi gibi konular araştırmaların amaçlarını oluşturmaktadır (Subramanian ve Nilakanta, 1996: 632).

İnovasyon üzerine yapılan çalışmalar önceleri bunun bir insan davranışı olduğu noktasına ağırlık verirken sonrasında bu kavram ekonominin bir alanı olarak varsayılmıştır. Sonraları ise yönetim biliminden antropolojiye, sosyolojiden psikolojiye pek çok bilim dalının çalışma alanına girmiştir. Ancak bu alanlara girmesi kavramın ekonomik yanına odaklanıldığı için daha geç olmuştur (West ve Altink, 1996: 3). Schumpeter'in inovasyonun 1911'deki ekonomik kalkınma üzerindeki merkezi rolü üzerine yaptığı araştırmalardan bu yana, kavram üzerine yapılan araştırmalar sürekli olarak büyüme göstermiş ve sosyoloji, psikoloji, işletme yönetimi ve kamu yönetimi de dâhil olmak üzere birçok araştırma alanının konusu haline gelmiştir (Damanpour ve Aravind, 2012: 424).

Endüstri devriminin başlangıcında hem icat hem de inovasyon genellikle yeni teknikler geliştiren ve uygulayan aynı kişi tarafından gerçekleştirilirdi. Teknolojik değişimin en yaygın türü, emek tasarrufu sağlayan makinelerin geliştirilmesiydi. Patent sisteminin büyümesiyle icat ve inovasyon farklı kişiler tarafından gerçekleştirilmeye başlandı. Mucit, icadının haklarını satan, inovasyon yapan ise onu tanıtan kişilere dönüştü. Bu dönemin tipik özelliği, yeni ürünlerin, yeni sanayilerin gelişmesinin yanı sıra makinelerin de gelişmesiydi. Daha sonraları teknolojik değişimler, araştırma ve geliştirmenin de ortaya çıkmasıyla icat ve inovasyon, örgütsel faaliyetlerin bir parçası haline gelmiştir (Solo, 1951: 417).

Ryan ve Gross (1943) inovasyon çalışmalarının, yeni fikirlerin benimsenmesi için verilen bireysel kararlarla ilgili çalışmalarıyla başladığından bahsetmiştir. O

dönemde Iowa’daki çiftçilerin hibrit mısır tohumu yetiştirmek için aldıkları kararlar buna örnek olarak gösterilebilir. Belirli bir zaman sonra yapılan inovasyon çalışmalarında kavramın örgütle bağı kurulmaya çalışılmıştır. Örgütsel bağlamda inovasyon çalışmalarının belirli ayırt edici özelliklerinin ortaya konulmaya çalışıldığı Zaltman, Duncan ve Holbek’in “Innovations and Organizations” (İnovasyon ve Örgütler) isimli çalışması inovasyon çalışmaları tarihinin önemli dönüm noktası olarak sembolize edilmiştir. Bu çalışmadan sonra esas bağımsız değişken inovasyon, benimseme (inovasyonu kullanma düşüncesi olarak tanımlanır), uygulamaya (inovasyonu gerçekten kullanıma koyma olarak tanımlanır) dönüşmeye başlamıştır (Van de Ven ve Rogers, 1988: 632).

Bilgi teknolojilerinin gelişimiyle birlikte inovasyon çağı denilen bir dönem başlamıştır. İş eğilimleri 1950 ve 1960’lı yıllarda verimlilik, 1970 ve 1980’li yıllarda kalite, 1990’lı yıllarda esneklik odaklıdır. Günümüzde ise örgütler başarılı bir şekilde rekabet edebilmek ve hayatta kalabilmek için bunların ötesine geçmek zorundadırlar. Örgütlerin başarısının formülünün temel bileşenleri arasında inovasyon gösterilmeye başlanmıştır. İnovasyon, teknik alan ile iş dünyasının bileşiminden meydana gelen bir değişimi ifade eder. Yalnızca teknolojinin dahil edildiği bir değişiklik buluşun ötesine geçemezken, iş dünyasının da katılmasıyla bu değişiklik bir inovasyona dönüşebilir (Felix, 2000: 2).

Örgütlerde daha önce baskın olan bürokratik ve hiyerarşik yapı biçimleri yerini, Taylor’un iş uzmanlaşmasından daha esnek, daha yalın ve daha yassı demokratik yapılara doğru bıraktıkça inovasyon araştırmaları da bu değişime paralel ilerleme göstermiştir. Bürokratik yapılarda çalışanların inovatif davranışları uygunsuz, saygısız ve tahrip edici olarak değerlendirilirken; günümüzde küreselleşen iş çevresinde hızlı hareket etmek zorunda olan ve değişerek rekabet etmeye çalışan örgütler için bu davranışlar çalışanlarda aranılan özellikler haline gelmiştir (Anderson vd., 2004: 149).

1980 li yıllardan sonra küresel ekonomi rekabete açıldıkça, örgütler maliyet odaklı iş modellerini yavaş yavaş terk etmeye başlamışlar, bunun yerine kaliteyi önceleyen inovasyon odaklı modelleri benimsemeye başlamışlardır. 1990’lı yıllardan sonra ise meydana gelen gelişmeler inovasyon literatüründe hızlı bir gelişme sağlamış ve uluslararası yenilik, açık inovasyon, bilgi yönetimi gibi birçok yeni başlık ortaya çıkmıştır. Ancak Lam (2005), Andries ve Debackere (2006), Fagerberg ve Verspargen (2009) çalışmalarında tüm gelişmelerin beraberinde bilgi boşlukları, karmaşalar,

tutarsızlıklar, kavramsallaştırmada rekabeti de getirdiğinden bahsetmişlerdir (Keupp vd. 2012: 368).

Küreselleşme hızlandıkça ve postmodernleşme süreci kapsamında kültürel parçalanmaya bağlı olarak yaşam biçimlerinde meydana gelen talep farklılıklarına cevap verme esnekliği, standart üretim yerine ürün farklılaştırma tekniklerini gündeme getirmiş, bu durumda “inovasyonun” önemini daha fazla arttırmış olmaktadır.