• Sonuç bulunamadı

İngiltere İçin Irak’ın İktisadî, Ticarî, Stratejik ve Yeraltı Zenginlikler

5. İdari Taksimatı

1.1. İngiltere İçin Irak’ın İktisadî, Ticarî, Stratejik ve Yeraltı Zenginlikler

Ortaçağ boyunca ticarette yeterince etkili olamayan İngilizler, ticarî ilişkilerini Venedikli ve Cenevizli tüccarlar üzerinden yürütmekteydiler. Zamanla İngilizler ticaretin ne derece önemli olduğunun farkına varıp bilhassa denizcilikle alakadar olmaya başladılar. Kısa sürede büyük başarılar elde ederek bu alanda uzmanlaştılar. İngilizler ithalat ve ihracatlarını kendileri yapıyor, İtalyanların Britanya Adasında ticarî faaliyetlerde bulunmalarına kesinlikle müsaade etmiyorlardı. İngilizler XVI. yüzyıldan itibaren Akdeniz’de görünmeye başladılar. 1573’ten itibaren Akdeniz’de ticarî faaliyetlerini arttırabilmek için Osmanlı Devletine müracaat ederek kendi bayrakları altında seyr-ü sefâyin edebilmek ve ticaret yapabilmek için müsaade istediler. Bu tarihe kadar Fransızlar ve Venediklilere tanınan bu ayrıcalıklar II. Selim tarafından İngilizlere de tanındı67.

Osmanlı Devletinden ayrıcalıklar almaları ticaret yaptıkları liman şehirlerinde konsolosluklar açmalarını da zorunlu kıldı. Zira ticaretlerini kontrol etmek ve tüccarlarının haklarını savunabilmek için bunu yapmaları şarttı. ancak İngilizlerin ülke genelinde misyon açmaları derhal mümkün olmadı. Çünkü Osmanlı topraklarında etkin olan Fransızların konsolosları diğer bir çok ülkenin de konsolosluk faaliyetlerini üstleniyor karşılığında bu ülkelerden %2 komisyon alıyorlardı. İngilizler Osmanlı topraklarında ancak 1700’de ilk konsolosluklarını açabildiler. Fransızlar bu tarihe kadar diğer devletlerin Osmanlı topraklarında konsolosluk açmalarına mani oldular. 1700 yılında İngilizler ve Hollandalılar müşterek bir yardımcı konsolosluk açmaya muvaffak oldular. Bundan sonra bu milletin önünde durmak pek mümkün olmadı. Kısa sürede İngiliz ticarî ve diplomatik temsilciler ülkenin pek çok yerinde faaliyete geçtiler68. Böylelikle iki ülke arasında ticaretin yanı sıra siyasî münasebetler de başlamış oldu. Akdeniz’de ticarî üstünlüğü elinde bulunduran Venedik’in zayıflaması sonucu da İngilizler, Osmanlı Devleti üzerindeki ticarî ve siyasî etkinliklerini önce Akdeniz’de

67 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri I (1580-1838), Türk Kültürü Araştırma

Enstitüsü Yay., Ankara, 1974, s. 6-9

sonra devletin genelinde arttırdılar. Hindistan Ticaret Yolunun güvenliği ve Osmanlı topraklarındaki ticarî faaliyetleri için XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünden yana oldular. Görünürde bir müttefikinin toprak bütünlüğünü korudular ancak gerçekte kendi çıkarlarını gözettiler69.

Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin yanı sıra İngiltere’nin önde gelen politikacılarının Osmanlı Devleti aleyhtarı politikaları, İngiltere siyasetinin Osmanlı Devleti aleyhine değişmesine sebep oldu. Bu dönemden itibaren İngiltere, Avrupa devletlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti içerisindeki ayrılıkçı azınlıklarla işbirliği yaparak Osmanlı Devletini ortadan kaldırıp bu devlet üzerindeki emellerini gerçekleştirmek amacıyla harekete geçti. İngiltere’nin girişimleri kısa sürede sonuç verdi. Kumpanyaları ve konsolosları vasıtasıyla ticareti, diplomatları vasıtasıyla siyasî etkinliğini arttırdı bunun yanında misyonerleri vasıtasıyla Hıristiyanlığı yayma imkânı buldu.

1878 yılında Kıbrıs, 1882 yılında da Mısır’ı hâkimiyeti altına alan İngiltere, I. Dünya Savaşında İttifak Devletleri safında savaşa girerek mağlup olan Osmanlı Devletinin fiili olarak ortadan kalkmasında belki de en etkili devlet oldu.

Yaptığımız incelemeye konu olan Irak bölgesi, özellikle XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Dünyadaki savaş, çatışma ve uluslararası rekabetin yoğun olarak yaşandığı bölgelerden biri haline geldi. Bu durumun ortaya çıkmasında en önemli etkenler ise Irak’ın ekonomik durumu, jeostratejik ve jeopolitik konumu, tarımsal zenginliği, en başta petrol olmak üzere sahip olduğu enerji kaynaklarının varlığıdır70. Archibald Dunn “…Mezopotamya’daki kaynakların işletilmesi demek Hindistan ve

İngiltere ticaretine artış demektir ki buna sırt çeviremeyiz…”71 diyerek el-Cezire

bölgesinin kendileri için ne kadar önem arz ettiğini ve bu bölgenin Osmanlı Devletine ait olduğunu göz ardı ederek buradan asla vazgeçmeyeceklerini açıktan ifade etmekten çekinmiyordu.

69 Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi II, TTK, İst., s. 16- John S. Guest, The Euphrates Expedition,

Kegan Paul Limited, Oxon UK, 2013, s. 141

70 Philip Willard Ireland, Iraq a Study in a Political Department, Kegan Paul Limited, London, 2004, s.

36- www.britishempire.co.uk-Pall Mall Gazette, 23.01.1868-J. Harvard Godfrey, Iraq and Persian Gulf, September, 1944, s. 264-Iraq, Visual Gegraphy Series, www.vgsbooks.com, s. 24-25

71 Archibald Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi 3, (Cev.:

Güçlü devletlerin her biri bölgenin kaderine kendisi hükmetmek istiyor hiçbiri diğerinin burada tek başına egemen olmasına razı gelmiyordu. İçlerinden birisinin diğerine galebe çalması gerekliydi. Hiç kuşkusuz bu devlet İngiltere idi.

Yüzyılın ilk yıllarında Irak’ta ağırlık kazanan İngiliz siyasî ve iktisadî etkinliği aynı yüzyılın ortalarından itibaren ilk zamanlarla kıyaslanamayacak ölçüde arttı72. Süveyş Kanalı deniz trafiğine açıldıktan sonra ve bilhassa padişah II. Abdülhamid dönemine gelindiğinde ise Irak artık fiili olarak İngiliz egemenliği altına girdi. Bu gelişme hem İngiliz hem de Osmanlı arşiv belgelerinden takip edilebilir.

I. Dünya Savaşı boyunca başbakan olarak İngiltere’yi yöneten ve savaş sonunda Avrupa’nın şekillenmesinde oldukça önemli payı olan Lloyd George Londra’daki bir konuşmasında “…Türkiye, cennet Mezopotamya’yı çöle, Ermenistan’ı mezbahaya

çevirmiştir. Mezopotamya Türk değildir, hiçbir zaman Türk olmamıştır. Mezopotamya’da bir Türk bir Alman kadar yabancıdır…” diyordu. Bu cümlelerden de

anlaşılacağı üzere maksatlarının Türkleri bölgeden çıkarmak olduğu açıktır. Lakin Irak’ı işgal etmek ve diğer ülkelerin dikkatlerini üzerine çekmektense İstanbul’daki siyasî nüfuzunu da kullanarak bölgede istediğini yapmak, zamanı geldiğinde de Türkleri buradan uzaklaştırmak İngilizler için daha uygun bir siyaset idi. Genç Pitt (William Pitt the Younger) ile başlayan bu politikaya 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşına kadar Britanik liderler sadık kaldılar.

Kendisine itham edilen bu sözlerin aksine “…Osmanlı yönetim tarzında

Anavatan ve koloniler ayırımı hiçbir zaman olmadığı için bütün ülke toprakları aynı değerdeydi, Kırım ile Kahire’nin, Bosna ile Basra’nın, Trabzon ile Trablusgarp’ın, Yemen ile Yanya’nın hiçbir farkı, birbirlerine üstünlükleri yoktu. Keza Osmanlı sınırlarında yaşayan her ırk, din ve mezhepten insanlar da Osmanlı Devletinin yüksek hâkimiyeti altında, Allah’ın Sultan’a emanetiydiler. Devlet bu hususta çok samimiydi. Çünkü 1876 Meşrutiyet Meclisi’ne ülkenin her tarafından her dil ve dinden mebuslar seçilmiştir. Osmanlı Devleti için bütün halkı aynı değerdeydi. Ama aynı dönemlerde İngiliz veya Fransız Parlamentolarına bir Cezayirli, Senegalli veya Avusturalyalı, Güney Afrikalı bir kişinin girmesi hayal dahi edilemezdi. Çünkü Avrupalı nezdinde oraları birer sömürgedir…”73. Oysa Osmanlı Devleti için idaresi altındaki her karış

toprak vatandır ve düşmandan korunması gereklidir. Hemen tüm bölgeler için

72 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, 6. Baskı, İletişim Yay.

İst., 2010, s. 122

“mahruse” ve “mahmiye” yani korunan himaye edilen tabirleri Osmanlı arşiv belgelerinde sık sık geçmektedir.

Ülkenin her köşesinde yaşayan vatandaşlar birbirine eşitti, Sultana baş kaldırmadığı ve siyasallaşmadığı müddetçe kendileri Sultana Allah’ın bir emaneti idi. Bu itibarla Müslümanın Hıristiyana, Türk’ün Arap’a, beyazın siyaha bir üstünlüğü yoktu. Kulları adalet dairesinde yönetmek adeta bir ibadet ve insanlık görevi idi. Mithat Paşa bu husus ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade ediyor: “…Müessisîn-i saltanat-ı

Osmaniye ilk muvaffakiyât-ı hârikulâdeyi silahlarının kuvve-i kâhiresinden ziyâde herkes içün ve herkes hakkında izhâr eyledikleri adâlet sayesinde iktisab eylemişlerdir. Onlar nüfuz-ı ibtidâ‘ilerini adâlet sayesinde tevsi‘ eylemişler ve silahlarıyla taarruz etmedikleri memleketleri ma‘nen feth ve zabtederek nüfuzlarını bütün civar memâlike isâl eylemişlerdir. İşte te‘sir-i adâlet bu derece bir azâmet göstermiştir…”74 Osmanlı adalet inancına göre devlet ordusuz, ordu parasız, para halksız ve halk da adaletsiz olamazdı75. Lakin bu politika Avrupa devletlerinin politikaları ile hiçbir zaman uyuşmaz. Bu devletlerde bir anavatan (homeland) bir de burasını besleyen sömürgeler vardır. İkisi asla benzer haklara sahip olmamışlardır olamazlar da.

Yüzyılın ortalarından itibaren bölgedeki varlığı ve zenginliğinin farkına varılan petrolün* önem kazanması ile beraber bölge eskisine nazaran güçlü devletlerin daha da çok ilgilendiği, siyasî, ekonomik, stratejik rekabet ve menfaat alanlarının çakıştığı bir alan haline geldi. Bu durum da Irak’ta yeni dengelerin oluşmasına ve başta siyasî olmak üzere birçok alanda istikrarsızlıkların husûlüne sebebiyet verdi.

74 Sabahattin Küçük-Mustafa Öztürk, Mithat Paşa’nın Türkiye’nin Mazisi ve İstikbâli Adlı Risalesi, Prof. Dr. Özer Ergenç’e Armağan, Bilge Kültür Sanat Yay., s. 246

75 Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Yaşar Çağbayır (Hazırlayan), Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara,

2003, s. 86

* Günümüzde olduğu gibi bahsi geçen dönemde de Irak bölgesinde, petrolün hammaddelerinden olan

gazyağı, katran, zift ve asfalt bol miktarda bulunmaktaydı. Henüz o dönemde bu kaynakların kullanım alanı bir hayli kısıtlıydı. Zaten bunların yer üstüne çıkarılması ve kullanımı için çalışmalar Amerika ve İngiltere gibi gelişmiş ülkeler tarafından yürütülmekteydi. Buna karşın teknoloji tamamen yeterli değildi.(XX. yüzyıla gelindiğinde İngilizler gemilerinde hala kömür kullanıyordu. Kömür yerine petrolün kullanılması görüşü öne sürüldüğü zaman bunu bir çılgınlık olarak niteleyenlerin sayısı hiç de azımsanmayacak sayıdaydı.) Adı geçen kaynaklar Irak’ın yerli halkı tarafıdan son derece ilkel tekniklerle toplanıyor ve tıbbi müdahaleler, kısmen de ısınma maksadıyla kullanılıyordu. Bir İngiliz gazetesi olan Pall Mall’ın 23.01.1868 tarihli sayısında yer alan ve Musul Yardımcı konsolosu C.A. Rasam tarafından gönderilen bir raporda Londra’da katran ve gazın ısı ve yakıt elde etmek maksadıyla deneye tâbi tutulduğundan haberdar oluyoruz. Raporda ayrıca bu kaynakların Musul civarında kaliteli ve bir o kadar da bol miktarda bulunduğundan bahsediliyor ve kaynaklardan istifade edilmesi tavsiye ediliyor. Irak’ın yeraltı kaynaklarından günümüze kadar en çok istifade eden devletlerin başında İngiltere geldiğine göre Rasam ve burada görev yapan diğer İngiliz temsilcilerin bu raporları dikkate alınmış görünüyor. Bu konu hakkında daha fazla bilgi için bak.: Daniel Yerkin, Petrol, 6. Baskı, (Çev: Kamuran Tuncay), İş Bankası Kültür Yay., İst., 2011- www.britishempire.co.uk - www.wsws.org

Yabancı müdahalesi burada zaman içerisinde etkisini belirgin bir şekilde hissettirdi. Burasının zayıf da olsa Osmanlı Devleti ile olan bağları koparıldı ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak devlet bölgeden tasfiye edildi. Bu müdahaleye kadar Irak’a sunulan tüm hizmetler ya doğrudan doğruya devlet tarafından ya da devletin bilgisi ve izni dahilinde yapıldı. Devletin bölgeden ayrılmasıyla Irak’a neredeyse hiç hizmet gitmedi hatta bölge çatışmaların merkezi haline geldi, bu çatışmalar günümüze kadar devam etti. Hatta Irak’ın günümüzde de düçar olduğu bu sıkıntılar geçmişin günümüze devrettiği sıkıntılardır76.

Bu olumsuzluklara ve yaşadığı sıkıntılara rağmen Irak bugün tüm kurumlarıyla olmasa da bir devlet olmayı başarabilmiştir. Bu durumun arkasında yatan sebep ise Osmanlı Devletinin bünyesinden ayrılarak müstakil devletler halini alan diğer milletlere olduğu gibi Irak’a da kendini yönetme ve teşkilatlanma müsaadesini vermesidir.