• Sonuç bulunamadı

C. Eserleri

1.4. HABERİN ÇEŞİTLERİ

1.4.1. İlim İfade Eden Haberler

1.4.1.1. İlmin Tanımı

Kâdî, el-Muğnî adlı eserinde “ملع/ilim” kavramını enine boyuna ele almış ve farklı ilim tariflerini uzun uzadıya tartışmıştır.277 Konumuzla doğrudan alakalı olduğundan çalışmamızın amacını da aşmayacak şekilde ilim kavramına dair yapılan tanımlardan birkaçını zikretmek istiyoruz.

Kâdî, Ebû Alî el-Cübbâî (ö. 303/915) ve Ebû Hâşim el-Cübbâî (ö. 321/933)’nin ilme dair yaptıkları; “هب وه ام ىلع ئشلا داقتعإ وه/ Bir şeye olduğu hal üzere inanmaktır” tanımını çeşitli yönlerden eleştirmiştir. Ona göre bu tanım eksiktir. Çünkü ilmin itikadla nitelendirilip herhangi bir özellikle sınırlandırılmaması doğru değildir. Bu eksiklik de şu iki sebepten kaynaklanmaktadır: Birincisi; itikadın, ilim cinsinden olup ilim olmamasındandır. İkincisi ise bu tarifin; rastlantı, taklid ve tesadüfle var olan itikadları dışarıda bırakmamasındandır. Kâdî’ya göre bu tanım, şu şekilde olabilir: “ وه

خي يذلا سفنلا نوكس عم ,هب وه ام ىلع ئشلا داقتعإ

ملعلا هب صت / Sükûn-i nefsi gerektirecek şekilde,

bir şeye olduğu hal üzere inanmaktır.278 Buna göre Ebû Alî ve Ebû Hâşim’in279 ilim

275 Câhız, er-Resâilu’s-Siyâse, s. 83.

276 Bu başlık el-Muğnî’de şöyle ifade edilmiştir: ملعلا اهقيرط يتلا رابخلاا Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 317;

Çalışmamızda “ilim” kavramı “bilgi” kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

277 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 39-41 vd. Ayrıca bkz. İbrahim Aslan, Dinin Akli ve Ahlaki Savunusu, s.

134 vd; Murat Memiş, Mu’tezili Bir Bakışla Bilgi Problemi, s. 47 vd.

278 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 37; Ayrıca bkz. Temel Yeşilyurt, “Bilgi Kuramı” (306-316), Kelâm El

Kitabı, Editör: Şaban Alî Düzgün, Grafiker Yay. Ankara 2012, s. 306.

66

tariflerine şöyle bir açıklık getirilebilir: “Bir şey, itikat cinsinden olup bulunduğu hal üzere duran bir şeye taalluk etmiş ve nefsin sükûnetini gerektirmişse ilimdir. O şey, olduğu hal üzere olmayan bir şeye taalluk ederse cehalet olur. Eğer bir şeye taalluk eder de sükûn-i nefsi gerektirmezse, o zaman da ne ilim ne de cehalet olur.”280

Kâdî Abdülcebbâr, ilim kavramını şöyle tanımlamaktadır: “ يذلا ىنعملا وه ملعلا نا هلوانت ام ىلإ ملاعلا سفن نوكس يضتقي “Sahip olduğu şey açısından alimin nefsini sükûnete erdiren manadır.”281 Yani Kâdî’ya göre ilimden maksat; söylenen şeyin, olduğu hal üzere olduğuna dair nefsin sükûnet ve itmi’nâni282 olup itikad cinsindendir.283 Kâdî’nın yapmış olduğu ilim tarifinde “mana”, “sükûn-u nefs”, “itikad” ve “bir şeyin üzerinde bulunduğu hal” hususları ön plana çıkmaktadır. Ancak Kâdî, ilimi bizzat itikad olarak tanımlamamıştır. Bu yönüyle Mu’tezili seleflerinden ayrılmaktadır. Pezdevî (ö. 493/1099), yapılan bu tarifin sebebini; “Mu’tezile’ye göre ilmin Allâh için değil, insanlar için söz konusu olduğu” düşüncesine bağlamaktadır.284

280 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 47.

281 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 35; Kâdî, Nüket li Kitâbi’l-Muğnî, Ma’hedu’l-Almânî li’l-Ebhâsi’l-

Şarkiyye, Beyrût 2012, s. 198.

282 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 35-36, 37, 42; Kâdî Abdülcebbâr’ın eserlerinde birden fazla bilgi tanımı

bulunmaktadır. Bkz. Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 37-41. Memiş, bu durumun sebebini, onun doksan seneyi aşan ömrü boyunca kendi fikirlerinde bazı değişikliklerin ortaya çıkmasına bağlamıştır. (Murat Memiş, Mu’tezili Bir Bakışla Bilgi Problemi, s. 51.) Ancak verilen her üç tarif incelendiğinden bunların çokta birbirinden farklı olmadığı görülecektir. Üç tanımda da “Sükûnu’n- Nefs” tabiri üzerinde durulmaktadır. Aslan, Kâdî’ya ait bu kavramı şöyle tarif etmektedir: Bilgi, endişe ve kaygı ile başlayan sürecin zihinsel olarak sona ermesi anlamında bir ‘kesinlik’ hâlidir. Buna göre sükûnu’n-nefs ( سفنلا نوكس ), öznede bilgisizlik ve kuşku gibi faktörlerle ortaya çıkan zihinsel gerilimin sona ermesi demektir. İbrahim Aslan, “Mu’tezile Kelâmında Düşünce (Nazar)- Bilgi İlişkisi, Kâdî Abdülcebbâr Örneği”, AÜİFD, (2010), 51: 1, s. 165, ss. 151-176.

283 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 46; Abdülkerim Osmân, Nazariyetu’t-Teklîf, s. 46; Memiş, bu itikadın

inançla ilgili olan itikatla bir olmadığına dair şunu söylemektedir: “İtikad tabirinin, Türkçe’de aldığı farklı anlamları burada nazar-i itibara almamak gerekmektedir. Özellikle akîde kavramının çağrışımıyla, itikâdın iman olarak anlaşılması son derece yanlış olacaktır. Burada kastedilen, karşılığı cehl, zan, ilim olabilen, kişinin bir şeye kalbiyle bağlanma eylemidir.” Murat Memiş,

Mu’tezili Bir Bakışla Bilgi Problemi, s. 79; Cengiz ise “itikadı”, “kanı” olarak çevirmiştir. Bunun

sebebini de şöyle açıklamaktadır: “itikad için mümkün seçenekler düşünüldüğünde ya olduğu gibi ifade edilecekti ya da “inanç” olarak tercüme edilecekti. Her iki durumda da Kâdî’nın ifade etmek istediği anlamsal içerik karşılanmayacaktı. Çünkü itikad ve inanç çoğunlukla Türkçede gayba iman bağlamında ifade edilen bir kelimedir… Bu çalışmada teolojik bağlama yer verilmemekte tamamen epistemolojik ve eylem felsefesi açısından itikad kavramı işlenmektedir. Bu endişeden dolayı itikad kelimesi için kanı kelimesinin daha uygun bir karşılık olduğu söylenebilir… Böyle bir tercümeye “kanı” kelimesinin kuşku içerdiği gerekçesiyle itiraz edilebilir. Anımsatmak gerekir ki, Kâdî pek çok yerde itikad ile birlikte şüphenin olmasının mümkün olduğunu ifade etmektedir.” Yunus Cengiz,

Mu’tezile’de Eylem Teorisi, s. 157, 374. dipnot.

67

Şerhu’l-Usûli’l-Hamse’de marifet, dirayet ve ilim kelimelerinin eş anlamlı

olduğu dile getirilmekte ve bu kelimelerin; nefsin sükûnetini gerektiren, kalbin tatmin olmasını ve rahatlamasını sağlayan durum, manasında olduğu ifade edilmektedir.285 “Nefsin sükûn bulması”ndaki maksat286 ise şu şekilde açıklanmıştır: “Birimizin Zeyd’in evde olduğunu bizzat görerek bilgi sahibi olmasıyla onun evde olduğuna dair başka birisinin haber vermesiyle inanması arasındaki farka ilişkin duyduğu hisleri anlatan bir ifadedir. Bu durumların ilki, diğerine göre daha ayrıcalıklı ve üstündür. Sükûn-i nefs, bu ayrıcalık ve üstünlük halidi ifade etmektedir.”287 Diğer bir ifadeyle “bizden birimizin bir şeye inanıp da inandığı şeye dair kendisini mutmain hissetmesidir.”288

Ebû Alî, “mana”yı şöyle tarif etmektedir: “Kalbin kelâm vasıtasıyla isteğe yönelmesidir.” (دارملا ىلا ملاكلاب بلقلا دصق وه) Bundan dolayı “bu kelâmın anlamı şöyledir” denilir.289 İtikad ise nefiste delil, ikna, ittiba ve taklide dayanan bir şeye dair hükmün varlığının devam etmesidir.290 İtikadı ilme dönüştüren şey ise “sükûn-i nefs”tir.291

Alimlerin geneli, ilmi “هب وه ام ىلع مولعملا كاردإ وه” “ma’lumu olduğu hal üzere idrak etmektir” şeklinde tanımlamaktadır. Pezdevî, Allâh için de ilmin söz konusu olduğunu dile getirmektedir. Buna göre yapılan bu tarif hem insanlar hem de Allâh için geçerli ve doğrudur. Mu’tezile’nin tarifi ise, insanlar için geçerli olurken Allâh için geçerli değildir.292

285 Kâdî, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 21.

286 Sükün-i nefs kavramına dair ayrıntılı bilgi için bkz. Murat Memiş, Mu’tezili Bir Bakışla Bilgi

Problemi, s. 54; Cengiz, Mu’tezile’de Eylem Teorisi, s. 158 vd.; İbrahim Aslan, Dinin Akli ve Ahlaki Savunusu, s. 138, 146 vd.

287 Kâdî, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 21; Ayrıntılı bilgi için Bkz. Yunus Cengiz, Mu’tezile’de Eylem

Teorisi, s. 161; İbrahim Aslan, Dinin Akli ve Ahlaki Savunusu, s. 146.

288 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 44.

289 Kâdî, el-Muğnî, c. 5, s. 223; ayrıca Bkz. Yunus Cengiz, Mu’tezile’de Eylem Teorisi, s 139. 290 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 36-37; Abdulkerîm Osmân, Nazariyetu’t-Teklîf, s. 46.

291 Kâdî, el-Muğnî, c. 12, s. 82.

292 Bezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 22; Bâkıllânî de ilmi bu minvalde şöyle tanımlamaktadır: ( يلع مولعملا ةفرعم

68

Ehl-i sünnet kelâmcıları, bilgiyi Allâh’ın bilgisi/kadim ve yaratılmışların bilgisi/hâdis olmak üzere temelde ikiye ayırmaktadırlar.293 Dolayısıyla zarûrî ve iktisâbî/nazarî bilgiler de insan ve diğer varlıkların bilgisi olan hâdis bilgi altında incelenmiştir.294

Mu’tezilî düşüncede “Allâh’ın bilgisi”, O’nun zâtından ayrı bir sıfatın varlığını ifade etmektedir. Bundan dolayı onlar, Allah hakkında “ilim” sıfatını kullanmaktan kaçınmış, bunun yerine Allah’ın âlim olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayı Mu’tezile’nin bilgi tasnifinde kadîm bilgiye yer verilmemiştir.295

Görüldüğü gibi Kâdî’nın ilim tarifi, ehl-i sünnet ile diğer mutezili imamların ilim tarifinden farklılık arz etmektedir. Özellikle ilmin tarifinde “sükün-i nefs” i şart olarak ileri sürmesi onu diğerlerinden ayıran bir husus olmuştur. Bu durum, Kâdî’nın “ilim” kavramını tanımlarken, bireyi merkeze aldığının bir göstergesidir. Buna göre ilim/bilgi, kişinin zihinsel süreciyle de alakalı bir durumdur.

İlmin tanımını ele aldıktan sonra, bir haberin ilim ifade etmesindeki maksadın ne olduğunu Kâdî Abdülcebbâr’ın görüşleri çerçevesinde incelemek istiyoruz.