• Sonuç bulunamadı

HABERİN DELİL OLMASI

C. Eserleri

1.5. HABERİN DELİL OLMASI

İlk kelâm âlimlerine göre delil, herhangi bir konuda gerçeğe veya kanıtlanması istenen hususa ulaştıran şeydir.673 Hüccet ise sözlükte “kastetmek, yönelmek, dayanmak, ziyaret etmek, galip gelmek” anlamına gelen “hacc” kökünden türemiş bir isim olup “delil, burhan, hasmı olan kişiyi bertaraf eden şey vb.” demektir.674 Hüccet, İslâmî literatürde ve özellikle kelâm kaynaklarında delil ile aynı anlamda kullanılmıştır. Hak veya bâtıl, kat’î veya zannî, burhanî-cedelî yahut hatâbî olsun, şiire, mugalataya veya safsataya dayansın bütün delillere ve kıyas şekillerine hüccet adı verilmiştir.675

Kelâm ekolüne mensup usulcüler, ilim-zan ayrımı yaparak kat‘î bilgiye (ilim) ulaştırana, delil; zanna ulaştırana da emâre demeyi tercih etmişlerdir.676 Kâdî, delili “Araştırmacıyı başkasını bilmeye ulaştıran şeydir” şeklinde tarif etmiştir. Bu özelliğin de akıl, kitap, sünnet ve icmâda bulunduğunu dile getirmektedir.677 Şer’î hükümlere götüren bu delillerin içinde, kıyas ve haber-i vâhid de bulunduğundan Kâdî tarafından tekrarı gerek görülmemiştir.678

Delil, başkasını bilmeye götüren bir özelliğe sahip olduğundan nazarî bilgi ifade eden haberler için geçerli olmaktadır. Dolayısıyla Kâdî’ya göre zarûrî bilgi ifade eden haberle istidlâlden söz edilemez.679 Kâdî’nın ifade ettiğine göre Mu’tezili

673 Yusuf Şevki Yavuz, “Delil”, DİA, TDVY, İstanbul 1994, c. 9, s. 136. 674 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “ججح” maddesi.

675 Yusuf Şevki Yavuz, “Hüccet”, DİA, TDVY, İstanbul 1998, c. 18, s. 446.

676 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 334, 336; Ebu’l-Hüseyin el-Basrî, el-Mu’temed, c. 1, s. 910; c. 2, s. 690-

692; Alî Bardakoğlu, “Delil”, DİA, TDVY, İstanbul 1994, c. 09, s. 139.

677 Kâdî, Fadlu’l-İ’tizâl, s. 138.

678 Kâdî, Fadlu’l-İ’tizâl, s. 139; Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 50. 679 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 32, 41.

147

kelâmcıların çoğunluğu, zarûrî bilgi ifade etmeyen haberle (muhbirlerin haber verdikleri şeyi doğrulamasına dair) istidlâlde bulunulacağı hususunda ittifak halindedirler. Zarûrî bilgi ifade eden haberle istidlâl edilmemesi demek; bu tür haberin araştırma ve akıl yürütmeye imkan vermemesi demektir. Yoksa, bunun sahih bir delil olmadığı demek değildir.680

Ebû Alî’ye göre haberin zarûrî bilgi ifade etmesi, onunla muhbirlerin haber verdikleri şeyin doğruluğuna dair istidlâlde bulunmaya engeldir.681 Kâdî’da aynı görüşe sahiptir. Ancak Ebû Hâşim’e göre haber zarûrî bilgi ifade etse bile kendisiyle istidlâlde bulunulabilir.682

Kâdî’ya göre doğruluğuyla istidlâlde bulunulabilen haberin şu özellikleri taşıması gerekmektedir: Haber verilen husus, şüphe ve karışıklık barındırmamalı, aktaranı yalan üzere birleşmeyecek kadar çok olmalı, aktaran kişilerin yalanda birleşmelerini sağlayan bir etken bulunmamalıdır.683

Kâdî’ya göre Allâh sadece akıl sahiplerini muhatap aldığından delillerin ilki akıldır. Kitap, sünnet ve icmâ’ın hüccet olması da akıl sayesinde bilindiğinden bu konuda “akıl” temel/asıldır. Kâdî’nın bu konudaki şu sözü, durumu net bir şekilde ifade etmektedir: “Uluhiyet konusunda akıl sayesinde tek olan ilah bilinebilir. Allâh’ın hikmet sahibi olmasıyla da kitabının delil olduğu bilinmektedir. Bunun peygambere indirildiğini ve bunun mucize olması sayesinde onun yalancılardan ayrıldığı bilindiğinde de peygamberin sözünün hüccet olduğu bilinir. Hz. Peygamber, “Ümmetim hata üzere birleşmez, toplulukla beraber olunuz”684 dediği için icmâ’ da hüccet/delil olmaktadır.”685 680 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 32. 681 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 31. 682 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 32. 683 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 32-33.

684 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 45/200; Muhammed b. Îsâ Ebu Îsâ et-Tirmizî es-Sülemî, el-Camiu’s-

Sahih Sünenu’t-Tirmizî, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir ve diğerleri), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-

Arabiyy, Beyrût 1975, Fiten 7, (4/466).

685 Kâdî, Fadlu’l-İ’tizâl, 139; Kâdî’ya göre aynı şekilde hükümler de akli ve semi olmak üzere ikiye

148

Kâdî, Kur’ân/Kitap686 ve sünneti nakli/sem’î delil olarak kabul etmektedir. Bu iki kaynağın doğruluğu ise Allâh’ın Hâkim olup çirkini/kabîhi yapmaması/işlememesi veyahut da tercih etmemesi şartıyla bilinmektedir. Eğer bu, akılla bilinmezse naklin doğruluğu kesinlikle bilinemez. Ona göre mucizelerin peygamberliğe işaret etmesi, tasdik gibidir. Eğer Allâh ve Resûlü’nün sözüyle Allâh’ın sadık olduğu bilinemiyorsa, bunlarla peygamberliğin de bilinmemesi gerekir. Dolayısıyla bunların akılla bilinmesi gerekir. Kâdî’ya göre Allâh’ın tanınması sem’î delil ile değil akılla mümkündür.687 Şayet teklif konusunda Peygamber’in sözüne ihtiyaç olsaydı, bu peygamberin teklifinin de başka bir peygamber olmadan geçerli olmaması gerekirdi. Bu da kısır döngüye sebep verecektir.688 Dolayısıyla Hz. Peygamber’in sözü, Allâh’ın kabîh bir fiil yaratmacağı bilgisine bağlı olarak hüccettir.689

Burada işaret edilmesi gereken başka bir husus da Kâdî’ya göre akılla zarûrî olarak bilinen konularda nakle ihtiyaç duyulmaması konusudur. Bunun sebebi onun hem aklı hem de nakli (mevsuk sem’ı) müstakil bilgi kaynağı olarak görmesindendir.690 Bu sebeple akli delillerle sem’î deliller arasında güçlü bir ilişki var olup akılla nas çelişmez. Çünkü akli delillerin dayanağı ile şeri delillerin dayanağı birdir. Bunlardan birinin diğeriyle çelişmesi veya farklılık arz etmesi makul değildir. Ona göre aralarında muhalefet bulunduğunu gördüğümüzde, akılla uyumlu hale getirebilmek için nakille ilgili gerekli yorum arayışına girmemiz gerekir.691 Nitekim Kâdî bu konuda şunu söylemektedir: “Akli delil bir şeyden men’ ettiğinde, sem’i delilin zahiri buna muhalif ise, onu uygun bir şekilde yorumlamamız gerekir. Çünkü sem’i delilleri ortaya koyan, akli delilleri de ortaya koyandır. Dolayısıyla ikisi arasında çelişkinin bulunması caiz değildir.”692

686 Kâdî’ya göre Kur’ân’ın hüccet olduğuna dair bkz. Kâdî, Müteşâbihu’l-Kur’ân, c. 1, s. 32. 687 Kâdî, el-Muğnî, c. 14, s. 153.

688 Kâdî, el-Muğnî, c. 14, s. 154.

689 Kâdî, Müteşâbihu’l-Kur’ân, c. 1, s. 33. 690 Kâdî, el-Muğnî, c. 14, s. 154-155.

691 Âişe Yûsuf el-Menaî, Usûlu’l-Akideti Beyne’l-Mu’tezileti ve’ş-Şîati’l-İmâmiye, Dâru’s-Sekâfe,

Katar 1992, s. 89; Yûsuf Muhammed es-Sadîkî, Usulu Nazariyeti’l-İlm İnde Kâdî Abdülcabbâr, s. 244.

149

Kâdî, haberin bizatihi hüccet ve delil/ةللاد olmayacağı görüşündedir.693 Hüccet, haberden meydana gelen ilimdir, haberin kendisi değildir.694 Kâdî’ya göre zarûrî ilim, normal koşullarda haberle âdeten/ةداعلا meydana gelir. “Her ne kadar daha önceden haber ve muhbirin durumu bilinmiyor olsa da böyle bir bilginin meydana gelmesi imkânsız değildir. Deliller konusunda durum daha faklıdır. Çünkü deliller hüccettir. Dolayısıyla medlula işaret edecek yönünün önceden bilinmesi gerekir. Ayrıca bu delilin, diğerlerinden ayıklanmış olması da gerekmektedir.”695

Kâdî’ya göre; tercih açısından müsned ile mursel aynıdır. Biri diğerine tercih edilmez. Burada itibara alınması gereken adalet ve zabt durumlarıdır. Eğer ikisi eşit ise tercih açısından haberlerden biri diğerine karşı öncelikli değildir.696 Çoğunluğun haberini hüccet olarak kabul etmeyen Kâdî’ya göre iki haberin tearuzu/çelişmesi esnasında, seleften çoğunun onunla amel etmiş olması, tercih sebebi değildir. Çünkü çoğunluğun amelî hüccet/delil değildir. Sayıca az olanlar bir konuda hata edebileceği gibi bunlar da hata edebilmektedir.697

Âdet gereği haberleriyle ilim meydana gelen muhbirler hakkında; onların her biri için, ayrı ayrı hüccettir denilmez. Ancak hep birlikte tek bir hüccet olmaları kabul görmektedir. Çünkü tek bir muhbir için yalan söylemek caiz olsa da tümü için caiz değildir. Onlar için; haber verdikleri şeyleri zarûrî olarak biliyorlar denebilir. Ancak onların bu durumu, diğer eylem ve haberleri için delil teşkil etmez. Haberleriyle ilmin meydana gelmiş olması, onların ilgili haber hakkında doğru sözlü olduklarını göstermektedir. Onların tamamı diğer hususlarda değil, sadece ilgili haber hakkında hüccet kabul edilirler.698 Dolayısıyla “bir haberi ilim ifade etti diye aynı kişilerin diğer

693 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 338, 339. Kâdî’nın haber nazariyesini Şafi’î’nin haber torisinden ayrıldığı

temel noktalardan biri de burasıdır. Zira Şâf’î, tek bir rivayetle hüccetin sabit olacağı kanaatindedir. Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. el-Abbâs b. Osmân b. Şâfi’i, el-Ümm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût 1990, c. 3, s. 218; Muammer Bayraktutar, İmâm Şâfi’î’nin Hadîs Yorum Metodolojisi, OTTO Yay. Ankara 2015, s. 80.

694 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 402. 695 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 339.

696 Ahmed b. Yahyâ, Kitâbu Minhâci’l-Vusûl, s. 500. 697 Ebu’l-Hüseyin el-Basrî, el-Mu’temed, C2 s. 680. 698 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 379.

150

haberleriyle de ilim meydana gelir” genellemesi yapılamaz. Bununla beraber Kâdî’ya göre mucize göstermesine gerek kalmaksızın ümmetin haberi hücettir.699

Hz. Peygamber, sözünün delil olması yönüyle diğer insanlardan ayrılmaktadır. Diğer insanların zaruretten hâli/yoksun olan sözleri delil/delalet olmaz iken;700 Peygamber, Allâh’tan aldığı haber/bilgi konusunda hüccettir. Aynı durum muhbirler için geçerli değildir. Çünkü ilim, onların haberleriyle zarûrî olarak meydana gelmektedir. Onların haberi, bir nevi ilim elde etme yollarından biri gibidir. Dolayısıyla diğer yönleriyle değil sadece ilim ifade ettiği şekliyle itibara alınması gerekmektedir.

Haberlerin sıhhatiyle ilmin meydana gelmiş olması, sadece ilgili haber hakkında muhbirlerden yalan sadır olmadığı anlamına gelmektedir. Yoksa, aynı muhbirlerin diğer konularda yalan söylemeyecekleri anlamına gelmemektedir. Onların durumu, hiçbir konuda yalan söylemenin kendisine caiz olmadığı peygamberlerin durumuna benzememektedir.701

Haber, âdet cihetiyle ilim elde etme yollarından biri olduğundan, buna dair genel geçer bir kaideden söz edilmesi zarûrî değildir.702 Peygamber’in sözü delildir. Eğer böyle olmazsa, Allâh’ın sözü de delil olmaktan çıkar. Diğer delillerde de durum bu şekildedir.703 Dolayısıyla Hz. Peygamber’in kelâmı, ancak peygamber olduğu bilindikten sonra hükme delalet eder. Bu da onun hikmet sahibi olduğunun, getirdikleri konusunda doğru sözlü olup yalan söylemeyeceğinin bilinmesiyle ortaya çıkmaktadır.704

Hakikatte hüccet olmamalarına rağmen mütevâtir olması gibi705 Hz. Peygamber’den aktarılan bazı niteliklere sahip dini konularla alakalı bazı haberlerle amel etmek vaciptir. Şahitlerin şahitliklerinde hüccet, yalan ve yanlışın karışabildiği

699 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 260. 700 Kâdî, el-Muğnî, c. 17, s. 66. 701 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 379. 702 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 380. 703 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 172. 704 Kâdî, Müteşâbihu’l-Ku’ân, c. 1, s. 3. 705Kâdî, Usûlu’l-Hamse, s. 98.

151

bizzat şahitlikleri olmayıp bunun delâleti olduğu gibi burada hüccet, Hz. Peygamber’in haberiyle amel etmeyi gerektiren delâlettir. 706

Doğruluğu bilindiği için Hz. Peygamber’in sözü, kendisini şifahen dinleyenler açısından müşahedeye dayandığından hüccet kabul edilmiştir. Hz. Peygamber’den doğrudan işitme fırsatı bulamayanlar için durum daha farklıdır. Zira bu durumda tanıklık söz konusu değildir. Sonraki nesiller için Hz. Peygamber’in sözünün hüccet olabilmesi, olduğu hal üzere aktarılmış olup olmamasına (yani doğruluğuna) bağlıdır. Bu durumda da haberin aktarım şekli, içeriği, kaynaklık eden kişi sayısı önem kazanmaktadır. Dolayısıyla haberin ilim ifade etmesindeki parametreler de değişmektedir. Tanıklık esnasında doğrudan ilmin meydana gelmesi söz konusuyken; rivayet aşamasında dolaylı yoldan haberin ilim ifade etmesi söz konusu olmaktadır.707 Bunun neticesinde Hz. Peygamber’in muradını zarûrî olarak bilmeyen, ona tanıklık etmeyen ve ilgili konuya dair haberi mütevâtir seviyesine ulaşmayan kişinin haberinden şüphe edilmiştir.708

Kâdî’ya göre istidlâli bilgi kategorisinde yer almayan haberin sahih olduğunun bilinebilmesi için zarûrî bilgi ifade eden haber kategorisinde yer alması gerekmektedir. Haberle ilgili bu şartların sağlanması çok zor olduğundan, bu şart ve özelliklerin sağlanmasını neredeyse imkânsız gören bazı alimler, bu tür haberlere karşı mesafeli durmuşlardır. Dolayısıyla bu alimler sadece zarûrî bilgi ifade eden haberlere yönelmişlerdir. Bunlardan bazılarının şöyle dediği Kâdî tarafından aktarılmıştır: “Haber bu şartları bulundurduğunda hüccet kabul edilir. Ancak oluşan ilmin zarûrî mi mükteseb mi olduğunu bilemeyiz. Sanki zarûrî alarak bilinen bir şey, mükteseb yolla elde edilmiş gibidir.709

706 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 295.

707 H. Yunus Apaydın, “Haber-i Vâhid”, DİA, TDVY, İstanbul 1996, c. 14, s. 356; Ayrıca bkz. Tuğlu,

Maturidilik ve Hadîs, s. 140.

708 Kâdî, el-Muğnî, c. 17, 57. 709 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 127.

152

İKİNCİ BÖLÜM

KÂDÎ ABDÜLCEBBÂR’A GÖRE HABERİN NAKLİ

2.1. HABERİN NAKLİ KONUSUNA GENEL BİR BAKIŞ

İslam dininin temel üç kaynağı, rivayetlerden oluşmaktadır. Bunlardan biri olan Kur’ân, kaynağından alınır alınmaz gerek yazılı gerekse sözlü olarak en duru şekliyle koruma altına alınmıştır.710 Dolayısıyla kültürel ortamın hareketliliğinden etkilenmek suretiyle meydana gelebilecek değişiklikten muhafaza edilmiştir. Bunun aksine temel bir sabite olarak kalmış ve kültürel ortamın diğer unsurlarının şekillenmesinde rol oynamıştır.

Rivayetten müteşekkil diğer kaynak olan “Sünnet” için, aynı şey söylenemez. Sünnetin temelini oluşturan rivayetler; bir kısmı hariç, zaman tünelinden az da olsa sözlü olarak yol aldıktan sonra yazıyla durağanlaştırılmıştır/sabitleştirilmiştir. Rivayetler/haberler, sözlü aktarım serüveninde canlı bir organizma gibi pek çok etkiye maruz kalmıştır.711 Nitekim Kâdî’ya göre de Hz. Peygamber’in Sünneti’nin tamamı nakil açısından sonraki nesillere aynı düzeyde aktarılmamıştır. Ona göre, Peygamber Sünneti’nin bir kısmı mütevâtir seviyesinde nakledilmişken, diğer bir kısmı ise aktarım açısından bu seviyenin altında kalmıştır.712

Üçüncü kaynak ise Kur’ân ve Sünnetten beslenen ve ilk dönem İslam toplumunun ortaklaşa kabul ettiği icmâ’dır. İcmâ’ın otoritesinin temel dayanağı, ilk

710 “Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” Kur’ân, Hicr 15/9.

711 Bkz. Süleyman Doğanay, Hadîs Rivayetinde Ravi Tasarrufları ve Doğurduğu Problemler,

İSAM Yay. İstanbul 2009, s. 9, 29.

153

dönemden itibaren tartışılmıştır. Bu tartışmaya katılanlardan biri de Kâdî Abdülcebbâr’dır. Kâdî, bunun otoritesini haber nazarîyesi çerçevesinde ilim ifade eden haber kategorisinde ele almıştır. Çalışmamızın ilerleyen sayfalarında bu konu; haberin nakli bağlamında etraflıca ele alınacaktır.

Sözlü geleneğin hâkim olduğu bir ortamda, sahabenin Hz. Peygamber’e dair aktardıkları, salt bir bilgiden ibaret değildir. Zira ilahî kaynaklı olan İslam Dininin amacı, insanlara sadece Hz. Peygamber vasıtasıyla bilgi aktarımı değildir. Bunun yanında dünya ve ahiret saadetini hedeflemek de en büyük gayelerden biridir. Bunun yolu da Hz. Peygamber’in şahsında hayat bulan ilahi emirlerin örnek alınmasından geçmektedir. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber’e dair mirasın büyük bir kısmını (hadîs ve sünnetine dair malumatı) naklederken; sıradan bir bilgi olarak aktarmamıştır. Hz. Peygamber’in kaynaklık ettiği bu bilgiyi benimseyip din olarak telakki ettikten sonra, onu bir yaşam tarzı haline getirmiş ve nakledilmesine özen göstermiştir.713 Zira bu haberler dini bir niteliğe sahiptir. Bunların bir sonraki kuşağa taşınması da nakil vasıtasıyla olmuştur. Nitekim Görmez, yüzyıllarını cehalet içerisinde geçirmiş ümmi bir toplum için bilginin nadide bir mücevher ve hazine olduğunu, ilk etapta böyle bir hazineye sahip olmanın bile anlamak için yeterli olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir toplumun onu hafızasında sıkı sıkıya tutmak ve korumak için var gücüyle çalışması son derece tabiidir. Dolayısıyla sözlü kültürden yazılı kültüre geçmemiş bir toplumun, bilgiyi hıfz yoluyla koruyup rivayet yoluyla aktarmaktan başka çaresi de yoktur.714

Hadîs ilminin temelini oluşturan bu rivayetlerin, ortaya çıkıp yaygınlaştığı kültürel bir ortamdan bağımsız olmadığı, bir gerçektir.715 Haber formunda olan hadîs rivayetlerinin insanlar tarafından aktarılması ve dillendirilmesi, bulunduğu toplumun dini ihtiyaç ve anlayışlarıyla doğrudan orantılı olması gayet tabiidir. İlk dönem Müslümanların yaşam tarzı ve öncelikleri, aynı zamanda hadîslerin aktarılma sıklığına da etki etmiştir. Dolayısıyla hadîs rivayetinin nakli, içerisinde bulunduğu ortamın örf, âdet, gelenek ve dini anlayışları da göz önünde bulundurularak incelenmelidir.

713 Bkz. Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDVY, Ankara 2016, s. 120.

714 Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu,

OTTO Yay. Ankara 2014, s. 38.

715 Kültürel bağlamın önemi hakkında bkz. Nurullah Agitoğlu, Hadîs ve Bağlam, Kitabi Yay. İstanbul

154

Çalışmamızın bu bölümünde, Kâdî’nın görüşleri doğrultusunda haberin nakli ve bunu etkileyen unsurlar üzerinde durulacaktır. Bunu yaparken haber naklini olumlu veya olumsuz etkileyen faktörlere ağırlık verilecektir. Diğer bir ifadeyle; bu başlık altında, sosyal ve kültürel bir zemine sahip bir toplum içerisinde dil zemininde716 canlı bir hüviyete sahip olan haberin/rivayetin nakil durumu,717 Kâdî’nın fikirleri etrafında incelenecektir.

Hz. Peygamber’den sadır olan her bilgi/haber, muhatap üzerinde aynı etkiye sahip değildir. Zira sahabe döneminde pek çok bedende hayat bulan, canlı bir olguya dönüşen peygamber mirasının bir kısmı, sürekli tekrar edilen ibadet ve ahlak, diğer bir kısmı ise daha az müracaat edilen muamelat, tarihi olaylar ve kişisel bilgilerle alakalıdır. Sosyal bir olgu olarak Hz. Peygamber’in haberiyle şekil verilmeye çalışılan bir toplum tarafından bu rivayetlerin kullanım sıklığı aynı seviyede olmamıştır. Bu durum, sonraki süreçte bu rivayetlerin korunma düzeyine de etki etmiştir.

Toplumun yapısı ve onu meydana getiren insanların beklentilerinin, huzur ve kurtuluş adına gönderilmiş bir peygamberin söylemlerini daha iyi içselleştirmeyi beraberinde getirmesi son derece doğaldır. Söz konusu toplumun, “cahiliye” diye nitelendirilen güç ve nüfuzun söz sahibi olduğu, ahlaki açıdan yozlaşmış, hakkaniyet ve adalete susamış bir toplum718 olduğunu düşündüğümüzde; bu, daha da anlam kazanacaktır. Böyle bir topluma, can suyu niteliğini haiz ilahi kaynaklı vahye mazhar olmuş bir elçi gelmiştir. Fakiriyle-zenginiyle, kölesiyle-özgürüyle, yerlisiyle- yabancısıyla toplumun her kesimini kucaklamış bir elçi olan Hz. Peygamber, kısa bir zaman diliminde kabul görmüş, sahabe tarafından kendi canlarından öte719 bir sevgiye ve sahiplenmeye mazhar olmuştur. Böyle bir ortamın ve muhatap kitlenin Hz. Peygamber’in mirasının korunmasına ciddi etki ve katkıları olacaktır. Dolayısıyla

716 Dil ve Kültür ilişkisine dair ayrıntılı bilgi için bkz. Süleyman Gezer, Sözlü Kültürden Yazılı

Kültüre Ku’ân, Ankara Okulu Yay., Ankara 2015, s. 24 vd.

717 Bölgeler ve nesiller arası toplumsal bilgi akışını sağlayan aracın isnad zinciri olduğuna dair geniş bilgi için bkz. Recep Şentürk, “Hadîs Rivayet Sisteminin Sosyolojik Boyutları”, İslam’ın

Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, Kutlu Doğum Sempozyumu 2001, Ankara 2003,

TDVY, s. 517-540.

718 Cahiliye toplumunun temel özellikleriyle alakalı bkz. Mehmet Salih Arı, “Câhiliye Toplumundan

Medenî Topluma Geçiş Süreci: Yeni Bir Sosyal Düzenin Doğuşu”, İstem, 2004, yıl: 2, Sayı, 4, ss. 173-188, s. 175 dv.

719 Buhârî, Edeb 103, (8/42); Diyât 16, (9/7); Libâs 16, (7/145); Müslim, Salâtu’l-îdeyn, (6/602); Cenâiz

155

haber nakline etkisi açısından bu durumun da göz önünde bulundurulması gerektiği kanaatindeyiz.

Kâdî Abdülcebbâr, haberin bilgi değerini, onun nakli üzerinden temellendirdiğinden bu konunun ele alınması ayrıca önem taşımaktadır. O gerek zarûrî gerekse nazarî bilgi ifade eden haberlerin epistemolojisini haberin nakline dayandırmaktadır.720 O, Hz. Peygamber Sünneti’nin tamamını nakil açısından aynı düzeyde görmemektedir. Bunun bir kısmı mütevâtir seviyesinde nakledilmişken diğer bir kısmı ise bu özelliğe sahip değildir.721 Haber veya rivayetlerin bu özelliğe sahip olmasını gerektiren sebeplerin ne olduğu konusuna eğilmeye çalışırken; diğer yandan da bu niteliğe sahip olmayan rivayetlerin neden bu denli yaygınlaşmadığının nedenlerini de irdelemeye çalışacağız.

Sözlü kültürün hâkim olduğu sosyal bir ortamda var olan ve dil sayesinde hareketli bir özelliğe sahip Hz. Peygamber mirasını, insanlar arasındaki kullanım sıklığına etki edebilecek faktörleri, Kâdî’nın fikirleri çerçevesinde tespit etmeye çalışacağız. Bu etkenlerin, mevcut rivayet sirkülasyonuna etkisi son derece önem arz etmektedir.

Vefatından sonra insanlar, din ve Hz. Peygamber ile ilgili hangi hadîseyi ne kadar sıklıkla gündemlerinde tutuyorlardı? Buna etki eden unsurlar nelerdir? İşte bu sorulara Kâdî Abdülcebbâr’ın fikirleri çerçevesinde cevap bulmaya çalışacağız. Diğer bir ifadeyle; bir haberin/rivayetin, toplum bireyleri arasında dillendirilmesini ve tekrar edilme sıklığının derecesini etkileyen unsurların neler olabileceği hususu üzerinde durmaya çalışacağız. Bununla birlikte bir sözün canlılığına ket vuran sebeplerin, neler olabileceği ve bunun imkânı üzerinde durmak da konumuza dahil olacaktır.

Konumuz, Hadîs İlmiyle alakalı olduğundan, söz konusu malzemenin “hadîs rivayetler”i olacağı da aşikardır. Özellikle de Kâdî’nın haber nazarîyesi çerçevesinde rivayetlerin hareketliliği özelinde çalışmamızı sürdüreceğiz. Akabinde, birinci bölümde ele aldığımız haber nazarîyesinin teoriğine bir örneklem olabilecek iki