• Sonuç bulunamadı

Haberin İlim İfade Etmesi

C. Eserleri

1.4. HABERİN ÇEŞİTLERİ

1.4.1. İlim İfade Eden Haberler

1.4.1.2. Haberin İlim İfade Etmesi

Bilginin taşıyıcısı ve kaynağı olması açısından haber, ilim ifade ediyorsa hüccet (delil olma) değeri kazanır ve kesinlik ifade eder. Kelâm âlimleri haberin bilgi kaynağı olabilmesi için onun doğruluğunu temel şart kabul etmişlerdir.296 Bundan dolayı “haberin ilim ifade etmesi”nden ne kastettikleri bilinmelidir. Biz de Kâdî’nın düşüncesi çerçevesinde bu sorunun cevabını irdelemeye çalışacağız.

Kâdî’dan önce yaşayan Mu’tezilî alim Câhız (ö. 255/869), haberin bilgi kaynağı olabilmesi için doğru olmasını şart koşmaktadır. O, doğruluğu da çokça işitmeye ve usûlü bilmeye bağlamıştır.297 Ona göre haberin doğru olması için

293 Halife Keskin, İslâm Düsüncesinde Bilgi Teorisi, Beyan Yay., İstanbul 1997, s. 105-106; Hanifi

Özcan, Mâturîdî'de Bilgi Problemi, s. 78. MuratMemiş, Mu’tezili Bir Bakışla Bilgi Problemi, s. 111.

294 Bâkıllânî, Temhîd, s. 7.

295 MuratMemiş, Mu’tezili Bir Bakışla Bilgi Problemi, s. 111. 296 Yusuf Şevki Yavuz, “Haber”, c. 14, s. 347.

69

mutabakat yeterli değildir. Bununla birlikte haberi verenin inancına uygun olması da gerekmektedir.298

Bu konuda Kâdî’nın ele aldığı önemli hususlardan biri, haberin içeriğiyle alakasıdır. Ona göre haber, içeriğiyle örtüşebildiği gibi örtüşmeye de bilir. Örtüşmesi durumunda doğru, örtüşmemesi durumunda ise yalan olmaktadır. Yani haber, gerçeğe uygunluğu açısından vakaya mutabık ise doğru; değilse yalan olur. Dolayısıyla üçüncü bir seçenekten söz edilemez.299

Taftazânî (ö. 792/1390) de haberin doğruluk ve yanlışlığının tespiti konusunda vakıaya uygunluğu baz almıştır. Bu durumda doğruluk veya yalan olma vasıfları habere ait olmaktadır. Bir şeyin olduğu hal üzere olduğuna dair haber verme anlamında kullanılması durumunda ise bu sıfatlar muhbire ait olmaktadır. Yani (قداصلا ربخلا) ifadesi hem sıfat hem de isim tamlaması şeklinde kullanılmıştır. Taftazânî’ye göre bu açıdan haber, mütevâtir ve mucizeyle desteklenmiş peygamberin haberi şeklinde ikiye ayrılmaktadır.300

Kâdî’ya göre haberin kendisiyle sıhhati bilinebilir, ancak ne zarûrî ne de istidlâli olarak geçersizliği (هنلاطب) bilinemez. Doğru olduğu halde, haberin kendisiyle geçersizliğinin bilinebilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde yalan olması halinde, haberin kendisiyle geçersizliğinin bilinebilmesi de doğru değildir. Haberin kendisiyle yalan olduğu bilinemez; çünkü yalan olduğu halde ilim ifade etmez. Dolayısıyla haber, sadece kendisiyle uyumlu olması açısından yani doğru olmasıyla bilgi ifade eder, ancak yalan olması halinde ise bilgi ifade etmez. Bu durumda da haber verilen şeyin, olduğu hal üzere olmadığının bilinmesi gerekmektedir.301

Bernard Weiss’in ifade ettiği gibi, geçmişte meydana gelmiş bir olayla ilgili aktarılan bir haberin doğru olduğu bilgisi, olayın kendisine dair bilgiyle eşdeğer kabul

298 Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, c. 2, s. 10. 299 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 324.

300 Sa’düddîn et-Taftazânî, Şerhu’l-Akîdeti’n-Nesefiyye, (thk. Mustafâ Merzûkî), Dâru’l-Hedy, Cezâir

1998, s. 18. Ayrıca bkz. Mustafa Bozkurt, “Müslüman Kelâmında Haberin Bilgi Değeri”, s. 89. 301 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 56.

70

edilir. Dolayısıyla haberin doğruluğu ispat edilince, olayın bilgisi de kaçınılmaz olarak ispatlanmış olmaktadır.302

Ebu’l-Hüseyin el-Basrî’nin şu ifadesi de haberde asıl olanın, doğruluğunun tespiti olduğuna işaret etmektedir: “Biz, muhbir hakkında; yalan söylemesini gerektiren bir sebebinin bulunmadığını, hiçbir karışıklık bulunmayan bir şeyden haber verdiğini ve kendi görüşünü aktarmadığını bildiğimizde onun yalana yeltenmeyeceğini ve bunu gerektirecek bir sebebin bulunmadığını biliriz.” Bu bilgiler çerçevesinde yalan olmadığı ortaya çıkan haberin doğruluğu tespit edilmiş olmaktadır.303

Kâdî, dini konularla ilgili bilgiler meydana gelmezden evvel, sıhhatinin bilinmesi gerektiğini savunmaktadır.304 Bu bilgiler ışığında, inanmayanların haberiyle olayları bilebileceğimizi, ancak bu bilgilerin sıhhatini onların haberiyle bilemeyeceğimizi ifade etmektedir.305 Dolayısıyla bir şeyin tespiti ile sıhhatinin bilinmesi ayrı şeylerdir.306

Kadıya göre “bu ilim sahihtir” cümlesinin manası şudur: “Alimin nefsi, bildiği şey hakkında sükûnete ermiştir.” O, zanneden ve rastgele söyleyen kişinin kapıldığı hisse kapılmaz. Dolayısıyla nefsin sükûna ermediği itikatlar için “sahihtir” demek doğru değildir.307

Kâdî’ya göre haberin kendisi, doğruluğunu bildiremediği gibi, yalan haber de muhbirinin durumuna işaret/delalet etmez. Çünkü haber kendisinin değil, başkasının durumuna işaret etmektedir.308 Dolayısıyla haberin kendi siğasıyla doğru veya yalan

302 Bernard Weiss, “Geçmiş Bilgisi: Gazali’ye Göre Tevâtür Teorisi”, (trc. Hüseyin Hansu, Zeynep

Münteha Kot), İlahiyat Akademi Dergisi, Ocak 2018, c. 6, Sayı 7-8, ss. 357-374, s. 359. Vahyi tarihsel bir bilgi olarak kabul eden Bernard Weiss’e göre tarihsel bir bilgi olarak vahyin de mevsuk bir temele sahip olması bir zorunluluktur. Her ne kadar Peygamber’in bazı söz ve fiilleri tartışmaya açık olsa da vahyinin kurumsal ve kuramsal yapıları tartışmaya açık olmayan bir tarihsel kesinlik üzerine inşa edilmiş olması gerekir. Bkz. Weiss, “Geçmiş Bilgisi: Gazali’ye Göre Tevâtür Teorisi”, s. 359.

303 Ebu’l-Hüseyin el-Basrî, el-Mu’temed, c. 2, s. 552; ayrıca bkz. Fuat İstemi, Hadis Ve Tarih

Metodolojilerinin Karşılaştırılması (Hicret Rivayetleri Örneği), Dicle Üniv. SBE,

(Yayınlanmamış Doktora Tezi, Diyarbakır 2016), s. 56.

304 Kâdî, Fadlu’l-İ’tizâl, s. 188. 305 Kâdî, Fadlu’l-İ’tizâl, s. 189. 306 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 362.

307 Kâdî, Nüket li Kitâbi’l-Muğnî, s. 215.

71

olduğu bilinemez. Haberin doğruluğu, ancak haber veren muhbirlerin durumlarının bilinmesiyle bilinebilir. Dolayısıyla Kur’ân’ın doğruluğu, Allâh’ın tanınmasıyla bilinebilir. Allâh’ın hikmeti, sözünde doğru olmayı ve kötüyü tercih etmeyeceğini gerektirdiğinden; sözünde doğru olduğu bilinir.309 Aynı şekilde Hz. Peygamber’in sözü de hikmet sahibi olduğu bilindikten ve her konuda doğru sözlü olduğu için mucize gösterdiği bilindikten sonra doğru olduğu bilinebilir.310 Ümmetin haberinin doğruluğu ise doğru sözlü peygamberin onayıyla mümkündür. Bu haberin sonraki nesillerde doğruluğun ölçütü olabilmesi ise âdeten yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan topluluğun aktarımıyla mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla haber, bilgi değeri açısından ele alınacaksa her iki hususun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Birincisi; haberin bizzat doğru olması gerekmektedir. Nitekim haberin mütevâtir olması da onun sıhhatine/doğruluğuna işaret etmektedir. İkincisi; haber verenlerin doğru sözlü olmasıdır. Ancak böyle bir haber ilim ifade edebilmektedir. 311

Haberin doğru veya yalan olup olmadığı da çeşitli şekillerde bilinebilir. Bazı haberlerde zarûrî, bazılarında ise akli veya semi istidlâl yoluyla, olduğu hal üzere olup olmadıkları bilinebilir. Sem’î veya akli istidlâl yoluyla, muhberin olduğu hal üzere olmadığı bilindiğinde, istidlâl yoluyla ilgili haberin geçersiz/batıl olduğu bilinir.312 Kâdî’ya göre zarûrî veya nazarî bilgi ifade eden bu tür haberler, ifade ettiği mananın sıhhatine işaret ettiğinden, bilgi kaynağı olarak kabul edilmektedir. Çalışmamızın devamında bu konuları ayrıntısıyla işleyeceğimizden, şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz.

Kâdî, ilim ifade eden haberi ahlaki açıdan da temellendirmiştir. Onun görüşleri doğrultusunda yalan haberin, kabîh/çirkin olması gerektiğini anlamak çok da zor değildir. Aynı şekilde failinin doğru söylediğinden emin olamadığımız haberler de kabîhtir. Bunun mukabilinde “doğru haberler de hasendir” düşüncesi akla gelse de Kâdî, böyle bir genelleme yapmaktan kaçınmıştır. Çünkü “sıdk” da kendi içerisinde

309 Kâdî, Müteşâbihu’l-Ku’ân, c. 1, s. 3. 310 Kâdî, Müteşâbihu’l-Ku’ân, c. 1, s. 3. 311 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 231.

312 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 56. İlim ifade eden haberde “tevâtür” şartının aranması da doğruluğunun

bir garantisi olduğuna dair bkz. Mehmet Bilen, Said Nursî ve Hadîs, Araştırma Yay. Ankara 2013, s. 53.

72

hasen veya kabîh olabilir. Örneğin sıdk, büyük zarar bulunduruyorsa veya abes313 ise kabîhtir. Haberin hasen olabilmesi için; kübh yönlerinden arındırılmış olmalı ve bir amaç doğrultusunda meydana gelmiş olmalıdır.314 Bununla beraber, muhbirin doğru söylediğinden emin değilsek, haber verdiği şeye yönelik eylemimizin mefsedet olup olmadığından da emin olamayız.315

Dolayısıyla haber, taşıdığı manaya uygunluğuyla beraber, bünyesinde bir fayda bulundurmalı veya bir zararı bertaraf etmelidir. Haber, bünyesinde zarar veren cinsten bir bilgi bulundurmamalı ve haberin kendisi büyük zararlara yol açmamalıdır. Zira böyle olursa zulüm hükmünde olur ki; o da kabîhtir.316 Kâdî’ya göre yalan için zikredilen hususları içermeyen haber, doğru kabul edilir ve sahibi için bazı faydalar/amaçlar barındırır. Bu şekilde zarar olabilecek şeylerden arınan haber, hasen olur ve kabîh için söz konusu unsurlardan arınmış olur. Kâdî’ya göre haberde bulunan faydanın, failine/muhbire veya başkasına raci’ olması, bu durumu değiştirmez. Eğer bir eylem, aklen başkası için bir fayda içeriyorsa hasen kabul edilir.317

Görüldüğü gibi Kâdî, haberi ahlaki açıdan temellendirrken öncelikle manaya uygunluk/doğruluk üzerinde durmuş ve sadık olan haberin bir fayda bulundurması veya zararı bertaraf etmesi gerektiğini dile getirmiştir. Dolayısıyla haberin kabih olarak değerlendirilmemesi için, doğrulukla birlikte, haberin herhangi bir mefsedete yol açmaması da gerekli görülmüştür. Ayrıca bundan da emin olmak gerekir. Bunun aksi durumu ise zulme yol açacağından kabîh/çirkin görülür.

Kâdî’ya göre haberin ilim ifade edip etmediğinin bilinmesi, doğruluğu ve kişisel durum analiziyle (سفنلا لاح لمأت و قداصت ) mümkündür. Çünkü dini konularda لاب başkasının bilgiye sahip olduğunu, eylemler vasıtasıyla bilemeyiz. Dolayısıyla zarûrî

313 Kâdî, “abes” kavramını “haberde uzun veya kısa vadede bir faydanın bulunmaması ve zararı bertaraf

etmemesi” anlamında kullanmaktadır. Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 325.

314 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 325. 315 Basri, el-Mu’temed, c. 2, s. 586. 316 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 325.

317 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 326; Cabirî’ye göre, haberin ortaya çıkardığı temel problem, burhan

alanındaki gibi mantıkî anlamıyla doğruluk ya da yalan olma meselesi değil aksine sıhhat ve gerçekten söylenip söylenmeme meselesidir. Ona göre temel mesele, haberin kaynağından sahih olarak nakledilmiş olmasının tespitidir. Aksine haberin sıhhati, yani haberin onu söyleyen kimseye nispetinin sabit olması ve bu sıhhatin derecesidir. Bkz. Câbirî, Arap-İslam Kültürünün Akıl

73

ve mükteseb bilgiye ulaşmanın yolu, başkasının durumunun kendi durumumuz gibi olduğunu bilmemizden geçmektedir. Bilgi aracı ve sebebi meydana geldiğinde, bilme konusunda başkasının durumunun bizimki gibi olduğunu biliriz. Bunu kabul etmediğimiz takdirde kişinin bilgiye sahip olup olmadığını bilemeyiz.318

Kâdî, bu doğrultuda “Dünyada görmediğimiz halde haberi bize ulaşan pek çok şehrin varlığına inanırız. Bu konuda nefislerimiz sükûnet bulup mutmain olmuştur” diyerek, bir yönüyle zarûrî bilgi ifade eden haberlerden şüphe etmeyi uygun görmemiştir. Dolayısıyla bu haberlerin kesin bilgi/ilim meydana getirmediğine dair görüşleri reddetmiştir.319

“İlm”i/“bilgi”yi kısaca tanımladıktan ve haberin bilgi ifade etmesinden maksadın ne olduğunu ele aldıktan sonra şimdi de ilmin elde edilmesi konusuna geçelim. İlmi tanımlarken kişinin bireysel ve zihinsel yönünü ön plana çıkaran Kâdî, bilginin elde edilmesi açısından daha farklı bir yol izlemiştir. Bu da bilgiyi elde etme noktasında bilginin toplumsal boyutuna dikkatleri çekmesidir. Özellikle bu husus, dini konularla ilgili bilginin elde edilmesi noktasında daha da belirginleşmektedir.320

Kâdî’ya göre dini konularda bilgi yani ilim, şu iki şekilde elde edilir: Birincisi; zarûrî bilgi ifade eden haber vasıtasıyladır ki, bu tür bilgiler hususunda mükellefin durumu değişkenlik arz etmez. İkincisi; istidlâli/nazarî bilgi ifade eden haber vasıtasıyladır ki; bunun da bir delile dayanıyor olması gerekir.321

Şimdi de Kâdî’nın ilim ifade eden haber kategorisinde yer verdiği zarûrî ilim ifade eden haber konusunu ayrıntılı bir şekilde ele almaya çalışalım.

318 Kâdî, el-Muğnî, c. 16, s. 149; Bu benzer bir yaklaşım Cessâs tarafından da dile getirilmiştir. O da

geçmişe dair bilginin ancak haberle elde edilebileceği görüşünü paylaşmakta bunun içinde kişinin kendi nefsini örnek göstermektedir.Cessâs’ın bu doğrultudaki görüşleri için bkz. Cessâs, el-Fusûl

fi’l-Usûl, c. 3, s. 37, 47.

319 Kâdî, el-Muğnî, c. 15, s. 338.

320 Bilginin toplumsal bir olgu olduğu ve nihai noktada bilgiyi belirleyen şeyin toplum olduğuna dair

bkz. Hüsamettin Arslan, Epistemik Cemaat, Paradigma Yay., İstanbul 2007, s. 17 vd. Bilginin toplumsal yönüne işaret eden bir diğer husus, onun dille olan ilişkisidir. Arslan, Dinin Akli ve

Ahlaki Savunusu, s. 31. Kâdî Abdülcebbâr da haberin nakliyle bilgi değeri arasında ilişki kurarak

onun toplumsal yönüne dikkatleri çekmiştir.

74