• Sonuç bulunamadı

"Cennete girmek için sadece şirki reddetmek yeterlidir. Çünkü bu tevhidin gereğidir ve aynı zamanda risaleti kabul etmeyi de içerir. Zira rasulleri inkar eden ve yalanlayan kimse Allah'ı (c.c.) da yalanlamış olur. Allah'ı (c.c.) yalanlayan da müşriktir. Bu şuna benzer:

"Abdest alıp namaz kılan kimsenin namazı sahihtir." demek "Diğer şartlarıyla birlikte abdest şartını da yerine getiren"

demektir. Bir kimse imanın tüm gerekleri üzerinde bulunduğu halde -özet anlamdakiler özet, ayrıntılı olanlar da ayrıntılı- ölürse, mümin olması sebebiyle Cennete girer. Yani imanın tadı ve hazzı kalbine yerleşmişse, bunun gereği olan salih amellerin ve iyi ahlakın sahibiyse Cennete girer. Yoksa nice iman iddiası ile ortaya çıkanlar vardır ki, iman taşıdığına dair hiçbir belge yoktur."

tevhidi ve onun faziletlerini bilmesi yeterli değildir, bununla birlikte hikmet ve en güzel öğütlerle insanları tevhide çağırması da gerekir. Çünkü bu yol, rasullerin ve güzellikle onlara uyan kimselerin yoludur.

Nitekim Hasan Basri (r.h.):

"Doğrusu Allah'a çağıran, salih ameller işleyen ve "Ben müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır?" (Fussilet: 41/33)

ayetini okuduğunda şöyle demiştir:

"İşte Allah'ın (c.c.) sevgilisi olan kimse...

İşte Allah'ın (c.c.) velisi olan kimse...

İşte Allah'ın (c.c.) en seçkin kulu...

İşte Allah (c.c.)'ın en hayırlı kulu...

İşte yeryüzünde insanların Allah'a (c.c.) en sevgilisi olan kişi...

Yüce Allah (c.c.) böyle bir kişinin duasını kabul eder. Çünkü bu kimse insanları Allah'ın (c.c.) dinine çağırmakta, Allah'ın (c.c.) çağrısına uyma konusunda salih ameller işlemektedir. Bu kimse müslüman olmuş ve hiç çekinmeden bunu itiraf etmiştir. İşte bu Allah'ın (c.c.) yeryüzündeki halifesidir."

İbn Kesir şöyle der:

"Hasan Basri (r.h.) yukarıdaki sözlerle şunu söylemek istemiştir:

"Allah'ı (c.c.) sevme, O'na ibadet ve itaat etme konusunda doğruluk ve samimiyet esastır. Bu da doğal olarak beraberinde insanları bu davaya davet etmeyi ve bu uğurda cihat etmeyi gerektirir. Çünkü Allah'ı (c.c.) seven bir kimse, O'nun (c.c.) sevdiklerini sever ve hoşlanmadığı ve sevmediği şeylerden de uzak durur, onlardan hoşlanmaz ve onları sevmez. Sonuçta böyle bir kimse tüm insanların da kendisiyle birlikte Allah (c.c.) sevgisinde birleşmelerini ister."

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"De ki: "Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a davet ederiz. Allah'ı (bütün noksan sıfatlardan) tenzih ederiz. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." (Yusuf: 12/108)

Ebu Cafer İbn Cerir diyor ki:

"Allah (c.c), Nebisi Muhammed'e (s.a.v.) adeta şöyle buyurmuştur:

"Ey Muhammed! Benim, insanları kendisine çağırdığım yol tevhiddir. Tevhid; başka hiçbir ilah ve puta değil yalnızca Allah'a ibadette bulunmak ve bunda ihlaslı olmaktır. Yalnızca O'na itaat etmek ve günahların küçüğünü de büyüğünü de terk etmektir. İşte bu yol, benim yolumdur. Benim davetim budur, ben yarattığım insanları bir tek Allah'a (c.c.) kulluk etmeye çağırıyorum. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bu daveti basiretle ve yakin anlamdaki bir bilgi ile yapıyorum. Aynı şekilde bu basiret üzere yapılan daveti, benim gönderdiğim dine göre yaşayan, beni tasdik eden ve bana iman eden müslümanlar da yapıyorlar."

Muhammed (s.a.v.) ve müslümanlar da adeta şöyle söylüyorlar:

"Allah'ı (c.c.) takdis ve tenzih ederim. O'nun mülkünde ve hükmünde hiçbir ortağı yoktur. O'ndan başka kendisine kulluk edilmeye layık bir ilah tanımaktan O'nu tenzih ederim. Ben müşriklerden uzağım ve onlardan değilim. Ne ben onlardanım, ne de onlar bendendir."

Menazil şerhinde deniliyor ki:

"Allah (c.c.) davetçinin davetini delillendirmek suretiyle ilmin en üst derecesine ulaşmasını istiyor. İşte bu basirettir. Bu tıpkı bilinen bir şeyin kalbe nisbet edilmesi gibidir. Bu öyle bir özelliktir ki, öteki ümmetler göz önünde

bulundurulduğunda bu özellik adeta sahabeye özgü kılınmıştır. Bu da ilim adamlığının en üst derecesine ulaşmaktır."

Allah (c.c.) Yoluna Basiretle Davet Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"De ki: 'İşte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar, basiretle Allah'a davet ederiz." (Yusuf: 12/108) Burada Rasulullah'ın (s.a.v.) ağzından "Ben basiretle Allah'a davet ediyorum" denilmektedir.

Gerek "Ben ve bana uyanlar basiret üzereyiz." anlamında, gerekse "Ben, bana uyanlarla birlikte Allah (c.c.)'a basiretle davet ediyorum." anlamında olsun, her iki yoruma göre de bu ayet, bize şu gerçeği bildirmektedir:

Rasulullah'ın (s.a.v.) ashabı basiret üzeredirler ve onlar Allah (c.c.)'a davet görevini gereği gibi yerine getirmişlerdir.

Dolayısıyla kim bu özelliğe sahip değilse, onlar gerçek anlamda Rasulullah'a (s.a.v.) uyan kimseler değildirler. Her ne

kadar "Biz ona uyanlardanız" diyerek kendilerini Rasulullah'ın (s.a.v.) dinine nisbet etseler de, onlar bu esas üzere değildirler."

Burada birkaç uyarı yer almaktadır. Bunlardan biri ihlaslı olma uyarışıdır. Çünkü bir çokları hakka davet ediyormuş gibi görünmelerine rağmen, aslında davet ettikleri kişileri kendi nefislerine çağırmaktadırlar.

Ayrıca,farzları yerine getirme konusunda basiret üzere olma uyarısı vardır.Tevhidin en güzeli, Allah'ı (c.c.) tenzih etmek, O'nun yüce Za'tını eksikliklerden beri kılmaktır. Çünkü şirk koşmak çok çirkin bir olaydır ve bir bakıma Yüce Allah'a (c.c.) isim, sıfat, fiil ve yetkileri konusunda dil uzatmaktır. Müslüman olan bir kimse, müşriklerden uzak durmalı, onların işlerine ortak olmamalıdır. Şirk koşmamış olsa da, onlarla birlikte olmayacaktır."

Davet Mertebeleri İbn Kayyım (r.h.) diyor ki:

"(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir." (Nahl: 16/125)

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (c.c), bu ayette davet mertebelerinden söz ediyor ve bu mertebelerin davete muhatap olanların mertebelerine göre üç mertebe olduğunu belirtiyor. Bunlar:

1. Davetçi olan kimse hakka talip olmalı, hakkı sevmeli ve davet yaptığı insanlara etki edebilecek durumda olmalıdır.

Kendisine davet yapılan kimse de hikmet ve güzel öğütten anlayan bir kimse olmalıdır. Böyle olmayan bir kimse ile öğütleşmeye ve tartışmaya hiç gerek yoktur.

2. Kendisine davet yapılacak olan kimse, cehaletinden dolayı şirk içerisinde olup, hakkı öğrendiğinde hemen kabul ederek, yaşamını doğru yol üzerinde devam ettirecek olan bir kimse olmalıdır. İşte bu konumda olan birisi de öğüt yoluyla teşvik edilmeye, azap ile korkutulmaya muhtaçtır.

3. Kendisine davet yapılacak olan kimse bu davaya karşı ve inatçı biri ise kendisiyle en güzel şekilde tartışılması gerekir. Yapılan karşılıklı tartışmalar sonucunda bu kimse eğer üzerinde bulunduğu yoldan döner de hakka teslim olursa, davetçi amacına ulaşmıştır. Fakat üzerinde bulunduğu yolu bırakıp hakka dönmezse, bu kimseye mümkün olduğunca güzel öğüt verilir. Anlatılanların tümünü kabul etmemesi durumunda ise cellada havale edilir."

Muaz'ın Yemene Gönderilmesi

İbni Abbas'tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir. Rasulullah (s.a.v.) Muaz (r.a.)'ı Yemen'e vali olarak gönderirken ona şöyle dedi:

"Sen ehli kitaptan olan bir topluluğa gidiyorsun. Yapacağın ilk iş onları La ilahe illallah'a davet etmek olsun. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara Allah (c.c.)'ın kendilerine bir gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu da kabul ettikleri taktirde onlara, Allah (c.c.)'ın kendilerine zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere zekatı farz kıldığını bildir. Bu hususta da sana itaat ettikleri taktirde (zekat toplarken) malların en iyilerini haksız yere almaktan sakın ve mazlumun bedduasından kork. Çünkü onunla Allah arasında engel yoktur."

(Buhari Zekat: 1, Müslim İman: 29, Ebu Davud Zekat: 5, Tirmizi Zekat: 6, Nesai Zekat: 46, İbn Mace Zekat: 1, Ahmet):

1/232-233)

Muaz (r.a.) Yemen'e Ne Zaman Gönderildi? Bu Olay Ne Zaman Gerçekleşti?

Hafız İbn Hacer (r.a.) diyor ki:

"Muaz (r.a.)'ın Yemen'e gönderilmesi, Rasulullah'ın (s.a.v.) Veda haccından önceydi."

Bazı rivayetlerde ise, Muaz'ın (r.a.) Yemen'e gönderilmesinin Rasulullah (s.a.v.) döneminde olup, Ebu Bekir'in (r.a.) hilafetine kadar orada kaldığı bildirilmektedir. Ebu Bekir'in (r.a.) hilafeti döneminde Yemen'den dönen Muaz (r.a.) daha sonra Şam'a gitmiş ve orada vefat etmiştir."

Muaz'ın Fazileti

Şeyhülislam İbn Teymiyye (r.h.) diyor ki:

" Muaz'ın (r.a.) Yemen'e gönderilmesi, onun faziletine, tebliğciliğine, iyi bir fakih, ince anlayış ve kavrayış sahibi bir kimse olduğuna, dahası iyi bir muallim ve hakim olduğuna delildir."

"Sen kitap ehlinden olan bir kavme gidiyorsun."

Kurtubi (r.h.) der ki:

"Kitap ehli olan bir kavim" sözüyle kastedilenler Yahudi ve Hristiyanlardır. Yemen'de bunların sayıları müşrik Arapların sayısından çok daha fazlaydı. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v.) Muaz'a (r.a.) onlarla olan tartışmalarında hazırlıklı olmasını ve dikkatli davranmasını tenbih etmişti."

İnsanlar İlk Önce 'La İlahe İllallah'a' Davet Edilir

"Onları ilk davet edeceğin şey, Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet etmek olsun."

Hafız İbn Hacer (r.h.) diyor ki:

"Bu tıpkı bir vasiyet ve tavsiye gibidir. Bununla tüm dikkatlerin o noktaya çevrilmesi arzulanmıştır."

Müşriklerin Allah İnancı Nasıldı?

Kurratü'l-Uyun adlı kitapta şöyle denilir:

"Yemenliler 'La ilahe illallah' kelimesini söylüyorlar, fakat manasını anlamıyor; bütün ibadetlerin ihlasla bir tek Allah (c.c.) için yapılması gerektiğini ve Allah (c.c.)'tan başkasına ibadet ve kulluğu terketmeleri gerektiğini bilmiyorlardı.

Onlar 'La ilahe illallah' diyorlardı ama, bu kelimenin içeriğini bilmediklerinden dolayı söylemiş oldukları bu söz kendilerine hiçbir yarar sağlamıyordu. Onların bu durumu tıpkı bu ümmetin son dönemlerinde yaşayan kimselerin haline benziyordu. Çünkü son zamanlarda yaşayan ve müslüman geçinen kimseler de bu sözü söylemekle birlikte ölülere, gaiblere, tağutlara, türbe ve zaviyelere tapınmaktan uzak kalmadıklarından, Yüce Allah'a (c.c.) şirk koşma durumuna düşmüşlerdir. Onlar gerek inanış biçimleriyle ve gerekse söz ve davranışları ile bu kelimenin reddettiği şeyleri yapıyor ve şirkten sakınmıyorlar. Aynı zamanda ihlas kelimesini okuyan bir kimsenin asla yapmaması gereken işlerden de hiç uzak kalmıyorlar. Çünkü onlara göre bu kelime; yaratıcı olarak sadece Allah'ı (c.c.) kabul etmek manasına geliyor ve bunu söylemekle müslüman olduklarını sanıyorlar.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"De ki: 'Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar kimindir?' 'Allah'ındır' diyecekler. 'Öyleyse ders almaz mısınız?' de. 'Yedi göğün Rabbi ve yüce Arşın Rabbi kimdir?' de. 'Allah'tır diyecekler. 'Öyleyse O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' de. 'Biliyorsanız söyleyin, her şeyin mülkiyeti elinde olan, himaye eden, fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir?' de. 'Allah'tır' diyecekler. 'Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz?' de. Hayır; biz onlara gerçeği getirdik ama, onlar yalanladılar " (Mü'minun: 23/84-90)

"Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?" (diye sorsan) Onlar: 'Allah'tır!' diyecekler. "O halde O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de." (Yunus: 10/31)

Kur'an'da bunun gibi pek çok ayet vardır. İşte bu anlamdaki tevhidi hangi dönemde yaşamış olursa olsun, bütün müşrikler kabul ediyorlardı. Muhammed'in (s.a.v.) kendilerine gönderildiği cahiliye toplumu da bunu ikrar ediyordu.

Buna rağmen onlar sadece bu kabulleri ile İslam'a girmiş olmuyorlardı. Çünkü onlar bu kelimenin rububiyete delalet eden anlamını kabul ediyor, uluhiyet ve hakimiyete delalet eden anlamını kabul etmiyorlardı. Oysa tevhid inancı ibadet ve kulluk konusunda Allah (c.c.) için ihlaslı olmayı, şirkten uzak durmayı ve tağutları reddetmeyi gerektirir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"De ki: 'Ey Kitap Ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin.' Eğer yüz çevirirlerse: 'Bizim müslüman

olduğumuza şahitlik edin' deyin." (Al-i İmran: 3/64)

"Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah'a aittir, kendisinden başkasına değil, O'na kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 12/40)

"Allah katından, kaçınılması mümkün olmayan, İnsanların fırka fırka olacağı o günün gelmesinden önce, kendini dosdoğru dine yönelt." (Rum: 30/43)

"Onlara: 'Yalnız Allah çağrıldığı zaman inat ederdiniz de, O'na eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce.Allah'ındır.' denilir." (Mü'min: 40/12)

"Biz sana Kitabı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et. Dikkat edin halis din Allah'ındır.

Allah'ı bırakıp da O'ndan başka dostlar edinenler-. 'Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' derler.

Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez." (Zümer: 39/2-3)

Tevhidi açıklayan bu ve benzeri ayetler Kur'an'da oldukça fazladır. Biz inşaallah bunlardan bir kısmını aktaracağız.

La İlahe İllallah'a Şehadetin Manası

"Allah'ı birleyinceye kadar"

Bu ibare, Buhari'nin Sahih'inde "Tevhid" bölümünde geçmektedir.

Muhammed b. Abdu'l Vehhab (r.h.) burada bu rivayete değinmekle La ilahe illallah kelimesin şehadette bulunmanın anlamına dikkat çekmek istemiştir. Çünkü ibadette Allah'ı (c.c.) birlemek ve O'nun dışındakileri terk etmek

gerekmektedir.

Bir rivayette ise bu ibare:

"Kendilerini çağıracağın ilk şey, Allah'a ibadet etmeleridir" şeklindedir. Bu da tağutu reddetmeyi ve Allah'a (c.c.) imanı içerir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Dinde zorlama yoktur. Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu inkar edip Allah'a iman eden bir kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 2/256)

Ayette geçen "Urvetu'l vuska" "La ilahe illallah" tır. Buhari'deki rivayet ise:

"Onları, Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve benim de Allah'ın rasulü olduğuma şehadette bulunmaya çağır." şeklindedir.

La İlahe İllallah'ın Şartları

Şehadetin geçerli olabilmesi için mutlaka şu yedi şartın birarada yerine getirilmesi gerekir. Bu yedi şartı gereği gibi yerine getirmeyenler, "La ilahe illallah" kelimesini dilleriyle ne kadar söylerlerse söylesinler, kendilerine hiçbir yarar getirmez. Bu yedi şart şunlardır:

1. İlim ile çelişen cehalete son vermek, 2. Hiçbir şüpheye yer bırakmayan yakin, iman 3. Reddi içinde barındırmayan kabul,

4. Terke yer vermeyen bağlılık ve boyun eğiş, 5. Şirki barındırmayan ihlas,

6. Yalana yer vermeyen dürüstlük,

7. Allah (c.c.) sevgisine engel olan şeylerin terki.

Tevhid Nedir?

Tevhid, hiçbir ortağı olmayan yüce Allah'ı (c.c.) tek olarak bilip, O'na ibadette ihlaslı olmak, O'nun dışında insanların kulluk ettikleri şeyleri de terk etmektir. İlk yapılması gereken iş budur. Bu yüzden tüm rasuller (a.s.) kavimlerini buna çağırmışlar ve "Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka ilah yoktur." demişlerdir.

Nuh (a.s.) da: "Allah'tan başkasına ibadet etmemenizi... isterim" demiştir. Bu söz "La ilahe illallah" kelimesinin anlamını içermektedir.

Kurratü'l-Uyun adlı kitapta deniliyor ki:

"Kelamcılar ve onları izleyenler şöyle derler: "Kul üzerine ilk gereken şey, bakma ve delillendirme yoluyla Allah'ı (c.c.) bilip tanımaktır. Bu, Allah'ın (c.c.) kullarını üzerinde yarattığı fıtri bir durumdur. Bu açıdan, ümmetlerini ibadette tevhide çağırırlarken rasullerin: "Yalnızca Allah'a ibadet ve kullukta bulunun." diye başlamaları doğaldır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Senden önce gönderdiğimiz her elçiye: "Benden başka ibadete layık ilah yoktur, bana kulluk edin." diye vahyetmişizdir." (Enbiya: 21/25)

"Onların rasulleri: 'Gökleri ve yeri yaratan, günahlarınızı bağışlamaya çağıran ve bir süreye kadar sizi erteleyen Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?' dediler. Onlar da: 'Siz de sadece bizim gibi birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirmelisiniz.' dediler." (İbrahim: 14/10) İbn Kesir (r.h.) der ki:

Birincisi: "O'nun varlığında bir şüphe var mı?" Çünkü fıtrat varlığıyla buna tanıktır ve aynı zamanda bunu ikrar etmek zorundadır. Bozulmamış selim bir fıtrat bu gerçeği zorunlu olarak itiraf eder.

İkincisi: "O'nun ilahlığında ve kendisine ibadetin gerekliliğinde ve bir tek ilah olması noktasında bir şüphe var mı?"

Oysa O, tüm varlıkları yaratandır. Sadece, eşi ve ortağı olmayan Allah kendisine ihlaslı olarak ibadet edilmeye layıktır.

İnsanlardan kimileri Yüce Allah'ın (c.c.) yaratıcı oluşunu ikrar ve itiraf etmekle birlikte, Allah'la (c.c.) kendileri arasında birtakım aracı ve vasıtalar ediniyorlar ve bunların kendilerini Allah'a (c.c.) daha fazla yaklaştıracağını zannediyorlar."

Bu ikinci ihtimal, zaten birinciyi de kapsıyor. İkrime, Mücahid ve Amir diyorlar ki:

"Arap müşrikleri dahil herkes, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların yaratanın Allah (c.c.) olduğunu bilirler."

İkrime şöyle demiştir:

"Göklerin ve yeri kim yarattı diye sorarsan, 'Allah'tır' diye cevap verirler."

İşte bu, onların imanıdır ve onlar bu iman ve ikrarlarına rağmen yüce Allah'tan (c.c.) başkalarına kullukta bulunurlar."

Önceden de belirtildiği gibi:

Tevhid kelimesi, Kitap ve Sünnete dayalı ağır şartlarla kayıtlıdır.

Örneğin;

- İlim, - Yakin, - İhlas, - Doğruluk, - Muhabbet, - Kabul ve bağlılık,

- Allah'tan (c.c.) başka, insanların kendilerine kulluk yapageldikleri tüm batıl mabutları red...

İşte tüm bu şartlar yerine getirildiği taktirde bu kelime, söyleyen kişiye fayda verir. Değilse yararlı olmaz.

İnsanlar bu kelimeyi bilmede ve bu kelimenin gerektirdikleri ile amel etmede farklı farklı durumlardadırlar. Bu kelimenin insanlardan kimisi için yararlı olup, kimisi için de hiçbir yarar getirmediği gerçeği gözardı edilmemelidir."

Şehadet Kelimesini Bilmenin Zorunluluğu Şeyhülislam İbni Teymiyye (r.h.) der ki:

"Rasulullah'ın tebliğ ettiği dinde öncelikle ve zorunlu olarak bilinmesi gereken konu, şehadet kelimesidir. Çünkü kafir bu kelime ile müslüman, düşman bu kelime ile dost olur. Bir kimsenin malı ve canı bu kelime ile mubah ya da haram olur.

Bir kimse, eğer bu kelimeyi kalbinin derinliklerinden gelerek söylemişse, imana girmiş ve mümin olmuştur. Eğer kalbinde bir şey bulunmadığı halde sadece diliyle söylemişse, bu kişiye zahire göre müslüman muamelesi yapılır, fakat hakikatte o kişi münafıktır ve Allah (c.c.) katında kafir olarak hatta kafirlerden de daha kötü bir ceza ve konum ile yargılanır. Eğer bir kimse gücü yettiği halde bu kelimeyi bile bile söylemezse, tüm müslümanların ittifakı ile hem zahir ve hem de batın anlamda kafirdir. Bu ümmetin ilk döneminde yaşayan müslümanların, müçtehit imamların ve alimlerin çoğunluğunun ortak görüşü budur."

İlim Sahibi Olan Herkes Müslüman Değildir Buradan anlıyoruz ki;

Bir kimse alim olduğu halde "La ilahe illallah" kelimesinin ne anlama geldiğini bilmeyebilir veya bildiği halde bununla amel etmeyebilir.

Çünkü bir kimse dini ilimleri, dünyevi birtakım menfaatler elde etmek için ezberlemiş ve bu sebeple ilim sahibi olmuş olabilir. Fakat bu öğrendikleriyle gönlüne akideden ve iman esaslarından hiçbir şey yerleşmemiş, bunları sadece insanlar kendisine "ne alim adammış" desinler diye ve dünyalık elde etmek için öğrendiğinden bu bilgilerle sahih bir akide sahibi olamamıştır.

Günümüzde yaşayan ve halkın pek çoğunun kendilerine itibar ettiği alimlerin durumu işte böyledir.

Allah (c.c.) kendilerini ıslah etsin.

İmandan Sonra Namaz ve Zekat Gelir

"Eğer bunda sana itaat ederlerse kendilerine Allah'ın günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir."

Söylediklerine şehadet edip itirazsız boyun eğerlerse, onlara Allah'ın (c.c.) kendileri üzerine beş vakit namazı farz kıldığını bildir.

Burada, şehadet kelimesinden sonra namazın emredilmesi bunun en büyük ve en önemli farz olduğunu göstermektedir.

Nevevi (r.h.) diyor ki:

"Müşriklerden, ancak İslamı kabul etmelerinden sonra farzları yerine getirmeleri istenir. Bu nedenle onlar imandan önce bu farzlara muhatap değildirler. Doğru olan şudur ki, kafirler şeriatımızın emir ve yasaklar ile alakalı ayrıntılarına muhatap değildirler."

"Kendilerine bildir ki, Allah, zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere onlara sadakayı (zekat) da farz kılmıştır."

Kurrutül'l-Uyun adlı kitapta şöyle deniyor:

"Zekat, ancak Allah'ı (c.c.) tevhid ölçülerine göre birleyenlere,şart ve rükünlerine bağlı kalınarak, vacipleri yerine getirilerek kılınan namaz ile birlikte fayda sağlar. Zekat, Allah'ın (c.c.) Kitabında namazla birlikte yer almıştır.

Yüce Allah'ın (c.c.) şu ayeti bu gerçeğe işaret eder:

"Oysa onlar doğruya yönelip, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. İşte dosdoğru din budur." (Beyyine: 98/5)

İşte bu hususları yerine getiren bir kimse, davet çinin davet esnasındaki becerisinin de katkısıyla diğer emirleri de yerine getirir ve yasaklardan kaçınır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Hürmetli aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder." (Tevbe: 9/5)

Enes (r.a.) bu ayetle ilgili olarak der ki:

"Onların tevbeleri; putları bir tarafa bırakmaları, Rablerine ibadet etmeleri, namaz kılmaları ve zekat vermeleriyle sahih olur."

İbn Mesud (r.a.) da merfu olarak şöyle der:

"Namaz kılmak ve zekat vermekle emrolunduk. Zekatı vermeyen bir kimsenin namazı da yoktur."

Zekat Öncelikle Kime Verilir?

Bu hadis zekatın namazdan sonraki en önemli farz olduğunu ve zenginlerden alınıp fakirlere verilmesi gerektiğini açıklıyor. Rasulullah'ın (s.a.v.) burada özellikle fakirler sınıfını belirtmesi, fakirlerin, zekattan hak sahibi olma bakımından kendilerine zekat verilebilecek olan sekiz sınıf içerisinde diğerlerine üstünlükleri sebebiyledir.

Zekatı Kimler Toplar?

İslam toplumunda zekatları toplayıp yerlerine ulaştırmayı üstlenen kimse imamdır. Bu işi ya bizzat kendisi yapar veya vekili olan kişiye yaptırır. Malında fakirin hakkı olan zekatı vermek istemeyen kimseden zekat zorla alınır.

Zekat Kimlere Verilir?

Zengin olan kimseye ve kalpleri İslama ısındırılacak olanların dışındaki kafirlere zekat verilmez. Küçük çocuğun ve delinin de malından zekat verilir. Hadisin genel ifadesine göre alimlerin çoğunun görüşü böyledir.

Fakir kelimesi, eğer nasslarda sözel bakımından tekil olarak gelirse, bu ifade miskinleri de başkalarını da kapsar.

Nitekim Şeyhülislam İbn Teymiyye'nin (r.h.) görüşü böyledir.

Hangi Mallardan Zekat Verilir?

Yukarıdaki hadisten anlaşıldığına göre, zekatın tek sınıf maldan çıkarılması caizdir.

İmam Malik (r.h.) ve İmam Ahmed'in (r.h.) mezhebi böyledir.

"Halkın en değerli mallarından uzak durmanı tavsiye ederim."

Malların ve hayvanların en değerlisi; en güzeli ve değer bakımından en fazla para edenidir.

Hadiste, zekat toplayan kimsenin zekat alırken halkın gözdesi durumundaki mallarını almasının haramlılığı

belirtilmiştir. Mal sahibine de en kötü malını zekat olarak ayırması haram kılınmıştır. Ancak orta halli mallardan zekat

çıkarabilir. Eğer mal sahibi en değerli malını veriyor ve bu hususta bir endişe duymuyorsa bu caizdir ve mal sahibinin takvasındadır.

Kurratü'l-Uyun adlı kitapta deniliyor ki:

"Burada, Allah (c.c.) ve Rasulünün (s.a.v.) zekat hususunda meşru kıldıkları ve şeriat olarak öngördükleri ölçülerde sınırı aşmama uyarısı vardır. Malın orta olanının alınması söz konusudur. Çünkü kişi bunu gönül rahatlığı içerisinde ve sahih bir niyetle verebilir. Meşru olanın üzerinde yapılan hiçbir işte hayır yoktur. İşte bu, üzerinde dikkatle

düşünülmesi gereken bir konudur."

Zekat Vermeyenlerin Cezası

Ömer (r.a.) Ebu Bekir'in (r.a.) zekat vermemekte direnenlere karşı savaşma konusunda kararlılığını ve azmini görünce şöyle demişti:

"Halka nasıl savaş açarsın ki", Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"İnsanlarla, 'La ilahe illallah' deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu söyledikleri taktirde canlarını ve mallarını güvence altına almışlardır."

Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a.) şöyle karşılık verdi:

"Zekat malın hakkıdır. Allah'a (c.c.) yemin ederim ki, onlar bir oğlak dahi olsa, Rasulullah'a (s.a.v.) verdikleri zekatı bana vermek istemezlerse, onları bundan engellemek için kesinlikle kendileriyle savaşırım." (Buhari: İtisam: 2, Zekat: 1, Istitabe: 3, Müslim İman: 32,35. Ebu Davud Zekat: 1, Nesai Zekat: 3, Tirmizi İman: 1)

Mazlumun Bedduasından Sakınmak

"Mazlumun bedduasından sakın."

Bu hadis gösteriyor ki, zekat toplamakla görevli olan kişi, zekatları topladığı sırada, halkın mallarından meşru olanın üzerinde bir fazlalık alırsa, malını aldığı kimseye karşı zalim konumuna düşer. Oysa ezilen ve zulme uğrayan kimselerin duası makbuldür. Mazlumun duasının kabulü için mazlumun ahi ile Allah (c.c.) arasında hiçbir engel yoktur.

Zekat toplayan memur, üstlenmiş olduğu bu görevi yerine getirirken adaletli davranmalıdır. Meşru olandan fazlasını alarak, halkın üzerinde zulüm yapmamalı veya alınması gerekenden daha azını alarak da fakirin hakkına zulmetmelidir.

Adil olmalı ve her iki tarafa da zulmetme konusunda Allah'tan (c.c.) korkarak adaleti gözetmelidir."

Bu hadisten çıkarılan derslerden biri de şudur: Rasulullah (s.a.v.) zekat toplayan memurlara şöyle demek istemiştir:

"Kendinle mazlumun duası arasında, adalet zırhını kalkan yap ve böylece zulmetmekten uzak dur. Ancak bu şekilde dünya ve ahirette tüm tehlikelerden korunman mümkün olur."

Bu hadiste aynı zamanda tüm zulüm çeşitlerini bırakmaya yönelik bir ikaz vardır.

"Çünkü o dua ile Allah arasında, duanın kabulüne engel hiçbir şey yoktur.

Haber-i Ehad'ın Delil Oluşu

Burada bir tek kişi kanalıyla gelen haberin kabul edilebilir olduğuna ve bununla amel edilebileceğine delil vardır.

Hadiste zekat toplamaları için memurlar görevlendirilebileceği belirtilmiştir. İmam bunu bizzat kendisi yapabileceği gibi, aynı zamanda zekat memurları ve valiler aracılığı ile de öğüt vererek, insanları uyarabilir. Onlara Yüce Allah'tan (c.c.) korkmalarını emreder, gerekli bilgileri öğretir, zulümden onları sakındırır ve böylesi kötü amellerin sonucunu onlara haber verir.

İslami Eğitim Metodu

Eğitim konusunda işe en önemli olandan başlanır; eğitim ve öğretim çalışmaları önem sırasına göre yürütülür.

Bu Hadiste Neden Oruç, Hac ve Diğer İbadetler Zikredilmemiştir?

Hadiste oruç ve hac ibadetlerinden söz edilmemiş olması alimler arasında tartışma konusu olmuştur.

Şeyhülislam İbn Teymiyye (r.h.) şöyle der:

"Kimileri derler ki: 'Bazı raviler hadisi özet halinde rivayet ettiler.' Oysa durum onların söyledikleri gibi değildir. Çünkü böyle bir husus, ravilere bir bakıma tan etmek ve dil uzatmaktır. Çünkü bu rivayet, diğer rivayetler arasında bir tek hadiste gelmiş olan şeklidir.

Mesela Abdulkays heyeti hadisinde olduğu gibi kimileri orucu zikretmişler, kimileri de zikretmemişlerdir.

İbn Abbas'tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: