• Sonuç bulunamadı

ALLAH (C.C)'TAN BAŞKASINDAN YARDIM İSTEMEK

"Rasulullah'tan (s.a.v.) sabit olduğu üzere, o (s.a.v.) Allah'ın (c.c.) kelimeleriyle istiazede bulunur ve bununla

emrederdi. Bu bakımdan alimler, manaları ve kavramları anlaşılamayan birtakım muğlak ifade ve tılsımlarla (Allah'a) sığınmaktan menetmişlerdir. Bunu men ediş sebepleri, şirke girmeleri endişesidir."

Şeytana İbadet İbni Kayyım der ki:

"Kim şeytan adına keser, ona istiazede bulunur ve dua ederse, sevdiği ve istediği şeylerle ona yaklaşmayı isterse, bu, ona ibadet etmiş demektir. Gerçi buna her ne kadar ibadet ismi verilmemişse de, istihdam (kendi hizmetinde kullanma) denmiştir. Bu gerçekten doğrudur. Böylece kendisi şeytanın hizmetinde olmakta ve ona kullukta bulunmaktadır. Bundan dolayı şeytan da ona hizmet etmektedir. Ancak şeytanın böyle bir kimsenin hizmetine girmesi,ona ibadet anlamında bir hizmet veya istihdam değildir. Çünkü şeytan bu manada insana boyun eğmez, onun şeytana kullukta bulunduğu gibi o, ona ibadet etmez.

Her manadaki kötülüklerden, hangi yaratıktan gelirse gelsin, ister hayvan veya başka bir varlıktan olsun, şerrin her türlüsünden, ister insan ve ister cinden gelsin veya bir baykuş ve bunun gibi uğursuz kuş sayılanlar türünden olsun, ister bir dabbe, rüzgar veya yıldırımdan kaynaklansın, kısaca dünya ve ahiretle ilgili ne türden bir bela, felaket ve musibet varsa bütün bunların şerrinden Allah'a (c.c.) sığınırım."

Kötü Varlıkların Şerrinden Sığınmak Gerekir

Hadiste yer alan "ma" edatı ilgi zamiridir. Bundan maksat mutlak manada böyledir demek değildir. Asıl amaç, kayda bağlıdır. Bu da vasfi bir kayıttır. Dolayısıyla mana "Kendisinde kötülük bulunan bütün yaratıkların şerrinden sığınırım"

şeklinde olur. Bu mana da vasfidir, yani "niteliği böyle olanlardan" demektir, yoksa Allah'ın (c.c.) yarattığı her tür varlığın şerrinden demek değildir. Çünkü bazı cinlerde, meleklerde ve peygamberlerde şer yoktur. Şer iki şey için söylenir:

Biri elem ve acı, diğeri de buna götüren şeydir."

Allah (c.c.)'a Sığınan Korunmuştur

"Oradan ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar vermez."

Kurtubi diyor ki:

"Bu doğru ve sahih bir sözdür. Biz şahitliğini ve doğruluğunu hem bilimsel ve deneyimsel olarak hem de delil yönünden biliyoruz. Ben bu haberi duyup öğrendiğimden bu yana, bunu terkedinceye dek bana hiçbir şey zarar vermedi. Bir gece beni mehdebe denilen yerdeki bir akrep soktu. Bunun üzerine kendi kendime düşündüm. Hemen, Allah'a (c.c.)

sığınılması gereken kelimelerle sığınmayı unuttuğumu hatırladım."

İbn Teymiye derki:

"İstiğase, yardım istemektir. Bu da, sıkıntıyı gidermek anlamındadır. İstinsarın yardım talep etmek demek olması gibi, istiane de yardım istemek anlamındadır."

İstiğase ile Dua Arasındaki Fark Başka biri de şöyle der:

"İstiğase ile dua arasındaki fark:

İstiğase, ancak başı dertte olan kimse tarafından istenen bir yardım çağrısıdır.

Oysa dua buna göre daha geneldir. Çünkü başı dertte olan da olmayan da dua edebilir.

Burada istiğaseden hemen sonra duanın getirilmesi, geneli özele atfetmek türündendir. Bu bakımdan aralarında umum / husus mutlak bağlantısı vardır. Bir yönden her ikisi de aynı manaya gelmekle beraber, bir başka yönden dua, istiğaseden ayrılır. Bu itibarla her istiğase dua anlamındadır, fakat her dua istiğase demek değildir.

Duanın Çeşitleri

"Başkasına dua etmek" meselesine gelince; bilindiği gibi dua iki çeşittir.

Biri ibadet anlamında duadır,

Diğeri de istemek ve sormak manasındadır.

Nitekim Kur'anda bu her iki manada da kullanılmıştır. Bazen de Kur'an'da her iki mana aynı anda kastedilmiştir.

İsteme duası: Dua eden kimseye yarar getirecek şeydir. Bu da bir menfaati celbetmek veya bir zararı ortadan kaldırmaktır. İşte bu bakımdan Allah (c.c.) kendisinden başka hiçbir zarar veya yarar gücü olmayan birinden istemeyi hoş karşılamamış ve bunu reddetmiştir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Yapmakta oldukları kötülüklerden birbirlerini sakındırmıyorlardı." (Maide: 5/79)

"Hem siz O'nun, haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk

koştuklarınızdan korkarım? Şu halde güvenlik içinde olmak bakımından iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." (En'am: 6/81)

"Allah'tan başka, sana yararı ve zararı olmayan ilahlara tapma. Eğer sen (bunun aksini) yapacak olursan, bu durumda gerçekten zulmedenlerden olursun." (diye emrolundu)." (Hud: 10/106)

İbn Teymiye der ki:

"Her yapılan dua ibadettir ve aynı zamanda bir istek duasıdır. Çünkü her istek duası, ibadet anlamında duayı içerir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez." (Araf: 7/55)

"De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da Saat (Kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım)." (En'am: 6/40)

"Hayır, yalnızca O'nu çağırırsınız, dilerse kendisini çağırdığınız şeyi açar (giderir) ve şirk koşmakta olduklarınızı unutursunuz." (En'am: 6/41)

"Göklerde ve yerde her ne varsa isteyerek de istemeyerek de olsa Allah'a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (uzanıp kısalarak O'na secde eder)." (Rad: 13/15)

İstek duası ile ilgili olarak Kur'an'da sayılmayacak kadar çok ayet bulunmaktadır. Bunlar aynı zamanda ibadet

manasındaki duayı da kapsarlar. Çünkü istekte bulunan kimse, istediğini samimi olarak Allah'tan (c.c.) istemektedir. Bu ise ibadetlerin en faziletlisidir. Nitekim Allah'ı (c.c.) zikreden, Kitabını okuyan vb. işler yapanlar da böyledirler. Hepsi de mana bakımından Allah'tan (c.c.) istemektedirler. Böylece kişi ibadet eden bir dua edici olur."

İbn Teymiye'nin bu ifadelerinden anlaşılan şudur:

İbadet anlamındaki dua, aynı zamanda istek manasında dua demektir. Tıpkı istek anlamındaki bir duanın ibadet anlamındaki dua olması gibi. Allah (c.c.) İbrahim'den (a.s) bahsederek şöyle buyuruyor:

"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım. Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakub'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık." (Meryem: 19/48-49)

Bu ayetlere dikkat edilecek olursa, dua ibadet çeşitlerinden gösterilmiştir. Çünkü:

"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem: 19/48)

Yukarıdaki ayet bunu göstermektedir. Nitekim Zekeriyya'nın da (a.s.) sözü böyledir.

"Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem: 19/4)

Allah (c.c), Kitabının bir çok yerinde bu manada emirler vermektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O haddi aşanları sevmez. Düzene konulması ıslahından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (A'raf: 7/55-56)

İşte bu, istekte bulunma duasıdır ve ibadeti kapsamaktadır. Çünkü dua eden kimse, kendisine yakarmakta olduğuna rağbet ediyor, onun önünde eğiliyor ve ona tezellülde bulunuyor.

Bunun kuralı şudur:

Allah'ın (c.c.) şeriat olarak kulları için ortaya koyduğu, kendilerine emrettiği ve kişinin de Allah (c.c.) için yaptığı şey ibadettir. İşte bu ibadetlerden herhangi birini Allah'tan (c.c.) başkasına yapan kişi ise müşriktir, Allah'ın (c.c), Rasulü aracılığıyla gönderdiği şeyle çatışmaktadır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

De ki: "Ken dini yalnızca O'na halis kılarak Allah 'a ibadet ederim." (Zümer: 39/14) İleride bunun etraflı açıklaması gelecektir.

Aşırılık

İbn Teymiye, "er-Risaletü's-Seniyye" adlı eserinde şöyle der:

"Rasulullah (s.a.v) döneminde bile müslüman olduklarını söyleyen ve gerçekten önemli ibadetlerde bulunan bazı kimseler, kendilerinde var olan (ruhsal) rahatsızlık nedeniyle İslamdan uzaklaşabiliyorlardı. O halde zamanımızda da İslama ve Sünnete bağlılığını ileri süren kimi insanlar, bazı sebepler yüzünden İslamdan çıkabilirler. İşte bu sebeplerin başında kimi insanların şeyhler konusunda oldukça aşırılığa gitmeleri gelir. Ali b. Ebu Talib hakkında çok ileri derecede aşırılıklar, Mesih (a.s) hakkındaki aşırılıklar hep bu türdendir. Dolayısıyla bazı kimselerin herhangi bir peygamber ya da salih kimse hakkında aşırılığa kaçarak onu adeta ilahlaştırmaları, mesela:

"Ey benim falan efendim! yetiş imdadıma, yardım et bana! Kurtar beni! Bana rızık ver! Bana sen yetersin!" türünden sözler söylemeleri hep bu türdendir. Kısaca bu türden ifadeler hep şirktir, sapıklıktır. Böyle yapan kimselerin mutlaka bu yaptıklarından ötürü tevbe etmeleri gerekir ve tevbe etmeleri kendilerinden bizzat istenir. Eğer tevbe ederlerse mesele yoktur, ancak tevbe etmezlerse öldürülürler.

Allah (c.c.) birçok rasuller göndermiş ve sadece kendisine ibadet ve kulluk edilsin, asla şirk koşulmasın, Allah (c.c.) ile birlikte bir başkasına ibadet ve dua edilmesin diye bunlara kitaplar indirmiştir. Kim Mesih İsa'yı, melekleri ve putları Allah'a (c.c.) eş koşarsa, bunların varlıkları yaratan, yağmur yağdıran, bitki bitiren olduklarına inanmasa bile, onlara ibadet etmiş ve kabirlerine veya suretlerine tapınır olmuştur. Böyle kimseler bu yaptıkları için şöyle bir gerekçe ileri sürerler:

"İyi bilinmelidir ki halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) Biz bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, aralarında ihtilaf tikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 39/3)

"De ki: "Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin." İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar bir şey sağlamaz." (Yunus: 10/101)

İşte bu bakımdan Allah (c.c), insanları kendisinden başkasına dua etmekten nehyetsinler, ne ibadet manasında bir dua ile ne de medet bekleme manasında bir dua ile başkalarına yönelmemelerini emretsinler diye rasuller göndermiştir.

Allah (c.c.) ile kendileri arasında başkalarını vasıta kılanlar, onlara tevekkülde bulunanlar, onlara dua edenler, onlardan istekte bulunanlar icma ile küfre girmiş olurlar."

(İbn Teymiye aracı edinmek meselesiyle ilgili olarak İbn Cercis'e red konusunda bunları Furu, İnsaf ve İkna sahipleriyle başkalarından nakletmiştir.)

Hafız Muhammed b. Abdulhadi, Sübki'nin:

"Rasulullah'a (s.a.v) karşı tazimde aşırılığa gitmek vaciptir" sözüne verdiği cevapta şöyle der:

"Eğer Sübki bu ifadesiyle, herkesin anladığı anlamdaki aşırılık derecesindeki mübalağayı demek istemiş ve böylece Rasulullah'ın (s.a.v.) kabrini haccetmeyi, ona secde etmeyi, onu tavaf etmeyi kastetmişse, mübalağa ve aşırılıktan kasdı o gaybı bilir, o isteyene verir, isteyenden alır, Allah'tan (c.c.) başka kendisinden medet bekleyenden zararı önler, yarar sağlar, isteyenlerin ihtiyaçlarını karşılar, darda olanları kurtarır, dilediğine şefaat eder, dilediğini Cennete sokar demek ise, bu manadaki bir tazim, şirkte mübalağadır ve İslamdan çıkmaktır."

Ölülerden Yardım istemek İbn Kayyım der ki:

"Şirkin çeşitlerinden biri de, ölülerden ihtiyaçlarının giderilmesini istemek, onlardan medet ummak ve onlara

yönelmektir. İşte bu, dünyadaki şirkin temelidir. Oysaki ölünün amel defteri kapanmıştır, artık kendisine bile fayda ve zarar sağlayamaz. Durum böyle olunca nasıl olur da bunlardan medet beklenir, istekte bulunulur ve kendilerinden şefaatçi olmaları istenir. Bu durum kimin şefaatçi olabileceğini ve katında şefaat istenecek olanların kimler olduğunu bilmemekten kaynaklanmaktadır. Bu konunun geniş açıklaması şefaat bölümünde ele alınacaktır."

Hanefi fıkıh kaynaklarından "Fetava el-Bezzaziye"de şöyle denir:

"Alimlerimiz şöyle demişlerdir:

"Kim, 'Meşayihin (şeyhlerin, büyüklerin) ruhları hazırdır, olanı biteni bilir' derse, kafir olur."

Şeyh Sunullah Hanefi:

"Gerek sağlıklarında gerekse ölümlerinde olsun velilerin keramet yoluyla tasarruf yetkileri olduğu iddiasına kalkışanlara reddiye" adını vermiş olduğu kitabında şöyle der:

"Bu tür şeyler bugünlerde bu ümmetten kimi cemaatler arasında zuhur eden şeylerdir. Bunların iddialarına göre velilerin sağlıklarında olsun, ölümlerinden sonra olsun, tasarruf yetkileri vardır. Bir kimse sıkıntıya düşünce, başı dara gelince, onların himmetleri sayesinde bu sıkıntıları önlenir. Bunun için onların kabirlerine giderek ihtiyaçları için onlara seslenirler ve bu iddialarına delil olarak onların keramet gösterebildiklerini getirirler. Bunun için derler ki:

"Bu velilerden kimileri abdaldırlar, kimileri nakib, kimileri evtad ve kimisi de nüceba, kimi yetmişlerden, kimisi de yedilerdendir, kimi kırklardan ve kimisi de dörtlerdendir. Kimisi de kutuptur ki, bu, halk arasında ğavs diye tabir edilen kimsedir. Kuşkusuz her şey bunda biter."

Bu bakımdan bunlar için kurbanlar keser ve adaklar adarlar, bunun caizliğinden dem vururlar. Bu kurban ve adakta bunlar için ecir tesbit ederler.

Doğrusu bu öyle bir sözdür ki, burada hem ifrat hem de tefrit vardır. Hatta dahası bunda ebedi helak ve azap vardır.

Çünkü bu ifadelerin neresinden bakılırsa hep şirk kokmakta, Allah (c.c.) tarafından dosdoğru olarak gönderilmiş bulunan bu Kitaba aykırılık bulunmakta, müçtehit imamların akideleriyle çelişmekte, ümmetin üzerinde toplandığı gerçeğe aykırı düşmektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı, yada insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz." (Nisa: 4/114)

Velilerin hayatta iken de ölümlerinden sonra da tasarruf yetkisine sahip oldukları iddiasını aşağıdaki ayet reddetmektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ya da yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var eden ve ona (yeryüzü için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir engel (haciz) koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır onların çoğu bilmiyorlar. Ya sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz. Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önüne rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Allah, onların şirk koştuklarından yücedir. Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: "Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin delilinizi getiriniz." (Neml: 27/61-64)

"Gerçekten sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratma da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir." (A'raf: 7/54)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, her şeye güç yetirendir." (Al-i İmran: 3/189)

"Ey kitap ehli! Elçilerin arası kesildiği dönemde: "Bize müjdeci de, bir uyarıcı da gelmedi" demeyesiniz diye size apaçık anlatan elçimiz geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah her şeye güç yetirendir." (Maide: 5/19)

"Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size benden bir yol gösterici gelecektir. Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz." (Ta-Ha: 20/123)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve dönüş yalnızca O'nadır." (Nur: 24/42)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder." (Şura: 42/49)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyamet saatinin kopacağı gün (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır." (Ahkaf: 45/27)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dilediğine mağfiret eder, dilediğini azaplandırır. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Fetih: 48/14)

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır (c.c.) diye başlayan bir çok ayet hep bu gerçekleri dile getirmektedir ve bunların sayılan Kur'an'da oldukça fazladır. Çünkü bu ayetler yaratmada, tedbir, tasarruf ve takdirde Allah'ın (c.c.) tek

olduğunu, ortağı bulunmadığını göstermektedir. Başka hiçbir kimsenin ve varlığın bunda şu veya bu anlamda herhangi bir rolü ve etkinliği yoktur. Çünkü her şey Allah'ın (c.c.) mülkü, kahrı ve tasarrufu altındadır. Öldürme ve yaratma da böyledir. Kaldı ki Kur'an ayetlerinde Allah'ın (c.c.) mülkünde bir tek olduğu övgüyle anlatılmaktadır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında başka bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse nasıl oluyorda çevriliyorsunuz." (Fatır: 35/3)

"De ki: "Siz Allah dışında taptığınız ortakları gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Yada onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır! Zulmedenler, birbirlerini aldatmadan başkasını vaad etmiyorlar." (Fatır: 35/40)

Ayrıca tüm ayetlerde: "Allah'tan (c.c.) başka..." ifadesi yer almaktadır ki, bu önemli bir noktadır.Bu manada yanlış bir itikada sahip bulunanlar bu hükmün içinde yer alırlar. Dolayısıyla kim bir velinin veya bir şeytanın kendisine yardım edebileceğine inanırsa bu anlamda tehlikededir. Kendisine bile yardım edemeyen bir kimse, nasıl olur da başkasının imdadına koşabilir ki? Doğrusu bu, oldukça vahim bir söz ve büyük bir şirktir.

Salihlerin Ölümlerinden Sonra da Tasarruf Sahibi Olduğu İnancı

Salih kimselerin ölümlerinden sonra tasarruf sahibi olmaları meselesine gelince, doğrusu bu, hayatlarında tasarruf sahabi oldukları sözünden daha iğrenç ve daha bayağı bir sözdür.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Dedi ki: "Rabbim! Fesat çıkaran (bu) kavme karşı bana yardım et." (Ankebut: 29/30)

"Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı (n ruhunu) tutar, öbürünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen kavim için gerçekten ayetler vardır." (Zümer: 39/42)

"Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet Günü elbette ecirleriniz size eksiksiz dönecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve Cennete sokulursa artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." (Al-i İmran: 3/185)

"Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; Şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?" (Enbiya: 21/34)

"Her nefis ölümü tadıcıdır. Sonra bize döndürüleceksiniz." (Ankebut: 29/57)

"Her nefis kazandıklarına karşılık bir rehinedir." (Müddessir: 74/38) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Üç kişi müstesna insan ölünce amel defteri kapanır." (Müslim,Vasiyye: 3, Ebu Davud, Vesaye: 10, Tirmizi, Ahkam: 36, Nesai, Vesaya: 8.)

İşte bu naslar ve benzerleri kesinlikle ölmüş olan bir kimseden his ve hareketin kesildiğini, bunlardan ölüde bir eser kalmadığını gösterir. Artık onların ruhları tutulmuş, amelleri eksilme ve artma yönünden sona ermiştir. Bu da gösteriyor ki, ölü olan bir kimse kendi zatı hakkında bile bir tasarruf yetkisine sahip değildir. Ölü kimse kendi adına hareketten aciz olduktan sonra, nasıl başkası adına hareket edebilir ki?

Her şeyden münezzeh olan Allah (c.c), ruhların kendi katında olduğunu haber veriyor, bu mülhidler ise şöyle diyorlar:

"Ruhlar mutlaktır ve bu manada tasarruf yetkisine sahiptirler."

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Yoksa siz gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunları'nın yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?" Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara: 2/140)

"Onların bu manadaki tasarrufları, keramet anlamındadır" inancı, sadece bir demogojiden ibarettir. Çünkü keramet, Allah (c.c.) tarafından olan bir şeydir ve Allah (c.c.) bununla velilerine ikramda bulunur. Onların bu hususta kendi başlarına bir kudret ve maksatları olmadığı gibi, bir bilgileri de yoktur ve bununla başkalarına meydan okumaları da söz konusu değildir. Nitekim İmran kızı Meryem kıssası, Üseyd b. Hudayr ve Ebu Müslim Havlani kıssalarını örnek olarak verebiliriz.

"Şiddet ve sıkıntı anlarında bunlardan imdat istenebilir" türünden sözlerine gelince, bu, bir önceki iddialarından daha iğrenç ve çok daha aşırı bir iddiadır ki, Allah'ın (c.c.) şu ayetiyle çekişme durumundadır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz." (Neml: 27/62)

"De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz. De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (En'am: 6/63-64)

Bu manada ayetler epeyce çoktur.

Allah (c.c.) zararları önleyenin kesinlikle bizzat kendisi olduğunu, başkasının bunda herhangi bir etkinlik ve rolünün bulunmadığını söylüyor. Başı sıkışanların dertlerine çare olan, bütün bunların imdadına koşan yalnızca tek olan Allah'tır (c.c). Çünkü zararı önlemeye kadir olan Allah (c.c.) olduğu gibi, hayrı ulaştırmaya kadir olan da yine kendisidir. O bütün bunlarda tektir, ortağı ve eşi yoktur. Bu gerçek bu manada anlaşılınca artık bundan böyle herhangi bir meleğin, peygamberin yada velinin bunlara kadir olmadığı anlaşılmış olur.

Yaratılmışlardan Caiz Olan Ve Olmayan İstiğase

Yaratılmışlardan istiğase (yardım ve imdat bekleme), ancak duyulara bağlı sıradan işlerde yapılabilir. Mesela savaşta düşmana karşı, bir yırtıcının veya benzeri bir şeyin zararını defetmek için yardım istemek veya bazı kimselerin:

"Ey falanca! Ey müslümanlar!" diyerek zahiri bazı sebeplerden dolayı imdat istemeleri caizdir. Fakat kuvvet, tesir ve şiddetlere bağlı manevi şeylerden korunma amacına yönelik olarak istiğaseden söz edilince, örneğin hastalıktan, boğulmaktan, sıkıntı ve darlıktan, fakirlikten, rızık istemekten ve benzeri şeylerden dolayı bir şeylerin istenmesi Allah'a (c.c.) ait hususiyetlerdendir. Bunlar sadece Allah'tan (c.c.) istenir, başkasından değil.

İhtiyaçların giderilmesinde onların etkileri olduğu tarzındaki itikatlarına gelince, tıpkı cahiliye dönemi Araplarının ve cahil sofilerin yaptıkları gibi bu inançla onları imdatlarına çağırmak ve onlardan çıkış yolu istemek kesinlikle

reddolunmuştur. Çünkü her kim, Allah'tan (c.c.) başka bir peygamberden, veliden, ruhtan, vb. şeylerden sıkıntısını gidermesini ister ve buna itikat ederse, imdadı bunlardan beklerse ve buna inanırsa, o şeyi Allah'a (c.c.) ortak koşmuş olur. Halbuki Allah'tan (c.c.) başkası zararı önlemeye kadir olmadığı gibi, hayır da sadece O'nun (c.c.) elindedir.

"Bunlar arasında abdal olanlar, nakipler, evtad ve necibler, yetmişler, yediler, kırklar ve dörtler vardır, ğavs anlamında halk için kutup vardır" türünden söyledikleri ise yine onların iftiraları türündendir. Nitekim, "Siracul Müridin" adlı eserinde Kadı Muhaddis bunu zikretmiş, keza İbnul Cevzi ve İbnu Teymiye de bunu zikretmişlerdir."

İlim Ehlinin Bu Yanlışlar Karşısındaki Tavrı

İlim ehli sürekli, şirke varan bu türden yanlışların karşısına dikilmişler ve bunları reddetmişlerdir.

Ne yazık ki bu manadaki bela ve kötülük alabildiğince yaygınlaşmış, heva ve heveslerinin esiri olan kimseler buna kapılmışlardır. Bu tür durumların karşısında olan alimlerin konuya ilişkin sözlerini inceleyerek şirki kapsayan ifadelere

karşı tavırlarını ortaya koymaya kalkışacak olursak, kitap hacim bakımından oldukça uzar. Aslında uzağı görebilen ve aptal olmayan kimse, hakkı hemen sunulan ilk delilden anlar. Bir kimse elinde bir burhan ve delil olmaksızın söze sarılırsa, bunun sözünün her yönüyle batıl ve geçersiz olduğu ortadadır. Bu kimseler hak ve iman ehlinin üzerinde bulunduğu ve Kur'an'ın muhkemiyle amel eden kimselerin inançlarına tamamen muhaliftirler. Çünkü Kur'an'ın muhkemiyle amel edenler, hakka ve imana davet edenlere icabet edenlerdir.

Sonuç olarak yardım ancak Allah'tandır (c.c.) ve ancak O'na tevekkül edilir.

Allah (c.c)'tan Başkasına Dua Etmek Şirktir Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah'tan başka, sana yararı ve zararı olmayan ilahlara ibadet etme. Eğer (bunun aksini) yapacak olursan, bu durumda gerçekten zulmedenlerden olursun" (diye emrolundum)." (Yunus: 10/106)

(Bu ayette geçen "zulüm" kelimesi şirk anlamındadır. Nitekim Allah (c.c.) Lokman'ın (a.s.) dilinden oğluna verdiği öğütte şöyle buyurmuştur:

"Hani Lokman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." (Lokman: 31/13)

Şirk, en büyük zulümdür. İbn Mes'ud'dan gelen bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

"Zulümlerin en büyüğü, seni yarattığı halde Allah'a (c.c.) eş ve denk tanımalıdır." (Müslim, İman: 37)

Çünkü bu, Rububiyet hakkını ibadet, dua, adak ve benzeri şeylerden gasbetmek suretiyle, buna hiç de hakkı olmayan bir kula vermektir.)

İbn Atiyye diyor ki:

"Mana, her ne kadar Rasulullah'ın (s.a.v.) şahsına hitap şeklinde ise de, bu ammdır, genel manasıyla tüm ümmeti kapsamaktadır."

Aynı ayetle ilgili olarak Ebu Cafer ibn Cerir de şöyle der:

"Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammed! Mabud ve yaratanını bırakarak sana dünyada ve ahirette hiçbir şeyde fayda ve zarar vermeyecek olanlara dua etme, onları çağırma! Din ve dünyan açısından onlara bağlanma. İlahlara, putlara bel bağlama. Yani onlardan bir yarar bekleyerek veya onların zararlarından korkarak onlara ibadet etme. Çünkü bunlar ne bir yarar ve ne de bir zarar sağlayabilirler. Eğer sen böyle bir şey yapar ve Allah'ı (c.c.) bırakıp da onlara dua edersen, bu takdirde zalimlerden olmuş olursun. Kendi nefsine zulmeden de müşriklerdendir."

Bu ayetin benzerleri daha bir çok ayet vardır:

"Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun." (Şuara: 26/213)

"Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O'nun yüzünden başka herşey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz." (Kasas: 28/88)

Bu ayetlerde gösterildiği gibi, kendisine dua edilen her varlık ilah edinilmiş olmaktadır. Oysa ki ilahlık sadece Allah'ın (c.c.) hakkıdır. Bu hakkın başka bir varlığa verilmesi asla doğru değildir. Bunun içindir ki, "La ilahe illahu"

buyurulmuştur.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"İşte böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'nun dışında taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür." (Hac: 22/62)

İşte bu tevhiddir. Allah (c.c.) peygamberlerini bununla göndermiş, kitaplarını bu maksatla indirmiştir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Oysa onlar dini yalnızca O'na has kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte dosdoğru din budur." (Beyyine: 98/5) Din: Zahiri ve batini manada, kendisiyle Allah'a (c.c.) ibadet olunan şeylerin tümüdür.

İbn Cerir tefsirinde bunu "dua" olarak yorumlamıştır. Dua da ibadet çeşitlerinden sadece biridir. Selef alimleri genelde ayetleri birkaç mana içerisinden sadece biriyle yorumlayarak muhtemel manalarından biriyle tefsir ederlerdi. Kim de bunu herhangi bir kabre, puta vb. gibi bir şeye yönlendirirse, onu mabud haline getirmiş ve ilahlıkta onu Allah'a (c.c.) şirk koşmuş olur ki, hiç kimsenin böyle bir şeye asla hakkı yoktur. Buna layık olan yalnızca Allah'tır (c.c).

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Kim (geçerli bir) delili olmadığı halde Allah ile beraber başka bir ilaha taparsa, artık onun hesabı Rabbinin katındadır.

Şüphesiz inkar edenler kurtuluşa eremezler." (Mü'minun: 23/117)

Bu ve benzeri ayetlerden de anlaşıldığı üzere, Allah'tan (c.c.) başkasına dua ederek istekte bulunmak küfürdür, şirktir, dalalet ve sapıklıktır.

Allah (c.c)'tan Başkasından Yardım İstemek Şirktir Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. O, kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır,

esirgeyendir." (Yunus: 10/107) Kurretul Uyun'da şöyle denmektedir:

"Allah (c.c.) burada başkasından medet beklenilmeyeceğim bildirmiştir. Çünkü her şeyden üstün olan ancak Allah'tır (c.c). Allah (c.c), kendisinin dışında kendilerinden istekte bulunulanlardan üstündür. Bu itibarla hiçbir kimse Allah'ın (c.c.) fazlından bir şeyi engelleme gücüne sahip değildir. Çünkü veren ve mani olan sadece O'dur. O'nun vermesini engelleyecek bir kimse olmadığı gibi, menettiği şeyi verme gücüne sahip olan da yoktur.

Nitekim İbn Abbas hadisi bu manada gelmiştir. Burada şu ifadeler yer almaktadır:

"Bil ki, eğer ümmet herhangi bir şey hususunda bir şey ile sana menfaat sağlamak üzere bir araya toplansalar, Allah'ın sana yazdığının ötesinde bir şeyle yarar sağlayamazlar." (Ahmed: 1/303, 307. Tirmizi bu hadis için "sahih" dedi.) İste bu hadisi ve bu manadaki ayetleri düşünenler, şu gerçeği iyice kavrayabilirler:

Allah'tan (c.c.) başkasına dua ederek çağrıda bulunmak en büyük zulümdür ve bağışlanmayacak olan bir şirktir. Çünkü böyle yapanlar, tevhid kelimesinin reddettiğini reddetmeyerek ilahlıkta şirk koşuyor, ihlas kelimesi de denen tevhid kelimesinin söylenmesini ve isbatını istediği şeyi ise reddediyorlar.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz sana bu Kitab'ı hak ile indirdik. Öyleyse sen de dini yalnızca O'na has kılarak Allah'a ibadet et. Haberin olsun;

halis (katıksız) din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler) "Biz bunlara bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah kendi aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde hüküm verecektir.

Gerçekten Allah yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 39/2-3)

Din: Allah'ın (c.c.) emrettiği ve şeriat kıldığı şeyleri yapıp, nehyedip haram, yasak kıldıklarından uzak durmak suretiyle Allah'a (c.c.) itaat etmektir.

Allah (c.c.)'ın en yüce emri tevhid, yani ihlastır.

Kul, yaptığı bir ameliyle asla Allah'tan (c.c.) başkasına yönelmemelidir. Çünkü Allah (c.c), onları kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır. Rasullerini bu amaçla göndermiş, kitaplarını bunun için indirmiştir. "Rasullerin

gönderilmesinden sonra artık bundan böyle kullar Allah (c.c.) aleyhinde bir hüccet ileri sürmesinler" istenmiştir.

En büyük yasak da, rububiyet ve uluhiyette Allah'a (c.c.) şirk koşmaktır."

Bu ayette de görüldüğü gibi yüce Allah (c.c.) mülkünde ve Kahhar olması yönüyle bir tektir. Vermede, mani olmada, zarar vermede ve yarar sağlamada da tektir. Başka hiçbir varlığın bunda etkisi yoktur. Bu itibarla sadece bir tek olan Allah'a dua edilmesi gerekir. Çünkü yegane mabud O'dur.

İbadet, ancak zarar ve menfaat verebilen ve buna kadir olan zata yapılır. Çünkü Allah'tan (c.c.) başka hiç kimse bunun bir kısmına dahi malik değildir.

İbadete layık olan sadece Allah' tır (c.c), yoksa zarar ve yarar verme gücü olmayanlar değil.

Kabircilerin Hali

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü!

Söyleyin bakalım, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, Allah'tan başka taptıklarınız O'nun zararını kaldırabilirler mi?

Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup önleyebilirler mi?" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer: 39/38)

"Allah insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp tutacak yoktur; her neyi kısıp tutarsa, artık ondan sonra onu salıverecek yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Fatır: 35/2)