• Sonuç bulunamadı

3.3. Lübnan ve Dürzîler

3.3.2. İki Kaymakamlık Dönemi

İbrahim Paşa’nın bozguna uğraması, iktidarının son zamanlarına kadar Osmanlıyı desteklemesine rağmen son dönemlerinde Mehmet Ali Paşa ve Fransa tarafını tercih eden 2. Beşir’in de sonunu hazırlamıştır. 2. Beşir Malta’ya sürgüne yollanmış ve daha sonra orada ölmüştür. Osmanlılar yeni Emir olarak 3. Beşir’i atamışlar, 2. Beşir döneminde topraklarına ve mal varlıklarına el konularak siyasi nüfuzlarını kaybeden Dürzîler haklarının yeniden verilmesini talep etmeye başlamışlardır. 2. Beşir döneminde temelleri atılan Hıristiyan-Dürzî çatışması 3. Beşir dönemindeki Dürzî talepleriyle birlikte tekrar açığa çıkmıştır. Osmanlılar ve İngilizler tarafından da desteklenen Dürzî istekleri; topraklarının geri verilmesi, ellerinden alınan bir takım sosyal ve ekonomik avantajların tekrar taraflarına iade edilmesi şeklinde olmuştur. Fakat bu isteklerin yerine getirilebilmesi için başta Hıristiyanlara verilen Dürzî topraklarının Hıristiyanların ellerinden 40 yıl sonra tekrar geri alınması anlamına

gelmekteydi. Bu durum iki grup arasındaki gerginliği artırmaya başlamıştır.273

3. Beşir Osmanlıların da isteği üzerine Marunî, Dürzî, Sünni, Şii, Grek Ortodoks ve Grek Katoliklerin temsilciliklerinden oluşacak 12 kişilik bir konsey oluşturulmasını ve hukuki tüm anlaşmazlıkların bu konsey vasıtasıyla çözülmesini önermiştir. Fakat bu öneri Dürzî liderler tarafından haklarının geri alınamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bunun üzerine Lübnan’da Marunî bir patrik bildiri yayınlamıştır. Bildiriye göre Dürzî feodal reislerin

272 Schroeder, 1986: 1-26.

273

topraklarında yaşayan Marunîlerin, Dürzîlerin hiçbir hukuki tasarruflarına uymamaları

istenmiştir.274

Söz konusu bildiriden sonra Dürzî ve Marunî gerginliği, Dürzîlere ait bir toprak üzerinde bir Marunî ile Dürzî’nin kavgasıyla çatışmaya dönüşmüştür. Ülkenin iki büyük topluluğu arasındaki bu çatışmalar kısa sürede Lübnan’ın geneline yayılmıştır. Lübnan Hıristiyanları söz konusu dönemde dağınık bir görüntü içerisinde olmuşlardır. Bunun yanında Dürzîler ise farklı ailelere rağmen daha iyi işbirliği içerisinde Hıristiyanlara karşı mücadele vermişlerdir. Marunîler yanlarında bir kısım Şii ve Grek Katoliği müttefik olarak bulsalar da

Dürzîlerin genel itibariyle silahlı mücadelelerdeki başarılarına engel olamamışlardır.275

3. Beşir Marunîler tarafından dahi zayıf bir lider olarak görülmekteydi. Hıristiyanları destekleyemeyen ve bunun yanında da diğer iktidar özellikleri açısından da dirayetli bir devlet başkanı olarak adlandırılamayacak birisi olarak gözükmekteydi. 13 Ekim 1841 yılında 3. Beşir çatışmaların sonlandırılması için Dürzî liderleri sarayına davet etmiştir. Davete icabet eden Dürzî liderler peşlerinde çok sayıda atlı süvariyle saraya gelince paniğe kapılan emir, emrindeki Marunî birliğini harekete geçirmiştir. Böylelikle çatışmayı yatıştıracağı yerde, panik neticesinde Marunîlerle Dürzîleri bir kez daha karşı karşıya getirmiş ve çatışma ortamını derinleştirmiştir. Dürzîler çatışmalar esnasında yalnızca Bekaa vadisinde Marunîler ve müttefiklerine karşı gerilemiş, ülkenin diğer bölgelerinde üstünlüklerini hep korumuşlardır. Çatışmaları takiben Dürzîler kısa süre içerisinde 3. Beşir’in sarayını da abluka altına alıp, Emiri esir almışlardır. Bunun üzerine bölgedeki hâkimiyetlerini perçinleyen Dürzîler, Hıristiyan köylerini yakıp yıkıp yağmalamışlardır. Karışıklığın giderek artmasıyla birlikte Osmanlılar duruma müdahale etmişlerdir. 3. Beşir’i emirlikten azledip, Hıristiyan Şihab ailesinden tamamen emirlik yetkisini almışlardır. Yeni Lübnan Emiri olarak ise Mustafa Paşa komutasında Lübnan olaylarını yatıştıran ordu komutanının yardımcılarından Ömer Paşa

atanmıştır.276

Bu hadise ile birlikte Fransızların önderliğinde Lübnan’ı, Hıristiyan Marunîlerin yönettiği devir sekteye uğramıştır.

Ömer Paşa’nın Emir olmasından sonra Marunîler bu durumdan rahatsız olmuşlardır. Ömer Paşa İngilizlerin de tesiriyle Dürzîlerin zamanında ellerinden alınan topraklarını iade etmiş, kendilerine tekrar siyasi ve sosyal ayrıcalıklar vermiştir. Bu durumdan hoşnut olan Dürzîler çatışmaları tamamen sonlandırmışlardır. Bunun yanında Ömer Paşa Marunîlerin de kendisine tavır almasını önlemek için çeşitli girişimlerde bulunmuş olmasına rağmen bunu başaramamıştır. Marunîler giderek Lübnan’daki Fransız temsilciğiyle yakınlaşmıştır. Ruslar

274 Acar, 1989: 12-18 275 Joe, 1983: 3-13. 276 Salibi, 1976: 80-105

ise Grek Hıristiyanların himayelerinde olduklarını iddia edip diğer Hıristiyan gruplara yakınlaşmıştır. İngilizlere yakın olan Dürzîler ile birlikte Lübnan bölgesindeki siyasi parçalanmışlık derinleşmeye başlamıştır. Fakat her şeye rağmen batılı devletler kendi aralarındaki güç dengesi doğrultusunda hem Marunî hem de Dürzîlere yakın olmaya çaba göstermeye çalışmışlardır. Bunun nedeni Lübnan’ın genelinde etki alanlarını artırmaya çalışmaları olarak gösterilebilir. Bu bağlamda Avusturya Prensi Metternich Marunî-Dürzî çatışmasını sonlandırmaya yönelik bir öneri sunmuştur. Bu öneriye göre dağlık Lübnan iki ayrı idari bölgeye ayrılacak, kuzeydeki bölgede Marunî bir kaymakam olacak, güneydeki bölgede de Dürzî bir kaymakam bulunacaktı. Böylece Marunî ve Dürzî toplulukların hakları eşit bir hukuki temele dayandırılmıştır. Bu bağlamda Beyrut-Şam yolunun kuzeyi Marunî, güneyi ise Dürzî yönetim bölgesini oluşturacaktı. Mezhepsel temelde değil de coğrafi temelde kaymakamlık kararları geçerli olacaktı. Bir başka deyişle Dürzî topraklarında kalan Marunîler, Dürzî hukukuna, Marunî topraklarında kalan Dürzîler ise Marunî hukukuna tabi olarak kalıyordu. Böylece iki tarafta kalan azınlıklar dolayısıyla, bu çözüm önerisi farklı

sorunlara yol açmıştır.277 Görüldüğü üzere devlet içerisinde devlet görünümü sergileyen

bölge, hukuki anlamda da bu yola girmiştir. Bu bağlamda ayrı topluluklar olarak farklı güç dengeleri içerisinde yer almaları da kaçınılmaz hale gelmeye başlamıştır.

İki kaymakamlık bölgesinde kalan Dürzî ve Marunî azınlıkların zaman zaman çatışma çıkarması iki grup arasında gerginliklerin sonlanmamasının başlıca nedeni olmuştur. İki grup arasında tesis edilemeyen güven ortamı, sonunda Marunîlerin Şuf dağı bölgesinde Dürzî köylerine saldırıp yağmalamalarıyla alevlenmiştir. Marunîler en sonunda Canpolatların köyü olan Muhtara’ya yaklaşmışlar ve sonunda Osmanlı ordusu müdahale edip Dürzîlerin safında çatışmayı dengelemiş ve Marunîleri geri püskürtmüştür. Süreklilik arz etmeye başlayan çatışma ortamının son bulması için sonunda Osmanlı dışişleri bakanı(hariciye nazırı) Şekip Efendi Lübnan’a gelmiş ve iki kaymakamlık esasına dayanan idare sistemini teyit

etmiştir. Bu sistem içerisinde çeşitli düzenlemelerde bulunarak çatışmanın

sonlandırılabileceğini düşünmüştür. Bu bağlamda ülke genelinde silahsızlanma sağlanacak, kaymakamlar Sayda valisi yerine İstanbul tarafından atanacak, her iki kaymakamlık altında Grek Katolik, Ortodoks, Marunî, Dürzî ve Sünniler birer hâkim ve birer müşavir ile temsil edilecek, mali konularda oybirliği, hukuki konularda ise konseyin oyçokluğu aranacaktı. Bu şekilde Lübnan’da tamamen din ve mezhep esasına dayalı sekter bir idari sistem kurulmuştur.

277 Salibi, 1976: 80-105

Bu bağlamda, 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayun’undan esinlenerek bu yapıyı oluşturan Şekip

Efendi de Lübnan’daki Dürzî-Marunî çatışmasına çözüm olamamıştır.278

1860 yılında Sayda yakınlarında 2 Dürzî, Beyrut-Şam yolunda ise 4 Dürzî, Marunîler tarafından öldürülünce iki taraf arasındaki gergin ortam tekrar yerini çatışmalara bırakmıştır. Dürzî lider Said Canpolat askerlerine hareket emri vermiş ve 12 bin askerle Dürzîler savaşa hazırlanmıştır. Sayıca Marunîler daha üstün olmalarına karşın askeri disiplin ve bağlılık konusunda daha iyi durumda olan Dürzîler, çatışmalar başladıktan sonra Lübnan genelinde Marunîlere karşı zafer kazanmışlardır. Marunîler hemen her alanda Dürzîlere karşı kaybetmiş, kuzeydeki kaymakamlık olan Kisravan yakınlarına kadar ilerlemişlerdir. Güneyde Sur şehrini ele geçiren Dürzî milisler şehrin Grek Ortodoks Başpiskoposunun mektubunu ele geçirmişlerdir. Bu mektupta Lübnan genelinde tüm Hıristiyanların Dürzîlere karşı birleşmeleri gerektiği konusundan bahsedilmiştir. Bunun üzerine Dürzîler yalnızca Marunîler değil, Lübnan genelinde bulunan tüm Hıristiyanları öldürmeye başlamışlardır. Dürzilerin Lübnan bölgesindeki Hıristiyanları ayırt etmeden katletmesi Avrupa’da çok fazla tepki çekmiştir. Öyle ki Marunîlerin Avrupa ile ilişkilerinin sıkılaşmasına katkıda bulunduğu gibi Dürzî imajının da uzun zaman sarsılmasına yol açmıştır. Söz konusu savaş Marunîlerle Dürzîler arasında onarılamayacak derecede kötü ilişkilerin oluşmasında temel faktör olarak ön

plana çıkmıştır.279

Ülkedeki Hıristiyanların düştükleri durumdan rahatsız olan Avrupalı devletlerin Osmanlıya baskı yapmaları sonucunda Dürzîlerle Marunîler arasında tekrar arabuluculuk yapmak üzere İstanbul’dan Hariciye Nazırı Fuat Paşa Beyrut’a gelmiştir. Fuat Paşa’nın Beyrut’a gelip tarafların ileri gelenleriyle görüşmesinden sonra ateşkes sağlanmıştır. Başta bölgedeki sulh ortamını tesis edemediğinden dolayı sorumlu Osmanlı subayları cezalandırılırken, Dürzî lider Said Canpolat dâhil, katliama karışan Dürzîler de cezalandırılmıştır. Bölgedeki 2. düzey güç dengesinde Dürzîlerin tüm Hıristiyanları karşılarına almaları kendileri açısından ciddi bir stratejik hata olmuştur. Söz konusu hata iki kaymakamlık döneminde elde ettikleri kazanımların kaybedilmesine kadar gitmiştir. Bölgede kendilerinin dengeleyicisi konumunda olan Marunîlere karşı yanlarına diğer Hıristiyan topluluklardan en azından birini çekebilmeyi başarabildikleri takdirde 1. düzeydeki büyük Avrupalı güçleri topyekûn karşılarına almamış olacaklardı. Neticede hem 2. düzeyde hemen tüm küçük topluluklar karşılarına geçerken, 1. düzeydeki hemen tüm Avrupalıları da

karşılarına alarak kaçınılmaz şekilde mağlup olmuşlardır.280

278 Cobban, 1985: 50-52 279 Cobban, 1985: 50-52 280 Vatikiotis, 1984: 85-92.