• Sonuç bulunamadı

Dağ Savaşı’nın Sonucu, Hizbullah ve Ortadoğu’nun Yeni Güç Dengesi

3.3. Lübnan ve Dürzîler

3.3.6. Lübnan İç Savaşı ve Dürzîler

3.3.6.3.2. Dağ Savaşı’nın Sonucu, Hizbullah ve Ortadoğu’nun Yeni Güç Dengesi

keskin bir şekilde ABD ve İsrail’i karşısına almıştır. İslam devriminden sonra İran bölgede İsrail karşıtı bir politikayı da benimseyerek Filistin meselesinin de hamiliğini üstlenmeye başlamıştır. İslam devriminin hemen ardından Irak ile savaşa başlayan İran, aslında Batılıların

planladığı bir yıpratma savaşının içerisinde kendisini bulmuştur. Irak’ın lideri Saddam’ın

tüm Arapların tek lideri olma amacı taşıdığının somutlaşmış bir sonucu olarak görülebilecek İran-Irak savaşı, Batılıların isteği doğrultusunda ilerleyen tam bir yıpratma savaşına dönüşmüştür. Bu savaşın en önemli yanlarından birisi ise Saddam rejiminin devrilmesine kadar olan süreçte Ortadoğu coğrafyasında güç dengesi oluşumunu derinden etkilemesidir. Irak ile İran arasındaki çatışmada, Suriye kendisini İran’ın müttefiki olarak konumlandırmış ve Irak’a karşı pozisyonunu, güç dengesi teorisinde coğrafyanın etkisini kanıtlarcasına belirlemiştir. Zira düşman komşunun düşmanı olan İran ile müttefikliği bu vesile ile daha da

kuvvetlenmiştir.354

İran yıpratma savaşının içerisinde olmasına rağmen, Lübnan çatışmasında Şii grupları kendi yörüngesinde tutacak şekilde desteklemeye başlamıştır. Bu destek ilk etapta fazla hissedilmiş olmasa da Soğuk Savaş sonuna doğru belirginleşerek ortaya çıkmıştır. Lübnan İç Savaşı’nda kimi zaman öyle çatışmalar yaşanmıştır ki hangi grubun kimin karşısında konuşlandığının zor tahmin edildiği onlarca küçük silahlı grubun çıkarları doğrultusunda birbirleri ile çatıştıkları dönemler yaşanmıştır. Hizbullah ilk ortaya çıktığı zamanlarda da, bahsettiğimiz küçük gruplara benzeyen bir şekilde değerlendirilmiş, fazla önemsenmemiştir. Fakat ilerleyen zamanlarda bunun tam tersi olduğu anlaşılmıştır. Hizbullah ortaya çıkışından bu yana katı dini hiyerarşik örgütsel yapısı ve kabiliyetli gerilla savaşçılarıyla Güney Lübnan’da adından söz ettirmeye başlamıştır. İlk kez ortaya çıktığında Lübnan Şiilerinin temsilcisi durumunda olan Emel ile yarışacak durumda olmamasına rağmen daha sonra onu gölgede bırakmıştır. Aslına bakılırsa bu durum, İsrail ve diğer Batılıların müdahaleleriyle bir iç savaş yaşayan Lübnan’ın radikalleşen nüfusunun Hizbullah gibi örgütlere daha kolay yönelmesiyle açıklanabilir. Bu bağlamda zemin bulmakta zorlanmayan Hizbullah, hızla güç

kazanmaya başlamıştır.355

Çalışmada Bloodletting kavramı yıpratma savaşı adıyla kullanılmaktadır. Blodletting İttifak Kuramı ve Güç Dengesi çalışmalarında bulunan Stephen Walt tarafından kullanılmaktadır. Bloodletting iki ülkenin arasındaki savaşın herhangi bir kazananının olmaması için 3. Ülkelerin verdikleri uğraştır. Savaşan iki ülkeden her hangi birisi avantajlı duruma geçtiğinde yenilmekte olan ülkeye yardımda bulunulur ve savaşın hem uzaması sağlanır hem de her hangi bir galip olmadan mümkün olduğunca yıpranmaları amaçlanır.

354Norton, 1985: 109-121. 355 Hazran, 2010: 521-541.

Radikal Şii dini söylemleriyle ortaya çıkan Hizbullah’ın ilk ses getiren eylemi, Dağ Savaşı devam ederken ABD ve Fransız askerlerinin kaldığı üsse yaptıkları intihar saldırısı olmuştur. Hizbullah 23 Ekim 1983’te Beyrut’ta bulunan ABD deniz piyadelerinin ve Fransız askerlerinin bulunduğu kışlaya, tonlarca bomba yüklü kamyonla birlikte girerek çok büyük bir patlama gerçekleştirmiştir. Söz konusu patlama 245 ABD deniz piyadesi, 58 Fransız askerinin ölümü ve yüzlerce yaralıyla sonuçlanmıştır. Meydana gelen patlama savaş taktiği bakımından da dünya siyasi tarihinde yeni bir aşamaya giriş yapıldığının göstergesi olmuştur. Bu tarz bir eylemle dünya kamuoyu ilk kez karşılaşmıştır. Böylelikle Hizbullah güç dengesi sahnesine bu

ses getiren eylemiyle birlikte Dürzî-Suriye-Filistin saflarına katılmıştır.356

Hizbullah’ın bu eylemine yol açan başlıca nedenin, ABD ve müttefiklerinin Lübnan’da takındığı tek taraflı tutumu ve karşı ittifakı radikalleştirmesi olarak değerlendirilebilir. Zira Dağ Savaşı esnasında ABD gemilerinden Şuf dağına sayısız roket atılarak yüzlerce sivil öldürülmüştür. Bunun yanında hava saldırıları da Bekaa vadisinde yer alan Şiilerin eylemde ön planda rol

oynamalarına neden olmuştur.357

ABD, kendi kamuoyunun baskısından da çekinerek karşılaştığı saldırının etkilerini gidermeye çalışmıştır. Fakat küçük grupların çok sık müttefik değiştirdiği ve bitmeyen bir savaş sahnesine dönen Lübnan’dan kontrollü bir şekilde ayrılmak, çıkarları açısından daha yararlı bir hamle olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. ABD, 1983 yılında karşılaştığı bombalı saldırının ardından, denizden bombardımanlarına bir süre daha devam etmiştir. Dürzîler ve müttefikleri bu saldırılardan kötü etkilenmelerine rağmen, müttefikleri ile birlikte

kontrollerinde bulundurdukları bölgelerde her hangi bir kayıp yaşamamışlardır.358

Avali nehrinin güneyindeki İsrail de ABD bombardımanlarına katılarak Dürzî mevzilerini Şuf dağında bombalamaya katılmıştır. Bu müdahale Dürzîlere karşı İsrail’in yaptığı nadir operasyonlardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Söz konusu operasyonlar sırasında İsrail’de yaşayan Dürzîler yoğun protesto gösterileri düzenleyerek tepkilerini dile

getirmişlerdir.359

Yaşanan çatışmaların yoğunluğu ve sivil kayıpların artması üzerine Dürzî lider Velid Canbolat ve müttefikler, Lübnan hükümetine ve Marunîlere ateşkes antlaşması imzalamak ve Suk El-Garb bölgesinde insani yardımları hayata geçirmek amacıyla çağrıda bulunmuştur. 1983 yılının Ekim ayında yapılan çağrı olumlu yönde karşılık bulmasına rağmen Beyrut ve

Trablus merkezlerinde çatışmalar sonlandırılamamıştır.360

356 Russell, 1984: 32. 357 Baroudy ve Salamey, 2011: 398-425. 358 Baroudy ve Salamey, 2011: 398-425. 359 Rivoal, 2002: 49-69. 360 Odeh, 1986: 290.

Bunun üzerine Velid Canbolat, Marunî liderleri ve hükümeti suçlayarak kendileriyle anlaşma yapmaya çalışmanın yararsız olduğunu söylemiştir. Daha sonra, 1984 Şubat ayında Dürzîler ve Beyrut’taki müttefikleri Emel partisi militanlarıyla birlikte Hıristiyanların ve Batı destekli Lübnan ordusunun kontrolünde bulunan Batı Beyrut’u ele geçirmeye yönelik operasyonu başlatmışlardır. Dürzîler ve müttefikleri Batı Beyrut’ta hızla ilerleyerek Marunîlerin ellerinde bulundurdukları bölgeleri kontrol altına almışlardır. Bu bağlamda

Lübnan ordusu ve Marunîler ağır bir yenilgi ile karşı karşıya kalmışlardır.361

Söz konusu Dürzî galibiyeti 1860 yılında kazanılan savaşın adeta bir tekrarı niteliğinde gerçekleşmiştir. 1860 yılında yaşanan Dürzî galibiyetinin neticesinde, Dürzîler Avrupalıların tepkisi ile karşılaşıp baskı altına alınmış ve bölgedeki etkilerini yitirmişlerdi, fakat bu kez Lübnan içerisindeki farklı güçlerin ve değişen uluslararası konjonktürün etkisiyle Dürzîler güç kaybetmemişlerdir. Bunun yanında Marunîlerin etkisi azalmaya başlamıştır. Fakat Dürzî ittifakı içerisinde bölünmeler yaşanmaya başlamıştır. Söz konusu bölünmeler ise ABD’nin 1984 yılının Mart ayında ülkeyi terk etmesi ve ardından Lübnan hükümetinin 17

Mayıs antlaşmasının geçersiz olduğunu açıklamasının ardından yaşanmıştır.362

Şekil 3.3 Lübnan İç Savaşı'nın Üçüncü Evresinde Güç Dengesi

361 Odeh, 1986: 290.

Lübnan İç Savaşı’nın üçüncü evresinde Batılı ittifakı daha fazla hissedilmiştir. Bu bağlamda toplam güç bakımından da avantajlı durumda olmalarından kaynaklanarak FKÖ’nün Lübnan’dan çıkmasının temel nedeni oldukları söylenebilir. Suriye’nin Lübnan içindeki bölünmüşlükten kaynaklı ülkedeki etkisini artırması ise Batı ittifakının karşısında kendisini konumlayarak olmuştur. Ülke içindeki bölünmüşlüğün doğal sonucu olarak Dürzîler ve diğer Müslüman sol gruplar Suriye’nin ardıncılığını yapmak durumunda kalmışlardır. Aksi takdirde bu küçük grupların sınırlı güçleri bulunduğundan dolayı, kuramda da bahsedildiği gibi yok olma tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda hem Dürzîler için hem de diğer gruplar için Suriye ile birliktelik, içlerinde bulundukları siyasal durumun getirdiği bir zorunluluk olarak görülebilir.

Harita 3.3 Lübnan İç Savaşı'nın Üçüncü Evresi

Kaynak: Columbia Üniversitesinin Ortadoğu Haritaları bölümünden yararlanılarak oluşturulmuştur. Ayrıntılı bilgi için: http://gulf2000.columbia.edu/maps.shtml (erişim tarihi: 15.04.2017)

Dürzîler açısından Suriye’nin müttefikliği güvenilir olmamıştır. Marunîlere karşı yaşanan birliktelikler Suriye’nin çıkarlarıyla çatıştığı noktalarda sonlanmış, hatta kimi zaman Dürzîlerle Suriye karşı karşıya gelmiştir. Söz konusu karşı karşıya geliş Lübnan İç Savaşı’nda ikinci kez yaşanmıştır. Bu da 1984 yılından sonra, Soğuk Savaş sonlanana kadar somut bir şekilde devam etmiştir. Daha sonra da günümüze kadar Suriye ile Lübnan Dürzîleri ideolojik olarak karşı kutuplarda yer almışlardır. Dolayısıyla Dürzîlerin savaşta oynadıkları rol, savaşın dördüncü evresi olarak değerlendirilen 1984 ile 1990 yılları arasında değişmeye başlamıştır.

3.3.6.4. 1984-1990 Savaşın Dördüncü Evresi ve Ortaklar Arasındaki Rekabet

Marunîlerin dağılmasının ardından Lübnan’ın iç karışıklıkları bitmemiştir. Aksine ülkedeki savaş, beklenmedik gelişmeleri ortaya çıkarmıştır. Bu beklenmedik gelişmeler, Marunîlerin bozgununa kadar devam eden ittifakların birbirleriyle olan rekabetinden kaynaklanmıştır. ABD ve Fransa’nın da Lübnan’ı terk etmesinden kaynaklanan boşluğu, Lübnan içerisindeki kazanan gruptakiler kendileri doldurmaya çalışmıştır. Bunun için de güneydeki İsrail’i hesaba katmadığımızda sayılabilecek en büyük güç Suriye ve desteklediği ardıncıları olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Suriye ve desteklediği Emel partisi kendilerini Lübnan’ın hamisi olarak değerlendirmeye başlamışlardır. Dürzîler yukarıda da bahsettiğimiz üzere ayrı bir devlet gibi güç dengeleri değiştikçe pozisyonlarını değiştirmişlerdir. Suriye ile aralarındaki müttefiklik ilişkileri kendileri açısından ya zorunluluktan kaynaklanmış, ya da çıkarları o doğrultuda kesiştiğinden yaşanmıştır. Fakat Dürzîler açısından Suriye ile aralarındaki ilişki hiçbir zaman stratejik müttefiklik noktasında

olmamıştır.363

Savaşın Dördüncü evresinde ise Suriye, Emel partisine sonsuz destek vermiş ve karşısında beklenmedik bir şekilde Hizbullah yer almıştır. Suriye ilk yıllarında Hizbullah’ı desteklememiştir zira İran’a olan yakınlıkları ve ideolojileri, kendilerini rahatsız etmiştir. İran ile Suriye’nin İsrail karşıtlığında yaptıkları ortaklık, Lübnan’da hegemon güç olma yolunda verilen rekabette son bulmuştur. Zira Hizbullah’ın ABD ve İsrail’e karşı yaptığı ses getiren

operasyonlar neticesinde kazandığı popülerlik, Suriye ve Emel’i rahatsız etmiştir. 364

Beyrut’ta çok etkili olan Emel milisleri Filistinlilerin mülteci kamplarından çıkarılmaları yönünde faaliyetlere girişmesi ortaklığın son bulmasına yetmiştir. Emel partisi Lübnan’ın yegâne hâkimi olmak istediğini, tüm Filistinli milisleri ülkeden çıkararak göstermek istemiştir. Arafat önderliğindeki Filistinliler ise Lübnan içerisindeki etkilerini devam ettirmek istemişler, fakat bu Suriye tarafından karşı çıkılan bir istek olmuştur. Emel

363 Rasler, 1983: 421-456.

milisleri, savaşın üçüncü evresinde yine Sabra ve Şatilla kamplarından başlayarak, Batı Beyrut’ta Arafat’ın milislerinin bulunduğu bölgeleri abluka altına almış, savaşı tekrar başlatmıştır. Arafat’ın milislerinden çok sivil halkın zarar gördüğü operasyonlar bilhassa Dürzîler ve Sünni Müslümanlar tarafından Sabra ve Şatilla katliamının anımsanmasına vesile olmuş, Emel’in siyasi popülerliği ve güvenilirliği, halk nezdinde hızlı bir şekilde tükenmiştir. Emel ve Suriye’nin bu hamleleri güç dengesinin klasik kuramının somut bir örneğini bize yaşatmış ve en güçlü durumdaki Suriye ile Emel’e karşı Dürzîler, Sünni Müslümanlar ve Hizbullah’ın birleşmesini sağlamıştır. Buradaki en ilginç hadise ise Falanjistlerin dahi Dürzî kampına katılmalarıyla yaşanmıştır. Dürzîler, Suriye’nin Lübnan üzerindeki etkisinden aslına bakıldığında hep rahatsız olmuşlardır ve kendilerinin mecburi ardıncısı olmadıkları ilk fırsatta ayrı ittifakta yer almışlardır. Bu da bize Dürzîlerin adeta bir devlet gibi karar alıp çıkarları

doğrultusunda güç dengesinde hamle yapabildiğini göstermektedir.365

Emel milislerinin eski müttefiki Hizbullah ile somut bir şekilde savaşmaya başlaması 1988 yılında gerçekleşmiştir. Lübnan İç Savaşı’nın son evresinde artık bilinen eski ittifakların yerini Dürzî-Hizbullah ittifakı almıştır. BM barış gücü komutasında görevli olarak bulunan ABD’li Albay Higgins, Emel Partisi lideri Nebi Berri ile güney Lübnan’ın Tire kentinde

görüşmüştür. Dönüş yolunda İran destekli Hizbullah tarafından kaçırılmıştır.366

1990 yılında öldürülene kadar da tutsak kalmıştır. Higgins hadisesi ise Emel ile Hizbullah arasındaki kutuplaşmayı zirve noktasına çıkarmıştır. Emel milisleri Hizbullah’a karşı başlangıçta birkaç başarılı operasyon gerçekleştirse de ciddi zarar vermeyi başaramamıştır. Hatta bu esnada

İsrail de Hizbullah’a saldırıda bulunmuş ve 40 militanı öldürmüştür.367

Söz konusu savaşta İsrail’in rolünün yanında da İran devrim muhafızlarının Hizbullah’a doğrudan desteği olmuştur. Fakat savaşı Hizbullah’ın lehine çeviren gelişme, Dürzîlerle yapılan ittifak sayesinde gerçekleşmiştir. Dürzîler İç Savaş’ın üçüncü evresinde Uluslararası gücün de ülkeyi terk etmesiyle birlikte jeostratejik olarak elde edemedikleri tek şey olan denize çıkışı da elde etmişlerdir. Bu bağlamda Beyrut’un hemen güneyinde yer alan Khalde limanında kontrolü sağlamışlardır. Söz konusu liman stratejik olarak Hizbullah ile yaptıkları ittifakta çok yararlı olmuştur. De facto Dürzî limanı olan bölgede Hizbullah’ın konuşlanmasına izin vermişlerdir. Böylelikle Hizbullah’la ittifaklarını somutlaştırmışlardır. Savaş’ın son evresinde kilit rol oynayan bu Dürzî müdahalesiyle, Emel milislerine ve yakında bulunan Emel’in kontrolündeki Uzay limanına saldırı gerçekleştirilmiş ve Emel milisleri neredeyse tamamen yenilgiye uğramıştır. Emel’in yenilgiye uğratılması, Dürzîler ve

365

Fisk, 2001: 584-628.

366 Picco, 1999: 32-40. 367 Goodarzi, 2009: 259.

Hizbullah’ın Beyrut’ta söz sahibi olması anlamına gelmiştir. Fakat Suriye’nin diplomatik

müdahalesi ile savaşın gidişatı farklılaşmıştır.368

Dürzîler her ne kadar doğru stratejik hamlede bulunurlarsa bulunsunlar güçlerinin sınırlılığından dolayı Lübnan’da eski parlak günlerini yakalayamamışlardır. Bunun en büyük nedeni ise Lübnan içerisindeki gruplardan hangisi ön plana çıkarsa çıksın, Suriye onunla görüşme yapmış Lübnan’da kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı ardıncısına dönüştürmüştür. Bu bağlamda Dürzîler, Lübnan içerisinde ön plandaki topluluk dahi olamamıştır. Zira Hizbullah ile yaptığı ittifak da Emel’in dengelenmesi amacını taşımıştır.

Suriye, bahsettiğimiz üzere Hizbullah liderini Lazkiye’de ağırlamış ve kendisiyle anlaşmaya varmıştır. Bunun üzerine Hizbullah Suriye’nin güney Beyrut bölgesinde 3500 askerini konuşlandırmasına rıza göstermiş, Emel Partisi lideri Berri ise kendisine bağlı bulunan milislerin feshedilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine Suriye, Lübnan’daki varlığını güçlendirirken, Dürzîler Emel’in Lübnan’da yegâne hegemon güç olmasının önüne geçmiş fakat kendileri için yeterli kazanımı elde edememiştir. Zira uzun sürecek Suriye-

Hizbullah ittifakı başlamıştır.369

Ortaklar arasında bir anlaşmanın tesis edilmesiyle birlikte 1990’lı yıllarda Hizbullah adeta Lübnan içerisinde ayrı bir İslam devleti gibi, İsrail’e karşı mücadelede tek adres haline gelmiştir. Bu bağlamda Suriye ve İran, Lübnan’daki varlıklarını Hizbullah ortaklığı üzerinden tesis etmişlerdir.

Lübnan İç Savaşı, Arap liginin de arabulucu olarak devreye girmesiyle imzalanan Taif antlaşmasıyla sona ermiştir. Dürzîlere antlaşmanın kayda değer bir getirisi olmamıştır. Taif antlaşmasıyla Lübnan Meclisindeki sandalye sayısı 99’dan 128’e çıkarılmıştır. Mecliste 6 adet olan Dürzîlere ayrılan sandalye sayısı 8’e çıkarılmıştır. Dürzîler Lübnan İç Savaşı boyunca güç dengesi teorisinin tipik örneklerini sergileyerek, savaş süresince farklı ittifaklarda yer almışlardır. Fakat çoğunlukla demografik dezavantajlarından kaynaklanan şekilde Lübnan’da

baskın güç olarak ön plana çıkmayı başaramamışlardır.370

İç savaşın sonucunda Marunîlerin temsiliyetteki üstünlükleri sona ermiştir. Fakat demografilerine göre her hangi bir kayıp yaşanmamış, bire bir oranında temsiliyet hakkı elde edebilmişlerdir. Bunun yanında savaş, Filistinlilerin Lübnan’dan çıkarılmalarıyla sonuçlanmıştır. Lübnan’da önemli bir güç olan Hizbullah’ın doğuşuna vesile olmuştur. Bunun yanında Sünni Müslümanlardan seçilen başbakanlık yetkileri güçlendirilmiştir. Suriye Avali nehrinin kuzey bölgesinde neredeyse tüm Lübnan’da varlığını güçlendirmiştir. Savaşın

368

Chehabi, 2006: 227.

369 Hirst, 2012: 265. 370 Norton, 1991: 457-473

sonunda Güney Lübnan sorunu doğmuştur. İsrail’in bölgedeki varlığından kaynaklanan sorun 21.yüzyıla kadar ulaşmıştır. Lübnan İç Savaşı’nın son bulması, Soğuk Savaş’ın da son bulmasıyla aynı zamana tekabül etmektedir. Bu durum tüm dünyada uluslararası sistem değişiminin başlangıcını oluştururken, Ortadoğu’nun da yeni ve daha da karmaşık bir döneme

adım atması anlamına gelmiştir.371

3.3.7. 1990-2000 Dönemi Lübnan

1990 yılıyla birlikte Soğuk Savaş artık bitmiş, uluslararası sistem boşluğa düşmüştür. SSCB tasfiye olduktan sonra birçok uluslararası ilişkiler uzmanı ABD’nin artık tek süper güç olduğu konusunu belirtmiştir. Francis Fukuyama gibi düşünürler nihai sistemin Batılıların

sistemi olduğunu söylerken372, Samuel Huntington gibi düşünürler ise Medeniyetler arasında

gerçekleşecek rekabetten yeni bir sistemin doğacağını belirtmiştir.373

1990’lı yıllar söz konusu sistem arayışıyla geçerken bu arayışın yansımalarını görmek Ortadoğulular için on yıl kadar süren bir zaman almıştır. 90’lı yıllarda Lübnan’da Dürzîler, bölünmüş bir ülkenin içinde Velid Canbolat önderliğinde Suriyelilerin ülkeden çıkması için siyaset yapmıştır. Söz konusu yıllarda daha pasif bir rol oynayan Dürzîler Lübnan’da en etkin güç konumuna gelen

Hizbullah’ın İsrail ve Batı ile olan mücadelesinin gölgesinde kalmıştır.374

Suriye ve onun en önemli ardıncısı Hizbullah, 90’lı yıllar boyunca İsrail mevzilerine yaptığı füze saldırıları ve İsrail’in kendilerine karşılık vermelerine sahne olmuştur. Dürzîler söz konusu yıllarda tekrar devlet içerisinde ayrı bir devletmiş gibi hareket etmiş ve çıkarları

doğrultusunda hamle yapmıştır.375

371 Ghosn ve Khoury, 2011: 381-397. 372 Daha fazla bilgi için bk. Fukuyama, 2011 373

Daha fazla bilgi için bk. Huntington, 2014

374 Makdisi, 1996: 23-26. 375 Harik, 1996: 41-60.

Şekil 3.4 Soğuk Savaş Sonrası Lübnan'daki Güç Dengesi

Soğuk Savaş’ın ardından Suriye, İran ve Hizbullah ittifakı belirginleşmiştir. Söz konusu ittifakın daha fazla ön plana çıkmasının nedenlerinden birisi Irak-İran savaşı’nın sonlanmasıyla İran’ın elinin rahatlaması olarak gösterilebilir. Bunun yanında Irak’ın Soğuk Savaş’ın hemen ardından Kuveyt’e saldırarak ciddi bir stratejik hata yapması Suriye-İran- Hizbullah İttifakının daha fazla elini rahatlatmıştır. Zira Suriye’nin ve İran’ın geleneksel rakibi olarak Irak pasifize olmuştur.

Dürzîler bu dönemde Suriye-İran-Hizbullah ittifakından kopmaya başlamıştır. Lübnan’da artan Hizbullah etkisi ile birlikte Dürzîler geleneksel düşmanları olan Marunîlere karşı geçmişteki kadar reaksiyon göstermemeye başlamıştır. Bunun nedeni olarak Marunîlerin etkisinin Lübnan’da hissedilir biçimde azalması olarak gösterilebilir. Dürzîler ile Marunîlerin eski husumetlerinin Soğuk Savaş sonrası yaşanması güç dengesini doğrular niteliktedir. Lübnan’da Hizbullah’ın baskın güç haline gelmeye başlamasıyla birlikte Dürzîler Hizbullah’ı dengelemek için, Soğuk Savaş sırasındaki konumlarını değiştirmeye başlamıştır.

Lübnan kurulduğundan bu yana ülkede İsrail’in doğal müttefiki ve en önemli gücü olan Marunîler bilhassa askeri olarak yerlerini Hizbullah’a bırakmıştır. Dürzîler kurdukları ittifaklardan bir yarar sağlayamamış ve sonunda kuzeyi Suriye’nin, güneyi ise İsrail’in işgali

altında bir ülkede birçok sekter grubun arasında stratejik bölgelerinde varlıklarını sürdürmeye

devam etmişlerdir. Kendileri için asıl önemli gelişmeler 2000’li yıllarda yaşanmıştır.376

3.3.8. 21. Yüzyılda Lübnan ve Dürzîler

ABD’nin dünyanın tek süper gücü olduğu yönündeki iddiayı destekler nitelikte gelişmeler ise 11 Eylül 2001 günü ABD’ye düzenlenen El-Kaide saldırıları sonrası gerçekleşmiştir. Söz konusu saldırılardan sonra ABD bir güç politikası uygulamaya koyarak

Ortadoğu’yu yeniden tasarlamak için harekete geçmiştir.377

ABD’nin söz konusu politikası İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi tarafından sınırsız destek görmüştür. ABD’nin Ortadoğu’da uygulamaya başladığı bu politika neticesinde günümüze kadar ulaşan ciddi bir çözülme yaşanmıştır. Söz konusu çözülme etnik, dini ve mezhepsel alanları kapsayan ve kendi içerisinde belli bir tutarlılığı olmayan boyutlarda yaşanmaktadır. Bu bağlamda İsrail’in de devlet politikasının vazgeçilmez bir unsuru olarak Ortadoğu’da olabildiğince küçük devlet

kurulma olasılığı gündeme gelmiştir.378

11 Eylül 2001 saldırılarından bir sene kadar önce İsrail güney Lübnan’ı boşaltmıştır. Bu aşamada Lübnan’da işgalci olarak yalnızca Suriye kalmıştır. 9/11 saldırılarından sonra hedefe konan yönetimlerin başında da Baas rejimleri gelmiştir. Bu bağlamda Suriye yönetimi de Bush dönemi ABD’si tarafından sıklıkla hizaya getirilmesi gereken ülkeler arasında