• Sonuç bulunamadı

2.2. İDEOLOJİ VE HEGEMONYA EKSENİNDE MEDYA SÖYLEMİ

2.2.2. İdeoloji ve Hegemonya

Marksist düşünürlerden olan Antonio Gramsci, Louis Althusser gibi salt eko- nomik alt yapı üzerine yoğunlaşarak yapılan analizlerin, üst yapının işleyişini, ideo- lojinin etki boyutunu tam olarak açılayamayacağından, hareketle, üst yapı kurumları- nın görece özerkliğini gündeme getirmiştir (Barrett, 2004:79). Gramsci tarafından ortaya atılan ve iktidarla pratik arasındaki bağlantıyı araştıran hegemonya kuramı, medyanın eleştirel çözümlemelerinde kullanılan güçlü bir akım olmuştur (Shoemaker ve Reese, 2002:150). Gramsci, devletin zora dayalı iktidarını vurgulamak yerine, ikincil konumdakilerin sisteme olan rızasını sürekli biçimde kazanılmasını ve yeni- den kazanılmasını içeren ‘hegemonya’ kavramı üzerinde durmuştur. Bireye zorla

dayatılan şeyleri yapmaktan, onu zevk alır hale getiren duruma Gramsci ‘hegemon- ya’ demiştir. “Gramsci’ye göre hegemonya, entelektüel ve moral liderliktir ve temel elemanları da rıza ve iknadır. Toplumda belli sınıflar ekonomik ve ideolojik anlamda çeşitli şekillerde ezilmektedir. Ezilen grupların rızasını almak isteyen güçlü grupların çabalarını Gramsci ‘hegemonya’ terimiyle karşılar” (Doğru Arsan, 2004:154-155). Gramsci, Hapishane Defterleri isimli çalışmasında hegemonya kavramından şu şe- kilde bahsetmektedir:

“Hegemonya, proletarya diktatorasını, yani egemen sınıfın karşıt gruplar üze- rinde kaçınılmaz olarak uygulayacağı zorlamayı öngerektirir. Ama proletar- yanın, rızası kazanılmış ve “etkin rıza”nın örgütlenmek istendiği bütün bağla- şıklarının (köylülük vb.) entelektüel ve moral (kültürel) yönetimidir de bu” (Gramsci, 1986:73).

Gramsci’nin (1986: 74-75) siyasal güç ilişkisini belirleyen hegemonya kavra- mı, güç ilişkilerini çözümlemesiyle doruk noktasına varır. Gramsci, toplumsal hege- monya ile politik hükümetin ast işlevlerinin yerine getirilmesi için yani etkin rızanın ve zorlama aygıtının örgütlenmesi için de, egemen grubun ‘memurları’ olarak adlan- dırdığı aydınların işlevi üzerinde durur. Gramsci’ye göre, yönetici sınıfın toplumun diğer kesimleri üzerinde hegemonyasını kurabilmesi için bir aydınlar politikası geliş- tirmesi gerekir. Yönetici sınıfın orta ve alt sınıflar üzerinde hegemonya kurma süreç- lerinde siyasal ve ideolojik-kültürel işlevleri aydınlar yerine getirir (Atalay ve Kalfa, 2008:31).

Gramsci’ye (1986:18) göre, bağımsız bir aydınlar11 sınıfı yoktur, ama her top- lumsal grup kendi öz aydınlar katmanına sahiptir ya da onu oluşturmak ister. Bunun- la birlikte tarihsel olarak ilerlemeci sınıfın aydınları, belirli koşullar içinde, öyle bir çekicilikte bulunurlar ki, sonunda öbür toplumsal grupların aydınlarını kendilerine bağımlı duruma getirir ve bütün aydınlar arasında bir dayanışma sistemi kurarlar. Bu grup, yeni ekonomik-üretken etkinlik alanlarını egemenliği altına almak için, yalnız- ca varoluş gerekliliklerini yerine getirerek değil, tüm toplumu ilerleterek kendiliğin- den ortaya çıkar. Bu toplumsal grup işlevlerini yerine getiremeyecek duruma gelince de ideolojik blok çatlamaya yönelir o zaman kendiliğindenlik yerini darbe gibi zor-

11 Gramsci için Aydınlar-Entellektüeller, “geniş anlamıyla örgütleyici işlevi olan” herkesi kapsamak-

lamaya bırakır. Aydınlar bir taraftan yönetici sınıfın diğer sınıflar üzerindeki ideolo- jik hegemonyasını kurarken, diğer taraftan da siyasal yönetim işlevini yerine getirir.

Hall (2005b:230) da başat sınıfların ideolojiler alanını olumlu bir şekilde he- gemonya inşa etmek için kullanabilmelerinin meşruluk ve rıza yoluyla mümkün ol- duğunu ama aynı zamanda ikinci olarak, başat sistemin tahakkümü altında kalan sı- nıflardan belli bir kabul görebilmesinin de ancak meşruluk ve rıza yoluyla mümkün olabileceğinin altını çizer. Hall, rızayı sağlayan aygıtları “hegemonya, devletin bas- kıcı yönünün –aynı zamanda kısmen ideoloji yoluyla işleyen yasa, polis, ordu– yanı sıra üst yapılara ait failler –aile, eğitim sistemi, kilise, medya ve kültürel kurumlar- aracılığıyla başarılır” (2005b: 215) şeklinde sıralamıştır. Hall, hegemonyanın hukuk- sal ve meşru zorun yanı sıra, hegemonya içinde tabi durumdaki sınıfların ve toplum- sal grupların aktif rızalarının kazanılması yoluyla başarıldığı üzerinde durmaktadır (2005b: 115).

Sonuçta hegemonya, genel olarak, bir egemen iktidarın kendi yönetimi için, hâkimiyeti altındaki insanların rızalarını kazanmada başvurduğu pratik stratejiler alanı, “bir güç kazanma ve sürdürme yöntemi” (Lull, 2001:51) olarak karşımıza çık- maktadır. Hegemonya oluşturmak ise, “…toplumsal yaşamda, birisinin kendi “dünya görüşünü” bir bütün olarak toplum bünyesine baştan sona yayarak ve bu şekilde ken- di çıkarları ile toplum çıkarlarını büyük ölçüde eşitleyerek ahlaki, siyasi ve entelek- tüel önderlik kurması” demektir (Dursun, 2001:31-32).

İdeolojinin kullanılması daha doğrusu ondan yararlanma konusunda çok deği- şik yöntem ve araçlar kullanılmaktadır. Ancak kitle iletişim araçlarının bu konuda ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Çünkü kitle iletişim araçları günümüzde ideo- lojik aygıtların en etkilisidir ve ayrıca en ideal ideoloji taşıyıcılarıdır (Kazancı, 2002:77). Medyanın ideolojiyi taşıması ve medyayı izleyen/okuyan/dinleyenlere rızaya dayalı olarak ideolojisini kabul ettirmesi ve devamlılığını sağlaması noktasın- da önemli bir yere sahiptir.

Çam (2008:237) medya çalışmalarını şekillendiren ideoloji kavrayışını “hegemonik motifli ideoloji kavrayışı” olarak tanımlamaktadır. Bu kavrayışa göre,

mevcut hegemonyanın muhafazası ve devamlılığı korunduğu sürece yönetilenlerin, yerleşik hegemonyaya karşı olumsuz tepki geliştiremeyecekleri varsayılır ancak bu durumun hiçbir zaman sürekli olmayacağı da kabul edilir. Hegemonyanın kazanabi- leceğini ancak güvence altına alınamayacağını bu durumda hegemonyanın gerilim ve istikrarsızlıkla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğu da bir gerçektir.

Hall (2005a:116), medya ve öbür anlamlandırıcı kurumların oydaşmanın üre- tilmesine yardım eden ve rızayı imal eden kurumlar olarak sorunun içine dâhil edil- diğini ifade etmiştir. Hall, bu yaklaşımın medya kurumlarının, kendilerini yönetmek isteyenlerin dolaysız zorlamalarından ‘özgür’ ve ‘bağımsız’ kalırken, aynı zamanda başat ideolojilerin üretimlerine ve yeniden üretimlerine nasıl eklemlenebileceklerini tanıtmada kullanılabileceklerine vurgu yaparak böylesi kurumların güçlü bir şekilde rıza sağlayabileceklerinin altını çizmiştir.

Günümüzde kendilerini toplumun organize edicisi olarak gören politikacılar ve sermayedarlar (baskın sınıf) ile, kendilerini toplumun eğiticisi, moral önderi olarak gören gazeteciler arasında toplumsal rızanın üretimi açısından ciddi bir işbirliği söz konusudur. Onlar, bir yandan organik olarak birbirlerine bağlı üst ve alt sınıflar ara- sındaki iletişimi kuran aracılar vazifesi görmektedirler; diğer yandan da, egemen ideolojinin meşrulaştırma uzmanı olarak alt sınıfla (cultura popalare) ait oldukları üst sınıf (alta cultura) arasındaki problemleri ve karşı çıkışları yatıştırma görevi üstlenir- ler (Doğru Arsan, 2004: 155-156). Gramsci’nin ideolojik hegemonya kuramına göre kitle iletişim araçları yönetici seçkinlerin, zenginliklerini, güçlerini ve konumlarını (kendi felsefelerini, kültürlerini ve etik değerlerini yayarak) sürdürmekte kullandıkla- rı araçlardır. Bu araçlar gerekli öğeleri bireylerin bilincine, başka türlü orada asla yer alamayacak şekilde öylesine yerleştirirler ki bilinç, onları asla reddedemez. Çünkü bu öğeler söz konusu toplumsal kültürde olabildiğince derin bir paylaşım alanına sahiptirler (Lull, 2001:52).

Kitle dolayımlı ideolojiler, etkili bilgi dağıtımı yapan araçlarla ilişki içindeki bir sistem tarafından desteklenmekte, güçlendirilmekte, toplumsal ve kültürel gerçek- liğin her yanına yayılan toplumsal pratiklere dönüşmektedirler. Mesajlar, okullardan, iş dünyasından, siyasal örgütlerden, ticari birliklerden, dini gruplardan, ordudan ve

bunların tümünü birlikte ideolojik olarak ambalajlayan medyadan çıkan statükonun destekleyicisidirler. İdeolojik etkinin bu karşılıklı değerlendirme ve karşılıklı pekiş- tirme süreci, hegemonyanın temelini oluşturmaktadır (Lull, 2001:53).

Hegemonyaya direniş elbette ki her zaman, çoğunlukla da mizahta bu tür açık karşıtlıklar ve ideolojik dönüşümler biçiminde olmaz (Lull, 2001:62). Medyanın her kullanımı, her işlevi ve sunumu özde bir manipülasyona dayanır. Medyanın en ma- sum etkinliğinde bile bir ideolojik işlevden, manipülasyondan bahsedilebilir (Güneş, 2001:158). Medya mesajlarının, günlük kişilerarası söylemle kaynaşan içeriği, ge- nelde onlara içkin olan egemen ideolojik ve kültürel ögelerin sunulması, pekişmesi ve yaygınlaşmasına katkıda bulunur. Çünkü izleyiciler, medya içeriği biçiminde ken- dilerine sunulan mesajlardan seçim yapabilmektedirler. “İletişim araçları aynı anda ve aynı yerde hem baskıcı hem de özgürleştirici olabilmektedirler” (Lull, 2001:225).