• Sonuç bulunamadı

Dil ve Söylem Yapılarının Gerçeklikle/Hakikatle İlişkisi

2.3. İDEOLOJİ-DİL-SÖYLEM VE ANLAM İLİŞKİSİ

2.3.2. Dil ve Söylem Yapılarının Gerçeklikle/Hakikatle İlişkisi

Dil özne yaklaşımlarındaki farklılaşmalar, hakikat ve gerçeklik tartışmalarıyla da paralel ilerlemiştir. Yapısalcılık sonrası yaklaşımlar nesnelerin ve bilginin söylem içinde inşa edildiğini ve hangi söylemin gerçekliği yansıtabildiği hakkında haklılaştı- rabilecek bir varsayım olmayacağını öne sürmektedirler. Nesnel olduğu öne sürülen bir gerçeklikte ısrarın tahakkümün basit bir aracından başka bir şey olmadığını vur- gulayan ve nesnelden yola çıkarak anlama yerine özneden yola çıkarak anlama üze- rinde vurgu yapan bu akımlara göre, dilde dolaylama olmaksızın nesnel gerçeklik kurulamaz. Dil kuramındaki sözü edilen gelişmeler önceden varolan bir gerçekliğin yansıtılması yerine anlamlandırma süreci içinden bilişsel dünyaların etkin inşası gö- rüşünü güçlendirecek şekilde ele alınmaktadır. Toplumsal gerçekliğin kurulması ise mücadeleli ve dinamik bir süreçtir (Dursun, 2001:51).

Zizek de “ideoloji eleştirisinin” hedefinin “gerçeği” açığa çıkarmak olduğunu vurgulamaktadır. Zizek’in önerdiği çerçevede “gerçek”, gerçekliğin bastırılmış, ka- patılmış, yoksanmış ve simgelenmemiş ama yokluğunda varolanı belirleyen kurucu öğesidir. Bu anlamda gerçek simgesel olarak kurulmuş gerçekliğin, simgelenmemiş çekirdeğidir (Zizek, 2005:34).

Zizek ( 2005:26) dil ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi Shakespeare’in en ilginç oyunlarından biri olan Richard oyununda geçen “yamuk bakmak” metaforuyla açık- lamaktadır. Zizek’e göre bir resme dosdoğru bakıldığında bulanık bir nokta gibi gö- rünen bir ayrıntısının, “yamuk”, yani belli bir açıdan baktığımızda açık seçik, net bir biçim kazandığını ifade etmektedir. Zizek (2005:28) dilin ortaya çıkışının gerçeklikte bir delik açtığını ve bu deliğin de bakışımızın eksenini kaydırdığını ifade etmektedir. Zizek, dilin “gerçekliği” ve Şey’in ancak yamuk bakılarak doldurulabilecek boşluğu- nu kendi içinde çiftlediğini söylemektedir. Lacan psikanalizinde gerçeklik, her za- man “simgeseldir”. Yani özne, bir dil ve kültür alanı içinde var olur ve bu “simgesel düzenden” edindiği kodlar, göstergelerle, kendini oluşturur. Ancak öznenin “simge- sel düzen” içinde var olması, herhangi bir simgeyle ifade edilmemiş, mevcut simge- lerde karşılığını bulamayan itki ve arzuları “boşlukta” bırakır. Bu, varlıktaki yokluk- tur. Zizek, Lacan psikanalizinin bu çözümleme çerçevesini kullanarak gerçekliğin

her zaman “simgesel mekanizmalar tarafından oluşturulduğu, yapılandırıldığı” var- sayımından hareket etmektedir. Bu bağlamda sorun “gerçekliğin simgesel olarak kuruluşunun gerçeği içermede her zaman başarısız olmaya mahkum olmasıdır”. Bu nedenle, gerçek, her zaman geride bırakılmış bir “simgesel borç”un baskısı altında kalacaktır. Bu anlamda gerçek, gerçeklikte olmayandır ve gerçeklik hiçbir zaman tam ve nihai olarak kurulamayacak ve sürekli değişim içinde olacaktır (Ertuğrul, 2004:31).

Toplumun bir söylem cemaatleri şebekesi olduğunu savunan Sözen’e göre (1999:12) farklı gerçeklikler, farklı dil formlarına denk gelmekte ve dil yapılarıyla yani söylemlerle yapılanmaktadır. Eylem ve dil pratiği olan söylemler, farklı ideolo- jilere, farklı anlatımlara ve farklı beyanlara dayanmaktadır. Ellul’a göre, (2004:44), dil çağrışımlar ve imalarla işlemektedir. Anlamın belirsizliği üzerinde duran Ellul (2004:45), söylemlerin çok anlamlı bir yapıya sahip olduğunu bu yüzden dilin daima iyi düzenlenmesi ve yorumlanması gerektiğini söylemektedir.

Dilin dinamik ve dolayımlayıcı boyutu olan söylemin önemi tam da bu nokta- da, gerçekliği yeniden tanımlayabilmesinde yatmaktadır. Buna göre gerçeklik, şeyle- rin anlamlandırma tarzlarının sonucu olarak kavranmaktadır (Dursun, 2001:52). Hall (2005a:99) göndergesel dil yaklaşımında dilin gerçekliğinin kendisinin sunduğu ha- kikat karşısında saydam olduğu düşüncesinin hakim olmasının, gerçek dünyanın kendisi hakkındaki herhangi bir ifadenin doğruluğunun hem kökeni hem garantisi olduğunu gösterdiğini belirtmektedir. Uzlaşmacı ya da kurgucu dil teorisinde, ger- çeklik süreç içerisinde şeylerin anlamlandırma tarzının sonucu ya da etkisi olarak kavranmaya başlanmıştır.

Söylem kavramının tüm toplumsal ve siyasal yaşamın zorunlu yapıcı unsuru olarak öne çıkarıldığı postyapısalcılık, postmodernizm gibi yaklaşımların, “hakikat” karşısındaki kuşkuculukları ve öznenin tutarsız oluşumuna yönelik vurguları ise, ortak eğilimleri olarak belirtilebilir. İdeoloji kavramına yönelik değerlendirmelerin- deki temel farklılıksa, postyapısalcılığın ideoloji eleştirisinin yerini ideolojik olarak etkin öznelerin yaratıldığı söylem bütünleştirmesi ile değiştirmesine karşın postmodernizmin ideolojiye son vermesi olarak belirtilmektedir. İdeolojinin maddeci

bir kurama kavuşturulması amacıyla dile, özneye ve söyleme ilişkin getirilen yeni yorumlamalarla, ideoloji kuramlarına içkin determinizm, nedensellik, toplumda fail- lerin ontolojik yeri ve bunların yapılarla ilişkileri gibi sorunlara farklı açıklamalar geliştirilmiştir (Dursun, 2001:46).

Fairclough’a (2003:158-159) göre de, dil, ideolojinin maddi bir biçimidir ve dil ideoloji tarafından kuşatılmıştır. Söylem yapılar tarafından biçimlendirilir ama yapıların biçimlendirilmesine ve yeniden biçimlendirilmesine, yeniden üretimine ve dönüşümüne de katkıda bulunur. Bu yapılar doğrudan doğruya söylemsel/ideolojik bir doğaya sahiptir, ancak bunlar ayrıca dolayımlanmış bir biçim içermektedir. Fairclough (2003:160)’a göre, ideolojik olan; “anlamlar” üzerinde durur ve bu söz- lüksel anlamdır. Fairlough, sözlüksel anlamların önemli olduğunu belirtirken aynı zamanda önvarsayımlar, gönderimler, metaforlar ve tutarlılığın, anlamın tüm yönle- rinde önemli olduğunu söylemektedir. Tutarlılığında öznelerin söylemde ideolojinin oluşturmasında ve yeniden oluşturmasında temel etken olduğunu ifade eden Fairlough, metnin açık olmayan ögelerinin anlaşılır kılınması için öznenin bunları bir araya getirme yeteneğinin de olması gerektiğinden bahsetmektedir. “Biçim-içerik” çatışmasının yanıltıcı olduğunu söyleyen Fairlough (2003:161) ideolojilerin değişik biçimsel özelliklerinin yapı, şema, metin veya kavramlarının içeriği üzerinde düşün- mek gerektiğini ifade etmektedir.

İdeolojiyi maddi bir olgu olarak değerlendirmenin bir yolu, ideolojiyi, dil an- lam ve söylemle ilişkilendirmektir. İdeolojinin dil, anlam ve söylemle ilişkisi konu- sundaki değerlendirmeler bir saptamada kesişmektedir: İdeoloji, iktidarın belirli söz- ler üzerinde etkide bulunduğu durumları ifade etmektedir. Van Dijk’e göre (2005:320), güçlü gruplar ve bunların üyeleri artan yaygınlıktaki ve çeşitlilikteki söylem rollerini, türlerini, vesilelerini ve üsluplarını denetleme ve bunlara erişme olanağına sahiptirler. İktidarlar sadece söylem yoluyla görünmeyip aynı zamanda söylemin öncesinde yer alan toplumsal bir güç olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Söy- lem ve iktidar arasında yakın bir ilişki olduğunu vurgulayan Van Djik, söylemin sı- nıf, grup ya da kurumun ve bunların göreceli konumunun veya üyelerinin statüsünün sahip olduğu iktidarın dolaysız bir tezahürü olduğunu dile getirmektedir. Güçsüz

olanların genellikle günlük konuşmada denetime sahip olduklarını vurgulayan Van Dijk (2005:360), buna karşılık resmi söylem ve medya söylemiyle güçsüzlerin yal- nızca pasif alımlayıcı durumunda olduğunu söylemektedir. Güçlü olanlar, çeşitli di- yaloga dayalı ve özellikle basılı, resmi metin ve konuşma biçimlerine başvurabilmek- te ve ilke olarak büyük kitlelere ulaşabilmektedir. Böylece güçlüler söylemin maddi üretimi, formülleştirimi ve dağıtımını denetlemeleri sayesinde söylem üzerinde dene- tim oluşturabilmektedirler. Dursun’a göre (2001:57-58), ideoloji, dil, anlam ve söy- lem; medya çalışmaları bağlamında özellikle de medya metinleri ve bu metinler ile etkileşim halinde olan öznelerin durumunun tartışıldığı değerlendirmelerde ön plana çıkmaktadır. Bu yüzden medya metinlerinin, ideolojik sürecin işleyişindeki rolü ve ideolojinin medyadaki tasarımı dil, anlam ve söylem ekseninde oluşturulan ideoloji- nin özneler üzerindeki etkisi konusunda medyanın yaptığı katkıların incelenmesi de çalışma açısından önemlidir.