• Sonuç bulunamadı

EGEMENLİĞİN KÖKENLERİ VE GELİŞİMİ

2.1. TEOKRATİK EGEMENLİK

2.1.2. Müslüman Düşünce Geleneğinde İktidar

2.1.2.3 İbni Haldun (1332-1406)

Müslüman dünyasında, devlet ve yönetim üzerine en özgün çalışmayı yapan düşünür ibni Haldun’dur. İbni Haldun’a göre insan toplum içinde yaşamak zorundadır. Bu zorunluluk gıda bulma ve vahşi doğadan gelebilecek tehlikelerden korunma ihtiyaçlarından ileri gelir. Çünkü beslenme ve güvenlik ihtiyaçları ancak yardımlaşmayla mümkün olabilirler (Andıç vd., 2014:17-18). İnsanlar toplum haline geldikten sonra, topluluğun bazı fertleri hayvani taraflarını sergileyip başkalarının haklarına tecavüz etmeye başlarlar. Devlet, toplumdan ayrı bir varlığa sahip olarak bu haksızlıkları önlemek için kurulur (Andıç vd., 2014:24).

Devletin varlık nedeni halkın muhafazasına yönelik beş vazifeyi yerine getirmektir, bunlar “insanların hayatlarının, mallarının, akıl sağlıklarının, namuslarının ve hangi türden olursa olsun inançlarının muhafaza edilmesidir” (İbn-i Haldun, 2015b:268). Müslüman, ilme vakıf, adil, yeterli güç kabiliyete sahip ve bedenen sağlıklı olması gereken devlet başkanı, dini korumak ve dünyevi siyaseti yürütmekle görevlidir (İbn-i Haldun, 2015b:21). Bu kapsamda toplumun ve devletin oluşumu bireylerin iradelerine bağlı olmayıp bir mecburiyettir ve devletin en temel görevi insanlar arasında adaleti sağlamaktır.

gelen asabiyetle kurulur ve yaşar. Çok sayıda topluluğun bulunduğu topraklarda devlet kurmanın zor olduğunu belirten ibni Haldun, sebep olarak da toplulukların birbirlerini reddeden asabiyet duygularını gösterir. Buna karşın güçlü asabiyet duygularının bulunmadığı yerlerde çatışma ve kargaşa halleri daha az olduğu için devlet kurmak daha kolaydır (2015a:15-20). Asabiyet sadece zorunlu ihtiyaçlarla ilgilenen göçebe yaşam tarzının özelliklerindendir. Doğal hayat; göçebeleri güçlü bir yardımlaşma duygusu ile birbirine bağlamış, güvenliklerini kendileri sağlamak zorunda kaldıkları için yiğitlik ve cesaretle donatmış, iyi huylar edinmede medeni (kentsel) yaşamdan daha elverişli oluşu nedeniyle de daha ahlaklı kılmıştır. Buna karşın şehir halkı dünya değerlerine fazla önem verip, lüks ve gereksiz tüketime kaçarak bir bozulma ve çürümüşlüğün içine düşmüş, güvenliklerini resmi görevlilere bıraktıkları için de korkak ve tembel olmuşlardır (Andıç vd., 2014:58). Göçebelerde; siyasi otorite saygı temelli iken, devlette tamamen güç ve baskıya dayanmıştır (İbn-i Haldun, 2015b:263).

İbni Haldun için tarih bir döngüdür, bir çöküşü yeni bir kuruluş izler ve göçebelikten devletleşmeye (kentleşmeye) döngü yenilenir. Devletler, ordu ve ekonomi olmak üzere iki temel üzerinde yükselir, kuruluştan çöküşe beş aşamadan geçerler. Bu aşamaların kiminde ordu, kiminde ekonomi daha baskın olur. Birinci aşama güç ve otoriteyi ele geçirme aşaması olduğu için birlikte hareket esastır. Devlet başkanı göçebe olan kavminden aldığı güçle başarıya ulaşacaktır, bu nedenle halkla istişare eder ve her açıdan örnek olmaya çalışır. İkinci aşamada devlet kurulmuştur ve başkan halkı yönetimden uzak tutup her şeye tek başına hükmetmeye çalışır. Ayrıca iktidarın kendi soyuna miras kalması için herkese boyun eğdirip, yönetimi kendi ailesine ait kılar. Yakınlarını tehdit olarak görüp kendinden uzaklaştıran hükümdar, az sayıdaki yabancı ile devleti yönetmeye çalışır. Üçüncü aşama refah ve rahatlık aşamasıdır. Lüks yaşam,

şehirleşme, bina ve köşk yapımlarına ağırlık verilir. Dördüncü aşama da devlet çöküşe başlar. Ayaklanmalar görülür. Hükümdar barış içinde yaşamaya yönelir. Komşu devletlerle çatışmamaya, kendinden önceki hükümdarların çizgisinden çıkmamaya çalışır. Beşinci aşama savurganlık, israf ve gereksiz tüketim aşaması olup ülkenin çöküşü yaşadığı aşamadır. İbni Haldun’a göre hükümdarın karakteri her aşamada o aşamanın ruhuna paralel bir değişikliğe uğrar (2015a:43-45).

Devletlerin ömürleri de, çoğunlukla normal insan ömrü olarak görülen 120 yılı geçmez. Buda yaklaşık üç nesle denk düşer (İbn-i Haldun, 2015a:32). İlk nesil iktidarı

eşit biçimde paylaşır. İkinci nesilde gruplardan biri iktidarı tek başına ele geçirir ve diğerlerini uzaklaştırır. Üçüncü nesilde ise bağlılık kopmuş, lüks ve israf artmış, çöküşe geçilmiştir.

İbni Haldun’a göre, vahye dayalı düzen çıkarlara yol vermez, ancak akla dayalı düzenler dünyevi çıkarlara öncelik verirler (2015b:137). İnsanlar ancak din vasıtasıyla ortak iyiye ve güzel düşüncelere yönelebilirler, insanlar arasındaki hırs ve çekememezlik ancak din ile sona erebilir (2015a:9). Halkın çalışma disiplini de ülkenin adaletle olan ilişkisine bağlıdır, ülke adil değilse emeğin bir güvenliği olmadığı için halk çalışmaktan kaçınacaktır. Dolayısıyla devletler ancak Allah’ın emir ve yasaklarına uyulmasıyla tamam olurlar. Adalet, Allah’ın koyduğu bir terazidir. Bu terazinin bekçisi ise hükümdardır. Adaletin olmadığı devlet altüst olup perişan olmaya mahkûmdur. Bu perişanlığın sorumluluğu da bekçilik görevini hakkıyla yapmayan yöneticilere aittir (İbn-i Haldun, 2015a:61-63).

Devlet başkanının dini referans alarak yönetmesi, hem dünya hem de ahiret için daha faydalıdır. Sadece aklı referans alan bir yönetim sadece dünyaya fayda sağlar. Müslüman hükümdarlar siyasetlerini İslam dininin hükümlerine göre şekillendirmeye gayret gösterseler de; Müslüman ya da kâfir, aklı temel alan tüm yönetimler hükümdarın menfaatini ve iktidarın bekasını zor ve baskıyla sağlayıp, halkın menfaatlerini de hükümdara tabi kılarlar (İbn-i Haldun, 2015a:89-90). Yine filozoflar, devletin toplum için var oluşunu fazilet olarak görseler de, siyaset din eksenli değil güç eksenli işlemektedir. Dini dikkate almayan toplumsal-siyasal pratikler ahlaka, hukuka ve özgürlüğe önem vermez, toplumu saltanat için zor ve baskı ile şekillendirilmeye çalışırlar (İbn-i Haldun, 2015b:263-265).

Toplum sözleşmesi kuramcılarına göre, halk yönetime karşı sorumludur, yönetim de halkın çıkarını gözetir. Kuran’a bağlı olarak İbni Haldun’a göre ise, yöneticiler Allah’a itaat ettikleri sürece yönetime itaat edilir. Yönetim hem halka hem de Allah’a karşı sorumludur. İlkinde yapılan anlaşma halkı bağlayıcıdır, ikincisinde yöneticiyi bağlayıcıdır (İbn-i Haldun, 2015b:25). Yine sözleşme kuramcıları alınan bir kararla doğa durumundan siyasal düzene geçildiğini ileri sürerken, İbni Haldun bunun bir zorunluluğun sonucu olduğunu söyler ve devletin de çatışmanın bir ürünü olarak güç sahipleri tarafından kurulduğunu iddia eder (İbn-i Haldun, 2015b:135).