• Sonuç bulunamadı

IV. Kavramlar

IV.3. Sünnet Kavramının Tanımı

IV.3.6. Fıkıhçılara Göre S-n-n Kavramının Anlamı

1. HZ PEYGAMBER’İN TEŞRİ YETKİSİ VE SINIRLARI

1.7. Hz Peygamber’in Teşrî Yetkisinin Sınırları

1.7.6. Hz Peygamber’in Huzurunda Sahâbenin İctihadı

Kur’an-ı Kerim küllî kaideleri ihtiva etmekle birlikte bütün problemlere detaylı açıklama getiren bir yapıya sahip değildir. Onda muhkem derecesinde açık hükümler olmakla birlikte sadece karine bulunan ve bunun delâletiyle hüküm verilmesini icap

340 Abbas Şûmân, Masâdiru’t-teşrîi’l-İslâmî, s. 84.

341 Abbas Şûmân, Masâdiru’t-teşrîi’l-İslâmî, s. 84.

342 Risalet döneminde Rasûlullâh (s.a.s.)’ın, sahâbeye içtihatta bulunmaları noktasında herhangi bir

sınırlama getirdiği bilinmemektedir. Bu konu hakkında cumhur, sahâbenin asr-ı saadette içtihatta bulunmuş olmalarını olağan karşılamaktadır. Ancak bu imkanın, sadece Rasûlullâh (s.a.s.)’ın huzurunda gerçekleşebileceği, onun gıyabında dini meselelerde gerçekleşen içtihadın kabul edilemeyeceği fikrine sahip olanlar bulunmaktadır. Bununla birlikte gıyaben gerçekleşen sahâbe içtihatlarından sadece atanan yönetici ve hakimlere ait hükümlerin ya da özel izne mazhar olmuş sahâbenin bundan istisna tutulması gerektiği düşüncesine sahip olanlar da bulunmaktadır. Kısaca sahâbe içtihadını asr-ı saadette mutlak olarak mümkün gören ve verdikleri hükümleri, ümmeti bağlayıcı olarak kabul edenler olduğu gibi bu imkanı belirli şartlara bağlayanlar da bulunmaktadır. Bunların istisnai durumları ise farklılık arz etmektedir. bk. İzmirli İsmail Hakkı, İlm-i Hilâf, s. 263. Bağlayıcılığı ve olabilirliği dikkate alınmaksızın risâlet döneminde sahâbenin içtihadının gerçekleşip gerçekleşmediği ile alakalı da farklı kanaatler bulunmaktadır. Risalet sürecinde sahâbe içtihadını caiz görenler bulunmaktadır. Bu yaklaşıma sahip olanlar arasında Âmidî ve İbn Hâcib bulumaktadır. bk. Âmidî, el-İhkâm, IV/213. Başka bir anlayışa göre ise sahâbe içtihadı vahyin indiği süreçte hiçbir zaman vaki olmamıştır. Bu fikri benimseyenler ise Cübbâî ve Ebû Haşim’dir. Ancak alimlerin çoğuna göre ise içtihat sadece gıyabda mümkündür. Rasûlullâh (s.a.s.)’ın huzurunda ve bulunduğu ortamlarda içtihattan bahsedilemez. Bu kanaate sahip olanların başında ise Gazâlî, İbn es-Sebbâğ ve Ebu’l-Meâlî gelmektedir. bk. İzmirli İsmail Hakkı, İlm-i Hilâf, s. 264.

ettiren ya da ashâb ile isitişare edilerek hüküm verilen343 konular bulunmaktadır. Hz.

Peygamber (s.a.s.)’in sünnetinin önemli bir kısmı kabul edilen fiilleri ve takrirleri, Kur’an’ın uygulamaya yansıyan hali olarak telakki edilebilir. Rasûlullâh (s.a.s.), muhkem ve üzerine herhangi bir açıklama yapmaya ihtiyaç hissettirmeyecek ahkâmı ve istenen diğer unsurları hayatında tatbik ederek tebliğ vazifesini yerine getirmiş, karine ile işarette bulunulan ya da sadece değinilen ancak açık hükümlerle detayı hakkında bilgi bulunmayan konularda tebyin vazifesinin icabı gereği kavli ve fiiliyle değinilen konuya açıklık getirmiş, hüküm boşluğu olan bazı konularda ise teşrî vazifesinin icabı gereği vahyin kontrolü altında müstakil hükümler koymuştur. Müstakil hükümler koyarken bazen ashabıyla istişare ederek hükümler istinbat ettiği bilinmektedir. Zira bu uygulamanın neticesi sonrasında ayet nazil olmuştur344. Sahâbenin mantıksal çıkarımı

ya da naslardan istinbat ederek verdiği hüküm, sünnetin onayından geçtiği zaman takrîrî sünnet olur. Nitekim sahâbenin müdahil olup geçerliliği kabul edilen hükmü345, Hz.

Peygamber (s.a.s.)’in teşrî vazifesini icrada önemlidir.

Sahâbenin dini konularda kendi düşüncelerini dile getirmesi ve bunların kabul görmesi bazı alimler tarafından onların içtihadı ve bu içtihatların onaylanması olarak kabul edilmektedir. Bazıları ise vahiy ile öğrenme imkanı olması hasebiyle sahâbenin içtihadının Hz. Peygamber (s.a.s.) hayattayken gerçekleşmediğini düşünmektedirler. Ancak cumhura göre o dönemde sahâbenin içtihadı aklen mümkündür346. Bu konuyla

ilgili problem olarak sunulan hususlar ve ihtilaflar burada teorik bir tartışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim sahâbenin içtihatta bulunduğunu kabul edenler bu içtihadın vahyin kontrolünden geçtiğini ve böylece onun da vahiy halini aldığı için artık bir içtihattan söz edilemeyeceğini düşünmektedirler. Kabul etmeyenler ise vahyin hakim olduğu bir dönemde içtihattan söz edilemeyeceğine dikkat çekmektedirler. Sahâbenin söz ve fiillerinin takrir edilmesi, onlara sünnet vasfını kazandırmakta ve vahiy mahsülü olarak kabul edilmektedirler.

343 Mesela Bedir savaşı sonrası esir alınan kimselerden fidye alınması üzerine Enfal suresi, 67. Ayet

nazil olmuştuır. Enfal, 6/67.

344 Enfal, 6/67.

345 Muaz b. Cebel (r.a.)’in meşhur “[Kur’an ve sünnette bulamazsam] kendi görüşümle içtihat ederim”

ifadesinin karşılığında Rasûlullâh (s.a.s.)’ın memnuniyeti (Tirmizî, Ahkâm, 3, hadis no: 1327, III/9- 10), herhangi bir konuda nassda bilgi bulamadığı taktirde içtihadını daha yalın ifadeyle çıkarımlarını esas alarak hüküm vermesinin Muaz için hatalı bir tutum olmadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta iken nassları bilen sahâbenin dini konularda hüküm vermesine ruhsat verdiği anlaşılmaktadır.

Vahyin devam ettiği süreçte sahâbenin içtihadı hakkındaki değerlendirmeler, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in huzurunda bulunup bulunmamaları dikkate alınarak şekillenmektedir. Alimlerin bir kısmı, huzurundan uzakta böyle bir içtihadın varlığından söz edilebileceğini347, bir kısmı ise uzak ya da yakın ayrımı yapılmaksızın her iki

durumda da içtihadın mümkün olabileceği görüşünü348 benimsemektedirler. Usul alimlerinin cumhuru, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kendi huzurunda ruhsat vermiş olma şartıyla sahâbenin içtihadından bahsetmenin mümkün olduğunu düşünmektedir349.

Rasûlullâh (s.a.s.)’ın bazı sahâbilere huzurunda “hükmet” telkininde bulunması350 gibi

durumlar ve içtihat eden sahâbilerin olduğu ve bunların sayısının ondan fazla olduğunu bildiren nakiller351 cumhurun fikrini doğrular niteliktedir. Sahâbenin içtihadı; örf ve adetler, Hz. İbrahim dininin bakiyyesi gibi takrîrî sünnetin ilk evresini oluşturması yönüyle dikkat çekicidir. İctihad etmekle meşhur olan sahâbiler şunlardır:

Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Aişe, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Mesud, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sabit Ubey b. Ka’b, Ebû Musa el-Eş’arî352.