• Sonuç bulunamadı

IV. Kavramlar

IV.3. Sünnet Kavramının Tanımı

IV.3.6. Fıkıhçılara Göre S-n-n Kavramının Anlamı

1. HZ PEYGAMBER’İN TEŞRİ YETKİSİ VE SINIRLARI

1.7. Hz Peygamber’in Teşrî Yetkisinin Sınırları

1.7.7. Hz Peygamber’in Gıyabında Sahâbenin İctihadı

Sahâbenin, risâlet döneminde Rasûlullâh (s.a.s.)’ın yanında sürekli olarak bulunmadığı bir vakıadır. Bu vakıadan hareketle dine tealluk eden meselelerde kendi içtihatları ile hükümlerde bulunabilmişlerdir. Verilen hükümlerin akabinde bilgi Rasûlullâh’a ya kendileri tarafından ya da başka sahâbiler tarafından iletilmiştir. Böylece ikrara konu olan içtihatların, sünnet formuna dönüşümü söz konusu olmuştur. Daha sarih bir şekilde ifade etmek gerekirse içtihat sahası dışına taşarak takriri sünnet adını almıştır. Bu bağlamda bazı misaller zikredilebilir:

Hz. Ali Yemen’de bulunduğu zaman kendisine “bu çocuk benim çocuğum.” diye iddiada bulunan üç kişi gelir. O üçünü muhayyer kılarak “Bu çocuğun aranızdan birine verilmesini kabul eder misiniz?” der. Bunun üzerine onlar bu durumu kabul

347 Cüveynî, İmâmu’l-Harameyn Ebu’l-Meâlî Rüknüddin Abdülmelik b. Abdullah et-Tâî en-Neysâbûrî

(v. 478/1085), el-Burhân fî usûli’l-fıkh, I-II, thk. Abdülazim Mahmud ed-Dîb, Daru’l-Vefâ, Mısır- el-Mansûrâ 1418/1997, II/505, 888,

348 Gazâlî, Hüccetü’l-İslam Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tûsî

(v. 505/1111), el-Mustasfâ min ilmi’l-usûl, Beyrut, ty., II/354.

349 Yunus Apaydın, “İctihad”, DİA, TDV yayınları, İstanbul 2000, DİA, XXI/433.

350 Amr b. As bazı yargılama mevzularında bu emrin muhatabıdır.

351 İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, II/212, 213.

etmezler. Hz. Ali “Sizler anlaşamayan ortaklar [gibi] sınız.” der ve aralarında kur’a çeker. Çocuğun kur’ada kendisine çıktığı kişiye, diğer ikisine onun diyetinin üçte ikisini ödemesi hükmünü verir. Hz. Ali’nin bu hükmü Rasûlullâh (s.a.s.)’a aktarılınca tebessüm eder353 ve bu da hükümden memnun olduğuna delâlet etmektedir.

Bir başka misal: Yemenli bir grup aslan avlamak için tuzak olarak çukur kazarlar ve üzerini kamufle ederler. Aslan tuzaklanır ve çukura düşer. Sonrasında avcı grup çukur etrafında izdiham oluşturur. Bu kargaşa esnasında biri kayar ve çukura düşer. Tam düşeceği anda can havliyle yanındakine tutunur ve onu da kendisiyle aşağı çeker. İkincisi o panik haliyle üçüncüsünü o da dördüncüsünü aşağı çeker. Bu suretle dört kişi aslanın tuzaklandığı çukura düşerler ve aslan onları parçalar. Bu durum Hz. Ali’ye aktarılır ve şer’î yaptırımı sorulur. Hz. Ali, kuyuya ilk düşenin diyetinin, üç kişinin helakine sebebiyet verdiği için dörtte birinin; ikinci düşenin iki kişinin helakine sebebiyet verdiği için diyetinin üçte ikisinin; üçüncü düşenin bir kişinin helakine sebebiyet verdiği için diyetinin yarısının ödenmesine; dördüncü düşenin kimsenin helakine sebebiyet vermediği için diyetinin tamamının ödenmesine hükmetmektedir. Bu hüküm Rasûlullâh (s.a.s.)’a aktarılınca: “Hüküm Hz. Ali’nin hükmü gibidir.” buyurmaktadır354.

Rasûlullâh (s.a.s.), sahâbenin içtihatlarını tasdik etmekte ya da hatalı durumlar varsa onları açıklayıp doğru hükmü beyan etmektedir. Buradan hareketle şer’î hükmü yerine getiren sünnettir denilebilir. Bu sebeple içtihat Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminin hüküm koyma kaynağı olarak telakki edilemez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)’in teşrî vasfı gereği icra ettiği içtihadı, sürekli vahiy alması hasebiyle mücerred aklın verdiği hatalı bir kararın sabit kalması gibi bir durum muhal olduğu için vahyin kontrolündedir. Vahyin, O (s.a.s.)’nun içtihadı karşısında sessiz kalması hükmün isabetli olduğuna delâlet etmektedir. Bu da vahyin içtihadı tasdik etmesi ve vahyin içtihadı takriri anlamına gelir. Böylece Hz. Peygamber (s.a.s.)’in içtihadı vahiy olarak nitelendirilir.

Vahyin kendilerine bildirmiş olduğu şer’î nasların anlamı hakkında sahâbenin içtihatta bulunmuş olduğuna dair herhangi bir şüphe söz konusu değidir. Nitekim onlar

353 Ebû Dâvud, Talâk, 32, hadis no: 2270, III/582; Nesâî, Talâk, 50, hadis no: 3488, VI/182; hadis no:

3490, VI/183; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, hadis no: 19329, XXXII/86; hadis no: 19344, XXXII/91.

354 Ebubekir b. Ebî Şeybe, Ebubekir Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe el-Kûfî (v. 235/850), el-

Musannef, thk. Muhammed Avvâme, Dâru’l-Kıble, y.y., t.y., ed-Diyât, 179, hadis no: 28451,

Rasûlullâh (s.a.s.)’ın bulunmadığı zamanlarda kendilerine farz olan bazı ibadetleri eda edecekleri zaman ibadetlerin şart, sıhhat ve rükünlerine dair eksiklikler meydana geldiğinde ibadeti eda etmek için birtakım içtihatlarda bulunmak durumunda kalmışlardır. Mesela kıbleyi tayin edemeyen sahâbe karinelerden hareketle bir hükümde bulunarak o cihete doğru namazlarını eda etmek durumunda kalmışlardır. Bu doğrudan teşrî meselelere sahâbenin müdahil olması anlamına gelmektedir. Onların teşrî yetkinin sınırları içerisinde bulunmaları durumu Rasûlullâh (s.a.s.)’a ulaştığı zaman dini meselelerdeki tercih, kıyas ve hükümleri sebebiyle kınanmamışlardır355.

Rivâyetler dikkate alındığında Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta iken ashab, hem O (s.a.s.)’nun huzurunda hem de gıyabında içtihatta bulunmuştur. Ancak içtihadın sahibi olmaları yönüyle kendileri asıl kabul edilmemektedir. Çünkü bu içtihatlar Rasûlullâh (s.a.s.)’ın onayından geçerek takrîrî sünnet hüviyetine sahip olmuştur356.

355 Ömer Süleyman Eşkar, Târihu fıkhi’l-İslami, Dâru’n-Nefâs, Ürdün 1412/1991, s. 61-62.

İKİNCİ BÖLÜM

2. TAKRİRİ SÜNNETİN TEŞRİÎ ALANDAKİ FONKSİYONU

Takrîrî sünnet cumhur tarafından belirli rükûnları ile müstakil teşri değere sahiptir. Takrîr her ne kadar sükûi le aynı anlamda kullanılsa da teknik olarak bu kullanımın isabetli olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bazen Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ceza kastı ile sükût ettiği bilinmektedir. Halbuki takrir ile onaylanan söz ve uygulamalar için geçerlili vurgulanmaktadır. Onaylar sükût ile de gerçekleşebileceği, mücerred sessizlik bazen takrir anlamına gelebilmektedir.

Takrîrî sünnet, hükümleri tahsis ve takyid edebildiği gibi onların kapalı yönlerini açıklayadabilir. Bununla birlikte neshetme gücüne de sahiptir. Bu özelliklere sahip olduğu için teâruz halinde nâsih ve râcih olabilir.