YÖNETİM TARZI
Hz. Peygamber Medine’deki yönetiminin yanı sıra, diğer İslâm topraklarında da idareyi ve adaleti sağlayabilmek için vekil tayin etmiş, bazı durumlarda elçiler göndermiş ve gelen elçilerle, heyetlerle görüşmüştür. Bu konu ile rivayetlere ise el- Mebsut’ta çok fazla yer verilmemiştir. Eser incelendiğinde ise ortaya çıkan bilgileri
şu şekilde sıralayabiliriz.
2.2.1. Vâliler ve Kadılar
Serahsî el-Mebsut adlı eserinde, Hz. Peygamber’in bazı durumlarda vekil tayin ettiğine dair rivayetlere yer vermiştir. Bu rivayetlerden biri de, kör kişinin
imam olması ile ilgili hükmün açıklandığı bölümde verilen nakildir.292 Bu nakilden
öğrendiğimize göre; Hz. Peygamber bir defasında İbn Ümmü Mektum’u ve bir defasında da Utban b. Malik’i Medine’de kendi yerine vekil bırakmıştı ve her ikisi de kördü.
İslâm’ın hızlı bir şekilde yayılması ve müslümanların her konuda olduğu gibi,
adaletin uygulanması konusunda da İslâm hükümlerine duydukları ihtiyacın artması sonucu, Medine dışındaki anlaşmazlık ve davalarda, hüküm vermek için kadı atamalarına duyulan gereksinim muhakkaktır. Bu nedenle, vâli olarak tayin edilen
291Serahsî, XXIV, 41; (60). 292Serahsî, I, 41; (79).
kişilerin aynı zamanda, yargı fonksiyonunu da yerine getirmiş olabilecekleri düşünülebilinir.
Buna örnek teşkil edecek rivayetler değerlendirildiğinde; Serahsî’nin satım sözleşmesi bölümünde, nesebi belirlemede kur’aya başvurma konusunda naklettiği bir haberden, Hz. Ali’nin Resullah’ın görevlendirdiği kadılardan biri olduğu ve
Yemen’de vâli ve kadı olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır.293
Buna dair diğer bir örneğe bakılacak olursa; Resûlullah Attab b. Esîd’i, Mekke’ye kadı ve vâli olarak görevlendirmiş; Mekke halkını dört şeyden uzak
tutmasını bildirmiştir: “Teslim almadıkları şeyi satmaktan, rizikosunu
üstlenmedikleri şeyin kârından, bir satış sözleşmesinde iki koşuldan ve satarken borç almaktan.”294
Serahsî, el-Mebsut’un satım sözleşmesi bölümünde yer verdiği farklı iki rivayette ise, Hz. Peygamber’in Gıyas bin Esed’i Mekke’ye kadı ve vâli olarak tayin
ettiğinden bahsetmektedir.295 Ancak bu nakillerde yanlışlık olduğu söylenilebilir.
Çünkü Hz. Peygamber’in Mekke fethinden sonra yeni müslüman olan Attab b. Esîd’i
vâli olarak tayin ettiği, sîre kaynaklarında da geçmektedir.296 Ancak Mekke fethi ve
Resûlullah’ın vefatı arasındaki kısa zaman göz önüne alınırsa buraya ikinci bir vâli atanmasının olası olmadığı anlaşılacaktır.
Ayrıca Resûlullah’ın Muaz b. Cebel’i de Yemen’e vâli ve kadı olarak gönderdiği; yargılama usulü bölümünde, hâkimlik makamına getirilecek kişinin
denenmesi konusunda yer verilen bir haberden297 ve tarım ortaklığı bölümünde
nakledilen Muaz’a ait bir fetva dolayısıyla, zikredilen Muaz hakkındaki
bilgilerden298 anlaşılmaktadır. Yargılama usulü bölümündeki haber, Resûlullah’ın
293
Serahsî, XV, 5; (5). “Hz. Ali Yemen’de iken üç kişi kendisine gelerek her birisi aynı çocuğun kendisinin oğlu olduğunu iddia etti. Bunun üzerine Hz. Ali aralarında kura çekerek çocuğun kuradan çıkan kişiye ait olmasına, bu kişinin diğer iki kişiye çocuğun diyetini ödemesine karar verdi.”
294Serahsî, XVI, 67; (99). 295
Serahsî, XII, 163; (284); XIII, 8; (10).
296
İbn Sa’d, II, 145.
297Serahsî, XVI, 69-70; (103). 298Serahsî, XIII, 10; (13).
tayin ettiği kadıların yargılama usulü hakkında da fikir edinmemize imkân
sağlamaktadır.299
Yine Serahsî’nin zekât bölümünde verdiği haberde, Hz. Peygamber’in Muaz b. Cebel’e bir bölge halkından toplanan zekâtların, o beldede bulunan ihtiyaç sahiplerine verilmesini emrettiği aktarılmış; böylece Muaz’ın idari işlerden de
sorumlu bir yönetici olduğu gösterilmiş olmaktadır.300
2.2.2. Elçiler ve Heyetlerle Görüşmesi
Hz. Peygamber’in tebliğ görevini yerine getirebilmek amacıyla diğer kabile, devlet ve topluluklara da kutsal mesajını iletebilmek için gerekli diplomasi çalışmalarını yürüttüğü, bunun için bazı durumlarda elçiler gönderdiği, gelen elçi ve heyetlerle görüştüğü, el-Mebsut’ta yer alan çeşitli rivayetlerden anlaşılmaktadır. Ancak bu bilgilerin, konuyu tam manasıyla anlamaya olanak verecek yeterlilikte olmadığı da dikkat çekmektedir.
Namaz bölümünde yer alan bir haberden301, Hz. Peygamber’in gelen bir heyet
ile görüştüğü ve bu nedenle namazını kazaya bıraktığı anlaşılmaktadır.
Serahsî’nin oruç bölümünde, Ramazan ayında müslüman olan kişinin kalan günlerde oruç tutmasının gerekmediği görüşünü savunan Hanefi âlimlerinin delili
olarak yer verdiği haberden302 de, Resûlullah’ın Sakif heyeti ile görüştüğü
anlaşılmaktadır. Yine Sakif heyetinin gelerek Hz. Peygamber’le görüştüğüne dair bir
299Resûlullah Muaz’ı Yemen’e gönderirken; “Ey Muaz, neyle hüküm vereceksin” dedi. Ben, “Allah’ın kitabında olanla” dedim. O bu defada; “Olayı Allah’ın kitabında bulamazsan” dedi; ben de “Resûlullah’ın hükümleriyle karar veririm” dedim. “Olayı Resûlullah’ın hükümlerinde de bulamazsan” deyince; “Kendi görüşümle karar veririm” dedim. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Resulünün elçisini muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.”
300Serahsî, III, 18; (28).
301Serahsî, I, 156; (281); ‘‘Hz. Peygamber Ümmü Seleme’nin evinde iken ikindi namazından sonra iki rekât namaz kılmıştı. Ümmü Seleme’nin sorması üzerine ‘ Gelen heyet Benî öğle namazının son iki rekât sünnetini kılmaktan alıkoydu. Ben de o iki rekâtı kaza ettim’ buyurdu. Ümmü Seleme’nin ‘Biz de o iki rekâtı kaza edelim mi?’ demesi üzerine ‘Hayır’ diye cevap verdi. ‘’
302Serahsî, III, 80; (124). ‘‘Sakif Heyeti Hz. Peygamber zamanında Medine’ye geldiklerinde, Ramazan’ın yarısında müslüman oldular. Hz. Peygamber onlara, Ramazan’ın kalan günlerinde oruç tutmalarını emretti, geçen günlerin orucunu kaza etmelerini emretmedi.’’
haber de siyer bölümünde, düşman devlet başkanları ile ateşkes konusunda
nakledilmektedir.303
Serahsî tarafından azla yetinmenin faziletini göstermek amacıyla sunulan
nakilden304, Hz. Peygamber’in kavminin elçisi olarak huzuruna gelen Dahhak ile
görüştüğü anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber’in gelen bu elçilerle Mescid-i Nebevî’de görüştüğü, burasının aynı zamanda bir hükümet binası gibi de kullanıldığının anlaşıldığı bir haber, Serahsî
tarafından çareler bölümünde nakledilmektedir.305 Bu haberde Ubey’e, İncil’de,
Zebur’da ve Tevrat’ta bulunmayan, sadece kendisine verilen bir sureyi, mescitten çıkmadan öğreteceğine söz veren Hz. Muhammed’in gelen bir heyetle uzun süren görüşmesinden bahsedilmektedir. Yine gelen Sakif heyetinin de mescide yerleştirildiği, bir başka haberde nakledilmektedir.
Ayrıca siyer bölümünün ülkelere giren elçilerin can güvenliği kısmında yer
verilen bir haberden306, Hz. Peygamber’in huzuruna gelen elçilerden birinin kötü
sözler sarf etmesine rağmen, elçinin can güvenliği bulunduğu için öldürülmediği anlaşılmaktadır. Bu da, o dönemde var olan elçilik uygulamasına ve onların can güvenliği konusundaki hassasiyete dair çarpıcı bir örnektir.
Resûlullah’ın yabancı elçi ve heyetlerle görüşürken tercüman kullandığı, yargılama usulü bölümünde yer alan mahkemede tercüman bulundurulması konusunda nakledilen haberlerden anlaşılmaktadır. Bu haberlerde bildirildiğine göre; Selman müslüman olmak için geldiğinde, bir yahudi onun konuşmasını Hz.
Peygamber’e kasten yanlış çevirmişti. Yine Hz. Peygamber’in, Zeyd b. Sabit’den
İbraniceyi öğrenmesini istediği, onun da öğrenerek Hz. Peygamber’in huzurunda
gerçekleşen İbranice konuşmalarını tercüme ettiği aktarılmıştır. Bu haberlerden, Resûlullah’ın Selman ile görüşürken tercüman kullandığı gibi, yabancı elçilerle
303Serahsî, X, 85; (157); “Sakif’ten Resûlullah’a bir heyet geldi. Hz. Peygamber’e; ‘Biz secdeye ve rükuya eğilmemek koşulu ile İslâm’a gireriz. Arkamızın başımızdan daha yukarıda olmasını çok çirkin buluyoruz’ dediler. Bunun üzerine Resûlullah onlara, ‘İçinde namaz olmayan bir dinde hayır olmadığı gibi, içinde secde ve rükû olmayan bir namazda da hayır yoktur’ dedi.”
304Serahsî, XXX, 277; (371). 305Serahsî, XXX, 210; (274-275). 306Serahsî, X, 92; (171).
görüşürken de tercüman kullanmış olabileceği ve Zeyd b. Sabit’in Resûlullah’ın
tercümanlarından biri olduğu tespit edilmiştir.307
Hz. Peygamber peygamberliğini tüm insanlara tebliği ile yükümlüydü. O
bunu bazen dil, bazen de yazı ile yapıyordu.308 Bu İslâm’a davet mektuplarını ise
elçileriyle gönderiyordu. Ancak Resûlullah’ın gerek davet mektupları, gerekse elçilerine ilişkin haberler, el-Mebsut’ta çok kısıtlıdır. Serahsî’nin yer verdiği, bu konu ile ilgili bilgi içeren haberlerden biri, namazla ilgili hükümlerin açıklandığı
bölümdedir.309 Bu haberden; Resûlullah’ın Mus’ab b. Umeyr’i hicretten önce İslâm’ı
anlatmak için Medine’ye gönderdiği öğrenilmektedir. Hz. Peygamber böylece hicret için Medine’yi hazırlamış, İslâm’ın oradan yayılmasına zemin oluşturmuş olmaktadır. Ayrıca ticaret izni verilen köleler bölümünde, elçinin söylediği sözlerin
elçiyi gönderenin sözleri olacağına ilişkin delil hükmünde zikredilen bir nakilde310de,
Hz. Peygamber’in Dıhyetü’l-Kelbi’yi Kayser’e, Abdullah b.Üneys’i ise Kisra’ya birer mektupla gönderdiği kaydedilmiştir.
Bu konuya örnek teşkil eden bir başka haber de Serahsî tarafından koşullar bölümünde, soyadının rolü konusunda nakledilmiştir. Bu nakle göre Hz. Peygamber,
Ükeydir’in İslâm davetini kabul edip putlardan uzaklaşması için bir davet mektubu
göndermiş ve“bu Muhammed Resûlullah’ın, Ükeydir’e mektubudur”311 yazdırmıştır.
Hz. Peygamber’in Necran Hıristiyanlarına da elçiler gönderdiği, Necran Hıristiyanları ile yaptığı anlaşma metnine yazdırdığı bir maddeden anlaşılmaktadır. Ödünç bölümünde aktarılan bu haberde bildirildiğine göre Resûlullah, bu anlaşma metnine “Benim elçilerimin ödünç alıp ellerinde telef olan malların ödeme yükümlülüğü elçilerime aittir” yazdırmıştır.312
307Serahsî, XVI, 89; (137). 308 Serahsî, VI, 143; (219) 309Serahsî, II, 24; (35). 310 Serahsî, XXV, 31; (51). 311 Serahsî, XXX, 169; (221). 312Serahsî, XI, 134; (218-219).