• Sonuç bulunamadı

HZ PEYGAMBER’İN EBÛ CEHİL’İ VE MÜŞRİKLERİ İSLAM’A DAVETİ

Bir rivayette Muğire b. Şube: “Ben ve Ebû Cehil ibn Hişam Mekke’nin sokaklarında dolaşırken, birden karşımıza Rasûlullah (s.a.v.) çıktı. Ebû Cehil’e “Ey Eba’l-Hakem! Hadi Allah’ın ve Rasulünün davetine icabet et. Senin için Allah’a dua ediyorum” dedi. Ebû Cehil cevaben: “Ey Muhammed! İlahlarımızla ilişkimizi kesen sen değil misin! Bir de tutmuş tebliğ ettiğin şeye inanıp şahitlik etmemizi mi bekliyorsun. Tamam, biz senin tebliğ ettiğine şahitlik ettik. Allah’a yemin olsun ki tebliğ ettiğin şeyin gerçek olduğunu bilsem, sana tabi olurdum” dedi. Rasûlullah bu konuşmadan sonra ayrıldı. Ebû Cehil bana döndü ve: “Yemin olsun ki söylediği şeyler gerçektir. Fakat beni ona inanmaktan bir şey alıkoyuyor. O da şu ki: “Benî Kusay152 dedi ki, “hicabe”153 bizim görevimizdir dediler, biz: “Evet” dedik. Kabul

ettik. Sonra “sikaye”154 bizim dediler. Biz: “evet”, sonra “nedve”155 bize ait dediler,

biz: “evet” dedik, sonra “livâ”156 bizim dediler biz: “evet” dedik. Sonra onlar yemek

yedirdi biz de yedirdik. Her konuda at başı gider olduk. Şimdi de “bizden nebi çıktı” diyorlar. Yemin olsun ki, biz bunu yapamayız” dedi.157

Hz. Aişe: “Rasûlullah Kureyş eşrafından birisi ile karşılaştı. Onun, Müslüman olmasını gönülden istiyordu. Kendisini İslam’a davet etti. “Bu kişinin kim olduğu ile ilgili farklı rivayetler vardır. Bu kişi Velid b. Muğîre olduğunu söyleyenler olduğu gibi Ebû Cehil’in de içinde olduğu bir gruba İslam’ı anlatıyordu, bu yüzden bu bir kişi değil bir gruptu diyenler de vardır. Temel kaynaklardan İbn İshâk; grup değil bir

152 Kusay: Hz.Peygamber’in beşinci göbekten dedesidir. Kureyş’i yeniden birleştiren, birliği sağlayan, Huzaa

kabilesinden yönetimi çekip alan, yönetimi Mekke’ye getiren kişidir. Ka’b ibn Lüey’in kavmi tarafında ilk meliklik payesi verilen oğludur. O dönem için önemli olan Hicâbe, Sikâye, Rifâde, Nedve, Liva görevlerini elinde bulundurmaktadır. Mekke ondan sorulurdu. Bkz. Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, C. I, Dımaşk 1983, s. 84, n. 1, Ayrıca bkz. Sarıçam, “Hz. Muhammed’in Peygamber Olarak Gönderildiği Ortam”

Diyanet İlmi Dergi-Özel Sayı, s. 10.

153 Hicâbe: Kâbe’nin anahtarlarını taşıma görevi ki, bu görevi alanlardan başkası Kâbe’ye girememektedir.

Kandehlevî, a.g.e, C. I, s. 84, n. 2.

154 Sikâye: Hac mevsiminde hacılara su dağitılması görevi. Kandehlevî, a.g.e, C. I, s. 84, n. 3.

155 Nedve: Kusay’ın kurduğu Kurey’şin müşâvere meclisidir ki oraya Dâru’n-Nedve denir. Kandehlevî, a.g.e, C.

I, s. 84, n. 4.

156 Liva: Harb sancağıdır ve onu Kusay taşır ya da uygun gördüğü birine taşıttırırdı. Kandehlevî, a.g.e, C. I, s. 84,

n. 5.

38

kişi idi bu kişi de Velîd ibn Muğîre idi. Enes ve Ebû Malik ise bu kişi Ümeyye b. Halef idi diyorlar. Hz. Aişe ve Mücahid ise bu, Kureyş’in seçkin insanlarından oluşan bir meclis idi ki bu meclisde Ebû Cehil bin Hişam, Utbe bin Rabia ve Ümeyye İbn Halef vardı, dediler. Hz. Peygamber onlara “Getirdiğim şey güzel değil mi?” diyor onlar da: “Allah’a yemin olsun ki güzel” diyorlardı.158

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tâbi olanlar sürekli bir artış gösteriyordu. Fakat yeni dine girenlerin hemen hemen hepsi ya köle, ya azatlı köle, ya da Mekke dışındaki Kureyşlilerden oluşuyordu. İslam’a girenler Kureyşlilerinden olsalar bile, nüfuzlu bir aileden gelen, fakat kendileri nüfuzlu olmayan ve İslam’a girişleriyle ailelerinin ve akrabalarının düşmanlıklarını üzerine çeken zayıf kişiler oluyordu. Abdurrahman, Hamza ve Erkam istisna idi; fakat onlar da lider konumunda olmaktan uzaktılar. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) içlerinden birinin hatta amcası Ebû Talib’in bile kendisine ulaşmaya yanaşmadığı Kureyş ileri gelenlerinden hiç olmazsa bir kaçını kazanmak istiyordu. Eğer Ebû Cehil’in amcası gibi güçlü bir şahsiyetin –ki Velid hem Mahzumilerin şefi hem de Kureyşlilerin gayrı resmi şefi idi- desteğini kazanırsa davetini daha kolay bir şekilde yapabilecekti. Velid aynı zamanda diğer Kureyş liderlerine göre daha anlayışlı ve tartışmaya açık bir kimse idi ve bir gün Peygamber (s.a.v.) Velid ile yalnız konuşabileceği bir fırsat buldu. Fakat onlar sohbete dalmışken henüz İslam’a girmiş kör bir adam yanlarından geçti; Peygamber (s.a.v.)’in sesini duyunca durup kendisine Kur’an’dan bir bölüm okumasını istedi. Biraz sabırlı olması ve uygun bir zaman beklemesi istendiğinde kör adam o kadar ısrar etti ki, sonunda Hz. Peygamber hiddetlendi ve yüzünü çevirdi. Sohbeti yarıda kesilmişti fakat bu bölünme hiçbir kayıba neden olmadı. Çünkü Velid mesaja ümitsiz denilebilecek kadar kapalıydı. O anda şu sözlerle başlayan yeni bir sure nazil oldu: “(Peygamber) âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Rasûlüm! Onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecekti. Kendini sana muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysaki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun”159

158 Şamî, a.g.e, C.II, s. 556-557. 159 Abese Sûresi, 80/1-10.

39

Bundan kısa bir süre sonra Velid kendini beğenmişliğini şu sözlerle ortaya koymuştur: “Ben Kureyş’in en üstünü olduğum halde bana gelmiyor da Muhammed’e vahiy geliyor. İkimiz de iki şehrin iki büyüğü olduğumuz halde o ne bana ne de Sakif’in reisi Ebû Mes’ud’a gelmiyor da ona mı geliyor?”160 Hz.

Peygamber’e inanmayanlara göre Kur’an ya Mekke’nin zenginlerinden Velid b. Muğire’ye veya Taif’in zenginlerinden Urve es Sakafi’ye indirilmeliydi. Bir başka zaman da Velid b. Muğire şöyle demişti: Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben yahut Sakif’in ulusu Ebû Amr b. Umeyr es-Sakafi dururken Kur’an Muhammed’e mi inecek? Zaten bu söz üzerine şu ayet nazil olmuştu: “Ve dediler ki: Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilseydi olmaz mıydı?” Hâlbuki Allah nazarında yükseklik, zenginlik veya soylulukla değil, takva iledir. Kaldı ki Hz. Muhammed, soy itibariyle de onların en şereflisi idi. Yalnız anneden ve babadan yetim kalmıştır ve zengin de değildir.161

Başka bir rivayette “Söylediklerimde bir kötülük görüyor musunuz” diyor onlar da: “Hayır” diyorlardı şeklinde geçmektedir. Tam bu esnada âmâ olan Ümmü Mektum geldi. Hz. Peygamber’in onlarla meşgul olduğunu bilmediği için sürekli bir şeyler soruyordu. Birden Kur’an’dan bir bölüm okuyup ne anlama geldiğini sordu. Hatta “Ya Rasulallah! Beni irşad et. Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da anlat” dedi. Hz. Peygamber’in canı sıkıldı. Abdullah İbn Mektum’un böyle yapması onların Müslüman olmasını çok isteyen Hz. Peygamber’i işinden alıkoyuyordu. Ümmü Mektum sorularını arttırınca Hz. Peygamber onu bırakıp diğerleriyle ilgilenmeye devam etti. Bu durum sebebiyle Allah Hz. Peygamber’i itâb etti ve Kur’an’ın sekseninci suresi olan “Abese” suresi nazil oldu. Bu ayetler nazil olunca Hz. Peygamber Abdullah Ümmü Mektûm’u çağırıp ona ikramda bulunup iltifat etti. Onu on üç defa Medine’ye kendi yerine vekâlet etmek üzere bıraktı. Ayrıca o her geldiğinde ridâsını onun altına serer ve “merhaba Rabbimin kendisi sebebiyle beni itâb ettiği kişi” diye takılırdı.162

Ebû Cehil bazen Hz. Peygamber’in yanına gelip okuduğu Kur’an’ı dinler, sonra yanından ayrılırdı. Ama ona inanmaz, onu tasdik etmezdi. Kur’an’ı

160 İbn Hişâm, es-Sîre, C. II, s. 15; Belâzurî, Ensâb, C. I, s. 134; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. II, s. 73; Halebî,

İnsânu’l-Uyûn, C. I, s. 301; Lings, a.g.e, s. 70.

161 Zuhruf Sûresi, 43/31.

40

dinlemesine ve hoşuna da gitmesine rağmen Rasûlullah’a sözleriyle eziyet etmekten vazgeçmezdi. Başkalarını da Allah yolundan caydırmıştır. Yaptıkları hakkında herhangi bir rahatsızlık duymayacak kadar da kibirli olduğunu her fırsatta göstermiştir. Hz. Peygamber’in durumuyla ilgili umursamaz bir tavır takınmışken şu ayetler nazil oldu: “İşte o, (Peygamber’in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı. Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti. Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti. Lâyıktır (o azap) sana, lâyık! Evet, lâyıktır sana (o azap) lâyık! İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!’163 Zira

Ebû Cehil ilk günden itibaren Mescid-i Haram’da Hz. Peygamber’i namaz kılarken görünce engel olmaya çalışmış elinden gelen hakareti yapmıştır.164

Hulafâ-i Raşidin’in sonuncusu Hz. Ali’den gelen bir rivâyete göre, Ebû Cehil, Peygamber (s.a.v)’e: “Biz seni yalanlamıyoruz, senin getirdiğin mesajı yalanlıyoruz” dedi de Allah “Bu insanların söylediklerinin, seni gerçekten üzdüğünü pek ala biliyoruz. Ama unutma ki, onların yalanladığı sen değilsin. Fakat o zalimler açıkça Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar”165 ayetini indirdi.

163 Kıyame Sûresi, 75/31-36.

164 Belâzurî, Ensâb, C. I, s.126; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. IV, s. 111-112. 165 En’am Sûresi, 6/33; Tırmizî, Câmiu’l-Kebîr, Kur’an Tefsiri, 7 (3064).

41

İKİNCİ BÖLÜM

ALENÎ TEBLİĞ SONRASI EBÛ CEHİL

Hz. Muhammed alenî tebliğe başladıktan hemen sonra Ebû Cehil düşmanlık için hiç peşinden ayrılmamıştır. Onun düşmanlığı diğerlerininkinden biraz faklıdır. Planlı, bilinçli, duruma göre tavır almasını bilen bir düşmanlıktır.