• Sonuç bulunamadı

EBÛ CEHİL VE MÜŞRİKLERİN İSLAMA KARŞI ÇIKIŞ SEBEPLERİ

Ebû Cehil ve müşriklerin İslam’a karşı olmasının birçok sebebi vardır. Aslında onların herhangi bir dine karşı olmak gibi bir amaçları ve dertleri de yoktur.

455 Tırmizî, Câmiu’l-Kebir, Hac, 815.

456 İbn Hişâm, es-Sîre, C. II, s. 296; Taberî, Târih, C. II, s. 88; el-Beyhakî, Delâil, C. III, s. 187; İbnü’l-Esîr, el-

Kâmil, C. II, s. 130; İbn Seyyid, Uyunu’l- Eser, C. I, s. 265.

457 İbn Hişâm, es-Sîre, C. III, s. 54-55; Taberî, Târih, C. III, s. 3; el-Beyhakî, Delâil, C. III, s. 188; İbn Seyyidi’n-

119

Nitekim o dönemde Arap Yarımadasında birçok din ve inanç sistemi vardı. Hatta bunlarla diyolog kuruyor ticaret yapıyorlardı. Ama hiçbirine karşı topyekün bir savaş açmış değillerdi. Zira Arapların yaptıkları savaşlar incelendiğinde “din savaşlarından” ziyade “kabile savaşları” olduğu görülecektir. Öyleyse İslam Dini’ne karşı olmalarının ve ona karşı topyekün savaş açmalarının başka sebepleri olmalıdır. Bu sebepler şöylece ifade edilebilir.

İnançla İlgili Sebepler

Ebû Cehil ve müşriklerin içinde yaşadığı toplum yüzlerce yıldan beri putperesttiler.458 Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in beraberce inşa etmiş olduğu Kâbe,

çevresine dikilen üç yüz altmış putla459 puthaneye çevrilmişti. Kureyşlilerden bazıları

müstesna evlerinde putu bulunmayan, evlerine girerken de, evlerinden çıkarken de ona el yüz sürmeyen kimse yoktu. Hz. Muhammed ise, onların bu putperestliğini tenkit ediyor, putlara taparak küfür ve dalâlet içinde ölüp gitmiş olan baba ve ata- larının da cehenneme atıldıklarını, helak olduklarını söylemekten çekinmiyordu. Kureyş müşriklerine göre ana baba ve atalar kavramları çok kutsal kavramlardı. Onların cehennemde olduklarını duymak onları çok rencide ediyordu. Ayrıca onlara göre putlara tapmaktan daha yüce bir din olamazdı.

Ekonomik Sebepler

Mekke şehri, her yılın belli zamanlarında hacıları cezbeden ilahî bir mabed olan Kâbe’yi barındırmaktaydı. Bu ilâhi mekân diğer zamanlarda da umre için her bölgeden gelen insanlarla dolup taşardı. Bunun için Kâbe’yi açmak, kapamak, korumak demek olan “hıcâbe”; hacıların su ihtiyacını karşılamak demek olan “sikaye”; hacılara yemek yedirmek demek olan “rifâde” gibi dinî hizmetlerin yanısıra, Dârü’n-Nedve diye anılan idare meclisi ile sancaktarlık demek olan “liva”; başkomutanlık demek olan “kıyâde” gibi askeri hizmetler de kabile reislerine tevcih edilmiş bulunuyordu. Babadan evlada geçen bu hizmetler, kendilerine hem büyük nüfuz, hem de büyük çıkarlar sağlamakta idi. Bunun için, Ebû Cehil ve müşrikler kendilerinin dinî ve ticari durumlarını sarsabilecek her harekete karşı koymayı çıkarlarının bir gereği saymaktaydılar.

458 Vâkıdî, Megâzi, C. II, s. 832; Muhammed b. Sa’d b. Menî’z- Zührî, Tabakâtü’l-Kübra, (thk. Ali Muhammed

Ömer), C.II, Medine 2001, s. 136; Hamidullah, a.g.e, C. I, s.31; Sarıçam, a.g.e, s. 48-56; Sarıçam, a.g.m, s. 25- 32; Hasan, a.g.e, C. I, s. 92; Köksal, a.g.e, C. I-II, s. 270- 275.

120 Ahlâki Sebepler

Hz Muhammed, Ebû Cehil ve müşriklerin hiç alışık olmadığı bir şeyi daha yapıyordu; onların kötülüklerini ortaya döken ayetleri sürekli okuyordu. Ebû Cehil ve müşrikler, ayetlerde geçen kötülüklerin tümünden veya bir kısmından kendisinde birşeyler bulup rahatsızlık duyuyordu. Bahsedilen kötülüklerin teşhiri onların gözden düşmelerine neden olabilirdi. Onlar da bundan endişelenmekteydiler.

Sınıfsal Sebepler

İslam Dini, insanlar arasında herhangi bir fark öngörmüyor, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit tutuyor hatta “Sizin, Allah katında en şerefli ve değerli olanınız, Allah’tan en çok sakınanınızdır”460 diyordu. Böyle bir dini, Ebû Cehil ve

müşrikler nasıl kabul edeceklerdi?

Bu duruma bir örnek olması bakımından Ebû Leheb’in yeğeni Hz. Muhammed’e sorduğu şu soru çok önemlidir: “Ey Muhammed ben sana iman eder, Müslüman olursam, bana ne verilir?” diye sormuş, Hz. Peygamber de: “Müslümanlara ne verilirse, sana da o verilir!” buyurmuştu. Ebû Leheb: “Onların üzerinde, benim için bir üstünlük olmayacak mıdır?” diye sormuş, Hz. Muhammed de: “Daha ne istersin?” buyurunca, Ebû Leheb: “Benim şu sıradan insanlarla bir tutulacağım bu dine yuh olsun!”461 diyerek beklentisinin ne olduğunu ortaya

koymuştur.

Demekki Ebû Leheb, Ebû Cehil ve müşrik elitlerin istediği şey mevcut düzenin değişmemesiydi. Gelen din kendisine bir paye vermeli, dünya menfaatleri konusunda müdahalesi olmamalıydı. Çünkü bu elitler din zannettikleri putperestlik vasıtasıyla para kazanmakta daha da zengin olmaktaydılar. Onlar için dünya menfaatini sağlamayan bir din de inanılmaya değmezdi.

Anlayışın bu olduğunu da şu diyalog ortaya koyar: Ebû Leheb: “Muhammed, bana, görmediğim birtakım şeyler vaat ediyor! Onların öldükten sonra olacağını söylüyor! O, bu vaatlerden başka, acaba ellerime (avucuma) ne koydu?’ diyerek

460 Hucurat Sûresi, 49/ 13.

121

ellerine üfledikten sonra; “Yuh sizlere! Ben sizde Muhammed’in söylediklerinden hiçbir şeyin mevcut olduğunu görmüyorum”462 demiştir.

Kureyş Aileleri Arasındaki Kabilevî Rekabet

Kureyş’in alt kolları olan aileler arasında sürekli bir çekişme vardı. Her fırsatta birbirlerine karşı üstünlüklerini isbatlamaya çalışırlardı. Hz. Muhammed’in aralarından peygamber olarak ortaya çıktığı Haşimoğullarının diğer ailelere karşı bir üstünlük sebebi olacağı endişesi baş göstermişti.

Nitekim Ebû Cehil bu duygusunu şu şekilde itiraf ediyordu: “Biz ve Abdimenafoğulları şeref ve şan hususunda şimdiye kadar çekiştik durduk: Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yemek yedirdik. Onlar arabuluculuk ederek diyet yüklendiler, biz de arabuluculuk ederek diyet yüklendik. Onlar halka bağışta bulundular, biz de bağışta bulunduk. Onlarla kulak kulağa giden iki yarış atı durumuna gelince, onlar: “İşte, bizde, kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber de var!” dediler. Biz bunun dengini nereden bulalım da onlara yetişelim? Vallahi, biz hiçbir zaman, bizden de birine vahiy gelinceye kadar ona inanmayız, onu tasdik etmeyiz!” demiştir.463

Mugîre b. Şu’be derki: “Ben ve Ebû Cehil Mekke sokaklarından birisinde yürüyüp giderken, Allah Resûlu karşımıza çıktı. Ebû Cehil’e: “Ey Ebâ’l-Hakem! Gel, Allah’a ve Allah’ın Resûlüne tâbi ol da, ben senin hakkında Allah’a dua edeyim?’ dedi. Ebû Cehil: ‘Yâ Muhammed! Sen ilahlarımıza dil uzatacak, onlara tapmaktan bizi men edeceksin değil mi? Sen ancak tebliğ ettiğin şeylere şehadet getirmemizi isteyeceksin değil mi? Vallahi, ben söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğunu bilseydim sana tâbi olurdum” dedi. Resûlullah (s.a.v.) ayrılıp gidince de, bana dönüp: “Vallahi, ben iyi biliyorum ki; onun söyledikleri hak ve gerçektir. Fakat Kusayy oğulları “Kâbe’nin hicâbe hizmeti bizdedir” dediler. Biz: “Evet!” dedik. Onlar: “Nedve hizmeti bizdedir” dediler. Biz: “Evet!” dedik. Onlar: “Liva hizmeti bizdedir” dediler. Biz: “Evet!” dedik. Onlar: “Hac mevsiminde sikâye hizmeti bizdedir” dediler. Biz: “Evet!” dedik. Sonra, onlar halka yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Öyle ki, at başı beraber oluncaya kadar, onlarla yarıştık durduk. Onlar,

462 İbn Hişâm, es-Sîre, C. I, s. 376; Ziyâu’d-dîn Ömer Muhammed Razî, (Şehzade Şerhi), Tefsîru’r-Razi

(Mefatihu’l-Ğayb), C. XXXII, Beyrut 1981, s. 167; Suyûtî, Durru’l-Mensûr, C. VI, s. 408; Köksal, a.g.e, C. I-II,

s. 272.

122

şimdi: “Bizden, bir peygamber de var” dediler. Hayır! Vallahi, işte buna “Evet” diyemeyeceğiz” dedi.464

Ebû Cehil ve müşriklerin elitlerine göre bir iyilik aralarından birine isabet edecekse hele bu iyilik Allah tarafından geldiyse mutlaka kendilerinden birine gelmeliydi. Zira Velid b. Mugîre: “Ben Kureyşli’lerin seyyidi, ulu kişisi olduğum halde nasıl geri bırakılırım da, Muhammed’e vahiy iner? Yahut Sakîf Kabilesinin seyyidi, ulu kişisi Ebû Mes’ud Amr b. Umeyru’s-Sakafî de bu hususta nasıl geri bırakılır? Biz, bu iki kentin ileri gelenleriyiz!” diyordu.465 Velid b. Mugîre, yine bir

gün, dostu Ebû Uhayha Saîd b. Âs’a: “Muhammed’e gelen bu Kur’ân, Mekkelilerden yahut Tâiflilerden bir adama; meselâ Ümeyye b. Halef gibi birine inseydi ya?” deyince, Ebû Uhayha: “Ey Abduşşems’in babası! Senin gibi birine, ya da Sakîf kabilesinden birisine ve meselâ: Mes’ud b. Amr’a veya Kinane b. Abdi Yalil’e yahut Mes’ud b. Muttalib’e veya onun oğlu Urve b. Mes’ud’a inseydi ya?’ demişti.466

Münebbih ve Nübeyh b. Haccac da, bir gün Hz. Muhammed’le karşılaşınca: “Allah, senden başka peygamber gönderecek kimse bulamadı mı? İşte, orada şu kişi var. O senden daha yaşlı, daha zengin! Eğer doğru sözlü isen, yanında bulunacak, senin peygamberliğine şehadet edecek bir melek getir!” demişlerdi.467

Ümeyye b. Ebi’s-Salti’s-Sakafî de, bir gün Ebû Süfyan’a: “Ben, en son gelecek olan peygamberin sıfatını, kitablarda yazılı buldum ve sanırım ki, o bizim ülkemizde gönderilecektir. Sonra, bana şu da zahir oldu ki; o, Abdimenafoğulları içinden çıkacaktır. Bakıyorum onların içinde de, gelecek peygamberin ahlâkı ile muttasıf, Utbe b. Rebia’dan başka bir kimse bulamıyorum! Fakat ona da, kırk yaşını geçmiş bulunduğu halde vahyolunduğu yok!” demişti. Ebû Süfyan ise: “Muhammed’in peygamber olarak gönderildiğini Ümeyye b. Ebi’s-Salt’a haber verdim. Ümeyye: “O gerçekten peygamberdir! Kendisine tâbi ol!” dedi. Ümeyye’ye: “Seni ona tâbi olmaktan alıkoyan nedir?” diye sordum. Ümeyye: “Sakif kadınlarının Abdimenafoğullarından bir gence tâbi olduğumu haber almalarından utanışımdır!”

464 el-Beyhakî, Delâil, C. II, s. 206-207; İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyunu’l- Eser, C. I, s. 111-112; ez-Zehebî, Târîhu'l-

İslâm, C. II, s. 161; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. III, s. 64-65; Köksal, a.g.e, C. I-II, s. 272-274.

465 İbn Hişâm, es-Sîre, C. II, s. 15.

466 Belâzurî, Ensâb, C. I, s. 134; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. II, s. 73. 467 Belâzurî, Ensâb, C.I, s. 134; Halebî, İnsânu’l-Uyûn C. I, s. 301.

123

dedi.’468 Burada da Ebû Cehil ve müşriklerde asabiyet, ayıplanma korkusunun

Araplar arasında ne kadar etkili olduğunun görmekteyiz.

Nitekim Ebû Cehil ve Velîd b. Muğire, kendi kabilelerine mensup olmayan birinin peygamberliğini hazmedemedikleri için Hz. Muhammed’e inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.469