• Sonuç bulunamadı

1. UYGULAMA

1.5 Hipotezler

Bilimsel  geçerlilik  taşıyacak  bir  araştırmada,  gerçek  tecrübeden  önce,  spekülatif  nitelikteki  iddialar  ve  düşünceler  şeklinde  gelişen  hipotezlerin  oluşturulması  esastır  (Boudon,  1991:  33).  Araştırma  konusu  ile  ilgili  olarak,  geniş  bir  açıklamaya  yahut  teoriye  erişebilmenin  ilk  aşaması  konuyla  ilgili  hipotezlerin  geliştirilmesidir  (Günay,  1998:  67).  Hipotez  bilimsel  araştırmanın  hareket  noktasını  belirlediğine  göre,  araştırma  konusunun  hangi  temel  hipotezden  hareketle  ele  alındığının  belirtilmesi  gerekmektedir.  Ancak  daha  önce  hipotezlerimize  temel  teşkil  edecek  olan,  konu  ile  ilgili  bazı  ön  bilgilere  değinmek faydalı olacaktır. 

Avrupa Birliği ile ilişkilerinde yaklaşık yarım asırlık bir geçmişe sahip olan  Türkiye,  Avrupa  Ekonomik  Topluluğu’nun  1958  yılında  kurulmasından  kısa  bir  süre  sonra  Temmuz  1959ʹda  topluluğa  tam  üye  olmak  için  başvurmuştur.  Osmanlı’nın  son  dönemlerinden  Cumhuriyetin  kurulmasına  kadar  geçen  süreçte  batılılaşma  ile  modernleşmenin  eş  tutulması,  özellikle  İkinci  Dünya  Savaşı’ndan  sonra  Türkiye’yi  Avrupa’ya  veya  onu  merkez  alarak  kurulan  siyasi  ve  güvenlik  oluşumlarının  tümüne  katılmaya  yöneltmiştir.  Bu  nedenle  Türkiye,  Avrupa  Konseyi,  OECD  (Organization  for  Economic  Cooperation  and  Development)  ve  NATOʹya  üye  olmuştur.  Aynı  neden,  Türkiyeʹyi  Avrupaʹnın  bu  en  iddialı  entegrasyon hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir. Dolayısıyla, Avrupa  ile  bütünleşmenin  başlangıçtan  itibaren  ülkemiz  için  ekonomik  olmaktan  ziyade  politik amaçları olduğu söylenebilir.  

Bu  açıdan  bakıldığında  Türkiye’nin  Avrupa  oluşumunun  ve  Avrupa’daki  karar  alma  mekanizmalarının  içinde  yer  alması  gerektiği  düşüncesi  anlam  kazanmaktadır.  Nitekim  Osmanlı’dan  günümüze,  Türkiye  her  zaman  batıya  yönelmiş,  Avrupa’nın  içinde  yer  almıştır.  Bu  anlamda,  ABʹnin  17  Aralık  2007’de  Brüksel’de  aldığı  karar,  tarihi  bir  karardır.  Avrupa  böylelikle  kendi  kimliğini  yeniden  tanımlama  ve  Türkiye  ve  İslam  karşıtı  şuuraltını  yeniden  gözden  geçirme  dönemini  başlatmıştır. Buna  karşılık,  Türkiye’de  her ne  kadar  son  iki asırdır  zaten 

yüzünü Avrupaʹya döndürmüş ise de, ilk defa ABʹye tam üyelik girişimiyle Avrupa  kimliğinin bir parçası olmaya talip olmuştur.   Aslında Avrupa kimliği tanımlanması çok da kolay olan bir kavram değildir.  Bu kimliğin fikri, siyasi, kültürel birçok yanı vardır. Her şeyden önce, Avrupa fikri,  sivil toplum geleneğinden ziyade devlet geleneği ve elit kültürleriyle bağlantılı bir  fikirdir. Yani, Avrupaʹnın tanımında kültürden önce siyaset etkili olmuştur. Tarihsel  olarak  Avrupa,  öncelikle  coğrafi  bir  kavram  olarak  ortaya  çıkmıştır.  Nitekim  antik  dönemde Avrupa, kültürel bir fikir olmaktan çok coğrafi bir fikir ve daha az oranda  da bir politik kimliğin ifadesidir. Coğrafi Avrupa önceleri kuzeyden gelen ʺbarbarʺ  istilalarına, yedinci yüzyıldan sonra ise özellikle İslamʹın kuşatmasına karşı negatif  bir  kimlik  olarak  belirmiştir.  Bu  arada  Yahudiler  ve  Slavlar  da  Batı  Avrupaʹnın  korkulu rüyaları olmuşlardır.  

Yedinci  yüzyıldan  sonra  Haç  ve  Hilâl  ekseninde  gerçekleşen  Hıristiyanlık‐ İslâm  çatışması  Avrupa‐merkezli  dünya  görüşünün  oluşmasında  önemli  bir  rol  oynamıştır.  Haçlı  seferleri  ve  daha  sonra  Batıʹnın  Osmanlı  ile  karşılaşması  bu  anlayışı  pekiştirmiştir.  Zamanla  Avrupa  nazarında  Batı  iyiliği,  Doğu  barbarlığı  ve  kötülüğü temsil eder hale gelmiştir. Nitekim Weber’in “öteki” kavramsallaştırması  bunun  en  belirgin  örneklerinden  birini  teşkil  eder.  Önceleri  bu  karşıtlığın  Avrupalılarca algılanışının arkasında Hıristiyan dünya görüşü etkili olmuş; böylece  Hıristiyan olmayan dünya gayri‐medeni ve barbar olarak görülürken, Hıristiyanlık  kültürel  üstünlük  ve  medenîlikle  özdeşleştirilmiştir.  Hıristiyan  Âlemi  fikrinin  birleştirici  bir  söylem  olarak  15.  ve  16.  yüzyıllarda  gerilemesi  Avrupa’nın  seküler  olarak  kavranmasının  yolunu  açmıştır;  ancak  Avrupaʹnın  kendisini  başka  (gayrı‐ medeni, geri) halklara karşı tanımlamasında bir değişiklik olmamıştır. Aydınlanma  sonrasında  Avrupa  fikri  gittikçe  Avrupa  modernliği  ile  eş  anlamlı  hale  gelen  ilerleme düşüncesi üzerinde odaklanmıştır.  

Bunun bir sonucu olarak bugün Avrupa kimliğinin özünde akıl, ilerleme ve  bilime dayalı bir evrensel değerler sistemine inanç yatmaktadır. Avrupa modernliği  bu  fikrin  somutlaşmış  halidir.  Bununla  beraber,  seküler  ve  ʺaydınlanmışʺ  Avrupa, 

Hıristiyanlığın  önyargılarını  büsbütün  terk  etmiş  de  değildir.  Hıristiyanlık  hala  Avrupa  uygarlığının  kendini  tanımlamasında  etkili  olan  kültürel  bir  motif  olarak  varlığını  korumaktadır.  Avrupa  kimliğinin  bu  niteliği,  Türkiyeʹnin  tam  üyelik  girişimi  karşısında  Avrupaʹda  iki  farklı  tutumun  ortaya  çıkmasına  yol  açmaktadır.  Avrupaʹnın  Hıristiyan  karakterini  önemseyenler  bu  girişime  karşı  çıkarken,  Aydınlanma  Değerleri’ne  dönüş  çağrısı  yapan  seküler  aydınlar,  zımnen,  Avrupalı  olmak için kültürel bir dönüşüme uğramamızı talep etmektedirler.  

İşte  tam  bu  noktada  en  önemli  hususlardan  biri,  yukarıda  söylenenlere  nispetle,  Türk  halkının  konuya  ilişkin  kanaatleri,  bu  süreç  ve  süreçte  yaşanan  gelişmeler  hakkında  düşündüklerinin  açıklığa  kavuşturulması  ve  dikkate  alınmasıdır. Bu anlamda Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda aldığı ciddi mesafe ve  müzakere  tarihi  almasıyla  birlikte,  özellikle  dini  hayat  içerisinde  gerçekleşecek  değişimler ve dönüşümler bugün için merak edilen konuların başında gelmektedir.  Türkiye’nin  Avrupa  Birliği  kriterlerini  gerçekleştirmek  için  birçok  yeni  kanunu  çıkardığı  ve  çıkartma  niyetinde  olduğu  düşünüldüğünde  bu  konu  daha  da  önem  kazanmaktadır.  Aslında  Türkiye’nin  Avrupa  birliği  perspektifi  ile  ulaşmayı  hedeflediği bir dönüşümden de bahsedilebilir. Zira Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı  Recep  Tayyip  Erdoğan  Türkiye’nin  Avrupa  perspektifini  şu  cümlelerle  ifade  etmektedir.   “Yarının dünyası, birlik, beraberlik ve kararlılığımız ile bugünün dünyasından çok  daha güzel bir dünya olmalıdır. Türkiye, tarih boyunca yaptığı gibi “daha güzel bir dünya  için” yoluna büyük bir kararlılıkla devam edecektir. Realist ama gereğince ütopik olmaktan  çekinmeyen Türkiye’nin tüm çabası –AB üyeliğinin de ötesinde‐ esasen böyle yüksek hedefe  doğru yol almaya matuftur.” (Erdoğan, 2006: 4). 

Bu  nedenle  “Avrupa  Birliği’ne  Üyeliğin  Türk  Toplumunun  Dînî  Hayatına  Yansımaları: Gelecekle İlgili Beklentiler” başlığı altında geleceğe ilişkin tahminler ve  projeksiyonlar  geliştirmek  faydalı  olacaktır.  Böylece  Türk  toplumunun  bu  değişim  parametresine  olası  yaklaşımlarını  ölçmek  ve  buna  göre  politikalar  geliştirmek  mümkün olabilir. Başka bir ifade ile, bu araştırmanın konusunu Türk toplumunun 

Avrupa  Birliği  giriş  sürecinde  dînî  düşünce  ve  pratiklerde  gerçekleştireceği  muhtemel eğilimler ve buna bağlı olarak meydana gelebilecek toplumsal değişimler  oluşturmaktadır. Araştırmanın hipotezleri de bu genel çerçevede oluşturulmuştur. 

Araştırmamızın  temel  hipotezi:  “Avrupa  Birliği  giriş  sürecinde  toplumumuzda  değişmekte  olan  sosyo‐kültürel  alanlara  paralel  olarak,  sürecin  üyelikle  tamamlanması  durumunda  dini  algı,  yaşayış  ve  yaklaşımlarda  farklılaşmalar olacaktır.” cümlesiyle ifade edilebilir. 

 

Araştırma Problemi 1 

Halkımız  Avrupa  Birliği’nin  mahiyeti  ve  Türk  toplumuna  kazandıracakları ve kaybettirecekleri hakkında yeteri kadar bilinçli mi? 

Ülkemizin  batılılaşma  serüveninin  son  halkalarından  biri  olan  ve  özellikle  son  yıllarda  birçok  kesim  tarafından  sıkça  gündeme  getirilen  Avrupa  Birliği  üyeliğinin;  çokça  tartışılmasına  ve  dillendirilmesine  rağmen  mahiyeti  konusunda  Türk  halkı  yeteri  kadar  bilgiye  sahip  değildir.  Herkes  için  farklı  anlamlarla  yüklü  olan  ve  beklentilere  paralel  olarak  geliştirilen  yargıların  birçoğu  kulaktan  dolma  bilgileri  içermektedir.  Zira  Türkiye  ile  Avrupa  entegrasyonu  bir  sorun  olarak  görülebileceği  gibi  aynı  zamanda  iki  tarafın  tarihi  gelişimi  için  de  eşsiz  bir  fırsat  olarak da değerlendirilebilir (Kastoryano, 2003: 18). 

Bununla birlikte Avrupa Birliğinin düşünsel ve tarihsel kökleri, Birlik karşıtı  düşünce  dinamikleri  (Antisemitizm,  Nazizm),  batılılaşma  tarihimiz,  sosyo‐ ekonomik anatomimiz, toplumumuzun inanç ve gelenek yapısı ve kültür mirasımız  ve  diğer  veriler  hakkında  halkımızın  sağlıklı  bir  bilgiye  sahip  olmadığını  söyleyebiliriz.  Ayrıca  halkımızın  bu  bilgileri  edinebilecekleri  kanalların  işlevsel  olmaması, bu konulardaki bilimsel gerçeklerin kamuoyuna açıklanması, tartışmaya  açılması ve toplumsal taleplerin dikkate alınması (Ercan, 2000: 113) gibi girişimlerde  bulunulmaması  da  halkımızın  doğru  bilgiye  ulaşamamasında  önemli  etkenler  olarak belirmektedir. Bu nedenle Türk kamuoyunun AB ile ilgili bilgilerini, ağırlıkla 

gündemdeki  tartışmalar  ve  su  yüzünde  gezen  bilgilerin  oluşturmakta  olduğunu  söyleyebiliriz(SESAR, 2005). 

 

Hipotez 1 

Avrupa  Birliği  hakkında  doğru  bilgilendirilmedikleri  için,  halkımız  Avrupa  Birliği  hakkında yeteri kadar bilgiye sahip değil. 

Halkımızın  Avrupa  birliği  hakkında  edindikleri  bilgilerin  temelinde,  bilgi  veren  kaynakların  Avrupa  birliği  fikrine  olan  yaklaşımlarından  kaynaklanan  sübjektif  yargılar  dikkat  çekmektedir.  Avrupa  Birliği’nin  ülkemize  getirecekleri  ve  götürecekleri  ile  ilgili  bütüncül  bir  yaklaşımdan  uzak  olan  bu  değerlendirmeler  Türk  halkının  Avrupa  Birliği  hakkında  yeteri  kadar  bilgiye  ulaşamamasına  ya  da  yanlış bilgilendirilmesine sebep olmaktadır. 

 

Hipotez 2 

Halkımız, Avrupa Birliği hakkındaki doğru bilgiyi devletten almak istiyor. 

Günümüz toplumlarını diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri de  bilgi  toplumu  olmasıdır.  Günümüzde  bilgiye  ulaşmakta  pek  çok  kanaldan  yararlanılabilmekte  ve  bilgi  erişimi  çok  uzun  zahmetleri  içermemektedir.  Avrupa  Birliği  gündeminin  son  yıllarda  daha  da  belirgin  hale  geldiği  ülkemizde  kamuoyunun pek çok alternatifi olmakla birlikte Avrupa Birliği hakkında güvenilir  bilgiyi devletten almak istediğini varsaymaktayız.  

 

Hipotez 3 

Avrupa  Birliği’nin  kazandıracakları  ve  kaybettirecekleri  konusunda  halkımızın  kafası karışık. 

Gerek  bilgi  kaynaklarındaki  yetersizlik  ve  yönlendirici  bilgiler,  gerekse  Avrupa  Birliği’ne  karşı  bütüncül  bir  bakış  açsının  oturtulamamış  olması,  Türk  toplumunu  Avrupa  Birliği’ne  bakışta  belli  ikilemler  içerisinde  bırakmaktadır.  Avrupa  Birliği  çağrışımlarını  bireysel  ve  toplumsal  faydalar  açısından  net  bir 

şekilde belirleyemeyen Türk toplumu, AB’nin kazandıracakları ve kaybettirecekleri  konusunda net bir anlayışa ulaşamamıştır.  

 

Araştırma Problemi 2 

Türkiye  Avrupa  Birliği’ne  girdiğinde  genel  toplumsal  yaşamımızla  ilgili  norm ve prensipler ne yönde etkilenir? 

“İntegration”  Türkçede  uyum  kelimesi  ile  karşılanmaktadır.  Bu  kelime  sosyolojik  anlamda  irdelendiğinde  “tek  tek  fertlerden  veya  gruplardan  oluşan  bir  çokluğun  bir  toplumsal  birime  bağlanması”,  “yabancı  bir  grubun,  farklı  özellikleri  belirli  sosyal  sahalarda  eşitliğe  engel  olmayacak  şekilde  toplumla  kaynaşması”  “toplum  ve  kültüre  katılım”  “fertlerin  veya  grupların  topluma  uyum  sağlamaları  yani  sosyalleşmeleri”  şekillerinde  tarif  edilmiştir  (Tosun,  1996:  5‐6).  Avrupa  Birliği’nin  uzun  vadede  en  önemli  sorunlarından  biri  de  Kültürel  Entegrasyon  olacaktır.  

Kültürel  entegrasyon  diğer  alanlardaki  entegrasyon  türlerine  nispetle  daha  uzun zaman gerektiren bir sorundur. Bu nedenle bir ’toplumsal süreç’ olarak kabul  edilecektir  (Alptekin,  2007).  Bu  süreç  içerisinde  yaşanacak  karşılıklı  etkileşimden  Türk  halkının  ne  oranda  etkileneceği  ise  merak  konusudur.  özellikle  Avrupa’da  yaşayan  Türkler  üzerinde  yapılan  araştırmalar  bu  entegrasyon  sürecinin  hiç  de  kolay  olmadığını  göstermektedir.  Avrupaʹdaki  Türklerin,  farklı  dil,  kültür  ve  din  mensupları  ile  birlikte  yaşama  konusunda  istekli  oldukları,  bu  nedenle  toplumsal  hayatın her alanına katılmaya çalıştıkları, hatta çatışma, sürtüşme ve gerginliklerini  azaltmak  için  melez  kimlikler  inşa  ettikleri  görülmektedir  (Küçükcan,  2008).  Bu  nedenle  güçlü  bir  koalisyon,  birleşik  ekonomik  sistem  ve  vizyon  birliği  olarak  Avrupa  Birliği’nin  (Despatch  Magazine,  2003:  29)  genel  toplumsal  yaşamda  bu  sürecin ne gibi farklılıklara yol açacağı ve bu süreç sonunda Türk toplumunu ayakta  tutan  temel  toplumsal  dinamiklerde  bir  çözülme  yaşanıp  yaşanmayacağı  konusu,  üzerinde önemle durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.  

Hipotez 1 

Gündelik hayatı düzenleyen kurallara riayet artar. 

Tük  toplumunun  Avrupa  Birliği  sürecinde  gerek  toplumsal  bilinci  artırma  çalışmalarının etkisiyle ve gerekse yapılacak hukuki ve sosyal düzenlemelerle Türk  halkının gündelik hayatta uyması gereken kurallara riayette daha dikkatli olacağını  söyleyebiliriz.  İnsana  saygı,  insana  verilen  değer,  gösterişten  uzaklaşma,  huzur  ve  güven ortamının sağlanması, temizliğe riayet gibi her gün karşı karşıya olduğumuz  davranış biçimlerinde olumlu bir artış yaşanacaktır.     Hipotez 2  Çalışma hayatına ilişkin kurallara riayet artar.  Özellikle iş hayatımızı düzenleyen ve genel toplumsal yaşantımızda önemli  bir  yeren  tutan  rüşvet,  torpil,  iltimas,  yalan,  tembellik,  hırsızlık  gibi  kötü  alışkanlıklarımızdan  kurtulmada  ve  yönetimde  keyfilik  ve  düzensizliğin  aşılmasında Avrupa Birliği sürecinde olumlu bir artış olacağını varsaymaktayız. 

 

Hipotez 3 

Avrupa Birliği’ne girersek aile yapımız olumsuz yönde etkilenir. 

Toplumun  en  küçük  birimi  olan  aile,  ana‐baba  çocuklar  ve  tarafların  kan  akrabalarından  oluşan  ekonomik  ve  toplumsal  birliktir.  Bunun  içindir  ki  toplumlardaki  değişim  aile  yapısını  da  birebir  etkilemektedir.  Aynı  zamanda  toplumun  biçimlenmesini  sağlayan  sosyo‐ekonomik  ve  kültürel  koşullar  da  aileyi  de  biçimlendirecektir.  Avrupa  Birliği  sürecindeki  Türkiye  için  de  aile  yapısının  korunması oldukça önem kazanmıştır.  

Zira  Avrupa’da  aile  yapısı  bize  göre  daha  gevşektir.  Bireyler  ilgi  ve  dayanışma anlamında, değerlerin korunması anlamında daha duyarsızlaşmıştır. Bu  durum hâlihazırda AB`de de büyük sorunları beraberinde getirmektedir. Muhtemel  bir Avrupa üyeliğinde ve bu süreç içerisinde Türkiye’de gücünü koruyan aile içi ve  aileler  arası  dayanışmanın  sürdürülmesinde  bazı  zafiyetler  oluşacaktır.  Türk  aile 

yapısını  ayakta  tutan  anne  babaya  saygının  önemi,  gayrı  müslimlerle  evlilik  vb.  dinamiklerde  bazı  çözülmeler  yaşanacak  ve  aile  yapımız  olumsuz  yönde  etkilenecektir.  

 

Hipotez 4 

Avrupa birliğine girersek Türkiye’nin milli kimliğinde bir çözülme yaşanır. 

Tarihi  bir  birikimi  barındıran  ve  milli  bir  coğrafyada  esas  olarak  ortak  bir  din, inanç ve hafıza üzerinden inşa edilen bir olgu olarak Milli kimlik Avrupa Birliği  sürecinde  ülkemizin  geleceği  açısından  en  çok  gündeme  getirilen  meselelerden  biridir.  Zira  bu  süreçte  üye  devletlerin  ortak  bir  anlayışı  benimsemesi  ve  bu  doğrultuda hareket etmesi söz konusudur. Pek çok Avrupa Birliği üyesi devlet milli  kimliğini  koruma  konusunda  direnç  gösterebilmektedirler.  Ancak  dini  ve  kültürel  anlamda  üye  ülkelerden  çok  farklı  bir  konumda  olan  Türkiye  için  aynı  direnci  göstermek  mümkün  olmayabilir.  Avrupa  Birliği  uyum  yasaları  çerçevesinde  etnik  azınlıklara  verilecek  haklar,  ekonomik  ve  siyasi  anlamda  Avrupa’ya  bağlılık  sonucunda Türk milli kimliğinde bir çözülme yaşanacağı varsayılmaktadır. 

 

Araştırma Problemi 3 

Türkiye’nin  Avrupa  Birliği’ne  giriş  sürecinin  üyelikle  tamamlanması  durumunda dini yaşayışta değişimler olacak mı? 

Bütün toplumları kuşatan bir vakıa olarak din, sosyal hayatın devamı için en  önemli kurumlardan biridir. İnsanlık tarihinden bu yana her toplumda kutsalla olan  bağ  fertten  ferde  ulaşan  bir  toplumsallaşma  süreci  ile  toplumları  etkisi  altına  almıştır.  Son  yıllarda  modernleşme,  dinin  etkilerini  küçültmekte,  dev  ekonomik  ilişkiler  ağının  gelişmesiyle  dinî  hayatı  daraltarak  özel  bir  alana  hapsetmektedir.  Seküler modernleşmeci anlayışın insanlığın gelişmesi ve ilerlemesinin önündeki en  önemli  engel  olan  dinin  ortadan  kalkması  düşüncesi  de  bu  süreci  etkileyen  saiklardan biri olarak belirmektedir (Bulaç, 2003). 

tamamlaması  durumunda  bunun  genel  dinî  hayat  üzerinde  nasıl  bir  etki  doğuracağı,  dinler  ve  mezhepler  arasında  hangi  düzeylerde  karşılıklı  etkileşime  dayalı  bir  ilişkiye  yol  açacağı,  gündelik  hayatımızda  temelini  dinden  alan  prensiplerde  ne  denli  bir  değişimin  yaşanacağı,  din  ve  vicdan  özgürlüğünün  ülkemizde nasıl anlaşılacağı, laikliğin tam anlamıyla uygulanıp uygulanamayacağı  gibi sorunların üzerinde bugünden durulması gerekmektedir.  

 

Hipotez 1 

Dindarlık düzeyi ile Avrupa Birliği’ne girme isteği arasında ters orantı vardır.  Ülkemizde  dünya  görüşlerinin  Avrupa  Birliği  süreci  ile  ilgili  düşüncelerin  oluşumunda büyük etkisi bulunmaktadır. Özellikle her kesim kendi dünya görüşü  açısından  Avrupa  Birliği’ni  değerlendirmekte  ve  buna  göre  belli  yargılara  ulaşmaktadır.  Dini  alanda  yaşanması  muhtemel  değişimlerin  hayatımızı  olumsuz  yönde  etkileyebileceği  endişesi  ise  dindar  kesimin  Avrupa  Birliği  hakkındaki  düşüncelerinde belirgin soru işaretlerinin belirmesine neden olmaktadır. Bu nedenle  kendisini dindar olarak tanımlayan insanların Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine  olumlu bakmadıklarını varsaymaktayız.    Hipotez 2  AB ye girersek dini haklar ve özgürlükler ile ilgili engeller kalkacaktır. 

Ülkemizde  İmam  hatip  liseleri,  başörtüsü  sorunu,  laiklik  gibi  nerdeyse  bir  asra  yaklaşık  bir  zamandır  devam  eden  dini  hak  ve  özgürlüklerle  ilgili  engellerin  Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile son bulacağını varsaymaktayız.  

 

Hipotez 3 

Halkımızın  dini  yaşamımızla  ilgili  bazı  endişeleri  olmakla  beraber  diğer  din  ve  mezheplere karşı mesafeli de durmaktadır. 

Türk halkı dinden kaynaklanan âdet, gelenek ve göreneklerine bağlı olmakla  birlikte  dini  yaşam  konusunda  daha  gevşek  bir  tutum  sergilemektedir.  Dinin 

yeterince bilinmemesi, ibadetleri yerine getirmede daha rahat davranılması, dünyevi  alanla  ilgili  konulara  tamah  gösterilmesi  gibi  dini  yaşamdaki  eksikliklere  rağmen  diğer  din  ve  mezheplere  oldukça  az  tahammül  gösterilmektedir.  Özellikle  farklı  dinlere  ve  inanç  farklılıklarına  karşı  Türk  halkı  daha  temkinli  bir  duruş  sergileyecektir.  

 

Hipotez 4 

AB’ye girmemiz temelini dinden alan ahlaki prensiplerin erozyonuna sebep olur.  Türkiye’nin  Avrupa  Birliği  üyeliğinin,  temelini  dinden  alan  ahlaki  prensiplerin erozyonuna, iffet, namus, hayâ ve edep gibi Türk toplumu için önemli  kavramlarda  bir  aşınma,  içki  tüketimi,  domuz  eti  yemek,  gayrı  meşru  ilişki  gibi  İslam  dininin  koyduğu  prensiplerde  bir  çözülme  meydana  getireceği  varsayılmaktadır. 

 

Hipotez 5 

AB ye girersek dini eğilimler İslamiyet’ten Hıristiyanlığa doğru bir kayma göstermez;  Hıristiyanlaşmayız. 

Ülkemizin  batılılaşma  sürecinin  en  son  halkasını  teşkil  eden  Avrupa  Birliği  serüveni  ile  kimi  kesimlerce  iddia  edildiği  gibi  ülkemizin  İslamiyet’ten  uzaklaşıp  Hıristiyanlaşacağı, dini eğilimlerin bu yönde değişeceği söylemine karşın, bu sürecin  Türk  toplumunda  bazı  etkiler  bırakacağını  varsaymakla  birlikte  Hıristiyanlaşma  ile  sonuçlanmayacağını varsaymaktayız.  

 

Hipotez 6 

AB’ ye girersek dini kimliğimizin kaybolmaması için dini eğitim alınması gerekir.  Avrupa  Birliği‐Türkiye  ilişkileri  çerçevesinde  din  eğitimi  alanındaki  eksikliklerimiz  belirgin  bir  şekilde  ortaya  çıkacaktır.  Bugüne  kadar  farklı  kültürlerle  ve  dinlerle  ilişki  bakımından  kendisini  geliştirme  ve  değerlendirme  ihtiyacı  hissetmeyen  Türk  halkı  Avrupa  Birliği  üyeliği  süreci  ile  kendi  dini  birikimi  ile  ilgili 

bazı  endişeleri  hissedecektir.  Gerek  dini  kimliğimizin  kaybolmaması  için  ve  gerekse  inandığımız  değerleri  ifade  edebilmek  için  yeni  bir  anlayışla  din  eğitimi  verilmesi  gerekli olacaktır. 

 

2. ARAŞTIRMA ALANININ GENEL ÖZELLİKLERİ (KONYA’NIN