1. UYGULAMA
1.5 Hipotezler
Bilimsel geçerlilik taşıyacak bir araştırmada, gerçek tecrübeden önce, spekülatif nitelikteki iddialar ve düşünceler şeklinde gelişen hipotezlerin oluşturulması esastır (Boudon, 1991: 33). Araştırma konusu ile ilgili olarak, geniş bir açıklamaya yahut teoriye erişebilmenin ilk aşaması konuyla ilgili hipotezlerin geliştirilmesidir (Günay, 1998: 67). Hipotez bilimsel araştırmanın hareket noktasını belirlediğine göre, araştırma konusunun hangi temel hipotezden hareketle ele alındığının belirtilmesi gerekmektedir. Ancak daha önce hipotezlerimize temel teşkil edecek olan, konu ile ilgili bazı ön bilgilere değinmek faydalı olacaktır.
Avrupa Birliği ile ilişkilerinde yaklaşık yarım asırlık bir geçmişe sahip olan Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959ʹda topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyetin kurulmasına kadar geçen süreçte batılılaşma ile modernleşmenin eş tutulması, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi Avrupa’ya veya onu merkez alarak kurulan siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya yöneltmiştir. Bu nedenle Türkiye, Avrupa Konseyi, OECD (Organization for Economic Cooperation and Development) ve NATOʹya üye olmuştur. Aynı neden, Türkiyeʹyi Avrupaʹnın bu en iddialı entegrasyon hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir. Dolayısıyla, Avrupa ile bütünleşmenin başlangıçtan itibaren ülkemiz için ekonomik olmaktan ziyade politik amaçları olduğu söylenebilir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin Avrupa oluşumunun ve Avrupa’daki karar alma mekanizmalarının içinde yer alması gerektiği düşüncesi anlam kazanmaktadır. Nitekim Osmanlı’dan günümüze, Türkiye her zaman batıya yönelmiş, Avrupa’nın içinde yer almıştır. Bu anlamda, ABʹnin 17 Aralık 2007’de Brüksel’de aldığı karar, tarihi bir karardır. Avrupa böylelikle kendi kimliğini yeniden tanımlama ve Türkiye ve İslam karşıtı şuuraltını yeniden gözden geçirme dönemini başlatmıştır. Buna karşılık, Türkiye’de her ne kadar son iki asırdır zaten
yüzünü Avrupaʹya döndürmüş ise de, ilk defa ABʹye tam üyelik girişimiyle Avrupa kimliğinin bir parçası olmaya talip olmuştur. Aslında Avrupa kimliği tanımlanması çok da kolay olan bir kavram değildir. Bu kimliğin fikri, siyasi, kültürel birçok yanı vardır. Her şeyden önce, Avrupa fikri, sivil toplum geleneğinden ziyade devlet geleneği ve elit kültürleriyle bağlantılı bir fikirdir. Yani, Avrupaʹnın tanımında kültürden önce siyaset etkili olmuştur. Tarihsel olarak Avrupa, öncelikle coğrafi bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim antik dönemde Avrupa, kültürel bir fikir olmaktan çok coğrafi bir fikir ve daha az oranda da bir politik kimliğin ifadesidir. Coğrafi Avrupa önceleri kuzeyden gelen ʺbarbarʺ istilalarına, yedinci yüzyıldan sonra ise özellikle İslamʹın kuşatmasına karşı negatif bir kimlik olarak belirmiştir. Bu arada Yahudiler ve Slavlar da Batı Avrupaʹnın korkulu rüyaları olmuşlardır.
Yedinci yüzyıldan sonra Haç ve Hilâl ekseninde gerçekleşen Hıristiyanlık‐ İslâm çatışması Avrupa‐merkezli dünya görüşünün oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Haçlı seferleri ve daha sonra Batıʹnın Osmanlı ile karşılaşması bu anlayışı pekiştirmiştir. Zamanla Avrupa nazarında Batı iyiliği, Doğu barbarlığı ve kötülüğü temsil eder hale gelmiştir. Nitekim Weber’in “öteki” kavramsallaştırması bunun en belirgin örneklerinden birini teşkil eder. Önceleri bu karşıtlığın Avrupalılarca algılanışının arkasında Hıristiyan dünya görüşü etkili olmuş; böylece Hıristiyan olmayan dünya gayri‐medeni ve barbar olarak görülürken, Hıristiyanlık kültürel üstünlük ve medenîlikle özdeşleştirilmiştir. Hıristiyan Âlemi fikrinin birleştirici bir söylem olarak 15. ve 16. yüzyıllarda gerilemesi Avrupa’nın seküler olarak kavranmasının yolunu açmıştır; ancak Avrupaʹnın kendisini başka (gayrı‐ medeni, geri) halklara karşı tanımlamasında bir değişiklik olmamıştır. Aydınlanma sonrasında Avrupa fikri gittikçe Avrupa modernliği ile eş anlamlı hale gelen ilerleme düşüncesi üzerinde odaklanmıştır.
Bunun bir sonucu olarak bugün Avrupa kimliğinin özünde akıl, ilerleme ve bilime dayalı bir evrensel değerler sistemine inanç yatmaktadır. Avrupa modernliği bu fikrin somutlaşmış halidir. Bununla beraber, seküler ve ʺaydınlanmışʺ Avrupa,
Hıristiyanlığın önyargılarını büsbütün terk etmiş de değildir. Hıristiyanlık hala Avrupa uygarlığının kendini tanımlamasında etkili olan kültürel bir motif olarak varlığını korumaktadır. Avrupa kimliğinin bu niteliği, Türkiyeʹnin tam üyelik girişimi karşısında Avrupaʹda iki farklı tutumun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Avrupaʹnın Hıristiyan karakterini önemseyenler bu girişime karşı çıkarken, Aydınlanma Değerleri’ne dönüş çağrısı yapan seküler aydınlar, zımnen, Avrupalı olmak için kültürel bir dönüşüme uğramamızı talep etmektedirler.
İşte tam bu noktada en önemli hususlardan biri, yukarıda söylenenlere nispetle, Türk halkının konuya ilişkin kanaatleri, bu süreç ve süreçte yaşanan gelişmeler hakkında düşündüklerinin açıklığa kavuşturulması ve dikkate alınmasıdır. Bu anlamda Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda aldığı ciddi mesafe ve müzakere tarihi almasıyla birlikte, özellikle dini hayat içerisinde gerçekleşecek değişimler ve dönüşümler bugün için merak edilen konuların başında gelmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği kriterlerini gerçekleştirmek için birçok yeni kanunu çıkardığı ve çıkartma niyetinde olduğu düşünüldüğünde bu konu daha da önem kazanmaktadır. Aslında Türkiye’nin Avrupa birliği perspektifi ile ulaşmayı hedeflediği bir dönüşümden de bahsedilebilir. Zira Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin Avrupa perspektifini şu cümlelerle ifade etmektedir. “Yarının dünyası, birlik, beraberlik ve kararlılığımız ile bugünün dünyasından çok daha güzel bir dünya olmalıdır. Türkiye, tarih boyunca yaptığı gibi “daha güzel bir dünya için” yoluna büyük bir kararlılıkla devam edecektir. Realist ama gereğince ütopik olmaktan çekinmeyen Türkiye’nin tüm çabası –AB üyeliğinin de ötesinde‐ esasen böyle yüksek hedefe doğru yol almaya matuftur.” (Erdoğan, 2006: 4).
Bu nedenle “Avrupa Birliği’ne Üyeliğin Türk Toplumunun Dînî Hayatına Yansımaları: Gelecekle İlgili Beklentiler” başlığı altında geleceğe ilişkin tahminler ve projeksiyonlar geliştirmek faydalı olacaktır. Böylece Türk toplumunun bu değişim parametresine olası yaklaşımlarını ölçmek ve buna göre politikalar geliştirmek mümkün olabilir. Başka bir ifade ile, bu araştırmanın konusunu Türk toplumunun
Avrupa Birliği giriş sürecinde dînî düşünce ve pratiklerde gerçekleştireceği muhtemel eğilimler ve buna bağlı olarak meydana gelebilecek toplumsal değişimler oluşturmaktadır. Araştırmanın hipotezleri de bu genel çerçevede oluşturulmuştur.
Araştırmamızın temel hipotezi: “Avrupa Birliği giriş sürecinde toplumumuzda değişmekte olan sosyo‐kültürel alanlara paralel olarak, sürecin üyelikle tamamlanması durumunda dini algı, yaşayış ve yaklaşımlarda farklılaşmalar olacaktır.” cümlesiyle ifade edilebilir.
Araştırma Problemi 1
Halkımız Avrupa Birliği’nin mahiyeti ve Türk toplumuna kazandıracakları ve kaybettirecekleri hakkında yeteri kadar bilinçli mi?
Ülkemizin batılılaşma serüveninin son halkalarından biri olan ve özellikle son yıllarda birçok kesim tarafından sıkça gündeme getirilen Avrupa Birliği üyeliğinin; çokça tartışılmasına ve dillendirilmesine rağmen mahiyeti konusunda Türk halkı yeteri kadar bilgiye sahip değildir. Herkes için farklı anlamlarla yüklü olan ve beklentilere paralel olarak geliştirilen yargıların birçoğu kulaktan dolma bilgileri içermektedir. Zira Türkiye ile Avrupa entegrasyonu bir sorun olarak görülebileceği gibi aynı zamanda iki tarafın tarihi gelişimi için de eşsiz bir fırsat olarak da değerlendirilebilir (Kastoryano, 2003: 18).
Bununla birlikte Avrupa Birliğinin düşünsel ve tarihsel kökleri, Birlik karşıtı düşünce dinamikleri (Antisemitizm, Nazizm), batılılaşma tarihimiz, sosyo‐ ekonomik anatomimiz, toplumumuzun inanç ve gelenek yapısı ve kültür mirasımız ve diğer veriler hakkında halkımızın sağlıklı bir bilgiye sahip olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca halkımızın bu bilgileri edinebilecekleri kanalların işlevsel olmaması, bu konulardaki bilimsel gerçeklerin kamuoyuna açıklanması, tartışmaya açılması ve toplumsal taleplerin dikkate alınması (Ercan, 2000: 113) gibi girişimlerde bulunulmaması da halkımızın doğru bilgiye ulaşamamasında önemli etkenler olarak belirmektedir. Bu nedenle Türk kamuoyunun AB ile ilgili bilgilerini, ağırlıkla
gündemdeki tartışmalar ve su yüzünde gezen bilgilerin oluşturmakta olduğunu söyleyebiliriz(SESAR, 2005).
Hipotez 1
Avrupa Birliği hakkında doğru bilgilendirilmedikleri için, halkımız Avrupa Birliği hakkında yeteri kadar bilgiye sahip değil.
Halkımızın Avrupa birliği hakkında edindikleri bilgilerin temelinde, bilgi veren kaynakların Avrupa birliği fikrine olan yaklaşımlarından kaynaklanan sübjektif yargılar dikkat çekmektedir. Avrupa Birliği’nin ülkemize getirecekleri ve götürecekleri ile ilgili bütüncül bir yaklaşımdan uzak olan bu değerlendirmeler Türk halkının Avrupa Birliği hakkında yeteri kadar bilgiye ulaşamamasına ya da yanlış bilgilendirilmesine sebep olmaktadır.
Hipotez 2
Halkımız, Avrupa Birliği hakkındaki doğru bilgiyi devletten almak istiyor.
Günümüz toplumlarını diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri de bilgi toplumu olmasıdır. Günümüzde bilgiye ulaşmakta pek çok kanaldan yararlanılabilmekte ve bilgi erişimi çok uzun zahmetleri içermemektedir. Avrupa Birliği gündeminin son yıllarda daha da belirgin hale geldiği ülkemizde kamuoyunun pek çok alternatifi olmakla birlikte Avrupa Birliği hakkında güvenilir bilgiyi devletten almak istediğini varsaymaktayız.
Hipotez 3
Avrupa Birliği’nin kazandıracakları ve kaybettirecekleri konusunda halkımızın kafası karışık.
Gerek bilgi kaynaklarındaki yetersizlik ve yönlendirici bilgiler, gerekse Avrupa Birliği’ne karşı bütüncül bir bakış açsının oturtulamamış olması, Türk toplumunu Avrupa Birliği’ne bakışta belli ikilemler içerisinde bırakmaktadır. Avrupa Birliği çağrışımlarını bireysel ve toplumsal faydalar açısından net bir
şekilde belirleyemeyen Türk toplumu, AB’nin kazandıracakları ve kaybettirecekleri konusunda net bir anlayışa ulaşamamıştır.
Araştırma Problemi 2
Türkiye Avrupa Birliği’ne girdiğinde genel toplumsal yaşamımızla ilgili norm ve prensipler ne yönde etkilenir?
“İntegration” Türkçede uyum kelimesi ile karşılanmaktadır. Bu kelime sosyolojik anlamda irdelendiğinde “tek tek fertlerden veya gruplardan oluşan bir çokluğun bir toplumsal birime bağlanması”, “yabancı bir grubun, farklı özellikleri belirli sosyal sahalarda eşitliğe engel olmayacak şekilde toplumla kaynaşması” “toplum ve kültüre katılım” “fertlerin veya grupların topluma uyum sağlamaları yani sosyalleşmeleri” şekillerinde tarif edilmiştir (Tosun, 1996: 5‐6). Avrupa Birliği’nin uzun vadede en önemli sorunlarından biri de Kültürel Entegrasyon olacaktır.
Kültürel entegrasyon diğer alanlardaki entegrasyon türlerine nispetle daha uzun zaman gerektiren bir sorundur. Bu nedenle bir ’toplumsal süreç’ olarak kabul edilecektir (Alptekin, 2007). Bu süreç içerisinde yaşanacak karşılıklı etkileşimden Türk halkının ne oranda etkileneceği ise merak konusudur. özellikle Avrupa’da yaşayan Türkler üzerinde yapılan araştırmalar bu entegrasyon sürecinin hiç de kolay olmadığını göstermektedir. Avrupaʹdaki Türklerin, farklı dil, kültür ve din mensupları ile birlikte yaşama konusunda istekli oldukları, bu nedenle toplumsal hayatın her alanına katılmaya çalıştıkları, hatta çatışma, sürtüşme ve gerginliklerini azaltmak için melez kimlikler inşa ettikleri görülmektedir (Küçükcan, 2008). Bu nedenle güçlü bir koalisyon, birleşik ekonomik sistem ve vizyon birliği olarak Avrupa Birliği’nin (Despatch Magazine, 2003: 29) genel toplumsal yaşamda bu sürecin ne gibi farklılıklara yol açacağı ve bu süreç sonunda Türk toplumunu ayakta tutan temel toplumsal dinamiklerde bir çözülme yaşanıp yaşanmayacağı konusu, üzerinde önemle durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hipotez 1
Gündelik hayatı düzenleyen kurallara riayet artar.
Tük toplumunun Avrupa Birliği sürecinde gerek toplumsal bilinci artırma çalışmalarının etkisiyle ve gerekse yapılacak hukuki ve sosyal düzenlemelerle Türk halkının gündelik hayatta uyması gereken kurallara riayette daha dikkatli olacağını söyleyebiliriz. İnsana saygı, insana verilen değer, gösterişten uzaklaşma, huzur ve güven ortamının sağlanması, temizliğe riayet gibi her gün karşı karşıya olduğumuz davranış biçimlerinde olumlu bir artış yaşanacaktır. Hipotez 2 Çalışma hayatına ilişkin kurallara riayet artar. Özellikle iş hayatımızı düzenleyen ve genel toplumsal yaşantımızda önemli bir yeren tutan rüşvet, torpil, iltimas, yalan, tembellik, hırsızlık gibi kötü alışkanlıklarımızdan kurtulmada ve yönetimde keyfilik ve düzensizliğin aşılmasında Avrupa Birliği sürecinde olumlu bir artış olacağını varsaymaktayız.
Hipotez 3
Avrupa Birliği’ne girersek aile yapımız olumsuz yönde etkilenir.
Toplumun en küçük birimi olan aile, ana‐baba çocuklar ve tarafların kan akrabalarından oluşan ekonomik ve toplumsal birliktir. Bunun içindir ki toplumlardaki değişim aile yapısını da birebir etkilemektedir. Aynı zamanda toplumun biçimlenmesini sağlayan sosyo‐ekonomik ve kültürel koşullar da aileyi de biçimlendirecektir. Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye için de aile yapısının korunması oldukça önem kazanmıştır.
Zira Avrupa’da aile yapısı bize göre daha gevşektir. Bireyler ilgi ve dayanışma anlamında, değerlerin korunması anlamında daha duyarsızlaşmıştır. Bu durum hâlihazırda AB`de de büyük sorunları beraberinde getirmektedir. Muhtemel bir Avrupa üyeliğinde ve bu süreç içerisinde Türkiye’de gücünü koruyan aile içi ve aileler arası dayanışmanın sürdürülmesinde bazı zafiyetler oluşacaktır. Türk aile
yapısını ayakta tutan anne babaya saygının önemi, gayrı müslimlerle evlilik vb. dinamiklerde bazı çözülmeler yaşanacak ve aile yapımız olumsuz yönde etkilenecektir.
Hipotez 4
Avrupa birliğine girersek Türkiye’nin milli kimliğinde bir çözülme yaşanır.
Tarihi bir birikimi barındıran ve milli bir coğrafyada esas olarak ortak bir din, inanç ve hafıza üzerinden inşa edilen bir olgu olarak Milli kimlik Avrupa Birliği sürecinde ülkemizin geleceği açısından en çok gündeme getirilen meselelerden biridir. Zira bu süreçte üye devletlerin ortak bir anlayışı benimsemesi ve bu doğrultuda hareket etmesi söz konusudur. Pek çok Avrupa Birliği üyesi devlet milli kimliğini koruma konusunda direnç gösterebilmektedirler. Ancak dini ve kültürel anlamda üye ülkelerden çok farklı bir konumda olan Türkiye için aynı direnci göstermek mümkün olmayabilir. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde etnik azınlıklara verilecek haklar, ekonomik ve siyasi anlamda Avrupa’ya bağlılık sonucunda Türk milli kimliğinde bir çözülme yaşanacağı varsayılmaktadır.
Araştırma Problemi 3
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinin üyelikle tamamlanması durumunda dini yaşayışta değişimler olacak mı?
Bütün toplumları kuşatan bir vakıa olarak din, sosyal hayatın devamı için en önemli kurumlardan biridir. İnsanlık tarihinden bu yana her toplumda kutsalla olan bağ fertten ferde ulaşan bir toplumsallaşma süreci ile toplumları etkisi altına almıştır. Son yıllarda modernleşme, dinin etkilerini küçültmekte, dev ekonomik ilişkiler ağının gelişmesiyle dinî hayatı daraltarak özel bir alana hapsetmektedir. Seküler modernleşmeci anlayışın insanlığın gelişmesi ve ilerlemesinin önündeki en önemli engel olan dinin ortadan kalkması düşüncesi de bu süreci etkileyen saiklardan biri olarak belirmektedir (Bulaç, 2003).
tamamlaması durumunda bunun genel dinî hayat üzerinde nasıl bir etki doğuracağı, dinler ve mezhepler arasında hangi düzeylerde karşılıklı etkileşime dayalı bir ilişkiye yol açacağı, gündelik hayatımızda temelini dinden alan prensiplerde ne denli bir değişimin yaşanacağı, din ve vicdan özgürlüğünün ülkemizde nasıl anlaşılacağı, laikliğin tam anlamıyla uygulanıp uygulanamayacağı gibi sorunların üzerinde bugünden durulması gerekmektedir.
Hipotez 1
Dindarlık düzeyi ile Avrupa Birliği’ne girme isteği arasında ters orantı vardır. Ülkemizde dünya görüşlerinin Avrupa Birliği süreci ile ilgili düşüncelerin oluşumunda büyük etkisi bulunmaktadır. Özellikle her kesim kendi dünya görüşü açısından Avrupa Birliği’ni değerlendirmekte ve buna göre belli yargılara ulaşmaktadır. Dini alanda yaşanması muhtemel değişimlerin hayatımızı olumsuz yönde etkileyebileceği endişesi ise dindar kesimin Avrupa Birliği hakkındaki düşüncelerinde belirgin soru işaretlerinin belirmesine neden olmaktadır. Bu nedenle kendisini dindar olarak tanımlayan insanların Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine olumlu bakmadıklarını varsaymaktayız. Hipotez 2 AB ye girersek dini haklar ve özgürlükler ile ilgili engeller kalkacaktır.
Ülkemizde İmam hatip liseleri, başörtüsü sorunu, laiklik gibi nerdeyse bir asra yaklaşık bir zamandır devam eden dini hak ve özgürlüklerle ilgili engellerin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile son bulacağını varsaymaktayız.
Hipotez 3
Halkımızın dini yaşamımızla ilgili bazı endişeleri olmakla beraber diğer din ve mezheplere karşı mesafeli de durmaktadır.
Türk halkı dinden kaynaklanan âdet, gelenek ve göreneklerine bağlı olmakla birlikte dini yaşam konusunda daha gevşek bir tutum sergilemektedir. Dinin
yeterince bilinmemesi, ibadetleri yerine getirmede daha rahat davranılması, dünyevi alanla ilgili konulara tamah gösterilmesi gibi dini yaşamdaki eksikliklere rağmen diğer din ve mezheplere oldukça az tahammül gösterilmektedir. Özellikle farklı dinlere ve inanç farklılıklarına karşı Türk halkı daha temkinli bir duruş sergileyecektir.
Hipotez 4
AB’ye girmemiz temelini dinden alan ahlaki prensiplerin erozyonuna sebep olur. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin, temelini dinden alan ahlaki prensiplerin erozyonuna, iffet, namus, hayâ ve edep gibi Türk toplumu için önemli kavramlarda bir aşınma, içki tüketimi, domuz eti yemek, gayrı meşru ilişki gibi İslam dininin koyduğu prensiplerde bir çözülme meydana getireceği varsayılmaktadır.
Hipotez 5
AB ye girersek dini eğilimler İslamiyet’ten Hıristiyanlığa doğru bir kayma göstermez; Hıristiyanlaşmayız.
Ülkemizin batılılaşma sürecinin en son halkasını teşkil eden Avrupa Birliği serüveni ile kimi kesimlerce iddia edildiği gibi ülkemizin İslamiyet’ten uzaklaşıp Hıristiyanlaşacağı, dini eğilimlerin bu yönde değişeceği söylemine karşın, bu sürecin Türk toplumunda bazı etkiler bırakacağını varsaymakla birlikte Hıristiyanlaşma ile sonuçlanmayacağını varsaymaktayız.
Hipotez 6
AB’ ye girersek dini kimliğimizin kaybolmaması için dini eğitim alınması gerekir. Avrupa Birliği‐Türkiye ilişkileri çerçevesinde din eğitimi alanındaki eksikliklerimiz belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bugüne kadar farklı kültürlerle ve dinlerle ilişki bakımından kendisini geliştirme ve değerlendirme ihtiyacı hissetmeyen Türk halkı Avrupa Birliği üyeliği süreci ile kendi dini birikimi ile ilgili
bazı endişeleri hissedecektir. Gerek dini kimliğimizin kaybolmaması için ve gerekse inandığımız değerleri ifade edebilmek için yeni bir anlayışla din eğitimi verilmesi gerekli olacaktır.
2. ARAŞTIRMA ALANININ GENEL ÖZELLİKLERİ (KONYA’NIN