• Sonuç bulunamadı

3. AVRUPA BİRLİĞİNİN GENİŞLEMESİ VE TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

3.2. Türkiye AB İlişkileri

3.2.6. Brüksel Zirvesi (17 Aralık 2004) ve sonrasında gelişmeler

17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de  gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet  Başkanları  Zirvesi’nde,  1999  Helsinki  ve  2002  Kopenhag  Zirvelerinde  alınan  kararlar teyit edilmiş, Türkiye’nin reform sürecinde atmış olduğu kararlı adımların  memnuniyetle  karşılandığı  belirtilerek,  ülkemizle  üyelik  müzakerelerinin  ‐Zirve  Sonuç Metninin 23. maddesinde öngörülen çerçeve dâhilinde‐ 3 Ekim 2005 tarihinde  başlatılması  kararlaştırılmıştır.  17  Aralık  2004  Zirve  Sonuçları  önemli  ve  tarihi  bir  karar  niteliğindedir.  Bu  kararın  ardından  17  Aralık  tarihli  AB  Devlet  ve  Hükümet  Başkanları  Zirvesi  Bildirisi  uyarınca  Komisyon’a  iki  ana  belge  hazırlanması  görevi  verilmiştir (Bkz: AB Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi, 16‐17 Aralık 2004). 

Müzakerelerin  Çerçeve  Belgesi  AB  Komisyonu  tarafından  29  Haziran  2005  tarihinde  kamuoyuna  açıklanmış  ve  onaylanması  için  Konseye  gönderilmiştir.  AB  Dışişleri  Bakanları  3  Ekim  2005  tarihinde  Müzakerelerin  Çerçeve  Belgesi’ni  onaylayarak Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılması kararını almıştır.  

29  Haziran  2005  tarihinde  Komisyon,  bunun  yanı  sıra  Türkiye  ile  AB  üyesi  ülkelerde karşılıklı önyargı ve bilgi eksikliğini gidermek amacıyla “Aday Ülkelerle  AB  arasında  Sivil  Toplum  Diyalogu”  Bildirimi’ni  yayınlamıştır.  Sivil  Toplum  Diyalogu  ile  Türkiye  ve  AB  üyesi  ülkelerde  daha  ziyade  hükümet  dışı  örgütler,  üniversiteler  ve  medya  kuruluşları  aracılığıyla  işbirliği  imkânlarının  geliştirilmesi  ve  Türkiye’nin  topluluk  programlarından  artan  ölçüde  yararlanması  hedeflenmektedir (DB, 2008). 

Ankara  Anlaşmasını  16  üyeye  genişleten  Uyum  Protokolü  ülkemiz  ile  AB  Dönem  Başkanlığı  ve  Komisyon  arasında  29  Temmuz  2005  tarihinde  mektup  alışverişi aracılığıyla imzalanmıştır. Bu imza vesilesiyle Türkiye tarafından, mektup  ve  imzayla  hukuken  bir  bütün  oluşturan  resmi  bir  deklarasyon  da  yapılmıştır.  Deklarasyonda  Uyum  Protokolü’nün  imzalanmasının  “Kıbrıs  Cumhuriyeti”ni  hiçbir  şekilde  tanıma  anlamına  gelmeyeceği  sarih  bir  şekilde  belirtilmiştir.  AB,  ülkemizin Uyum Protokolü’ne ilişkin yapmış olduğu deklarasyona karşılık 21 Eylül  2005 tarihinde bir karşı deklarasyon yayınlamıştır. 

12  Haziran  2006  tarihinde  Türkiye  ile  AB  arasındaki  kurumsal  anlamda  en  yüksek  karar  alma  organı  olan  Ortaklık  Konseyi’nin  45.  toplantısı  ve  akabinde  ilk  müzakere  faslı  olan  “Bilim  ve  Araştırma”  başlığında  fiili  müzakerelerin  açılıp  kapandığı Hükümetler arası Konferans gerçekleştirilmiştir. 

Komisyon  29  Kasım  2006  tarihinde  ülkemizle  müzakerelere  ilişkin  tavsiye  kararını açıklamıştır. Bu kararda ülkemizin Ankara Anlaşmasına Ek Protokolü tam  olarak  uygulamaya  koymadığı  belirtilerek,  Türkiye’nin  katılımı  konusundaki  Hükümetler  arası  Konferansın  Komisyonun  Türkiye’nin  yükümlülükleri  yerine  getirdiğini  teyit  etmesine  kadar,  Türkiye’nin  Kıbrıs  Cumhuriyetine  yönelik  kısıtlamalarıyla  ilgili  politika  alanlarını  kapsayan  fasıllarda  (toplam  sekiz  fasıl‐  “Malların  Serbest  Dolaşımı”,  “İş  Kurma  Hakkı  ve  Hizmet  Sunumu  Serbestîsi”,  “Mali Hizmetler”, “Tarım ve Kırsal Kalkınma”, “Balıkçılık”, “Ulaştırma Politikası”,  “Gümrük  Birliği”  ve  “Dış  İlişkiler”)  müzakereleri  açmaması  ve  Türkiye’nin  Ek  Protokolle ilgili yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğini teyit etmeden hiçbir  faslın geçici olarak kapatılmaması önerilmiştir (İKV, 2007; DB, 2008). 

Komisyon önerisi 11 Aralık 2006 tarihinde yapılan Genel İşler ve Dış İlişkiler  Konseyi’nde  (GİDİK)  ele  alınmış  ve  karara  bağlanmış;  ardından  14‐15  Aralık  2006’da yapılan AB Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesi’nde onaylanmıştır. Diğer  taraftan,  AB  Dışişleri  Bakanları  Toplantısının  sonuç  bildirisine  ek  teşkil  eden  ve  üzerinde  siyasi  mutabakat  sağlanmış  ancak  onaylanmamış  olan  “Kıbrıs  Türk  Toplumunun Ekonomik Kalkınmasının Desteklenmesine İlişkin Nisan 2004 Konsey  Sonuçlarının  Uygulanması”  başlıklı  belgede,  KKTC’ye  yönelik  Doğrudan  Ticaret  Tüzüğü  taslağına  yönelik  çalışmaların  gecikmeden  başlatılması  gerektiği  kaydedilmektedir.  Üzerinde  siyasi  mutabakat  sağlanan  söz  konusu  karar  Alman  Dönem Başkanlığı sırasında 22 Ocak 2007’de GİDİK’te onaylanmıştır. 

GİDİK  toplantısının  akabinde,  Finlandiya  Dönem  Başkanlığı  tarafından  bir  Başkanlık  Açıklaması  yapılmış  ve  “Konsey’deki  tartışmaların  ardından  ilgili  BM  Güvenlik  Konseyi  Kararları  ve  AB’yi  oluşturan  ilkeler  doğrultusunda  Kıbrıs  sorununda kapsamlı bir çözüme ulaşılması için müzakerelere başlanması amacıyla 

BM  Genel  Sekreteri’nin  yürütmekte  olduğu  çabalara  tam  destek”  verildiği  ifade  edilmiştir. 

Katılım müzakerelerine konu teşkil eden 33 fasılda 2007‐2013 yılları arasında  gerçekleştirilmesi  öngörülen  mevzuat  uyum  çalışmalarını  içeren  söz  konusu  Programın  hazırlık  çalışmalarına  ilgili  kamu  kuruluşlarının  yanı  sıra  sivil  toplum  örgütleri de katılmıştır. AB Komisyonu, Türkiye’nin kabul ettiği AB Müktesebatına  Uyum Programı’nı olumlu bir adım olarak nitelemiş ve memnuniyetle karşılamıştır.  Komisyon  6  Kasım  2007  tarihinde  ülkemize  ilişkin  2007  İlerleme  Raporunu  yayınlamıştır.  Rapor’da,  Temmuz  2006’daki  genel  seçimlerin  adil  ve  serbest  bir  şekilde gerçekleştirildiği ve AB yönelimine sahip bir reform gündemi bulunan yeni  bir  hükümetin  işbaşına  geldiği  kaydedilmektedir.  Raporda  daha  önceki  İlerleme  Raporlarında  olduğu  gibi  daha  fazla  ilerleme  beklenen  alanlara  da  yer  verilmektedir.  İlerleme  Raporuyla  birlikte  yayınlanan  2007  Genişleme  Stratejisi  Belgesi’nde ise Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin stratejik önemine dikkat çekilmektedir.  Portekiz’in Dönem Başkanlığı sırasında (2007 yılının ikinci  yarısı) 19 Aralık  2007 tarihinde düzenlenen Hükümetler arası Konferansla iki fasılda (Trans‐Avrupa  Ağları, Tüketici ve Sağlığın Korunması) daha müzakerelere başlanmıştır. Ayrıca, 10  Aralık  tarihinde  AB  üyesi  ülke  Dışişleri  Bakanları  tarafından  alınan  ve  Devlet‐ Hükümet  Başkanları  tarafından  onaylanan  kararlarda  2006  ve  2007  Genişleme  Strateji  Belgelerine  atıf  yapılmak  suretiyle  ülkemizin  de  içerisinde  bulunduğu  genişleme sürecinin devamına AB’nin bağlılığı teyit edilmiştir (DB, 2008). 

   

 

4. AVRUPA BİRLİĞİ VE DİN   

4.1. Avrupa Birliği Kimliği 

İki temel hedef etrafında şekillenen Avrupa Birliği fikri, öncelikle Avrupa’da  Hıristiyan devletlerin birbirleriyle savaşmalarını önleyerek kalıcı bir barışı sağlamak  sonrasında  ise  bu  sayede  Avrupa’nın  dış  düşmanlarına  karşı  daha  güçlü  bir  konumda  karşı  koyabilmeyi  amaç  ediniyordu.  Tabi  ki  Avrupa  Birliği  sayesinde  Avrupa’da  ticaret  de  gelişecek  ve  refah  artacaktı  (Çiçek,  1995:  233).  Ne  var  ki  Avrupa’da  ortak  bir  oluşumun  etrafında  birleşme  fikri,  Avrupa  Birliği’nde  kurumsallaşma, bir kimlik üretme zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir.  

Kendi ulusal özelliklerini her zaman koruma yolunda çaba gösteren Fransa  ve  farklılığını  korumayı  önemseyen  Almanya  gibi  bazı  devletler  aynı  yoğunlukta  istekli olmasalar da halklar düzeyinde bir “aidiyet” in kurumsallaşamaması sonucu  ortaya  çıkan  sıkıntılar  Avrupa  Birliği’ni  bir  kimlik  üretme  zorunluluğuyla  karşı  karşıya  bırakmıştır.  Aslında  Avrupa  Birliği  üye  ülkelerde,  kökleri  derinde  olan  ulusal  kimliklerin  ya  da  ulusal  kültürlerin,  uluslar  üstü  Avrupa  kimliği  karşısında  büyük  bir  önceliğe  sahip  olduğunu  söylemek  mümkünse  de  (Bozkurt,  1999:  409)  yine  de  yüzyıl  içerisinde  gelişen  en  büyük  sorunsal,  üretilmeye  çalışılan  Avrupa  kimliğinin  ne  kadar  toplumsallaşabildiği  ve  bireylerin  bilincine  yerleştiği  olarak  tezahür etmektedir.  

 

4.1.1 Avrupa ve Kimlik Sorunu 

Kimlik sorunu tüm sosyal bilimlerde en karmaşık ve tartışmalı sorunlardan  biridir.  Bunun  nedeni  kuşkusuz,  kimliğin  çok  boyutluluğu  ve  bu  boyutluluğun  disiplinler arası bir çalışmayı zorunlu kılmasıdır (Türkbağ, 2003: 209). Kimlik, ortak  dil, kültür, coğrafya ve tarih gibi öğelere dayansa da “öteki” ile temasın özel tarihi  ve  formudur  ki  bir  ulusu  diğerinden  farklılaştırır,  eşsizleştirir,  yani  kimliklendirir  (Dağı,  2002:  13).  Bu  açıdan  bakıldığında  “kimlik”(ler)  sorunsalı  hem  varoluşunu  borçlu olduğu, hem de varlığını sürekli etkileyen iki ana paradoksun kıskacındadır.