• Sonuç bulunamadı

4. AVRUPA BİRLİĞİ VE DİN

4.1. Avrupa Birliği Kimliği

4.1.2. Avrupa Kimliği’nin İki Ana Unsuru

4.1.2.2.  Din Birliği

İnsanlık  tarihi  kadar  eski  bir  geçmişi  olan  ve  bütün  toplumları  kuşatan  bir  vakıa  olarak  din,  sosyal  hayatın  basit  bir  “salgı”(secretion)sından  ibaret  değildir.  Zira her toplumda ve her insanda bir yücelme ihtiyacı; transandantal (aşkın) ve ilâhî  âleme  yönelme  eğilimi  mevcuttur  ki  bu  yönüyle  din  fıtrî  bir  gerçekliğe  sahiptir.  Gerçekten de kutsal olanla kurulan bağ ile belirlenen din, yaşanan bir olgu olması  hasebiyle  bir  toplum  olayı,  sosyal  bir  realitedir.  Çünkü  her  din  öncelikle  tek  tek  fertlerde  yerleşip  kök  salmak  durumundadır.  Bunun  akabinde  din,  fertten  ferde  uzanan  bir  köprü  olmakta,  objektifleşmekte  ve  toplumsallaşmaktadır.  Bu  nedenle  her  din  bir  toplum  içinde  ortaya  çıkar  ve  gelişir.  Bilinen  bütün  insan  toplulukları  içinde  bir  dine  rastlandığı  gibi  toplumsal  yaşayışın  en  eski  ve  tipik  bir  görünümü  olarak din ile toplum arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır (Günay, 1999: 28‐29). 

Din‐toplum  ilişkisi  içerisinde  herhangi  bir  toplumda  yerleşmiş  bir  dinin  kuvvetli bir sosyal kontrol aracı olduğu ve dinin temel fonksiyonlarından birinin de  toplumu  bütünleştirmek  ve  ahengini  güçlendirmek  olduğu  öteden  beri  bilinmektedir (Dönmezer, 1994: 242). Gerek toplumdaki sosyal grup ve kurumlarla 

ilişkisiyle ve gerekse kendisinden kaynaklanan gruplarla din, toplumu  tesiri altına  almada  işlevsel  önemini  her  toplumda  sürdürmüştür  (Aydın,  1997:  129‐130).  Toplumsal  yaşamı  ve  kültürel  değerleri  doğrudan  etkileyen  bir  olgu  olarak  dinin  Avrupa’nın  ortak  kültürel  değerlerinin  ve  kimliğinin  oluşumunda  da  önemli  bir  etkisi olmuştur (Aytuğ, 2006: 58). 

Avrupa’da  din  çok  ön  planda  değildir  ancak  Avrupa’nın  dini  tamamen  dışladığı  da  söylenemez.  AB  üyesi  tüm  ülkeler  en  azından  kültürel  olarak  Hıristiyan’dır. Din, bu ülkelerde ortak tarihi ve kültürel mirastır. Yine üye ülkelerde  din,  toplumsal  ve  kültürel  hayatta  önemli  görevler  ifa  etmektedir.  Kiliseler  boş  olsalar  da  toplumsal  hayatın  aktif  aktörleri  olup  saygın  kurumlar  olarak  kabul  edilirler.  Siyaset  dâhil  olmak  üzere  her  türlü  ulusal  ve  uluslararası  faaliyetlerde  bulunurlar. Bu tür çalışmaların bazılarını doğrudan kiliseler üstlenmekte, bazıların  ise  lobi  faaliyetleriyle  etkilemeye  çalıştıkları  siyasi  partiler  vasıtasıyla  yapmaya  çalışmaktadırlar. Bu yüzden parti politikaları kiliseleri yakından ilgilendirmektedir.  Hıristiyan partilerin programların kiliselerin etkisi açık  bir  biçimde görülmektedir.  Diğer  partilerde  ise  dini  değerlere  saygı  duymak  temel  bir  prensip  olarak  kabul  edilmektedir.  Kiliseler  AB’nin  oluşum  sürecinde  ve  Avrupa  Anayasası’nın  şekillenmesinde aktif rol almışlardır (Köktaş, 2005: 103). 

Avrupa  dediğimiz  bütünün  oluşmasında  ve  yeniden  oluşturulmasında  bir  araya  gelen  üç  şekillendirici  etkenden  bahsedilebilir.  Bunlar:  Yahudi‐Hıristiyan  monoteizmi,  Grek  akılcılığı  ve  Roma  teşkilatçılığıdır.  Bu  etkenler  zamanla  değişip  evrilse  de  Avrupa  diye  bildiğimiz  hayat  tarzını  oluşturan  bu  kombinasyondaki  dindar  doku  aşikârdır  (Davie,  2005:  7).  Genel  hatlarıyla  inanç  haritasını  belirtecek  olursak,  Batı  Avrupa  Katolik  Güney  (İspanya,  Portekiz,  İtalya  ve  Fransa  ile  ayrıca  Belçika ve İrlanda’yı da içine alır) ve Protestan Kuzey (İskandinavya ve İskoçya) ile  aralarında  karışık  ülkeler  dizisi  (İngiltere  ve  Galler,  Kuzey  İrlanda,  Hollanda  ve  Almanya) olarak üçe ayrılmıştır. Orta Avrupa coğrafyası biraz daha karmaşık olsa  da  benzer  kategorilere  sahiptir.  Litvanya,  Polonya,  Slovakya,  Slovenya  ve 

Hırvatistan resmen Katolik iken Estonya ve Letonya Lutercilerdir ve İskandinavyalı  komşularına yakından bağlıdırlar (Davie, 2005: 18). 

Bir  milletten  diğerine  hatta  bölgeden  bölgeye  değişiklik  arz  eden  din  ve  devlet  ilişkileri  ise  Avrupa  Birliği  üyesi  ülkelerin  bazılarında  laik  anayasal  düzen  içinde  yürütülürken,  bazılarında  ise  belirli  bir  dini  görüşün  devlet  dini  olarak  benimsenmesi  olarak  tezahür  etmektedir  (Er,  2003:125).  Örneğin  Birleşik  Krallıkta  yazılı bir anayasa yoktur. Fakat yine de Hıristiyanlığın hukuki bir statüsü vardır ve  aynı  zamanda  ulusal  çıkarları  doğrudan  etkileyen  fonksiyonlara  sahiptir.  Hem  İngiltere’de  hem  de  İskoçya’da  resmi  kilise  bulunmaktadır  (Catto  ve  Davie,  2008:  152).  İngiltere’de  Anglikan  kilisesi  resmi  bir  niteliğe  sahiptir  ve  anayasal  sistem  içinde yer almaktadır. Bu kilise ve dini, devletin ulusal kilisesi ve ulusal dini olma  niteliğini taşımaktadır. İngiltere’de taç giyme töreni dini bir törendir ve Kral tacını  Cantorbury Başpiskoposunun elinden giyer. Protokol sırasında, Başpiskopos kralın  en önemli yakınlarından sonra gelir. Parlamenterler görevlerine bir dua ile başlar ve  Anglikan  Kilisesi  Parlamento’da  bir  temsilci  bulundurur.  Cantorbury  ve  York  Başpiskoposlarıyla  beraber  24  Anglikan  piskoposu  Lortlar  kamarasının  üyesidir  (D’Hellencourt, 2003: 171). 

Danimarka’da  laik  olmayan  ve  anayasasında  dine  atıf  yapan  ülkelerden  biridir. Kilisenin statüsü anayasal olarak belirlenmekte ve anayasanın 4. maddesine  göre  Lutherci  kilise  ulusal  kilise  olarak  kabul  edilmektedir.  Anayasa  tarafından  güvence  altına  alınan  bu  kilise,  resmi  olarak  Danimarka  halkının  %90’ına  hitap  etmektedir.  Bu  nedenle  Luther  Kilisesi,  Danimarkalı  kimliğinin  bir  sembolü  niteliğindedir.  Kral  kiliseye  mensup  olmak  mecburiyetindedir  ve  aynı  zamanda  kilisenin yöneticisidir. Kral adına hükümetçe görevlendirilen bir bakan kilise işlerini  yürütür.  Papazlar  memur  statüsünde  olup  devletten  maaş  alırlar (Baubérot,  2003a:  78‐81). Devlet  diğer  vergilerle  beraber  kilise  vergilerini  de  toplamaktadır.  Devlet  tarafından  desteklenen  tek  kilise  olan  Luther  kilisesi  devletin  resmi  törenlerini  yerine getirir (Köktaş, 2005: 110). 

Yunanistan’ın  resmi  bir  kilisesi  (Doğu  Ortodoks  Kilisesi)  vardır.  Başka  bir  ifadeyle Yunanistan da laik bir ülke değildir. Devlet‐ Ortodoks Kilisesi ilişkilerinin  teorik temelinde sezaropapizm’in (Caesaropapism: devlet başkanının aynı zamanda  kilisenin  de  başkanı  olduğu  politik  sistem)  gelişmiş  şekli  yer  alır.  Anayasaya  göre  devlet iç yapısı da dâhil olmak üzere kilisenin tüm idari işleriyle ilgili kanun koyma  yetkisine  sahiptir  (Papastathis,  2008:  275).  Yunanistan’da,  Ortodoksluk  devletin  resmi  dinidir  ve  halkın  %96’sını  temsil  etmektedir.  1986  da  yeniden  düzenlenen  anayasanın  3.  maddesine  göre  egemen  din  Hıristiyan  Doğu  Ortodoks  kilisesinin  Ortodoksluğudur. Kilise bugün hala bir devlet  bakanlığı olarak devam etmekte ve  çeşitli  örgütleri  kamu  hukukunun  tüzel  kişi  statüsünü  elinde  bulundurmaktadır  (Makrides, 2003: 115). 

Almanya  16  eyaletten  oluşan  federal  bir  devlettir.  Her  eyaletin  kendi  anayasası  vardır.  Land  Schleswig‐Holsten  eyaleti  hariç  olmak  üzere  her  eyaletin  anayasası gerek din özgürlüğü gerek devletin dini gruplarla ilişkisini belirleyen özel  hükümler  içermektedir.  Bu  hükümler  her  eyalette  aynı  değildir.  Alman  Anayasası  herhangi bir din veya kiliseye atıfta bulunmaz (Robbers, 2008: 43). Anayasal olarak  devletin  tüm  dinlere  tarafsızlığı  benimsenmiştir.  Din  dersi  okullarda  okutulan  bir  ders  olup  öğretmenlerin  maaşlarını  devlet  öder  (Köktaş,  2005:  109).  Almanya’da  herhangi  bir  kiliseye  mensup  55  milyon  Hıristiyan  bulunmaktadır.  Mezhepler  itibariyle  bakıldığında,  bu  nüfusu  ağırlıklı  olarak  Protestanlar  ve  Katolikler  oluşturmaktadır.  Protestanların  nüfusu  biraz  daha  fazla  olup,  ayrıca  bir  milyon  civarında Ortodoks ve üç milyon civarında da Müslüman nüfus bulunmaktadır. 

Almanya’da  ne  devlet  dini  ne  de  ulusal  bir  kilise  vardır.  Anayasanın  4.  maddesinde  dini  özgürlükler  teminat  altına  alınırken,  137.  maddede  devletin  kilisesinin  bulunmadığı  belirtilmektedir.  Bu  açıdan  Alman  yasalarında  laiklik  ve  sekülarizm  gibi  kavramlar  kullanılmadığı  gibi  Alman  yasalarına  bu  konuda  damgasını  vuran,  devletle  dini  cemaatler  arasındaki  ilişkiyi  belirleyen  kavram  tarafsızlık  olarak  ortaya  çıkmaktadır.  Ancak  devletin  temeli  dine  dayalı  olmasa  da  anayasanın  girişinde  “Allah  ve  insanlar  indinde  sorumluluk  bilincine  göre 

hazırlandığı” açıkça belirtilir. Almanya’nın eyalet anayasalarının girişlerinde benzer  hususlar  ifade  edilmektedir.  Federal  Cumhuriyetin  Başkanının  göreve  başlama  yemini  “Allah  bana  yardım  etsin”le  biter.  Rhénanie‐Platinat  bölgesinin  anayasa  mahkemesi  üyelerinin  mesleki  yeminleri  “Her  şeyi  bilen  büyük  Allah  önünde  yemin ederim.” diyerek başlar (Ouédraogo, 2003: 49). 

Avusturya’da  bir  devlet  kilisesi  yoktur.  Devlet,  kiliseler  ve  dini  cemaatler  kurumsal  olarak  ayrışmıştır.  Anayasa  belirli  bir  dine  göndermede  bulunmaz;  ama  din  ve  inanç  özgürlüğünü  (ister  ideoloji,  isterse  bir  dünya  görüşü  olsun)  teminat  altına  alır.  Din‐devlet  ilişkisini  belirleyen  temel  nokta,  Temel  Vatandaşlık  Hakları  Anayasası’nın  15.  maddesinde  yer  alan  eşitlik  prensibidir.  Buna  göre,  resmen  tanınan her kilise, kendi iç işlerini bağımsız olarak düzenler ve yönetir. Bu konudaki  temel  referans  noktalarından  bir  de  her  dini  topluluğun  kendisi  ile  ilgili  tanımlamasıdır. Özetle Avusturya’da din‐devlet ilişkisini belirleyen yasal sistem iki  temel  prensip  üzerine  kurulmuştur:  Birincisi  dini  ve  felsefi  inançlar  konusunda  bireysel özgürlük hakkı; ikincisi ise, dini toplulukların kamuda toplu faaliyetleridir  (Potz, 2008: 81). 

Fransa,  Anayasası’nda  diğer  Avrupa  Birliği  ülkelerinden  farklı  olarak  dinle  ilgili çok az metine yer verir. Bu metinlere de genellikle ele alınan olay çerçevesinde  laikliği  felsefi  anlamda  desteklemek  amacıyla  müracaat  edilir.  4  Ekim  1958  Anayasası’nın 1. Maddesi: “Fransa, bütün vatandaşlarına kanun önünde köken, ırk  ve  din  farkı  gözetmeksizin  eşit  haklar  sağlayan  bölünmez,  laik,  demokratik  ve  sosyal bir cumhuriyettir.” der (Messner, 2008: 113). Bu anlamda laiklik devletin din  ve  mezheplere  karşı  kesin  tarafsızlığını  ifade  eder.  Devlet,  dinin  kamusal  alandaki  etkisini  sınırlamaya  ve  kontrol  altında  tutmaya  özen  göstermektedir.  Bununla  beraber  din  ve  vicdan  özgürlüğü  ve  bireysel  dini  uygulama  devlet  garantisi  altındadır  (Köktaş,  2005:  108).  Fransız  hukukunun  en  önemli  hukuki  dayanağı  devletle kiliselerin birbirinden ayrılması ile ilgili kanun ve bundan doğan hukuktur.  Bu  hukuk  vicdan  hürriyetini  sağlamakta  ve  dinlerin  serbestçe  yaşamasını  garanti  etmektedir.  Ayrıca,  25.  maddeye  göre,  dinlerin  ayinleri  kamusaldır  ve  dini  tören 

v.b.gösterilere kamu idaresi kanununa uygun olarak müsaade edilmektedir. Devlet,  kiliseleri (dinleri) kabul etmeksizin tanımaktadır (Baubérot, 2003b: 99). 

Belçika  Anayasası  din‐devlet  ilişkilerini  tanımlamaz.  Ancak  Belçika’da  din‐ devlet ilişkileri yine bu anayasaya göre şekillenir. Anayasal hak ve özgürlükler aynı  zamanda  eğitim  özgürlüğü  veya  basın  özgürlüğü  gibi  alanlardaki  çeşitli  dini  konulardaki  alanları  da  kapsar  (Torfs,  2008:  97).  Anayasanın  21.  maddesi  devletin  dinlerin  iç  işlerine  karışmasını  yasaklamaktadır.  Ayrıca,  14.  maddesi,  sadece  inançların  hürriyetini  değil,  bunların  dini  emirlerinin  kamusal  alanda  yerine  getirilmesini  ve  ifade  hürriyetini  de  garanti  eder.  Anayasa  aynı  şekilde  vicdan  hürriyetini  korumaktadır.  Hiç  kimsenin  dini  ibadet  ve  davranışlara  herhangi  bir  şekilde  baskı  yapamayacağını  15.  maddede  belirtmektedir  (Martin,  2003:  63).  Belçika’da  dini  kuruluşlar  finansman  ihtiyaçlarını  devlet  bütçesinden  ve  bağışlardan temin ederler (Köktaş, 2005: 110). 

Hollanda’da  devlet  ile  kilise  arasındaki  ilişkiler  anayasaya  dayanmaktadır.  Bununla  birlikte  1983’te  anayasada  genel  bir  revizyon  yapılmıştır.  Bu  sırada  temel  haklar  da  yeniden  düzenlenmiştir.  Buna  göre  kilise‐devlet  ayrımı  ilkesi,  özellikle  din  ve  inanç  özgürlüğünün  garanti  altına  alınması,  vatandaşlara  eşit  muamelede  bulunulması  ve  ayrımcılık  yapılmaması  gibi  hükümlerde  verilmiştir  (Van  Bıjsterveld,  2008:  137).  Anayasanın  6.  maddesi,  herkesin  dinini  ve  inançlarını  serbestçe  yaşama  hakkına  sahip  olduğunu  belirtmektedir.  Dini  inançlara  göre  eğitim özgürlüğü anayasanın 23/2 maddesiyle garanti edilmektedir. Katolik kilisesi  sosyal  ve  siyasal  yaşam  üzerinde  etkin  olmakla  birlikte,  hitap  ettikleri  nüfus  açısından  çöküş  içindedirler.  1958  yılında  Hollandalıların  %73’ü  Katolik  kilisesine  mensup  olduğunu  açıklarken  1987’de  yapılan  anketlere  göre  %50‐55’i  dinsiz  olduğunu açıklamaktadır (Martin, 2003: 155). 

Anayasasında  laiklik  ifadesi  bulunmayan  Lüksemburg,  1992’de  yapılan  sayımlara  göre  %29’u  yabancılardan  oluşan  400  bin  nüfusa  sahiptir.  Halkın  %90’ı  Katolik olup, geriye kalan %10’u Protestanlar, Ateistler, Yahudiler ve farklı dinlere  mensup  kişiler  oluşturmaktadır.  1868  tarihli  mevcut  anayasasının  19.  ve  20. 

maddeleri  din  özgürlüğünü  garanti  etmektedir.  22.maddesine  göre  devlet  din  görevlisi  ve  bağlı  oldukları  Piskoposların  atanmasına  müdahale  etmektedir.  106.  maddesi  ise  Din  İşleri  Bakanlığı’nın  maaş  ve  lojman  giderlerinin  devlet  tarafından  karşılanmasını belirtmektedir (Messner, 2003: 139).  

İtalya  Anayasası’nın  19.  maddesi  din  özgürlüğünün  bireysel  bir  hak  olduğunu ortaya koyar. Bu maddeden hareketle İtalyan vatandaşı olup olmadığına  bakılmaksızın  herkese  din  özgürlüğü  tanınmıştır.  Ayrıca  İtalyan  hukuku  dini  cemaatleri de dini oluşumun temel taşı olarak görür (Ferrari A., 2008: 224). İtalya’da  devlet  ile  kilise  arasındaki  ilişkiler  yapılan  anlaşma  çerçevesinde  yürütülmektedir.  Dini topluluklar devlet tarafından tanınan veya tanınmayan dernekler kurabilirler.  İtalya’da  din‐devlet  ilişkisi  bakımından  üç  dereceli  bir  ilişkiden  bahsedilebilir.  Birinci  derecede  Katolik  kilisesi  gelmektedir  ve  kamu  hukuku  tüzel  kişiliğine  sahiptir. İkinci sırada Yahudi, evangelik‐luteryan kilise, babtisler, adventisler gelir.  Bunlar devlet tarafından tanınan tüzel kişiliğe sahiptir. Üçüncü sırada Müslümanlar  ve Yehova şahitleri gelmektedir. Müslümanlar 1929’da devlet tarafından tanınmıştır  ama  finansal  destek  almamaktadır  (Köktaş,  2005:  109).  Vatikan’ın  bağımsız  bir  devlet olarak tanınması ve Roma’da bulunması, Katolik kilisesinin sosyal ve siyasal  yaşam üzerindeki etkisini daha fazla hissettirmektedir. Katolik kilisesi İtalyan’ların  %80’ini  temsil  etmektedir.  Dini  pratiğin  azalma  göstermesine  rağmen,  İtalyanların  Katoliklikle  bağları  çok  güçlüdür.  Katolik  dini  nikâhı  medeni  nikâh  gibi  geçerli  olmaya devam etmektedir. İtalya’da devlet kamusal eğitim sistemini tanımaktadır.  Bunun  yanı  sıra  üniversiteye  kadar  özel  dini  okullar  mevcuttur  (Champion,  2003:  134). 

İspanya’daki  mevcut  hukuki  ve  siyasi  çerçeve,  daha  önceki  rejimi  batılı  demokrasilerdeki özgürlük standardına taşıyan ve 1978’de yürürlüğe giren anayasa  ile  belirlenmiştir.  Bu  anayasada  uluslararası  standartlar,  özellikle  Avrupa  İnsan  Hakları  Sözleşmesi  ve  onun  hukuki  uzantısı  olan  Strazburg  Avrupa  İnsan  Hakları  Mahkemesi’yle  uyum  gözetilmiştir  (Torron,  2008:  178).  İspanya’nın  1978  de  %88  seçmen  tarafından  oylanan  yeni  Anayasasına  göre,  otoriteyi  yasallaştıran  Katolik 

kilisesinin  kutsal  doktrinine  göre  Tanrı  kanunu  yoktur.  O  halktan  kaynaklanmaktadır.  20.  madde  düşünce,  sözlü  ve  yazılı  ifade  hürriyetini  edebi  ve  sanatsal eser yapma hürriyeti ile eğitim hürriyetini belirtmektedir. 27. madde eğitim  kurumlarını kurma hürriyetini, din ve ahlak eğitimi ve öğretim hakkını vermektedir  (Lautman,  2003:  87).  1976  tarihli  Portekiz  Anayasa’sı  kilise  ve  devletin  ayrılığını  ifade  etmektedir.  Anayasa,  Katolik  kilisesi  ile  diğer  dinler  arasında  bir  ayrılık  gözetmemekte ve tam örgütlenme özgürlüğünü tanımaktadır. Ayrıca İnsan Hakları  Evrensel  Bildirgesi’ne  dayanarak  inanç  özgürlüğünü  tanımaktadır  Ancak  bu  anayasa, 1940 yılında Vatikan ile imzalanan antlaşma ile kabul edilen düzenlemeleri  geçersiz saymamaktadır (Vandermeersch, 2003: 163).  

İsveç’te daha önce resmi devlet kilisesi olan İsveç Lutheryan Kilisesi 1 Ocak  2000 tarihi itibariyle resmi devlet kilisesi olmaktan çıkarılmıştır. İsveç anayasası tüm  vatandaşlarına  tek  başına  ya  da  topluluk  halinde  ibadetlerini  ifa  etme  hakkı  tanır.  Hiçbir  vatandaş  dini  inançlarını  açıklamaya  ve  bir  kiliseye  veya  dini  kuruluşa  mensup  olmaya  zorlanamaz.  İsveç’te  anayasa  ya  da  yasalarda  laiklik  veya  sekülarizm  şeklinde  bir  tanımlama  yoktur.  Aslında  devlet,  dinler  konusunda  olumlu  fikir  ortaya  koymakta,  vatandaşların  kilise  veya  dini  cemaatlere  bağlı  olmasını yararlı bir aktivite olarak görmektedir (Friedner, 2008: 208).  

Polonya’da  devlet  ile  kilise  ve  diğer  cemaatler  arasındaki  ilişkiler  1997  Anayasası’nda Katolik Kilisesi ile yapılan anlaşmada, 1989 yılında çıkarılan Din ve  Vicdan Özgürlüğü Yasası’nda belirlenmiştir. Anayasa’nın 25. maddesinde kiliselere  ve  dini  cemaatlere  atfen  din  hakkında  hükümler  ele  alınırken  55.  maddede  de  bireysel anlamda din özgürlüğü ele alınmıştır (Rynkowski, 2008: 254). İrlanda’da ise  Katolikler  ve  Protestanlar  arasında  yıllardır  süren  çatışmaya  rağmen,  1988’  de  yapılan  referandumda  büyük  bir  çoğunluk  (Katolik  ve  Protestanlar)  barıştan  yana  olduklarını ortaya koymuşlardır (Willaime, 2003: 185). 

Avrupa’da din ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir husus da dini hayatın  merkezinde  yer  alan  kiliselerin  kültürel  ve  fiziksel  olarak  var  olmasıyla  Avrupalıların  gündelik  yaşamlarında  tesirli  olması  ayrımının  yapılmasıdır.  Genel 

kanı  Avrupa  kiliselerinin  artık  gerçek  varlıklarını  koruyamadıkları  yönündedir.  Fakat  bu,  dini  kimliğin  belirleyicisi  olan  kilisenin  önemini  kaybettiği  anlamına  gelmez.  Grace  Davie,  Avrupa’da  yerleşen  Hıristiyan  kültürü  ve  bu  kültürün  taşıyıcısı olarak kiliselerin halkın yaşamına olan etkisini “Vekil Din” tabiri ile ifade  etmektedir.  Bu  kavram  ile  Davie,  dinin,  aktif  bir  azınlık  tarafından  bu  azınlığın  yaptıklarını  onaylayan  büyük  bir  çoğunluğun  yerine  yaşanmasını  kastetmektedir  (Davie, 2008: 32). Bu tanımlama Avrupa’da Hıristiyan kültür etrafında birleşen dini  birliği  ifade  etmesi  bakımdan  önemlidir.  Zira  her  ne  kadar  ülkelerin  din  devlet  ilişkileri,  dini  mezhepleri  farklılık  arz  etse  de  halkın  büyük  bir  çoğunluğunun  gündelik yaşamlarında hâkim olan düşünce ortaktır.  

Hıristiyanlığın  hakim  olduğu  Avrupa’da  önemli  ölçüde  bir  Yahudi  varlığından  söz  edilebilir.  Halen  Batı  Avrupa’da  bir  milyon  Yahudi  yaşamaktadır.  En  geniş  nüfus  500‐600  bin  ile  Fransa  ve  yaklaşık  300  bin  ile  İngiltere’de  yer  almaktadır.  Buna  rağmen  kültür  mozaiği  sadece  Avrupalılarla,  Roma‐germen  ve  Hıristiyan  kültürüyle  sınırlı  değildir  (Tekinalp,  2000:  350).  Avrupa’da  Hıristiyanlıktan sonra en geniş öteki inanç nüfusunu Müslümanlar oluşturmaktadır  (Davie,  2005:  14).  Günümüzde  Avrupa’da  yaklaşık  on  beş  milyon  Müslüman  yaşamaktadır  ve  bunun  yaklaşık  dört  milyonu  eski  Yugoslavya  ve  civarında  bulunmaktadır  (Şenay,  2002:  143).  Bugün  modern  Avrupa’nın  en  önemli  fenomenlerinden biri, Avrupa’nın batı ve kuzeyindeki en gelişmiş ülkelere gelen ve  yerleşen  Müslümanların  sürekli  artan  sayısıdır.  Bu  bakımdan  İslam,  Avrupa  tarihinin  bir  parçası  olmaktan  öte,  çağdaş  Avrupa’da  hala  yaşayan  bir  gerçeklik  olarak karşımıza çıkmaktadır (Antes, 2005: 203).             

Tablo 1: AB Ülkelerinde Din‐Devlet İlişkileri (Yükleyen ve Kuru, 2006: 17)    Resmi Din  Kiliselere  Devlet  Yardımı  Din dersi  Dinî  Okullara  Devlet  Yardımı 

Almanya  Yok  Var  Mecburi  Var 

Avusturya  Yok  Yok  Seçmeli  Var 

Belçika  Yok  Var  Seçmeli  Var 

Danimarka  Luteran Protestan  Var  Seçmeli  Var  Finlandiya  Luteran Protestan  Var  Mecburi  Var 

Fransa  Yok  Yok  Yok  Var 

Hollanda  Yok  Yok  Seçmeli  Var 

İngiltere  Anglikanizm  Var  Mecburi  Var 

İrlanda  Yok  Yok  Mecburi  Var 

İspanya  Katolik (özel statü)  Var  Seçmeli  Var 

İsveç  Yok  Var  Seçmeli  Var 

İtalya  Katolik (özel statü)  Yok  Seçmeli  Var 

Lüksemburg  Yok  Var  Mecburi  Var 

Portekiz  Katolik (özel statü)  Var  Seçmeli  Var 

Yunanistan  Ortodoks  Var  Mecburi  Var 

 

Bugün Avrupa fikri Hıristiyanlıktan ayrı, kendine ait toplumsal, kültürel ve  politik bir anlam kazanmaya çalışmaktadır. Hıristiyanlığın Avrupa kimliğinin başat  ve  temel  karakteri  olduğunu  iddia  etmek,  bu  kimliğin  genel  kabul  görmesi  açısından  olumsuz  olacaktır.  Artık  ulusal,  bölgesel,  dilsel,  dinsel  kimlikler,  çoğunluk ya da azınlık kimlikleri Avrupa uzamı içerisindeki karmaşık etkileşim ve  kimlik  belirleme  oyunlarıyla  yeniden  tanımlanmaktadır  (Kastoryano,  2000:  237).  Avrupaʹda  hem  farklı  dinler  vardır,  hem  de  dinlerin  içinde  çok  farklı  mezhep  ve  anlayışlar  bulunmaktadır.  Bu  yüzden  Katolik  Hıristiyan  bir  birlik  oluşturulmaya 

çalışılması  Ortodoksları,  Protestanları,  Avrupaʹda  yaşayan  Müslümanları,  Arnavut  ve  Boşnakları  dışarıda  bırakmak  demek  olacaktır.  Avrupa  kültürünün  en  geniş  ortak  paydalarından  birinin  din  olduğu  yadsınamaz,  ancak  bunun  kimliğin  en  belirleyici  öğesi  olarak  görülmesi  Avrupa  kimliğini  daraltacak  ve  öne  çıkardığı  değerleri geri plana atacaktır (Akdoğan, 2004: 32). 

Ancak şunu unutmamak gerekir ki: Avrupa’nın dini hayatının kendine özgü  bir  tarihi  ve  bir  yapısı  vardır.  Bu  tarihin  merkezinde  kilise  ile  dine  yönelik  karakteristik  tavırlar  geliştiren  devlet  arasındaki  yakın  ilişkiler  yer  almaktadır  (Davie, 2005: VII). Bu nedenledir ki  Avrupalı elitlerin Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne  belli  çıkarlar  doğrultusunda  alma  isteğine  karşın  Avrupalı  halkların  Türkleri  içlerine alma hususunda büyük tereddütleri vardır (Mann, 2005: 37). Tarihten gelen  bu  birikimi  (Grace  Davie’nin  deyimiyle  Hıristiyan  hafıza),  bilinen  geçmişi  ve  görülebilir geleceği açısından Avrupa’nın, farklı inançlara eşit duruş sergilemesi ve  bir din birliğini sağlanmasını zorlaştırmaktadır. 

Bir  Avrupa  kimliğinin  yaratılması  ve  başarılı  bir  şekilde  benimsetilmesi,  bugün  için  uzak  görünmektedir.  Çünkü  AB,  çok  sayıda  farklı  devletten,  milletten,  dilden,  kültürden  oluşmaktadır.  Bu  farklılıklar  göz  ardı  edilmeden  oluşturulacak  ortak  değerler,  aidiyet  duygusu  sağlamak  için  gereken  adımlardan  sadece  biridir.  Bu konuda AB halkları kırmızıçizgiye de sahiptir. Demokrasi ve şeffaflık yeterince  sağlanamazsa,  siyasi  bütünleşme  ve  ulus‐üstücülük  süreci  Avrupa  eliti  tarafından  sürdürülmeye  devam  ederse  AB  karşıtlığı  artabilecektir.  Böylece,  kimlik  ve  bilinç  oluşturulması  gerçekleştirilemeyeceği  gibi,  AB’nin  dağılması  ya  da  daha  gevşek,  serbest  ticaret  bölgesine  benzer  bir  yapılanmaya  gitmesi  dahi  beklenebilir.  AB’nin  yurttaşları tebaa değildir. Ait olunan devletten farklı ve daha üst bir otoriteye boyun  eğerek,  bir  üst‐yurttaşlık  ya  da  üst‐kimlik  kabul  edilmesi  bugün  için  neredeyse  imkânsızdır.  Ulus‐devletler  ve  milliyetçilik  Avrupa’da  hâlâ  canlıdır.  Vatanı  için  ölmeye  hazır  insan  bulmak  bugün  için  mümkünken,  AB  için  kendini  feda