4. AVRUPA BİRLİĞİ VE DİN
4.1. Avrupa Birliği Kimliği
4.1.2. Avrupa Kimliği’nin İki Ana Unsuru
4.1.2.2. Din Birliği
İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişi olan ve bütün toplumları kuşatan bir vakıa olarak din, sosyal hayatın basit bir “salgı”(secretion)sından ibaret değildir. Zira her toplumda ve her insanda bir yücelme ihtiyacı; transandantal (aşkın) ve ilâhî âleme yönelme eğilimi mevcuttur ki bu yönüyle din fıtrî bir gerçekliğe sahiptir. Gerçekten de kutsal olanla kurulan bağ ile belirlenen din, yaşanan bir olgu olması hasebiyle bir toplum olayı, sosyal bir realitedir. Çünkü her din öncelikle tek tek fertlerde yerleşip kök salmak durumundadır. Bunun akabinde din, fertten ferde uzanan bir köprü olmakta, objektifleşmekte ve toplumsallaşmaktadır. Bu nedenle her din bir toplum içinde ortaya çıkar ve gelişir. Bilinen bütün insan toplulukları içinde bir dine rastlandığı gibi toplumsal yaşayışın en eski ve tipik bir görünümü olarak din ile toplum arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır (Günay, 1999: 28‐29).
Din‐toplum ilişkisi içerisinde herhangi bir toplumda yerleşmiş bir dinin kuvvetli bir sosyal kontrol aracı olduğu ve dinin temel fonksiyonlarından birinin de toplumu bütünleştirmek ve ahengini güçlendirmek olduğu öteden beri bilinmektedir (Dönmezer, 1994: 242). Gerek toplumdaki sosyal grup ve kurumlarla
ilişkisiyle ve gerekse kendisinden kaynaklanan gruplarla din, toplumu tesiri altına almada işlevsel önemini her toplumda sürdürmüştür (Aydın, 1997: 129‐130). Toplumsal yaşamı ve kültürel değerleri doğrudan etkileyen bir olgu olarak dinin Avrupa’nın ortak kültürel değerlerinin ve kimliğinin oluşumunda da önemli bir etkisi olmuştur (Aytuğ, 2006: 58).
Avrupa’da din çok ön planda değildir ancak Avrupa’nın dini tamamen dışladığı da söylenemez. AB üyesi tüm ülkeler en azından kültürel olarak Hıristiyan’dır. Din, bu ülkelerde ortak tarihi ve kültürel mirastır. Yine üye ülkelerde din, toplumsal ve kültürel hayatta önemli görevler ifa etmektedir. Kiliseler boş olsalar da toplumsal hayatın aktif aktörleri olup saygın kurumlar olarak kabul edilirler. Siyaset dâhil olmak üzere her türlü ulusal ve uluslararası faaliyetlerde bulunurlar. Bu tür çalışmaların bazılarını doğrudan kiliseler üstlenmekte, bazıların ise lobi faaliyetleriyle etkilemeye çalıştıkları siyasi partiler vasıtasıyla yapmaya çalışmaktadırlar. Bu yüzden parti politikaları kiliseleri yakından ilgilendirmektedir. Hıristiyan partilerin programların kiliselerin etkisi açık bir biçimde görülmektedir. Diğer partilerde ise dini değerlere saygı duymak temel bir prensip olarak kabul edilmektedir. Kiliseler AB’nin oluşum sürecinde ve Avrupa Anayasası’nın şekillenmesinde aktif rol almışlardır (Köktaş, 2005: 103).
Avrupa dediğimiz bütünün oluşmasında ve yeniden oluşturulmasında bir araya gelen üç şekillendirici etkenden bahsedilebilir. Bunlar: Yahudi‐Hıristiyan monoteizmi, Grek akılcılığı ve Roma teşkilatçılığıdır. Bu etkenler zamanla değişip evrilse de Avrupa diye bildiğimiz hayat tarzını oluşturan bu kombinasyondaki dindar doku aşikârdır (Davie, 2005: 7). Genel hatlarıyla inanç haritasını belirtecek olursak, Batı Avrupa Katolik Güney (İspanya, Portekiz, İtalya ve Fransa ile ayrıca Belçika ve İrlanda’yı da içine alır) ve Protestan Kuzey (İskandinavya ve İskoçya) ile aralarında karışık ülkeler dizisi (İngiltere ve Galler, Kuzey İrlanda, Hollanda ve Almanya) olarak üçe ayrılmıştır. Orta Avrupa coğrafyası biraz daha karmaşık olsa da benzer kategorilere sahiptir. Litvanya, Polonya, Slovakya, Slovenya ve
Hırvatistan resmen Katolik iken Estonya ve Letonya Lutercilerdir ve İskandinavyalı komşularına yakından bağlıdırlar (Davie, 2005: 18).
Bir milletten diğerine hatta bölgeden bölgeye değişiklik arz eden din ve devlet ilişkileri ise Avrupa Birliği üyesi ülkelerin bazılarında laik anayasal düzen içinde yürütülürken, bazılarında ise belirli bir dini görüşün devlet dini olarak benimsenmesi olarak tezahür etmektedir (Er, 2003:125). Örneğin Birleşik Krallıkta yazılı bir anayasa yoktur. Fakat yine de Hıristiyanlığın hukuki bir statüsü vardır ve aynı zamanda ulusal çıkarları doğrudan etkileyen fonksiyonlara sahiptir. Hem İngiltere’de hem de İskoçya’da resmi kilise bulunmaktadır (Catto ve Davie, 2008: 152). İngiltere’de Anglikan kilisesi resmi bir niteliğe sahiptir ve anayasal sistem içinde yer almaktadır. Bu kilise ve dini, devletin ulusal kilisesi ve ulusal dini olma niteliğini taşımaktadır. İngiltere’de taç giyme töreni dini bir törendir ve Kral tacını Cantorbury Başpiskoposunun elinden giyer. Protokol sırasında, Başpiskopos kralın en önemli yakınlarından sonra gelir. Parlamenterler görevlerine bir dua ile başlar ve Anglikan Kilisesi Parlamento’da bir temsilci bulundurur. Cantorbury ve York Başpiskoposlarıyla beraber 24 Anglikan piskoposu Lortlar kamarasının üyesidir (D’Hellencourt, 2003: 171).
Danimarka’da laik olmayan ve anayasasında dine atıf yapan ülkelerden biridir. Kilisenin statüsü anayasal olarak belirlenmekte ve anayasanın 4. maddesine göre Lutherci kilise ulusal kilise olarak kabul edilmektedir. Anayasa tarafından güvence altına alınan bu kilise, resmi olarak Danimarka halkının %90’ına hitap etmektedir. Bu nedenle Luther Kilisesi, Danimarkalı kimliğinin bir sembolü niteliğindedir. Kral kiliseye mensup olmak mecburiyetindedir ve aynı zamanda kilisenin yöneticisidir. Kral adına hükümetçe görevlendirilen bir bakan kilise işlerini yürütür. Papazlar memur statüsünde olup devletten maaş alırlar (Baubérot, 2003a: 78‐81). Devlet diğer vergilerle beraber kilise vergilerini de toplamaktadır. Devlet tarafından desteklenen tek kilise olan Luther kilisesi devletin resmi törenlerini yerine getirir (Köktaş, 2005: 110).
Yunanistan’ın resmi bir kilisesi (Doğu Ortodoks Kilisesi) vardır. Başka bir ifadeyle Yunanistan da laik bir ülke değildir. Devlet‐ Ortodoks Kilisesi ilişkilerinin teorik temelinde sezaropapizm’in (Caesaropapism: devlet başkanının aynı zamanda kilisenin de başkanı olduğu politik sistem) gelişmiş şekli yer alır. Anayasaya göre devlet iç yapısı da dâhil olmak üzere kilisenin tüm idari işleriyle ilgili kanun koyma yetkisine sahiptir (Papastathis, 2008: 275). Yunanistan’da, Ortodoksluk devletin resmi dinidir ve halkın %96’sını temsil etmektedir. 1986 da yeniden düzenlenen anayasanın 3. maddesine göre egemen din Hıristiyan Doğu Ortodoks kilisesinin Ortodoksluğudur. Kilise bugün hala bir devlet bakanlığı olarak devam etmekte ve çeşitli örgütleri kamu hukukunun tüzel kişi statüsünü elinde bulundurmaktadır (Makrides, 2003: 115).
Almanya 16 eyaletten oluşan federal bir devlettir. Her eyaletin kendi anayasası vardır. Land Schleswig‐Holsten eyaleti hariç olmak üzere her eyaletin anayasası gerek din özgürlüğü gerek devletin dini gruplarla ilişkisini belirleyen özel hükümler içermektedir. Bu hükümler her eyalette aynı değildir. Alman Anayasası herhangi bir din veya kiliseye atıfta bulunmaz (Robbers, 2008: 43). Anayasal olarak devletin tüm dinlere tarafsızlığı benimsenmiştir. Din dersi okullarda okutulan bir ders olup öğretmenlerin maaşlarını devlet öder (Köktaş, 2005: 109). Almanya’da herhangi bir kiliseye mensup 55 milyon Hıristiyan bulunmaktadır. Mezhepler itibariyle bakıldığında, bu nüfusu ağırlıklı olarak Protestanlar ve Katolikler oluşturmaktadır. Protestanların nüfusu biraz daha fazla olup, ayrıca bir milyon civarında Ortodoks ve üç milyon civarında da Müslüman nüfus bulunmaktadır.
Almanya’da ne devlet dini ne de ulusal bir kilise vardır. Anayasanın 4. maddesinde dini özgürlükler teminat altına alınırken, 137. maddede devletin kilisesinin bulunmadığı belirtilmektedir. Bu açıdan Alman yasalarında laiklik ve sekülarizm gibi kavramlar kullanılmadığı gibi Alman yasalarına bu konuda damgasını vuran, devletle dini cemaatler arasındaki ilişkiyi belirleyen kavram tarafsızlık olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak devletin temeli dine dayalı olmasa da anayasanın girişinde “Allah ve insanlar indinde sorumluluk bilincine göre
hazırlandığı” açıkça belirtilir. Almanya’nın eyalet anayasalarının girişlerinde benzer hususlar ifade edilmektedir. Federal Cumhuriyetin Başkanının göreve başlama yemini “Allah bana yardım etsin”le biter. Rhénanie‐Platinat bölgesinin anayasa mahkemesi üyelerinin mesleki yeminleri “Her şeyi bilen büyük Allah önünde yemin ederim.” diyerek başlar (Ouédraogo, 2003: 49).
Avusturya’da bir devlet kilisesi yoktur. Devlet, kiliseler ve dini cemaatler kurumsal olarak ayrışmıştır. Anayasa belirli bir dine göndermede bulunmaz; ama din ve inanç özgürlüğünü (ister ideoloji, isterse bir dünya görüşü olsun) teminat altına alır. Din‐devlet ilişkisini belirleyen temel nokta, Temel Vatandaşlık Hakları Anayasası’nın 15. maddesinde yer alan eşitlik prensibidir. Buna göre, resmen tanınan her kilise, kendi iç işlerini bağımsız olarak düzenler ve yönetir. Bu konudaki temel referans noktalarından bir de her dini topluluğun kendisi ile ilgili tanımlamasıdır. Özetle Avusturya’da din‐devlet ilişkisini belirleyen yasal sistem iki temel prensip üzerine kurulmuştur: Birincisi dini ve felsefi inançlar konusunda bireysel özgürlük hakkı; ikincisi ise, dini toplulukların kamuda toplu faaliyetleridir (Potz, 2008: 81).
Fransa, Anayasası’nda diğer Avrupa Birliği ülkelerinden farklı olarak dinle ilgili çok az metine yer verir. Bu metinlere de genellikle ele alınan olay çerçevesinde laikliği felsefi anlamda desteklemek amacıyla müracaat edilir. 4 Ekim 1958 Anayasası’nın 1. Maddesi: “Fransa, bütün vatandaşlarına kanun önünde köken, ırk ve din farkı gözetmeksizin eşit haklar sağlayan bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir.” der (Messner, 2008: 113). Bu anlamda laiklik devletin din ve mezheplere karşı kesin tarafsızlığını ifade eder. Devlet, dinin kamusal alandaki etkisini sınırlamaya ve kontrol altında tutmaya özen göstermektedir. Bununla beraber din ve vicdan özgürlüğü ve bireysel dini uygulama devlet garantisi altındadır (Köktaş, 2005: 108). Fransız hukukunun en önemli hukuki dayanağı devletle kiliselerin birbirinden ayrılması ile ilgili kanun ve bundan doğan hukuktur. Bu hukuk vicdan hürriyetini sağlamakta ve dinlerin serbestçe yaşamasını garanti etmektedir. Ayrıca, 25. maddeye göre, dinlerin ayinleri kamusaldır ve dini tören
v.b.gösterilere kamu idaresi kanununa uygun olarak müsaade edilmektedir. Devlet, kiliseleri (dinleri) kabul etmeksizin tanımaktadır (Baubérot, 2003b: 99).
Belçika Anayasası din‐devlet ilişkilerini tanımlamaz. Ancak Belçika’da din‐ devlet ilişkileri yine bu anayasaya göre şekillenir. Anayasal hak ve özgürlükler aynı zamanda eğitim özgürlüğü veya basın özgürlüğü gibi alanlardaki çeşitli dini konulardaki alanları da kapsar (Torfs, 2008: 97). Anayasanın 21. maddesi devletin dinlerin iç işlerine karışmasını yasaklamaktadır. Ayrıca, 14. maddesi, sadece inançların hürriyetini değil, bunların dini emirlerinin kamusal alanda yerine getirilmesini ve ifade hürriyetini de garanti eder. Anayasa aynı şekilde vicdan hürriyetini korumaktadır. Hiç kimsenin dini ibadet ve davranışlara herhangi bir şekilde baskı yapamayacağını 15. maddede belirtmektedir (Martin, 2003: 63). Belçika’da dini kuruluşlar finansman ihtiyaçlarını devlet bütçesinden ve bağışlardan temin ederler (Köktaş, 2005: 110).
Hollanda’da devlet ile kilise arasındaki ilişkiler anayasaya dayanmaktadır. Bununla birlikte 1983’te anayasada genel bir revizyon yapılmıştır. Bu sırada temel haklar da yeniden düzenlenmiştir. Buna göre kilise‐devlet ayrımı ilkesi, özellikle din ve inanç özgürlüğünün garanti altına alınması, vatandaşlara eşit muamelede bulunulması ve ayrımcılık yapılmaması gibi hükümlerde verilmiştir (Van Bıjsterveld, 2008: 137). Anayasanın 6. maddesi, herkesin dinini ve inançlarını serbestçe yaşama hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Dini inançlara göre eğitim özgürlüğü anayasanın 23/2 maddesiyle garanti edilmektedir. Katolik kilisesi sosyal ve siyasal yaşam üzerinde etkin olmakla birlikte, hitap ettikleri nüfus açısından çöküş içindedirler. 1958 yılında Hollandalıların %73’ü Katolik kilisesine mensup olduğunu açıklarken 1987’de yapılan anketlere göre %50‐55’i dinsiz olduğunu açıklamaktadır (Martin, 2003: 155).
Anayasasında laiklik ifadesi bulunmayan Lüksemburg, 1992’de yapılan sayımlara göre %29’u yabancılardan oluşan 400 bin nüfusa sahiptir. Halkın %90’ı Katolik olup, geriye kalan %10’u Protestanlar, Ateistler, Yahudiler ve farklı dinlere mensup kişiler oluşturmaktadır. 1868 tarihli mevcut anayasasının 19. ve 20.
maddeleri din özgürlüğünü garanti etmektedir. 22.maddesine göre devlet din görevlisi ve bağlı oldukları Piskoposların atanmasına müdahale etmektedir. 106. maddesi ise Din İşleri Bakanlığı’nın maaş ve lojman giderlerinin devlet tarafından karşılanmasını belirtmektedir (Messner, 2003: 139).
İtalya Anayasası’nın 19. maddesi din özgürlüğünün bireysel bir hak olduğunu ortaya koyar. Bu maddeden hareketle İtalyan vatandaşı olup olmadığına bakılmaksızın herkese din özgürlüğü tanınmıştır. Ayrıca İtalyan hukuku dini cemaatleri de dini oluşumun temel taşı olarak görür (Ferrari A., 2008: 224). İtalya’da devlet ile kilise arasındaki ilişkiler yapılan anlaşma çerçevesinde yürütülmektedir. Dini topluluklar devlet tarafından tanınan veya tanınmayan dernekler kurabilirler. İtalya’da din‐devlet ilişkisi bakımından üç dereceli bir ilişkiden bahsedilebilir. Birinci derecede Katolik kilisesi gelmektedir ve kamu hukuku tüzel kişiliğine sahiptir. İkinci sırada Yahudi, evangelik‐luteryan kilise, babtisler, adventisler gelir. Bunlar devlet tarafından tanınan tüzel kişiliğe sahiptir. Üçüncü sırada Müslümanlar ve Yehova şahitleri gelmektedir. Müslümanlar 1929’da devlet tarafından tanınmıştır ama finansal destek almamaktadır (Köktaş, 2005: 109). Vatikan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınması ve Roma’da bulunması, Katolik kilisesinin sosyal ve siyasal yaşam üzerindeki etkisini daha fazla hissettirmektedir. Katolik kilisesi İtalyan’ların %80’ini temsil etmektedir. Dini pratiğin azalma göstermesine rağmen, İtalyanların Katoliklikle bağları çok güçlüdür. Katolik dini nikâhı medeni nikâh gibi geçerli olmaya devam etmektedir. İtalya’da devlet kamusal eğitim sistemini tanımaktadır. Bunun yanı sıra üniversiteye kadar özel dini okullar mevcuttur (Champion, 2003: 134).
İspanya’daki mevcut hukuki ve siyasi çerçeve, daha önceki rejimi batılı demokrasilerdeki özgürlük standardına taşıyan ve 1978’de yürürlüğe giren anayasa ile belirlenmiştir. Bu anayasada uluslararası standartlar, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve onun hukuki uzantısı olan Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle uyum gözetilmiştir (Torron, 2008: 178). İspanya’nın 1978 de %88 seçmen tarafından oylanan yeni Anayasasına göre, otoriteyi yasallaştıran Katolik
kilisesinin kutsal doktrinine göre Tanrı kanunu yoktur. O halktan kaynaklanmaktadır. 20. madde düşünce, sözlü ve yazılı ifade hürriyetini edebi ve sanatsal eser yapma hürriyeti ile eğitim hürriyetini belirtmektedir. 27. madde eğitim kurumlarını kurma hürriyetini, din ve ahlak eğitimi ve öğretim hakkını vermektedir (Lautman, 2003: 87). 1976 tarihli Portekiz Anayasa’sı kilise ve devletin ayrılığını ifade etmektedir. Anayasa, Katolik kilisesi ile diğer dinler arasında bir ayrılık gözetmemekte ve tam örgütlenme özgürlüğünü tanımaktadır. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne dayanarak inanç özgürlüğünü tanımaktadır Ancak bu anayasa, 1940 yılında Vatikan ile imzalanan antlaşma ile kabul edilen düzenlemeleri geçersiz saymamaktadır (Vandermeersch, 2003: 163).
İsveç’te daha önce resmi devlet kilisesi olan İsveç Lutheryan Kilisesi 1 Ocak 2000 tarihi itibariyle resmi devlet kilisesi olmaktan çıkarılmıştır. İsveç anayasası tüm vatandaşlarına tek başına ya da topluluk halinde ibadetlerini ifa etme hakkı tanır. Hiçbir vatandaş dini inançlarını açıklamaya ve bir kiliseye veya dini kuruluşa mensup olmaya zorlanamaz. İsveç’te anayasa ya da yasalarda laiklik veya sekülarizm şeklinde bir tanımlama yoktur. Aslında devlet, dinler konusunda olumlu fikir ortaya koymakta, vatandaşların kilise veya dini cemaatlere bağlı olmasını yararlı bir aktivite olarak görmektedir (Friedner, 2008: 208).
Polonya’da devlet ile kilise ve diğer cemaatler arasındaki ilişkiler 1997 Anayasası’nda Katolik Kilisesi ile yapılan anlaşmada, 1989 yılında çıkarılan Din ve Vicdan Özgürlüğü Yasası’nda belirlenmiştir. Anayasa’nın 25. maddesinde kiliselere ve dini cemaatlere atfen din hakkında hükümler ele alınırken 55. maddede de bireysel anlamda din özgürlüğü ele alınmıştır (Rynkowski, 2008: 254). İrlanda’da ise Katolikler ve Protestanlar arasında yıllardır süren çatışmaya rağmen, 1988’ de yapılan referandumda büyük bir çoğunluk (Katolik ve Protestanlar) barıştan yana olduklarını ortaya koymuşlardır (Willaime, 2003: 185).
Avrupa’da din ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir husus da dini hayatın merkezinde yer alan kiliselerin kültürel ve fiziksel olarak var olmasıyla Avrupalıların gündelik yaşamlarında tesirli olması ayrımının yapılmasıdır. Genel
kanı Avrupa kiliselerinin artık gerçek varlıklarını koruyamadıkları yönündedir. Fakat bu, dini kimliğin belirleyicisi olan kilisenin önemini kaybettiği anlamına gelmez. Grace Davie, Avrupa’da yerleşen Hıristiyan kültürü ve bu kültürün taşıyıcısı olarak kiliselerin halkın yaşamına olan etkisini “Vekil Din” tabiri ile ifade etmektedir. Bu kavram ile Davie, dinin, aktif bir azınlık tarafından bu azınlığın yaptıklarını onaylayan büyük bir çoğunluğun yerine yaşanmasını kastetmektedir (Davie, 2008: 32). Bu tanımlama Avrupa’da Hıristiyan kültür etrafında birleşen dini birliği ifade etmesi bakımdan önemlidir. Zira her ne kadar ülkelerin din devlet ilişkileri, dini mezhepleri farklılık arz etse de halkın büyük bir çoğunluğunun gündelik yaşamlarında hâkim olan düşünce ortaktır.
Hıristiyanlığın hakim olduğu Avrupa’da önemli ölçüde bir Yahudi varlığından söz edilebilir. Halen Batı Avrupa’da bir milyon Yahudi yaşamaktadır. En geniş nüfus 500‐600 bin ile Fransa ve yaklaşık 300 bin ile İngiltere’de yer almaktadır. Buna rağmen kültür mozaiği sadece Avrupalılarla, Roma‐germen ve Hıristiyan kültürüyle sınırlı değildir (Tekinalp, 2000: 350). Avrupa’da Hıristiyanlıktan sonra en geniş öteki inanç nüfusunu Müslümanlar oluşturmaktadır (Davie, 2005: 14). Günümüzde Avrupa’da yaklaşık on beş milyon Müslüman yaşamaktadır ve bunun yaklaşık dört milyonu eski Yugoslavya ve civarında bulunmaktadır (Şenay, 2002: 143). Bugün modern Avrupa’nın en önemli fenomenlerinden biri, Avrupa’nın batı ve kuzeyindeki en gelişmiş ülkelere gelen ve yerleşen Müslümanların sürekli artan sayısıdır. Bu bakımdan İslam, Avrupa tarihinin bir parçası olmaktan öte, çağdaş Avrupa’da hala yaşayan bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır (Antes, 2005: 203).
Tablo 1: AB Ülkelerinde Din‐Devlet İlişkileri (Yükleyen ve Kuru, 2006: 17) Resmi Din Kiliselere Devlet Yardımı Din dersi Dinî Okullara Devlet Yardımı
Almanya Yok Var Mecburi Var
Avusturya Yok Yok Seçmeli Var
Belçika Yok Var Seçmeli Var
Danimarka Luteran Protestan Var Seçmeli Var Finlandiya Luteran Protestan Var Mecburi Var
Fransa Yok Yok Yok Var
Hollanda Yok Yok Seçmeli Var
İngiltere Anglikanizm Var Mecburi Var
İrlanda Yok Yok Mecburi Var
İspanya Katolik (özel statü) Var Seçmeli Var
İsveç Yok Var Seçmeli Var
İtalya Katolik (özel statü) Yok Seçmeli Var
Lüksemburg Yok Var Mecburi Var
Portekiz Katolik (özel statü) Var Seçmeli Var
Yunanistan Ortodoks Var Mecburi Var
Bugün Avrupa fikri Hıristiyanlıktan ayrı, kendine ait toplumsal, kültürel ve politik bir anlam kazanmaya çalışmaktadır. Hıristiyanlığın Avrupa kimliğinin başat ve temel karakteri olduğunu iddia etmek, bu kimliğin genel kabul görmesi açısından olumsuz olacaktır. Artık ulusal, bölgesel, dilsel, dinsel kimlikler, çoğunluk ya da azınlık kimlikleri Avrupa uzamı içerisindeki karmaşık etkileşim ve kimlik belirleme oyunlarıyla yeniden tanımlanmaktadır (Kastoryano, 2000: 237). Avrupaʹda hem farklı dinler vardır, hem de dinlerin içinde çok farklı mezhep ve anlayışlar bulunmaktadır. Bu yüzden Katolik Hıristiyan bir birlik oluşturulmaya
çalışılması Ortodoksları, Protestanları, Avrupaʹda yaşayan Müslümanları, Arnavut ve Boşnakları dışarıda bırakmak demek olacaktır. Avrupa kültürünün en geniş ortak paydalarından birinin din olduğu yadsınamaz, ancak bunun kimliğin en belirleyici öğesi olarak görülmesi Avrupa kimliğini daraltacak ve öne çıkardığı değerleri geri plana atacaktır (Akdoğan, 2004: 32).
Ancak şunu unutmamak gerekir ki: Avrupa’nın dini hayatının kendine özgü bir tarihi ve bir yapısı vardır. Bu tarihin merkezinde kilise ile dine yönelik karakteristik tavırlar geliştiren devlet arasındaki yakın ilişkiler yer almaktadır (Davie, 2005: VII). Bu nedenledir ki Avrupalı elitlerin Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne belli çıkarlar doğrultusunda alma isteğine karşın Avrupalı halkların Türkleri içlerine alma hususunda büyük tereddütleri vardır (Mann, 2005: 37). Tarihten gelen bu birikimi (Grace Davie’nin deyimiyle Hıristiyan hafıza), bilinen geçmişi ve görülebilir geleceği açısından Avrupa’nın, farklı inançlara eşit duruş sergilemesi ve bir din birliğini sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Bir Avrupa kimliğinin yaratılması ve başarılı bir şekilde benimsetilmesi, bugün için uzak görünmektedir. Çünkü AB, çok sayıda farklı devletten, milletten, dilden, kültürden oluşmaktadır. Bu farklılıklar göz ardı edilmeden oluşturulacak ortak değerler, aidiyet duygusu sağlamak için gereken adımlardan sadece biridir. Bu konuda AB halkları kırmızıçizgiye de sahiptir. Demokrasi ve şeffaflık yeterince sağlanamazsa, siyasi bütünleşme ve ulus‐üstücülük süreci Avrupa eliti tarafından sürdürülmeye devam ederse AB karşıtlığı artabilecektir. Böylece, kimlik ve bilinç oluşturulması gerçekleştirilemeyeceği gibi, AB’nin dağılması ya da daha gevşek, serbest ticaret bölgesine benzer bir yapılanmaya gitmesi dahi beklenebilir. AB’nin yurttaşları tebaa değildir. Ait olunan devletten farklı ve daha üst bir otoriteye boyun eğerek, bir üst‐yurttaşlık ya da üst‐kimlik kabul edilmesi bugün için neredeyse imkânsızdır. Ulus‐devletler ve milliyetçilik Avrupa’da hâlâ canlıdır. Vatanı için ölmeye hazır insan bulmak bugün için mümkünken, AB için kendini feda